-Giriş

Türkçe’de kitap bilinen bir şeydir.  

İslâm inancı açısından ‘kitap’, Allah tarafından, peygamberler aracılığı ile insanlara gönderilen sayfalar veya kitaplar halindeki ilâhî belgelerdir.

‘Allah’ın kitabı (Kitabullah)’ denilince de akla hemen Kur’an gelir.

İslâmın ana kaynakları (edille-i şer’iyye) Kitap ve Sünnettir diye ifade edilir. Burada ‘kitap’ olarak kasdedilen elbette Kur’an’dır.  

İslâm inancına göre ilk insandan Hz. Muhammed’e kadar geçen sürede Allah (cc) insanı başıboş ve ilkesiz bırakmamıştır. Görevlendirdiği elçilerle insanlara doğru yolu göstermiştir. Bununla da yetinmeyip sözlü ve yazılı belge halinde kitaplar indirmiştir.  

Allah’ın (cc) katında din bir tanedir. Her peygambere gönderilen bu bir tane olan Din’dir. Peygamberlerinin adlarının ve kavimlerinin, hatta dillerinin ayrı oluşu bu gerçeği değiştirmez. Her peygamber kendi kavmini İslâma davet etmiş, insanlara hemen hemen aynı ilâhî ölçüleri tebliğ etmişlerdir. (Bekara, 2/132. Âli İmran, 3/67. Maide, 5/111. Yunus, 10/90, Yusuf, 12/101)

Bunun için her peygamberin ümmeti aynı zamanda müslümandır. Bunun gibi, Allah’ın peygamberlere indirdiği kitaplar da aynı kaynaktan gelmektedir.   

Bu kitaplar aynı bilgiyi ve öğretiyi getirirler. Aralarındaki tek fark, farklı dillerde olmaları, ihtiyaca göre bir içeriğe sahip olmaları ve hitap ettikleri kavimlere uygun olarak farklı yöntemler kullanmalarıdır.

Bu ilâhî kitaplar hiç bir zaman birbirlerini reddetmeyip, tam aksine birbirlerini desteklerler. Onların birbirleriyle çelişmeyip uyuşmaları gerçeği, hepsinin tek ve aynı Kitab'ın (el-Kitap) değişik nüshaları olduğunu gösterir.

 

a- Kavramsal alan:

a1-Sözlükte Kitap

Kur'an'da ‘kitap’ kelimesi altısı çoğul (kütüb) olmak üzere 261 yerde geçmektedir. Ayrıca bir çok âyette aynı kökten fiil ve isimler yer almaktadır.

Kitap kelimesini türediği ‘ketebe’ fiili, aslında bir şeyi diğerine birleştirmek demektir. (Mu’cemu Mekayîsi’l-Lüğa, İbni Faris, s: 885)

‘Ketebe’ sözlükte ayrıca, deriyi deriye sırımla eklemek demektir. Su kabını bağlamak, katırı bir halkaya bağlamak gibi anlamları da vardır.

‘Ketebe’ fiili aynı zamanda meşhur manasıyla bir harfi diğerine yazı ile bağlamaktır. Bir harfi diğerine sözle bağlamak da aynıdır.

‘Ketebe’, yazı yazmak, hükmetmek, takdir etmek ve farz kılmak anlamlarına da gelir. (R. Isfehânî, el-Müfredât, 638)

Aynı köten gelen; ‘kettebe’ birine yazı öğretmek, yazı yazdırmak, ‘kâtebe’ yazışmak, ‘iktetebe’, yazı yazmak, istinsah etmek demektir.

‘Bu fiilin masdarı olan ‘kitabe’ sözü, yazı ile bir şeyi dizmek demektir. Benzetme yoluyla yazılan şeylere ‘kitabe’ denmiştir.

