Türkiye’de halk 12 Eylûl 2010da şimdiki Anayasa’nın bazı maddelerinin değişip değişmemesi için oy verecek. Yani  referamdum yapılacak.

Bu değişiklik paketine siyasi partilerden, basın mensuplarından, hatta yargının içinden  bazıları ‘hayır’ diyeceklerini peşinen ilan ettiler. 

 

Hatta bu kesimler daha değişikler meclise gelmeden hayır demeye başladılar. Hayır dedikleri maddelerin yerine hiç bir teklif getirmediler. Şu şu maddeler çıkarılırsa desteğimiz olur  şeklinde bir kaç cılız sesi saymazsak, şöyle olursa destekleriz bile demediler.

Üstüne üstlük, kendi şikayetleri üzerine yetkisi olmadığı halde Anayasa Mahkemesi onların istekleri doğrultusunda bazı kırpmalar yaptı. Paket bu haliyle onların en yüce mercii saydığı bir mahkeme tarafından da tescil edildi ve halk oyuna sunulması uygun bulundu. Kendilerine halkın temsilcileri, hatta halkın kendisi gören, millete ait olduğunu iddia eden kesimler; anayasa  değişikliğinin halka sunulmasından ürküyorlar. Bunun kaosa yol açacağını, rejimde sıkıntı yaratacağını, hatta tehlikeli olacağını ileri sürüyorlar.

Anayasa değişikliği paketi olumlu mu, olumsuz mu?

Türkiye’nin önünü açar mı, açmaz mı?

Bu haliyle yetersiz ama hiç olmazsa olumlu bir adım mı?

Türkiye’nin daha demkratik oluşuna kapı açar mı, açmaz mı?

İnsan hakları alanında iyileştirme sağlar mı, sağlamaz mı?

Kuvvetler ayrılığını sağlaştırır mı, sağlamlaştırmaz mı?

Bütün bu soruları işin uzmanlarına bırakalım.

Yalnız ta baştan beri, her atılan adıma ‘hayır’ diyen, Büyük Millet Meclisinin çıkardığı kanunların büyük bir kısmını kendilerinden saydıkları üst mahkemeye taşıyan, anayasa değişikliği gündeme geldiği gündem itibaren,’

"hayır, olmaz, olamaz, yanlış, katılmıyoruz, dokundurtmayız, bu meclisin böyle bir yetkisi yoktur, ne olursa olsun hayır diyeceğiz. Hayır diyeceğiz, hayır" diyenleri insan gerçekte anlamakta zorluk çekiyor.

Peki niçin?

Niçini yok, ‘hayır’.

Ama sebebi ne, bizi ikna eder misiniz?

‘İkna mikna önemli değil; hayır diyeceğiz. Oyumuzun rengi hayırdır’. ‘Hayırda hayır vardır’.

İyi de bu değişiklik paketinde hangi madde gerçekten çok kötü, ya da bugünkü noktadan daha geri?

Cevap: ‘Hayır diyeceğiz’. ‘Oyumuzun rengi: Hayır’.

Siz kardeşim, görebildiğim kadarıyla oylamalara katıldız, Meclisi boykot etmediniz.

‘Evet öyle’.

Ama her maddeye hayır oyu verdiniz. Yani otuz küsur madde içerisinde olumlu hiç bir şey yok mu?.

‘Var veya yok’. ‘Hayır, bu hükümetin yaptığı değişikliğe hayır’. ‘Oyumuzun rengi belli: Hayır’.

Anlıyorum.

Bak kardeşim anladığım kadarıyla siz Türkiye’de bir kesimin hakkını aramak iddiasındasınız. Bu değişiklik paketinde sizin haklarınızı savunduğunuzu iddia ettiğiniz kesimler için de bazı iyileştirmeler var.

Ama siz hem meclisi boykot ettiniz, hem de hayır kampanyası yürütüyorsunuz.

Hatta yanlış hatırlamıyorsam partiniz defalarca kapatıldığı halde, parti kapatmayı zorlaştırmaya da karşı çıktınız. Yani partiler (partiniz) şimdi olduğu gibi kolaylıkla kapatılmasından yanasınız. Bu çelişki değil mi?

Ne oluyor arkadaş?

‘Kem küm, falan filan; oyumuzun rengi belli: Bu değişikliğe hayır’.

Ama niye yani?

İçinde hiç mi olumlu bir şey ok?

‘Var veya yok, hayır diyeceğiz’.

İşte bu hayır, hayır hayır diyenleri gördükçe, haberleri duydukça aklıma ortaokul birinci sınıfta yaşadığım  bir olay geldi.

1-A sınıfında idik ve sınıfımızda Zühtü isimli bir arkadaşımız vardı. Bir gün bir konudu konuşurken söz arasında ‘dikkat’ kelimesi geçti.

