Bir yazımızda Kur’an’da zamanı anlatan kavramları/kelimeleri ve mesajlarını incelemiştik. (Bkz: Kur’anî Hayat, Mayıs-Haziran 2018 sayı: 59)

Bu yazımızda ise Kur’an’ın özellikle gelecek zaman vurgusunu vahyin indiği dönem, insan hayatı, istikbal, yani kıyâmet bağlamında anlamaya çalışacağız.

Zira Kur’an vahiy sürecinde geçmişten bahsettiği gibi, o günden ve gelecekten de bahsediyor. Vahiy süreci dinamik, hareketli bir süreçti. İnen âyetler o süreçte hayata müdâhele ediyor, Rasûlü ve mü’minleri yönlendiriyor, neyin nasıl olması gerektiğini haber veriyordu. Kur’an 23 yıl boyunca olaylar, kişiler, gelişmeler hakkında, uyarı ve müjde için, geçmişten ibret almak üzere, ilkeleri belirlemek, bazen de gönüllere sekine (moral) vermek, İslâmî daveti desteklemek üzere iniyordu.

Bu açıdan onda tekrarların, benzer kelime ve ifadelerin, farklı konuların ve bunların içiçe olması kaçınılmazdı. Üstelik bu âyetler sadece indiği topluma değil, daha sonraki nesillere de hitap ediyor. Üslûbu, değindiği konular ve kullandığı dil bu amaca yöneliktir.

Kur’an’da zamanı ve zamanın bir bölümünü, sınırlı bir vakti, kısa veya uzun müddeti anlatan 35 kadar kelime var. Bunlar insanın ve varlığın tanık olduğu zamanın farklı boyutlarını, günün ve ömrün değişik anlarını, farklı vakitleri anlatırlar. Bunların bir kısmı ve bazı ifadeler gelecek zamanı vurguluyor. 

Zaman/vakit dediğimiz olgu (Kur’an’a göre âyet) Allah tarafından bir hikmet ve amaç için yaratıldı, yaratılış amacına uygun olarak deveran edip duruyor. Varlık alemindeki bütün olaylar bu kesintisiz müddet içerisinde olmaktadır. İnsana da bu zamandan bir pay (bir müddet, ömür) veriliyor. Kur’an bunun boşu boşuna olmadığını, belli bir amaç için emâneten verildiğini söylüyor.

 İnsan kendisine emâneten verilen zamanı/ömrü geçmiş, şimdi ve gelecek açısından iyi anlamalı ve değerlendirmeli. Dahası bu günü istikbâle yönelik düşünmeli ve ona göre hazırlanmalı.

“Dünya veya ömür üç gündür.. Dün, bugün ve yarın... Dün geçti.... Yarının geleceği belli değil, yani meçhul” derler. Bu; bugünü değerlendirme ve uzak geleceğe (ölümden sonrasına) hazırlanma açısından doğru... Ama yarın belli değil, bugün gönlünce, nefsinin arzularına göre yaşa, yarını düşünme anlamında anlaşılırsa hem yanlış, hem aldatıcı olur.

Her insanın içinde bulunduğu zamanın bir dünü vardı, bir de geleceği (itikbâli) var. Dolaysıyla Kur’an’da geçmiş, şimdi ve gelecek açısından bir bağlantı söz konusu. İnsan bu gerçeği unutmamalı. Âhirete, ya da yaptıklarının hesabını vereceğine inanmayanlar belki yarını düşünmeden hareket edebilir, ‘gün, bugün”dür’ deyip bugünü istedikleri gibi neşe ile geçirmeyi düşünebilirler.

Mü’min ise, üç zaman dilimine; geçmişine hatası varsa tevbe etme, düzelme; başkalarına ait geçmişe (tarihe) ibret-ders alma; bugüne, görevini yapma, daha iyi olma ve geleceğe hazırlanma, Âhiret mutluluğunu kazanma açısından bakmalı.

