Değerli okuyucular, özellikle sevgili gençler!

Gayr-i müslimlerin, yani müslüman olmayanların, “müslümanlar üzerinde hakları mı varmış?” demeyin... Evet var...

Aşağıdaki maddeler müslümanların onlara karşı borcu, onların da alacağıdır. Ya da müslümanların hem müslümanlara, hem de gayr-i müslimlere karşı görevi ama aynı zamanda gayr-i müslimlerlerin onların üzerinde hakkıdır.

-Kişi haklarına saygı

Herkesin doğuştan ve sonradan kazandığı hakları vardır. İnsanlara saygı duyduğunu iddia eden, ya da insan değerlidir diyen herkesin bu haklara saygı göstermesi gerekir. Kimsenin hakkına tecavüz etmemesi ve hakların sahiplerine ulaşmasına engel olmaması gerekir.

Müslüman, buna ‘kul hakkı’ der ve bu konuda dikkatlidir. Bilir ki ihlâl edilen veya verilmeyen her hak bir vebâldir, Âhirette hesabı verilecektir. Ya da bu dünyada bir şekilde kötülük, belâ ve musibet, darlık ve zorlk şeklinde hak yeyicinin karşısına çıkacaktır.

-Kamu haklarına saygı

İnsanlar birlikte yaşamak zorundadır. Böyle olunca karşılıklı ödevler ve haklar gündeme gelir. Bazı şeyler ortak kullanılır. Ortak kullanılan her şeyde toplumun hakkı olur. Bunlar toprak, hava, deniz, mekan, yollar olduğu gibi, toplumun hizmetini gören kurumlar da olabilir.

Bir müslüman herhangi bir ülkede oturumlu olarak, yani eman alarak yaşıyorsa, orada elde ettiği haklara karşılık, bazı ödevleri de olacaktır. Bunlara toplumsal ödevler diyebiliriz.

Bir  başka deyişle bunlar bizim topluma (kamuya) karşı görevlerimizdir.

-İyi komşuluk

Gayr-i müslimlerin, müslümanlardan iyi komşuluk görmeleri haklarıdır.

Yani müslüman komşusuyla öyle güzel geçinecek ki, ayrıldığı zaman “yahu çok iyi bir komşuydu, iyi bir insandı” denilecek kadar. “Oh be, gitti de şerrinden kurtulduk” dedirtecek davranışlarda bulunan müslümandan onun dini bile razı değildir.

Allah (cc) müslüman olsun, gayr-i müslim olsun komşularla iyi geçinmeyi emrediyor: “Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya... iyi davranın...” (Nisâ 4/36)

Peygamber (sav) de komşu hakkında şöyle buyurdu: “Allah’a ve son güne (Âhiret gününe) iman eden, ya hayır söylesin, yahut sussun. Allah’a ve son güne iman eden komşusuna ikram etsin. Allah’a ve son güne iman eden misafirine ikram eylesin.” (Buhârî, Edeb/31 no: 6018. Müslim, İman/19 (74) no: 173)

Komşulara rahatsızlık vermek, kötülük etmek iyi müslüman olmaya engeldir. Rasûlüllah (sav) "Vallâhi (olgun) mü'min değildir (üç defa)" dedi.

-"Kim Ya Rasûlallah?" diye sorduklarında; "Komşusu kötülüğünden  emin olmayan kimse" buyurdu.” (Buhârî, Edeb/29 no: 6016. Bir benzeri: Müslim, İman/73, no: 172)

-Temiz bir çevre

Müslümanlara göre; “her türlü temizlik imandandır”.

Müslüman, yaşadığı çevreyi hesaba katarak yaşar. Çevre üzerinde başkalarının da hakkı olduğunu unutmaz. Hem yakın çevresini, hem de uzak çevresini  kirletmemeye özen gösterir. Evini, sokağını, mahallesini, yani bulunduğu her yeri temiz tutar. Havayı, suyu, geniş çevreyi kirletecek işleri yapmaz. Çöp ve atık işine dikkat eder.

Keşke onlar şöyle deseler: “Müslüman gibi dürüst ve temiz”...

-İslâmı duyma ve canlı İslâmlar görme

Müslümanların çevresinde yaşayan gayr-i müslimler onların aracılığıyla İslâmın güzelliklerini görme hakkına sahiptirler.

Yani müslümanlar başkalarına İslâmın hak din olduğunu göstermekle  görevlidirler. Bu da sözden çok ahlâkla, davranışlarla, insanî ilişkilerde iyi ve dürüstlükle, topluma katma değer ve fayda sağlamakla olabilecek bir şeydir.

Nitekim tarihte İslâmın daha çok güzel ahlâkla yayıldığını görüyoruz. İslâmî davet toprak hakimiyeti için değil, bir yürek fethi çağrısı, ikna olarak, gönülden hidâyeti kabul etmeye davettir. Bunun da baskıyla, kavga, sürtüşmeyle, kötü örneklerle, ya da sadece lafla olmayacağı açıktır.

Bir fikir adamı şöyle diyor: “Müslüman, sen İslâmı öyle yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin”.

Avrupada gayr-i müslimlere İslâm adına güzel örnekler sunamayan müslümanlar sorumludur.

İslâma davet işi müslüman için bir kulluk görevidir. Bunu her müslüman becerebildiği kadar yerine getirir. En iyi tebliğ ve davet de örnek olmaktır. Yani inandığını, anlattığını, davet ettiğini  yaşamaktır. Kişi, söyledikleriyle uyumlu bir yaşantı içindeyse, çok söz söylemesine ihtiyaç bile kalmaz. 

Davet ve tebliği hâl ile davet, kâl ile davet diye ikiye ayırabiliriz. Hâl ile yani fiilen yaşayarak davet daha öncelikli ve daha etkili olandır. Çünkü insanın davet ettiği bir şeyi kendisi yapmadığı hâlde onun yapılmasına davet ederse etkili olmaz. O hâlde davetin dayanması gereken birinci esas iyi bir örnekliktir. Rabbimiz şöyle diyor:  

Böylece, sizler insanlara birer şâhit olasınız ve Peygamber de size bir şâhit olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık...” (Bekara 2/143) Buradaki şâhit kelimesi ‘güzel örnek’ anlamındadır. Yani Muhammed (sav) müslümanların örneği, müslümanlar da hak din konusunda insanların örneğidir. Müslüman İslâmı yaşayarak ulaştığı güzellikleri, mutluluğu, izzeti, iyi insan olmayı kişiliği ile başkalarıyla paylaşır.  

Örnek olmak davet ettiği şeyi sahiplenmek, kendini, iddialarını  doğrulamak gibidir. Bir müslüman da ahlâkı ve davranışlarıyla, ihlas ve samimiyetiyle örnek insan olduğu zaman çevresine olumlu etki eder.

Tersi de mümkün. Nice müslümanım diye iddia edenlerin yanlışları, kötülükleri, din adına yaptıkları hatalar sebebiyle insanlar onlardan ve İslâmdan uzaklaşırlar.

Bir dâvâya en çok zararı, ona düşman olanlardan daha fazla onu kötü savunanlar, onu kötü temsil edenler verir.

Her müslümanın İslamın güzel bir temsilcisi olması dileğiyle...

Drs. Hüseyin K. Ece

04.01.2023

Zaandam