Kitap aynı zamanda isbat, takdir, icabet, farz, azim gibi manalara tabir olunur. Bir şey önce murad edilir, sonra da yazılır. İrade bir şeyin öncesi, kitabe (yazı) ise bitişidir. Bu bir anlamda sözün yazı ile kuvvetlendirilmesi demektir. (Mufredat, s: 639)

Kitap, bilinen manasıyla, bir düzen içerisinde bir araya getirilen sözler toplamı anlamına gelir. Çoğulu ‘kütüb’ ve ‘kütb’dür. Farz, hüküm, kader manalarına da gelir. (el-Cevherî, el-Sıhah, 1/212)

 ‘Kâtip’ yazı yazan anlamına gelse, bazılarına göre ‘kâtip’ alim demektir. Kur’an’da buna işaret edilmektedir. (Kalem, 68/47) 

Türkçe’de va Arapça’da, hatta Farsça’da, harf ve kelimelerin birbirine bağlanarak oluşturulan söz bütünlüğüne ‘kitap’ adı verildiğini biliyoruz. Sözlerin birbirine bağlanması olduğuna göre bunun yazılı olması gerekmez.

Ancak ‘kitap’ denilince genellikle yazılı şeyler akla gelir.  

İslâmî li­teratürde kitap; "Kur'ân-ı Kerîm, vahiy, mektup, belge, iki kapak arasında toplan­mış bilgi, bir eserin ana konularından her biri" gibi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. (DİA. N. Bozkurt, 26/120)

 

a2-Kavram olarak kitap:

Kitap, Allah'ın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberine vahyettiği sözlere ve bunun yazıya geçirilmiş şekline denir. 

Hıristiyan ve yahudilere ilahî kitap olarak İncil ve Tevrat verildiğinden onlara "Ehl-i kitap" denilmiştir. İlahî kitaplara Allah katından indirilmiş olması sebebiyle "kütüb-i münzele" veya "semavî kitaplar" da denilir.

Kitap, aynı zamanda bir fıkıh usûlü terimidir. Şer'î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olarak Kur'ân-ı Kerîm'i de ifade eder.

“İslâm dininin iki kaynağını Allah'ın Hz. Muhammed'e vahyi olan Kur'an ile Re-sûl-i Ekrem'in dinî beyan niteliğindeki söz, onay ve davranışları (sünnet) teşkil eder.

* Kur'an, şâriin (şeriat koyucunun) muradı hakkında doğru bilgiye ulaştırdığı için "şer'î delil",

* diğer delillerin ona dayanması ve dinî-hukukî hükümlere kaynaklık etmesi yönüyle hü­kümlerin "meşruiyet delili",

* Cebrail vası­tasıyla Hz. Peygamber'e vahyedilmesi ve Hz. Peygamber'in bildirimiyle sabit olma­sı sebebiyle de "naklî ve semi delil" ola­rak nitelendirilir.

Dinin amelî hayata ilişkin hükümlerinin delillerini, bunların sabit olma yollarını ve hükme delâlet yönlerini belirlemeyi konu edinen fıkıh usulünde Kur'an kaynaklar hiyerarşisinin başında yer alır ve "kitap" denildiğinde kural olarak şer'î hükmün kaynağı olması yönüyle Kur'an kastedilir. (DİA, A. Bardakoğlu, 26/126)

Kitap kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm'deki bu an­lamları hadislerde de geçmektedir (el-Mu'cem, "ktb" md.).

 

b- Bir kaç kitap

Bilindiği gibi Kur’an, ilk defa indiği toplumun dilini, yani Arapça’yı seçmiştir. O günün araplarının kullandığı kelimelere yeni anlamlar katarak, kendi mesajını yüklemiş ve böylece muhataplarına ulaştırmıştır.

Kur’an kavramlarının kök manalarıyla her zaman anlamlı bağları bulunmaktadır.  Hiç biri kök anlamından temamen kopuk değildir. Kitap kelimesi de bunlardan bir tanesidir. Kur’an bu kelimeyi fiil, masdar ve masdar-isim olarak bir kaç anlamda kullanıyor.

Şimdi bu farklı kullanışlara işaret etmeye çalışalım.

Allah (cc) evreni ve içindekileri ‘ol’ emriyle yaratmıştır. Allah’ın yarattığı her varlığa bir ‘kelime’ dersek, evren Allah’ın kelimelerinin toplamı olan bir ‘kitap’tır.