 Kur’an bir çok şeyi gelecek bağşlantısıyla anlatıyor. O insanı hem  onun önündeki günleri, hem de Âhiretini kazanacak şekilde inşa etmek istiyor. İnsan Kur’an ölçülerini (kulluk görevlerini) şimdi, şu an uygulamalı. Ama bunu sonucunu hem şimdi, hem az sonra, ileride alacaktır.

a-Kur’an’da gelecek zamana işaret eden kelimeler

1-Vakit/mîkât

Vakit/vakt (çoğulu evkât) “zamanın belirli bir parçası” anlamına gelir.

Bu kelimeden türeyen “mîkāt da (çoğulu mevâkıt)” bir şey için ayrılmış, belirlenmiş zamandır. Kendisine bir zaman tayin edilmiş vaad ve  mekanı da anlatır.[1]

Kur’an bununla özellike kıyâmet günü gerçekleşecek olan haşr  gününü ve mekanını hatırlatıyor. (Vâkıa 56:50. Duhan 44:40. Nebe’ 78:17)

2-Saat

Sözlükte saat; kısa zaman, an; gece ile gündüzün oluşturduğu yirmi dört zaman diliminden her biri mânalarına gelir.[2]

Saat kelimesi Kur’an’da 48 defa geçiyor. Bunların 40 tanesi es-Saat (belirlilik takısıyla); bu kâinat sisteminin yıkılış, dünya hayatının sona eriş zamanı, kıyâmet/yeniden diriliş günü, mahşer günü anlamında.

3-Yevm, yevmu’l-kıyâmeh

Yevm aslında Güneşin doğuşundan batışına kadar olan zaman.  Bazen de  süre kaydı olmaksızın zamandan bir müddeti ifade için kullanılır.  

Yevm tekil veya çoğul olarak Kur’an’da 486 yerde bir kaç anlamda geçiyor. Pek çok âyette geçen Yevm veya el-Yevm kıyâmet günü demektir. (Yâsîn 36:54-55. Bakara 2:254) ‘Yevmeizin’ kelimesi de o gün, yani kıyâmet manasındadır. (Nahl 16:87. Müdessir 74:9) Yevm, bir çok âyette isim tamlaması ‘yevmu’l-kıyâmeh’ olarak yine Âhiret hayatını ifade eder.

4-Ecel

Ecel Kur’an’da toplam 56 yerde geçen ‘ecel (çoğulu; âcâl)’; bir nesne için ayrılmış veya tayin edilmiş süre, vakit. Belirlenmiş zaman, belli bir müddetin sonu.

İnsan hayatı için ayrılmış süreye de ecel denir. En’am 6:62deki birinci ecel ile dünyada kalış, ikinci ecel ile ölümden kıyâmete kadar olan süre veya âhirette kalış kasdedilmiştir.

Ecel, kâinatın, fert ve toplumların ömürlerinin Allah tarafından belirlendiğine dair âyetlerde tayin edilen sürenin sonunu bildirir.[3] Allah indinde her canlı, özellikle insan için takdir edilmiş bir ecel vardır. (En’am 6:60. Yûnus 10:49. Nahl 16:61. v.d.) Varlıklar, kişi ve toplumun eceli gelince de öne alınmaz, geriye bırakılmaz. (A‘râf 7:34. Yûnus 10/49. Hicr 15:5) 

Kur’an, özellikle fert ve toplumla ilgili muayyen zamanı, zâlimlere ceza verilme vaktini, dünya hayatının sona erme zamanını Allah’a nisbet ediyor. 

5-Dehr

Dehr; sürekli zaman, çok uzun süre/zaman  çağ, devir demektir. Güç ve zor bir vakti de anlatır.[4] Bu kelime aslında âlemin yaratılışından son bulacağı ana kadarki uzun zaman (müddet) aralığı bununla ifade edilir. Bu yönüyle zaman’dan farklıdır. Zaman kelimesi süresi az, kısa veya uzun olan müddeti, geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsar. Dehr ise, "kesintisiz devam eden uzun zamana (âlemin ömrüne) denir.[5] Kur’an’da iki âyette geçmektedir. (Câsiye 45:24. İnsân 76:1)