Zühtü dedi ki: O dikkat değil, dikkât olacak.

Yani a harfinin üzerinde şapkası, ka değil ‘ke’ varmış  gibi, yumuşak â şeklinde okumamız gerekirmiş: Dikkât (dikket gibi).

Ben ve kardeşim gülerek dedik ki; “o da nerden çıktı? Dikkat dikkattir. Bu ana kadar bunu dikkât şeklinde okuyan, söyleyen kimse duymadık. Zühtü! Dikkat’i ‘dikkât’ diye okumak yanlıştır.”

O ısrar etti. “Hayır, doğrusu dikkâttır”. Biz ısrar ettik, ‘yahu Zühtü, nereden çıkardın bu dikkât’i, o dikkat şeklinde teleffuz edilir’ dedik. O yine üstüne basa basa; ‘asıl siz yanlışsınız. Dikkât’i nasıl dikkat şeklinde söylersiniz?’ deyip duruyordu.

İş sadece bir kelimeyi yanlış telaffuz etmekle kalsa iyi, ancak ortada çok iyi bildiğiniz, doğruluğundan emin olduğunuz bir konuda pişkin birinin tam tersini söylemesi, insanı hem bunaltıyor, hem kızdırıyor.

Hani kelime az kullanılan bir kelime olsa, belki kişi yanılabilir. Herkesin her zaman kullandığı, her yerde yaklaşık aynen telaffuz edilen ‘dikkat’ olunca kızgınlık bir kat daha artıyor. Bir kelimenin adeta katledilmesi sizi yaralıyor.

Eve gelinceye kadar, yol boyu bu şekilde münakaşa ettik. O dikkât dedi, biz dikkat dedik.

Evde başka okulda okuyan bir arkadaş daha vardı. Varınca ona da sorduk. O da güldü, şaşırdı. Nereden çıktı bu dercesine başını salladı ve ‘Zühtü bu kelime dikkat’tir. Türkçe’de dikkât diye bir kelime yoktu’r dedi.

Ancak Zühtü; ‘hayır, siz yanılıyorsunuz, o dikkâttir’ demeyi sürdürdü.

Bu sefer  elimizdeki kitaplardan örnekler gösterdik. Yine ikna olmadı. Kitaplardaki dikkatleri hep dikkât şeklinde okudu. Biz ‘hani a’nın şapkası, onu nasıl yumuşak â gibi okursun?’ deyince,

‘hayır, siz yanlış okuyorsunuz. Bu kelime her yerde ‘dikkat’ şeklinde yazılır ama ‘dikkât’ şeklinde teleffuz edilir’ deyiverdi.

Baktık ki inadından vazgeçmiyor, tek çare bir bilene sormak. En iyi Türkçe öğretmeni. Dedik ki “var mısın yarın Türkçe öğretmenine soralım”. “Soralım” dedi.

Ertesi günü okula gittik. Tesadüfen o gün Türkçe dersimiz de vardı. Derste hocaya aramızda geçen konuşmayı ve anlaşmazlığı aktardık. ”Hocam bu, dikkât mi, dikkat mi? Biz Zühtü ile bu konuda anlaşamadık”.

Türkçe öğretmeni bunu duyunca güldü, güldü, güldü. Sonra da “Zühtü nereden çıkardın bu dikkât’i?  Herkes bilir ki, bu kelime bazı yöresel ağızlar hariç, Türkçe’de dikkat olarak telaffuz edilir” dedi.

Neyse Zühtü üstelemedi. Sustu. İkna oldu mu, olmadı mı, bilmiyorduk. 

Ama ortada bir gerçek vardı, ben ve kardeşim Zühtü’nün inadına karşı bir zafer kazanmıştık.

Okul çıkışı yanına yaklaştık. Galip gelmenin zevkiyle, “hani dikkât’ti?

Ne oldu?

Biz ısrarla, hem de iki kişi ısrarla, yahu arkadaş yanlış teleffuz ediyorsun, o kelime dikkat’tir dedikçe sen onca isbata rağmen hâla inat ediyordun?”

Ne dese beğenirsiniz. Hem de pişkin pişkin:

"Ben onun zaten dikkat olduğunu biliyordum. Ama ben bir defa ‘dikkât" dedim’.

Gördüğümüz mü gerekçeyi?

Baştan bir defa dikkât demiş.

Erkişi sözünden dönmez misali  ‘dikkât’ demeyi sürdürmüş.

Anayasa değişikliğine hayır (ya da her şeye hayır) diyenlere isterseniz bir de Zühtü’nün tavrı açısından bakınız.

Hüseyin K. Ece

17.7.2010

Zaandam