Kainat (evren) ve onun içindekiler işte bu ilâhî kitabın açılmış şeklidir. Evren o kitabın sayfalarıdır. Allah (cc), tarih boyunca gönderdiği elçilerle, insanların bu kainat kitabındaki ve sayfalar halinde gönderdiği ilâhî kitaptaki âyetleri okumalarını ve onların gereği ile amel etmelerini istemiştir.

Allah’ın evren kitabında yarattığı âyetlerle, ilâhî kitaplardaki âyetler arasında fazla bir fark yoktur. Kâinatta var olan âyetlere kevnî (yaratılış) âyetler, ilâhî kitaplarda yer alan ve Allah kelâmı olan âyetlere de kavlî (sözlü) âyetler denir.

Kur’an, insanın önüne okunmak üzere üç ayrı ‘kitap’ sunuyor:

-Kâinat (evren) kitabı,

-Vahy kitabı, yani Kur’an,

-İnsan kitabı.

İnsan, Kur’an ışığında yürümekle bu üç kitabın kelimelerini anlayabilir, âyetlerinin sırlarını çözebilir. Kitap olgusu insanı bu üç ayrı gibi duran ama aslında birbiriyle bağlantısı olan kitapları anlamayla ilgilidir.  

Bu kitapların belirli parçalarına ‘âyet’ denilmektedir. Bu âyetler Allah’ın Rabliğinin izleridir, belgeleridir.

Kitabı anlamak için işe, besmele ile ve bu âyetleri düşünerek başlamak gerekir.

 

c- Kitab’ın insana ulaşma süreci

Kitap olgusunu daha net anlayabilmek için “el-Kitap” olan Kur’an’ın elçiye ulaştırılma yolu olan vahy üzerinde durmamız gerekiyor. Çünkü vahy’e verilen anlam, ya da vahiy algısı Kitab’a/kitaplara bakış açısına da etki edecektir.

İslâm inancına göre Kur’an/Kitap vahy yoluyla Hz. Muhammed’e indirilmiştir.

Vahy sözlükte; sözlükte gizli ve süratli bir şekilde bir şeyi bildirmek demektir. ‘Vahy’ bundan başka, gizli konuşmak, seslenmek, fısıldamak, emretmek, ilham etmek, ima ve işaret etmek, mektup yazmak gibi anlamlara da gelmektedir.

Bir başka yönden ‘vahy’, haberci veya işaret gibi herhangi bir aracı ile meramı ifade etmek demektir. (R. Isfehânî, el-Müfredât, s: 515. el-Firuzâbâdî, el-Kâmus, s: 1342)

Burada bir iletişim söz konusu olduğuna göre, bunun yazılı bir belge ile veya teknik bir araç ile olması şart değildir. İma ile, işaret ile, ilham yoluyla da olması mümkündür.

(İngilizcede vahy, aslı latince’de ‘revelatio’ olan ‘revelation’ kelimesi ile karşılanır. Bu da kelime anlamı olarak; açıklamak, ifşa etmek, örtüsünü kaldırmak, göz önüne sermek’ demektir.

Batılı araştırmacılara göre vahiy; bilgiyi insana ilâhî ve tabiatüstü bir yolla bildirmek veya açıklamaktır.” (R. Kılıç, Modern Batı Düşüncesinde Vahiy, s: 17)

İslâm düşüncesinde vahiy; Allah’ın kullarına bildirmek istediklerini onların arasından seçtiği peygamberlerine insanların alışık olmadığı bir yolla bildirmesidir.

Vahiy, en geniş kapsamıyla şöyle tanımlanabilir:

“Rabbimizin, genel olarak varlıklara hareket tarzlarını bildirmesi, özel olarak ta insanlara ulaştırmak istediği ilâhí emir, yasak ve haberlerin tümünü aracı ile veya aracısız olarak, gizli ve hızlı bir yolla peygamberlerine iletmesidir.” (M. Demirci, Vahiy Gerçeği, s: 27)

Buna göre vahyin sözlük ve kavram anlamına bağlı olarak iki alanı vardır.

-Vahyin genel alanı bütün varlıklara ilişkin,

-Özel alan ise yalnızca peygamberlere aittir.