6-Ebed

Sözlükte dehr ile yakın anlamlı olarak “mutlak zaman” demektir.[6] Zaman gibi parçalanmayan, uzayıp giden, devam eden bir zaman sürecini ifade eder. Sonsuz zaman, zihnen son bulması düşünülemeyen süre… 

Bunun fiili uzun süre baki kalan şeyler hakkında kullanılır.[7] Bir şeyin gelecekte sonsuz olan mukadder zamanlar içinde varlığını devam ettirmesidir.[8]

Zamanın parçalanabilir olmasına karşılık ebed bölünemez bir süreklilik anlamı taşır. Bölünemez olduğuna göre sona ermeyecektir. Bundan dolayı Allah’ın varlığının sürekliliği ebed terimleriyle ifade edilir. (Nisâ 4:57. Rahman 55:27)

Ebed kelimesi Kur’an’da biri hariç (Kehf 18:3) diğerlerinde hâlidîn (devamlı) kelimesiyle birlikte gelecek zamanı güçlendirmek üzere geçmektedir. İman edip sâlih amel işleyenlerin kavuşacakların nimetlerin sürekliliğini, Cennetin, Cehennemin ve inkârcıların azabının sonsuza kadar süreceği de ebed kelimesi ile anlatılıyor. (Ahzâb 33:65. Cinn 72:23. Bekara 2:25. Nisâ 4:57, 122, 169. Mâide 5:119. v.d.) Kur’an’ın indiriliş amacı da zaten insanlara bu müjdeyi vermektir. (Kehf 18:1-3)

  7-Emed

Emed sözlükte; gaye ve sınır, mesafe demektir. Bir kimsenin yaratılışı ve ecelinin sona erişidir.[9] Emed ile ebedin manaları birbirine yakındır. Bir sınırı bulunmayan, kayıtlandırılmayan bir zaman süresini ifade eden ‘ebed’e karşın ‘emed’; zamanı bilinmeyen bir sınırı olan süre hakkında kullanılır.

Kur’an’da dört defa yer alıyor. (Hadid 57:16. Kehf 18:12. Cinn 72:25. Âli İmran 3: 30)

8-Sermed

Peşe gelmeyi, takip etmeyi, devamlılığı anlatır. Daimî olan, sürekli veya ebedî bir şekilde devam eden demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 338. İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/176) O gece-gündüz devam eden, birbirini takip eden zamanın diğer adıdır.

Bazıları bunu, başlangıcı olmaması, sonu olmaması açısından Allah’ın bir sıfatı olarak anlarlar. (en-Ne’âl, M. Fevzî. Mevsûatu’l-Elfazı’l-Kur’aniyye, s: 390)

İki âyette ‘süreklilik’ anlamında kullanılıyor. (Kasas 28:71-72)

9-Hıkbe/ahkâb

Hıkbe (çoğulu: hıkeb, ahkâb); sene, uzun zaman, dehr. Belirsiz bir zaman süresini ifade eder. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 180. İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 4/173) ‘Ahkâb’ günlerin, ayların, senelerin içerisinde toplandığı zaman anlamına gelir.

Bir âyette de zamanlar boyu, uzun bir zaman anlamında geçiyor. (Nebe’ 78/21-23)

10-Ğeda/ğudüvv

‘Ğeda veya ğudüvv’; günün ilk bölümüne, içinde bulunulan günün hemen ardından gelen güne, ‘yarın’a denir.[10]

Kur’an’da 5 defa geçiyor. Bir tanesi konumuz açısından dikkat çekici: “Allah'ın dilemesine bağlamadıkça (inşâallah demedikçe) hiçbir şey için «Bunu yarın yapacağım» deme. Bunu unuttuğun takdirde Allah'ı an ve: «Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir» de.” (Kehf 18:23-24. Ayrıca bkz: Lukman 31:34. Yûsuf 12:12)

‘Ğeda-yarın’ iki âyette yaklaşmakta olan Son Saat, kıyâmet anlamında kullanılıyor. (Kamer 54:26. Haşr 59:18)

-Vahiy ve üç gelecek zaman vurgusu

Vahyin, gelecek zaman açısından üç hedefi gerçekleştirmek istediğini söyleyebiliriz. 1-Vahiy sürecinde, 2-İnsan hayatında, 3-Kıyâmet sonrası Âhirette.

