Bundan otuzbeş yıl önce. Yani Ramazan’ın yine Ağustos Eylûl aylarında olduğu zaman. Gölcük’teyim. Hani Marmara depreminden en fazla etkilenen Gölcük’te. Lise ve universite yıllarında yaz tatilinde oraya gider, okuyabilmek için lazım olacak parayı/harçlığı kazanmaya çalışırdım.

 

Fakültede iken aldığım öğrenci kredisi bütün masraflara yetmiyordu. Bunun dışında da herhangi bir gelir kaynağım yoktu. Ailenin durumu da beni Erzurum’da okutmaya yeterli değildi.

Hem sabit mesleğim olmadığı ve tatil de kısa olduğu için, hangi işi bulabilirsem onu yapıyordum. Kanal kazmaktan kiremit, tuğla, kum arabası yıkmaya, inşaata sırtta tuğla taşımaktan bahçe temizlemeye, sıva yapmaktan  duvar yapmaya ve kürekle beton atmaya kadar değişik işler. Ne bulabilirsem.

Bunlar arasında en iyi parayı beton atma işinden kazanıyordum. Ancak çok ağır bir işti. Diyelim 25 metre küp beton atılacak. Bunun için beş veya altı kişi giderdik. Aslında bir kaç beton ekibi vardı. Onlar yıl boyu birlikte çalışırlar, aralarında işin büyüklüğüne göre eleman alış verişi de yaparlardı. Tabi benim gibi yedek elemanlar da olurdu.  Birisi müsait değilse, izine gitmişse, ya da iş çoksa, o zaman yedek elemanları çağırırlardı.

Beton atma işi çok çalışmayı gerektiriyordu. Sabahtan akşama kadar, yani beton bitinciye kadar habire külek sallamak gerekiyordu. Beton o gün başlar ve biterdi. Tek dairelik inşaatlar genelde böyle idi. Bu iş için güçlü bir bedene ve tecrübeye/alışmaya ihtiyaç vardı. Kürekle karıştırılan beton asansörle kata taşınıyor, orada el arabasıyla dağıtımı yapılıyordu.

Ben öğrenci olduğum için ilk günler diğerleri kadar hızlı ve verimli çalışamıyordum. Dolaysıyla iyi çalıştığımı isbat edinceye kadar çok para kazandıran beton işi bulmakta zorlanıyordum.

Sanırım 1976 veya 1977nin Ağustos sonları idi. Ramazan’dı . Bir gün bir ekip beni de işe götürdü. Sevindim tabii. Kimbilir kaç gündür iş bulamamıştım, ya da bugün biraz daha fazla para kazanma imkanım olacaktı. İşin bütün zorluğuna ve insanı bitap düşürmesine rağmen.  Ekip başımız güçlü, bu iş için pişkin, çok iyi çalışan ve aynı zamanda sert bir adamdı.

Hava çok sıcaktı. Kimbilir 35 derece civarında idi. Bilinen Ağustos sıcakları. İzmit körfezi kenarı ve nem oranı yüksek bir iklim. Sabahtan akşama kadar yemeden içmeden, güneşin altında, makine gibi kürek sallamak zorundasınız. Çimento tozunun o iğrenç kokusunu ve vücuda yapışmasını saymıyorum.

Kaç kişiydik, altı, yedi, belki de sekiz? O katın betonunu o gün akşama kadar bitirecektik. Çünkü her şey ona göre ayarlanmıştı.

Kız kardeşimin evinde kalıyordum. Her nasılsa o gece de sahura kalkamamıştık.  Geceler kısa idi ve sabah erkenden kalkmak gerekiyordu. Zira biraz geç kalma o günkü yağlı işi kaybetme anlamına geliyordu. Yani bir taraftan uykusuzluk, bir taraftan açlık, susuzluk... Üstüne üstlük, su hortumdan şırıl şırıl akıyor. Buz gibi. (Gölcük’ün o zamanki suyu o kadar tatlı idi ki, içmeye doyulmazdı.) Ama içemiyoruz. Zira oruçluyuz. Ekibin hepsi. Mübarek Ramazan ve biz güneşin altında habire çalışıyoruz. Ekip başımız adeta nefes almaya izin vermiyor, ikide bir ‘haydin uşaklar, bitirelim bu betonu’ deyip duruyor.

Bazen o kadar hararet oluyordu ki, ister istemez ya başımızı, ya gömleğimizi ıslatmak zorunda kalıyorduk. Ama az sonra yine kupkuru oluyorduk.

İkindiye doğru işimiz azalsa bile hepimizde yorgunluk alametleri görülmeye başlamıştı. Buna rağmen çalışmaya devam ediyorduk. Akşama (iftara) kalmadan betonu bitirecektik. Ancak benim gücüm  giderek azalıyordu. Midemde krampa benzer ağrılar hissetmeye başladım. Açlık iyiden iyiye kendi duyuruyordu. Susuzluk da işin cabası. Ancak pes etmek istemiyordum. Diğerlerinin karşısında, hele ekip başının göreceği şekilde bir kenara çekilmek olacak iş değildi.

Aklıma birden Rasûlüllah’ın (sav) Hendek kazısı sırasında uyguladığı bir metod geldi: Mideye taş başlamak. O bir şey yaptı ise, ya da bir şeyi tavsiye etti ise doğrudur ve insanlar için mutlaka faydası vardır.

Denedim. Yumruk kadar bir taş aldım. Bulduğum bir naylon parşasına sardım ve belime bağladım. Arkadaşlarım hayretle ne yaptığımı sordular. Karnıma taş bağlıyorum dedim. Güldüler. Hayatlarında ilk defa böyle bir şey görüyorlardı. Sonra çalışmadan fırsat bulunca, nefes arasında Raslüllah’ın böyle yaptığını açıkladım. Pek sesleri çıkmadı ama, karna bağlanan bir taşın faydalı olacağına da pek ihtimal vermediler.   

Onlar ihtimal vermediler ama ben faydasını gördüm. Adeta mideme yeniden güç ve can geldi. Midem bedene bağlı bir yük olmaktan çıktı, benim bir parçam oldu. Gerçekten beton bitinceye kadar pes etmeden, yere yığılmadan, oflamadan puflamadan ekiple birlikte çalıştım. İftara kalmadan o günkü beton işimizi bitirdik.

O gün orucun yürekle tutulduğu zaman kolay olduğunu, imanın çok güçlü bir enerji kaynağı olduğunu, Peygamberin tavsiyesine uymanın faydasını bir kez daha gördüm.

 

Hüseyin K. Ece

21/08/2010

Zaandam/Hollanda