İnsanın muhatab olduğu bu vahy, vahyin özel alanıdır. Buna bir âyette işaret edilmektedir. Bu âyete göre Allah (cc) kullarıyla ancak üç şekilde iletişim kurar. Vahiy yoluyla, perde arkasından veya bir elçi göndererek. (Şûra, 42/51)

Âyette adı geçen konuşma yukarıdan aşağıya doğru bir gelişme gösterir. Yani insan dilediği zaman Allah (cc) ile konuşamaz, ancak Allah (cc) üç yoldan biri ile insana bildirmek istediğini ulaştırır.

İslâm düşüncesindeki vahiy gerçeğinde dört önemli unsur vardır:

1-Vahyin öznesi, yani vahyi gönderen: O da Âlemlerin Rabbidir.

2-Vahyin alıcısı: O da son elçi Muhammed’dir.

3-Vahyin ne olduğu: O da karşımıza el-Kitap olarak çıkan şeydir.

4-Vahyedilenin formatı: Vahiy ilâhi kelâm olarak, insan idrakine ‘Arapça lafız’ olarak indirilmiştir.

Vahyin sahibi Allah (cc) kulu Muhammed’e vahiy yoluyla ‘hakikati’ bildiriyor, haber veriyor vaya inzal ediyor.

Bu hakikat ‘lafız/kelâm (söz) formatında geliyor.

Lafız formatında gelen bu vahiy ‘metin/kitap’  olarak karşımıza çıkıyor.

Kitap haline gelen vahiy, bu aşamadan sonra kendisine iman edenlerle bir cemaat, bir ümmet oluşturuyor. İman, esasen el-Kitab’ın haber verdiği hakikatleri tasdik etmek/doğrulamaktır. Kişiler bu hakikatleri doğrulayarak, Kitab’a bağlı, kitabın ilkeleriyle yaşamaya çalışan, Kitab’ı rehber edinen bir cemaat meydana getirirler. Bu cemaat İslam ümmetidir, mü’minlerdir.

- Mü’minlere göre, bu Kitap hakikatin kaynağı olduğu için kutsaldır, saygıdeğerdir.

- Kitabın içindeki hakikatler Allah’ tarafından bildirildiği için hatadan uzaktır. O Kitap’ta hata, yanlış, şüphe, tenakuz, yaratılışa aykırı bir şey olmaz.

- O kitap aynı zamanda evrenseldir. Çünkü evrenin sahibinden gelmedir ve insanı Yaratanın insan için seçtiği, uygun gördüğü, rahmetine bağladığı şeydir.

- Bu Kitab’ın dili de şüphesiz ilâhî hakikatlere muhatab olan elçinin dilinden olacaktır. Aksi halde Kitab’a muhatap olan ne vahyedildiği anlayamadığı gibi, başkalarına da anlatamaz. Bu nedenle son kitabın/Kur’an’ın dili, son elçinin dili olan Arapça’dır.

Bu özelliklere sahip olan ‘el-Kitap’, yine vahyin sahibi tarafında kıyamete kadar korunacaktır. (Hicr, 15/9) O, onun bildirdiği hakikatlere inananlar için hidayet, hüküm ve ahlâk kaynağıdır. Bir başka deyişle hayat proğramıdır.

 

d- Kur’an’da ‘kitab’ın anlamları

Kur’an-ı Kerim’de ‘kitap’ kelimesinin bir kaç anlamda kullanıldığıni görmekteyiz. Şimdi bunlara bir göz atabiliriz.

 

1-Delil/belge anlamında.

‘Kitap’ kelimesi, bazı âyetlerde delil, isbat, kanıt anlamında kullanılıyor. 

“İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitaba (kitâbü’n-münîr) dayanmaksızın, Allah hakkında tartışır.”  (22 Hacc/8)

Kurtubî’ye göre bu âyette kitap delil/hüccet anlamındadır. (Kurtubî, Tefsir, s: 2086)  İbni Kesir, ‘yani bazı insanlar ne sağlam bir akıl, ne de açık bir nakil olmadan Allah hakkında tartışır dururlar’ diyor. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/532)

Zamahşerî’ye göre ise buradaki aydınlatıcı kitap, vahiy anlamındadır. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 3/142)

Müşrikler Allah’a çocuk isnat ediyorlar, melekleri Allah’ın kızları sanıyorlardı. Allah (cc) onların çocuklar hakkında doğru düşünmediklerini söylüyor ve iddialarını isbatlamaya davet ediyor:

“Doğru sözlülerden iseniz, kitabınızı getirin!” (Saffât, 37/157) Yani delilinizi, isbatınızı/kanıtınızı getirin. (el-Cevzî, Zadu’l-Mesîr, s: 1198. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1466. İbni Kesir, 3/192)

Bir başka deyişle, ‘yani bu iddianızı isbat edecek bir kitap mı indirildi size?’ (Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/61) Tıpkı şu âyette denildiği gibi: “Yoksa onlara bir kesin delil indirdik de, o delil, müşrik olmalarını mı söylüyor?” (Rûm, 30/35)

 

2-Amel defteri anlamında:

‘İnsanların dünyadaki amellerinin kaydedildiği ya­zı, belge’ anlamına gelen ‘amel defteri’ birçok âyette kitap kelimesiyle anılmış ve bu kitap (amel defteri) ve onun kıyamette nasıl açılacağı, sahipleri hakkında nasıl bir işlem yapılacağı hakkında bilgiler verilmiştir.

Kur’an’ın haber verdiğine göre, insanların bütün yaptıkları bir amel defterine görevli melekler tarafından yazılmaktadır.

“Halbuki üzerinizde gözetleyici güçler vardır, değerli kaydedici(ler), yaptığınız her şeyin farkında olan!” (İnfitar, 82/9-11)

Buradaki koruyuculardan maksat, bazı yorumculara göre insanları koruyan melekler olarak anlaşılsa da, pek çok tefsirciye göre bunlar yazıcı meleklerdir. Çünkü Kur’an onlardan ‘şerefli yazıcılar’ diye söz etmektedir.

Onlar, insanların yaptıklarını bir kitaba, yani bir amel defterine yazarlar. (el-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, s: 1523. İbni Atıyye el-Endelusî, Muharriru’l-Vecîz, s: 1955. Kurtubî, Tefsir, s: 3270. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/611)

Bu amel defteri de ‘kitap’ adı verilmektedir. Mahşer günü Allah (cc)  herkesin kitabını yani amel defterini eline verecek, kitabını kendisinin okumasını isteyecek. (İsra, 17/13-14)

Bu kitap elbette bildiğimiz sayfalardan oluşan basılı ve yayınlanmış bir kitap değil. Öyle olsaydı âyette “mushaf” denirdi. Âyette geçen ‘kitâbu’n-mensûrûn - açılmış olan bir yazı’ demektir. Yayınlanmış bir kitap için ‘mushafu’n-nesrun’ denir. Nitekim Tûr suresi 2.-3. âyetlerinde: “ve kitabin mestûrîn, fî rakkin mensûrîn” Açılıp yayılmış ince yumuşak deri üzerine satır satır yazılmış bir yazıya, şeklinde geçmektedir.

Kıyamet gününde ortaya çıkacak “kitab” ile ilgili yan tanımlamalarda ilk dikkati çeken sey, metinde geçen mülkiyet zamirlerinin kazandırdığı anlam derecesidir. Her insan için ayrı bir kitab, yani bir yazı/kayıt olduğu anlaşılmaktadır. Kaydın tutuluş biçimi aynıdır. Ama herkes için ayrı bir kayıt vardır. Nedeni de, her insanın yaptığı işlerin farklı oluşudur.

Diğer tanımlama, bu yazının/kitabın melekler tarafından ve görünmez bir biçimde yazıldığıdır. Ancak öldükten sonra, kıyamet gününde bu yazı insanın önüne çıkarılıp gösterilir.

Cahiliyye arapları genel anlamıyla, gelip geçen zamanı belirtmek ‘dehr’ kelimesi kullanılır. Onlar ‘dehr’ dedikleri şeyin geçmişi silip süpürdüğünü ve ondan hiç bir iz bırakmadığına inanıyorlardı. Dolaysıyla, dünya hayatının ‘dehr’ sebebiyle yokolup gittiğini söylerlerdi.  