1-Vahiy sürecinde

Özellikle Mekke’de başlamak suretiyle vahyin iniş sürecinde çekirdek bir kadro yetiştirmeyi ve bu kadro ile Medine’de model bir toplum oluşturmayı, Kur’an ahkâmını uygulamayı hedefledi. Mekke dönemi bir anlamda geleceğe, nebevî davetin bir sonraki aşamasına yatırım idi.

Mekke döneminde inen âyet ve sûrelerde bu üç hedefin birarada gözetildiğini söyleyebiliriz. Kur’an öncelikle Mekke topluma, ama esasında bütün insanlara indirildi. Maksatları da bütün gelecek zamanı ve insanlığı kuşatıcıdır.

Vahiy öncelikle Allah tasavuurunu düzeltmekle işe basladı. Zira bu İslâmın ana konusu, hem de  insanlığın kadim sorunudur. Sahih bir Allah inancı her şeyi doğru anlamayı sağlar. Bu eksiği olmayan metre gibidir. Bilinen bir şey, metre eksik olursa onun ölçtüğü her şey yanlış olacaktır.

Metresi eksik olduğu halde ona güvenen kimseye, o eksikliği söyleseniz kabul etmez. İnsan yapısı tanrılara ve dinlere inanmak da böyle bir şey. İnsan Yaratıcıyı onu kendisini tanıttığı gibi tanımazsa, kendisi onu tanımlar. Sonra da bunu merkeze alır. Her seyi ona göre değerlendirir.

Mekkeli müşrikler ataları İsmail’in (as) öğrettiği Tevhid dinini, Allah tasavvurunu değiştirdiler. Başka tanrı ve din anlayışı geliştirdiler. Buna uygun ibadet şekilleri, putlara tapınma ve değerlerler icat ettiler. Arkadan gelenler de atalarına uydular. Ancak bu tanrı anlayışları, uygulamalar, değerler doğru değildi. Bir kısmı da zulüm ve kötülük kaynağı idi. 

Vahiy sahih ilâh inancıyla birlikte hakikat dediğimiz iman ilkelerini, geçmişi ve geleceği, varlığın gerekçesini, insanın yaratılışını, hayatın amacını ve insanın görevini, varacağı hedefi, hayatın fâniliğini, yani ölümden sonrasını anlattı. Buna bağlı olarak ahlâki ilkelere, erdemlere, insanî değerlere vurgu yaptı. Hareket ve davranış ilkelerini belirledi. Hayata ve sürece etkin bir şekilde müdâhelede bulundu.

Bunu farklı metod, ifade, benzetme ve delillerle yaptı. Özellikle çevrede yaygın ve güçlü olan söz sanatını iyi kullandı. İnsanları ikna etmek için onların akıllarına, yüreklerine, duygularına ve vicdanlarına hitap etti. Geçmişten örnekler verdi, meseller-kıssalar anlattı. Kıssalarla birlikte hükümler, ilkeler, müjdeler ve uyarılar, hatırlatmalar ve önemli haberler verdi.

Kıssaların pek çok amacı var. Konumuz açısından üç tanesini söyleyelim:

Birincisi; geçmişten ibret almak, ders çıkarmak ve kendi durumuyla kıyas yapmak. Başarılı olmanın, ödülü hak etmenin, ya da helâk olmanın, gazaba uğramanın sebepleri üzerinde düşünmek...

İkincisi de hem Rasûl’ü ve sahabeleri, hem de daha sonradan gelecek mü’minleri Allah yolunda uğradıkları zorluklar sebebiyle teselli ve motive etmek. Geleceğe hazırlamak. Gelecekte elde edecekleri zafer, ödül ve sonucun daha büyük olacağını müjdelemek… Bir âyette kıssaların Peygamberin gönlünü pekiştirmek üzere indiği açıklanıyor. (Hûd 11:120) Bu kıssalarda mü’minler için her açıdan güzel örnekler vardır. (Yûsuf 12:111. Mümtehıne 60:4, 6)

Üçüncüsü; muhatapları Rabbanî terbiye metodu ile eğitmek. Kıssalar tevhid tarihinde yasamış iyi ve kötü kişilikleri, hayır ve şerrin öncülerini gündeme getiriyor. Eğitim açısından model ve örnek göstermenin önemi büyüktür. İslâm imanının ve üstün hayat anlayışının kalplerde kökleşmesi için Kur’an kıssaları bu örnek kişilikleri gündeme getiriyor ve insanları onların güzel hayatıyla eğitmek istiyor.[11] Kur’an, zımnen “siz de böyle olun” diyor. 

Kur’an indiği dönemde bütün bunlarla müşrik insanları değiştirmeye, müslüman kişilikler oluşturmaya çalıştı. Medine İslâm toplumunu kuracak ve gelecekte İslâm medeniyetinin temellerini atacak örnek bir nesil yetiştirmeyi amaçladı. (Kur’an’ın bu hedefi bugün bizim için de geçerlidir.)

Öncelikle sahabelerin, sonra da İslâm ümmetinin vasat (dengeli) ümmet yapılmasının sebebi: Böylece, sizler insanlara şehîdler-şühedâ olasınız ve Peygamber de size bir şehîd olsun diye sizi dengeli bir ümmet yaptık...”  (Bakara 2:143) Allah’ın mü’minlere ‘müslüman’ ismini vermesinin gerekçesi de aynı. (Hac 22:78)

Böylece Peygamber (sav) müslümanlar için şâhid ve uyulacak, ardına düşülecek bir önder/örnek olsun. O zaten insanlık için modeldir. (Ahzab 33:21) Rasûlüllah’ın hayat tarzı nasıl ümmete örnek-model ise, müslümanların hayat tarzı da bütün insanlığa bir örnek-model olmalıdır.[12]

Şâhit tanıklığına güvenilen olduğu gibi, aynı zamanda örnek alınan demektir. Vahiy Mekke döneminde önce Elçi’yi inşa etti. Sonra Hakiaktın şâhitleri sahabeleri. Daha sonra da Medine toplumuyla insanlığa şâhit, örnek-model olacak bir yapı kurmayı istedi. İlk müslümanlar vahyin maksatlarını hayatlarına uyguladılar. Vahiyden öğrendiklerini ve Elçi’den aldıkları örnekliği kendilerine taşıdılar. Oradan da yaşadıkları zamana aktardılar. Böylece kişilikleri ve kurdukları Medine toplumu sonradan gelen nesillere model oldu.

Mekkede inen âyetlerdeki konular genellikle bu hedefe yönelikti. Bu süreçte vahiy o gün yaşayan muhataplara şimdiki zaman olarak hitap etse de, bu bazen gelecek vurgusu ile oluyordu. Bu da geleceğin daha iyi olacağını hissettirmek, umut vermek, ödül vadetmek ve sabır tavsiye etmekti.

Kur’an’ın bu inşa ve eğitim süreci Medine döneminde biraz daha genişleyerek devam etti. Mekke’de yetiştirilen çekirdek kadro bu konuda öncü ve örnek oldu. Ölçüler, hükümler, emir ve yasaklar kişiden topluma doğru yaygınlaştı. İnsanî ilişkiler, hakların belirlenmesi ve korunması, yönetim ve ihtiyaçların karşılanması, helâl ve haram, İslâmî davetin ve ülkenin savunması konularında ilâhi ahkâm belirginleşti. 

2-İnsan hayatında

Kur’an’ın Mekke ve Medine döneminde inen bütün âyetleri sahabeden sonra gelen müslümanlar içinde geçerlidir. Kur’an’ın amacı yalnızca bu iki şehirde ve çevresinde yaşayan insanları İslâma kazandırmak değildi. Bununla beraber gelecek bütün kuşaklarında, zaman ve mekanların insanlarının da İslâma kazandırılmasıdır.