Dehr'in yok edemediği tek şey yazılı belge, yani kitaptır. Kur'an üzerinden zaman geçse bile her işin anında yazılmasıyla, ilerde o kişinin karşısına bütün geçmişini gösterecek biçimde ortaya çıkarılacağı belirtmektedir. (Özetle; H. Akçam, Ruhsal Evrim dergisi, sayı 6 – 1985 Eylül/Ekim)

Kıyamet günü her ümmet kendi kitabına davet edilir. (Casiye, 45/28-29) Ümmetlerin kendi kitapları, yaptıklarının yazıldığı amel defterleridir. (bak. Kehf, 18/49)

Ortaya konulacak olan bu kitap/amel defteri, diğer şahitlerle birlikte sahibinin dünyada iken neler yaptığı şahitlik edeceklerdir. (bak. Zümer 39/69)

Yaptıkları her şey "gerçeği söyleyen" bir defterde yazılıdır ve hesapları ona göre yapılır. Bunları eksiksiz olarak ve açıkça ortaya koyar. (Mü’minun 23/62)

Dünyada iken fücûr (günah) işleyenleri ‘kitab/amel defteri’ ‘Siccîn’dedir. (Mutaffifîn, 83/7-9)  

Siccîn, çok katı ve sert olan demektir. Cehennem’in bir adı olarak da geçmektedir. (R. El-Isfehânî, el-Müfredât, s: 330)  Zamahşerî’ye göre ‘siccîn’; şeytanların, inkârcı ve günahkâr olan insanlarla cinlerin amellerinin Allah tarafından kaydedildiği kötülük defteri, sicili demektir. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/231)

Bazı tefsircilere göre siccîn, yedi kat yerin dibi, yerin altında bulunan büyük bir kaya, hüsran, ya da çok dar bir zindan demektir. (İbnu’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, s: 1525)

Gerek âyetlerin bağlamı, gerekse tefsircilerin yorumu göz önüne alınırsa, ‘siccin’in amellerin düzenli olarak kaydedildiği, günahkârların bütün amellerinin yazıldığı kitap (kütük) olduğu söylenebilir.  (Heyet, Kur’an Yolu, 5/504)

İyilerin, müttakilerin ‘kitab’ı ise ‘ılliyyîn’dedir. (Mutaffifîn, 83/18-20)

Allah’a yakın kulların kitaplarının olduğu ‘ılliyyûn’, dördüncü veya yedinci gök, sonsuz bir yükseklik, en yüksek mekân, iyilerin amel defterinin kaydedildiği defter, cennet, Allah’ın yücelikle donattığı yerler şeklinde anlaşılmıştır. (Elmalılı, Tefsir, 9/70. Heyet, Kur’an Yolu, 5/506)

Bu, yukarıda geçen ‘siccîn’in zıddıdır. Cennetlikler için bir makam, ya da onların salih amellerinin kaydolunduğu değerli bir sicil, hayırlı işlerin kaydedildiği bir divan olabilir.

Ashabül Yemin’in (sağ ehli-iyiler’in) kitabı sağ taraftan, ashabü’ş-şimal’in (sol ehli-günahkârlar’ın) kitabı ise sol taraftan verilecektir. (Vakıa, 56/8-10)

“Kimin kitabı sağından verilirse, Kolay bir hesapla hesaba çekilecek; Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir.  Kimin de kitabı arkasından verilirse, Derhal yok olmayı isteyecek.” (İnşikak, 84/7-9)

“Kitabı sağ tarafından verilen:" Alın, kitabımı okuyun" der.” (Hâkka, 69/19)

Yani o kadar sevinecek ki, sevicinden dolayı böyle diyecek. Çünkü o amel defterinin hayır ve sevapla dolu olduğunu öğrenmiştir. Bu sevincini diğer cennetliklerle paylaşacak. (İbni Kesir, 3/543. Kurtubî, Tefsir, s: 3141)