İslâmın iman ve hayat ölçüleri de evrenseldir. Her devirde ve coğrafyada geçerlidir. Zira bu din Allah’ın dini, ilkeleri de insanın yapısına (fıtratına) uygundur. Kişi ve toplumlar bununla hem yaratılış amacını gerçekleştirirler. Hem dünya mutluluğunu temin eder, geleceklerini, yani Âhiret hayatını kurtarırlar.

Bu sorumluluk kişi için âkil-bâliğ yaşından başlar, hayatında sonuna kadar sürer. Kur’an kişiye şimdi hitap ettiği gibi, gelecek günleri, ömrü, ötesi için de hitap eder. Onun önündeki yıllarını kulluk bilinciyle yaşamasını, ileride daha iyi insan olmasını, daha da ileride kurtulmasını ister.

Âyet hayatı değerlendirme konusunda yol haritası çiziyor: Tevbe edin ki Rabbiniz sizi belli bir süreye kadar güzel bir şekilde dünya nimetlerinden faydalandırsın, iyi işlerin karşılığını versin. (Hûd 11:3)

Burada söz konusu edilen ve diğer âyetlerde geçen faziletli işler, yani sâlih ameller dünyada, şimdi, yani insan hayatında yapılması gerekir. Bu gelecek hayat  için de hazırlıktır.

Kur’an insanın kendi iradesiyle teslim olmasını, İslâmı din/hayat sistemi olarak seçmesini, kulluk görevlerini de severek yapmasını ister. Sonuç kulların tercihine göre belirlenir. İnsan din seçme ve kulluk konusunda serbesttir. Allah hidâyeti isteyene bu yolda yetenek ve kolaylık verir. Dalâleti isteyene de bu yolda irade özgürlüğü ve yetenek verir. Hayır işleyenin hayrını kabul eder ve razı olur, şer işleyene izin verir ama şer işlerinden razı olmaz.

3-Kıyâmet sonrası, Âhirette

Vahyin amaçlarından biri, belki de önemlisi bu dünya hayatıyla onu geleceğe, Âhiret mutluluğuna hazırlamaktır. Zira dünya hayatı hem geçici (fâni), deneme alanı, hem de Âhiretteki yeri belirleme vaktidir. Oradaki hayat ise sonsuzdur.

“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi.” (Ankebût  29:64. Ayrıca bkz: Hadîd 57:20. En’am 6/32. Yûnus 10:24)

 Kur’an’ın dört ana konusundan bir tanesi Allah tasavvuru, inancı ve onunla ilgili gerçeklerdir Diğeri de dünya hayatının sonu, ölümden sonra diriliş, yani Âhiret hayatıdır. Ancak bu iki konu diğer konulardan kopuk değildir. Diğerleri gibi bu iki konu da Kur’an’ın başından sonuna kadar içiçe devam eder. O hangi konudan bahsederse bahsetsin, sözü genelde Allah ve Âhiret inancına bağlar.

Bunun amacı elbette kulları bilinçlendirmek, gaflete düşmelerini önlemek ve gelecek için hazırlanmalarını desteklemektir. Oluşun veya olayların bağlı olduğu asıl kaynağa ve varacağı yöne dikkat çekmektir. Ya da hayatın ve varlığın Allah ile bağını tekrar tekrar vurgulamaktır.

Bu bize Kur’an’ın ‘gelecek vurgusu’nun ne kadar önemli olduğunu gösterir. Sanki; “ey insan dünyada ne kadar yaşayacağını bilmiyorsun. Ama unutma ki –bazıları inanmasa da- önünde bir gelecek (istikbâl) var. Hem de sonsuz. Bu gelecekte irade, özgürlük, amel (eylem) yok. Hayatın hesabını verdikten sonra, dünyada işlenen amellere göre ödül yurdu veya ceza yeri var” deniyor.

Bununla beraber Kur’an insana yaptığı her şeyin kayıt altına alındığını, bunun yarın Hesap Günü ona gösterileceğini vurgulu bir şekilde haber veriyor. (Kâf 50:17-18. İsrâ 17:13-14) Bu amel defterini sağından alanlar mutlu olacak, solundan alanlar ise bedbaht olacak. (Vâkıa 56:8-9. İnşikâk 84:7-11)

Kur’an bu nihâi geleceği, ölümden sonra dirilişi ve Âhiret hayatını yukarıda geçen kavramlarla, o güne ait özel isimlerle ve bazı ifadelerle haber veriyor.

Kur’an, Son Saat ve kıyâmet, ondan sonra olacak olayları geçmiş, şimdi ve gelecek zaman fiilleriyle, bunların etken ve edilgen kalıplarla da anlatıyor. İleride bir olay kesin olacaksa o, sanki olmuş gerçekleşmiş gibi mazi kalıbıyla anlatılır.

Bu da Kur’an’ın kıyâmet ve Âhiret vurgusunun ne kadar güçlü olduğunu gösterir.

İnsana uzak gibi görünen, ama ölümle çok yakın olan, Kur’an’ın da yakın dediği istikbâl ile ilgili âyetlerden bir kaç örnek:

İnsan için değişmez gerçek; o topraktan yaratıldı yine ona dönecek, sonra yeni bir hayata diriltilecek. (Nûh 71:17-18)

Yeniden diriltileceklerine inanmayanlar; “ne zamanmış bu va’d-kıyâmet derler” Onların bu sorusu Kur’an’da 7 defa tekrar ediliyor. (Enbiyâ 21:38. Secde 32:28. Sebe’ 34/29. Yâsîn 36: 48) O pek yakın... (İsrâ 17:51. Neml 27: 71) Kıyâmetin vaktini bilmek Allah'a mahsustur. (Lukman 31:34. Mülk 67:25)

Kıyâmetin ne zaman gerçekleşeceği sorusuna net cevap: O ansızın gelecektir. Onun vaktini Peygamber bile bilemez. (A’râf  7:187)

Ancak bir gerçek var: Yerler ve gökler belli süre için yaratıldılar. Bazıları dünya hayatının bir gün sona ereceğine inanmasalar da... (Ahkaf 46:3)

İnkârcılar “Biz toprakta yok olduktan, kemik ve toz hâline geldikten sonra mı tekrar dirileceğiz?” derler. (Secde 32:10. İsrâ  17:49)  Onları ilk defa inşa eden, yaratan tekrar yaratabilir. (Yâsîn 36:77-78)

Kur’an Sûra iki defa üfleneceğini söylüyor. İlkinde ‘Son Saat’, ikincisinde ‘kıyâmet-ölümden sonra diriliş’ gerçekleşir. (Zümer 39/68. Neml 27:87)

Âhiret hayatına inanmayan bu dünyadaki hoşa giden şeylerle oyanır durur. (Meâric 70:42) Ama o bir gün kendisinden kaçıp durduğu ölüm gerçeği ile, gelecekte de kıyâmet gerçeği ile karşılaşacak. (Kâf 50:19-21)

Kur’an en güçlü delilleri ortaya koymasına rağmen bazıları azabı görmedikçe buna inanmazlar. (Şu’arâ  26:200-202. Yûnus  10:97, 88) Böyleleri va’dedilen azabın çok uzak olduğunu zanneder. Allah ise bunun onlar için yakın olduğunu söylüyor. (Meâric 70:6-10)

Kur’an gelecek zamanı bazen de bazı ifadelerle vurguluyor:

Cehennemi hak edenler orada, cennetlikler Cennette yerler ve gökler durdukça kalacaklar. Hûd 11:107-108)

Allah’ın âyetlerini inatla, kibirle yalanlayanlar deve iğne deliğinden geçinceye kadar Cennete giremeyecekler. (A’râf  7:40)

Allah (cc) göğü yükseltti, geceyi ve gündüzü var etti. Güneşe ve Aya belli  yörüngeler tayin etti. Hepsi belli bir süreye (kıyâmete) kadar işlevlerini sürdürürler. (Ra’d 13:2. Zümer 39:5. Lukman 31:29. Fatır 35:13)