“Kitabı sol tarafından verilene gelince,der ki:" Keşke, bana kitabım verilmeseydi!" (Hâkka, 69/25)

Çünkü amel defterinin ortaya konulmasıyla gerçekler belli olmuş, dünyada peşine düştüğü bütün iddiaları, bütün kanıtları hiç bir işe yaramamış ve helâka doğru sürüklendiğini anlamıştır. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/592)

Kıyamet günü insanlar önderleriyle hesap yerine çağırılırlar. O gün kitapları (amel defterleri) sağdan verilenler onu okuyacaklar. Bir anlamda kavuşacakları güzel sonucu görecekler. Ve asla kıl kadar haksızlık olmayacak. (İsra, 17/71)

Zümer Sûresi 69. âyette ‘kitab’ın ortyaya konulacağı, peygamberlerin ve şahitlerin getileceği ve aralarında hüküm verileceği söyleniyor. 

Buradaki ‘kitab’ın Levh-ı Mahfuz, ya da kişinin amel defteri olacağı yorumu yapılıyor. (Şevkânî, Feyzu’l-Kadir, s: 1511. Zamakşerî, el-Keşşâf, 4/140. Kurtubî, Tefsir, s: 2689)

İbnu’l-Cevzî’ye göre burada iki görüş vardır: Birinci görüşe göre mahşer günü ‘açılan kitap’ amel defterleridir. İkinci görüşe göre ise oradaki ‘hesap’tır. (Zâdu’l-Mesîr, s: 1236)

‘Açılan bu kitap’ kulların yaptıkları işleri kaydeden kütüktür. Bu sicil defteri mahşer günü ortaya konur. Bununla da yetinilmez, peygamberler ve şahitler (belki peygamberlerin varisleri alimler) de getirilir. Onlara insanların yaptıklarının Allah’ın hükümlerine uyup uymadıkları sorulur.  

“ ... Bizim katımızda, hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara haksızlık edilmez.” (Mü’minûn, 23/62)

Bu âyette ‘hakkı söyleyen kitab’ı, insanların amellerinin tesbit edildiği ‘Levh-ı Mahfuz’ olarak anlayanlar olmuştur. (İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s: 977. Şevkânî, Feyzu’l-Kadîr, s: 1156)

“Katımızda hak ile konuşan bir kitap vardır” kısmındaki ‘kitap’tan maksat, meleklerin Allah’a yükselttikleri amellerin tesbit edilmesidir. Allah’ın onu kandine nisbet etmesinin sebebi, meleklerin onu Allah’ın emriyle yazmış olmalarıdır. İşte doğru (hak ile) konuşan o amel defteridir. (Kurtubî, Tefsir, 2140)

Allah (cc) kullarına ne teklif etti ise, onlar da ne yapmışlarsa; hepsi de Allah katındaki bir ‘kitap’ta kayıtlıdır. Onlar asla kaybolmazlar. Belki bir levhadır, belki sayfalar halindedirler. Allah’ın izniyle konuşacaklar ve doğruyu söyleyecekler. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 3/188)

 

3- Farz anlamında kitap

Bazı âyetlerde ‘kitap’ kelimesini kök fiili olan ‘ketebe’ bağlantılı olarak yazılan, kararlaştırılan şey demektir. 

“Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız.” (Âl-i İmran, 3/145)

“... çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (Nisa, 4/103)

Yine bir kaç âyette kitab’ın türediği kök fili ‘ketebe’nin yazmak, yani farz kılmak, görev olarak yazmak anlamında kullanıldığını görüyoruz.

“...Sayılı günlerde olmak üzere oruç size farz kılındı (yazıldı)...” (Bekara, 2/183. ayrıca bak. Bekara, 2/178, 180, 216, 246. Âli İmran, 3/154)

 

4-Vahiy anlamında:

Allah’ın (cc) peygamberlere vahyettiği şey, yazılı olmasa bile ‘kitap’ adını almaktadır. Bu anlamıyla ‘kitap’, genelde vahy ve vahy yoluyla peygamberlere indirilmiş her şey, özelde de Hz. Peygambere indirilmiş son vahy olan Kur’an anlamına gelir.

Kur’an, peygamberlere gönderilen vahylere ve bu vahylerin genel toplamına da ‘kitap’ demektedir. (Hadîd, 58/25)

Yani bütün peygamberlere onların davasını isbat edecek mu’cizeler ve deliller gönderildiği gibi, onlara ilahî kitaplar da indirildi. Onlara indirilen ‘kitap’ bir anlamda vahiy’dir. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/467. Kurtubî, Tefsir, s: 3001)

Ayrıca ilâhî kelâmı ve hükümleri bir araya getirmesi, bunların insanlar tarafından yazıya geçi­rilmiş olması gibi sebeplerle vahye ‘ki­tap’ da denilir.

Kur'an'da kitap, genel anlamda Allah'ın peygamberlerine indirdiği vahyi ifade et­tiği gibi üç ilâhî kitaptan her biri için de kullanılır. (Âli İmran, 3/184. Şûra, 42/17)  Vahy anlamında kullanılan ‘kitap’ bir tanedir ve bütün peygamberlere aynı vahy gelmiştir.

Peygamber­lerden her birine indirilen vahiylerin bü­tünü özel isimlerinin yanında ‘kitap’ ile de anılır. Râgıb el-İsfahânî, aslında kitap ke­limesinin yazılı metni ifade etmekle bir­likte istiare yoluyla metnin sözlü şekli için de kullanıldığını, dolayısıyla Allah kelâmı­nın sözlü şekline de kitap denildiğini be­lirtir. (el-Müfredât, s: 639).

Buradaki ‘zübur’ suhuf (sayfalar) demektir. Aydınlatıcı kitaplardan maksad da esasen Kur’an’dan önce gönderilen ilâhî kitaplardır. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 1/438)

 

5- Hükümler/şeriatler anlamında

“Yemin olsun, biz, resullerimizi açık-seçik delillerle gönderdik ve onlarla birlikte Kitap'ı ve ölçüyü de indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar/adaletle doğrulsunlar...” (Hadîd, 58/25)

Kimilerine göre ise bu âyetteki ‘kitap’ bütün ümmetlere gönderilen şeriatler ve hükümlerdir. (el-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s: 1401)

Çünkü bütün ilahi kitaplar gönderildikleri ümmetler için ilkeler, helâl ve haram ölçüleri ve ibadet hükümleri ihtiva ederler. Zaten kitapların geliç amacı da budur. Bu nedenle ilâhî kitaplara aynı zamanda ilâhî şeriat kitabı demek yanlış olmaz.

 

6- İlâhi kitap anlamında:

Kur’an, bazı peygamberlere suhuflar ve büyük mushaflar (kitap) şeklinde ilahí kitaplar göndermiştir. İbrahim ve Musa’ya gönderilen suhuflar (sayfalar) ile büyük kitap halindeki Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an da ‘kitap’ adıyla anılır.

Allah (cc), insanların anlaşmazlığa düştükleri konularda hükmetmek (Bekara, 2/213), Adaleti tam anlamıyla yerine getirmek (Hadid, 57/25), Zulmedenleri uyarmak, (Ahkaf, 46/12), İnsanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak (İbrahim, 14/1), İnsanlara yol göstermek ve rahmet etmek üzere (Nahl, 16/64) kitaplar göndermiştir. Kur’an, bu kitapların sonuncusudur.

Allah (cc), Nûh ve İbrahim peygamberlerin soyundan gelen pek çok kavme elçiler gönderdiği gibi, aralarında hükmetmeleri için ilâhî kitaplar da indirmişti. (Hadîd, 57/26) İbni Abbas’tan gelen bir rivâyete göre, bu âyetteki ‘kitap’ kalemle yazı yazmak anlamında kullanılmıştır.

Buna göre daha önce vahyedilen kitaplar yalnız ezberlenip hafızada tutuluyorken, yazının icadından sonra ilahî kitaplar da yazıya geçirilmeye başlandı. (Elmalılı, Tefsir, 7/442)

 

Hüseyin K. Ece

 Zaandam/Hollanda

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Temmuz-Ağustos 2008 Sayı: 1