Allah (st) insanı, yeri göğü ve arasındakileri belli bir süreye (kıyâmete) kadar ve bir amaç için yarattı. Ama insanların çoğu buna inanmazlar. (Rûm 30:8)

Allah (st) insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde kimse kalmazdı. O cezayı belli bir süreye kadar erteler. Günü gelince de gereğini yapar. (Nahl 16:61. Tâhâ 20:129. Fatır 35:45. Ankebût 29:53)

İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaşmasına rağmen onlar hâlâ oyalanıp duruyorlar. (Enbiyâ 21:1) Bu yaklaşan şey ölümdür. (A’râf 7:185)

Gerçek va’d (Son Saat) gerçekleşince inkârcılar şaşırırlar, “eyvah bir hem gâfil, hem de zâlim imişiz” diyecekler. (Enbiyâ  21:97)

O gün geldiği zaman insanlar ve kendilerine gönderilen elçiler yaptıklarından sorguya çekilecekler. (Tekâsür 102:8. Hicr 15:93. Enbiyâ 21:23. Sâffât 37:24. A'raf 7:6)

Allah’ın âyetleriyle alay edenler, ileride alay ettikleri şeyin karşılarına geleceğini görecekler. (Şuarâ 26:6. Meryem 19:75. Nebe’  78:4-5) Kimin yalancı olduğunu da anlayacaklar. (Kamer 54:26)

Kur’an’ın zâlim dedikleri şimdi rahat hareket edebilirler ama bir zaman sonra farklı bir şekilde devrilip giderler. (Şuarâ 26:227)

İleride bir gün gelecek ‘keşke’ler bunu diyene hiç bir fayda vermeyecek. (Furkan 25:27-29. Mü’minûn 23:100. Nebe’ 78/39-40)

Hatta orada kişiye kendi imanı ve sâlih amelinden başka kimsenin kimseye faydası olmayacak. (Âli İmran 3:10, 116. Mücâdile 58:17. Bekara 2:48, 123, 254. İnfitâr 82:17-19 v.d.)

Allah kullarını bu dünyada ve gelecekte (Âhirette) esenlik yurduna (dâru’s-selâm’a) çağırıyor. Sâlih amel işleyenlere de en güzel ödülü söz veriyor. (Yûnus 10:25-26)

Âhirette herkes dünyada hayr ve şer olarak yaptığı her şeyi bizzat görecek. (Zilzâl 99:6-7) Herkes günün birinde ölecek. Günün birinde dirilecek ve yaptıklarını karşılığını mutlaka alacak. İnsan bu dünyaya aldanmamalı.  (Âli İmran 3:14, 185. Tevbe 9:38)

 

-Son söz

Kur’an’ın gelecek zaman vurgusu bir hayâl, bir ütopya, kuruntular (ümniyye) ile oyalanmak, olmayacak şeylerin peşine düşmek değil; bir gerçekliktir. Şöyle özetlenebilir: Eyinsan, geçmişşi muhasebe et, ibret ve ders çıkar. Şimdiyi (an’ı) iyi değerlendir ve geleceğe güzel hazırlan. Zira gelecek var ve insan için bu mutlak bir gerçekliktir. 

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın (ğeda) için önceden ne göndermiş olduğuna baksın...” (Haşr 59/18)

Hüseyin K. Ece

08.03.2021

Zaandam

 

[1] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 830. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/254

[2] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/302. Topaloğlu, B. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35/322

[3] Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44/111

[4] İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, 5/313

[5] Tecrid-i Sarîh Terceme ve Şerhi, 11/180

[6] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/32

[7] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 6

[8] el-Cürcânî, M. b Ali. et-Ta’rifât, s: 11

[9] nn-Ne’âl, M. Fevzî. Mevsûatu’l-Elfazı’l-Kur’aniyye, s: 100

[10] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 537

[11] Şimşek, M. Said. Kur’an Kıssalarına Giriş, s: 108-109

[12] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/40