Ya da kavramlarla Kur’an’ın hak ve adalet tasavvuru…

-Adalet ve İlgili Kur’an Kavramları

Adalet ahlâki her müslümana emredilen ve hayatın her alanında uygulama sahası olan bir imanî görevdir.

İslâm nedir diye sorulsa şöyle cevap vermek mümkündür:  “İslâm kısaca, Allah’a hürmet mahlukâta şefkattir.”

Bu; Allah’a, hak ettiği kadar saygı, O’nun yarattıklarına da merhamet göstermektir. Rab olarak O’nu tanımak, O’na kulluk yapmak, O’nun koyduğu sınırlara dikkat etmek, her işde O’nun rızasını gözetmek ve sadece O’na şükretmek Allah’a saygını gereğidir.

İnsanın Allah’a yönelik görevi ibadet, kullara yönelik görevi adalettir. İbadet insan ile Rabbi arasındadır. Adalet ise insan ile diğer insanlar arasındadır. Bunu soyle de ifade edebiliriz: “İnsan, ebedi mutluluk menziline iki kanatla uçar: Bunlar, tevhid ve adalet kanatlarıdır. (İslâmoğlu, M. Kur’ani Hayat, sayı: 23, s: 3)

1-Adl

Kur’an’da ‘adl’, isim, fiil ve mastar olarak 28 yerde geçiyor. 

-Sözlükte adalet:

‘Adalet’ kelimesini kökü ‘a-de-le’ fiilidir. Bu da düzeltmek, eğri bir yoldan doğru bir yola yönelmek, eşit ve muâdil olmak, dengede tutmak, dengelemek, tartmak gibi anlamlara gelir. (el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 487.  İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/61) 

‘Adl, “bir şeyin bir başka şeye eşit ve eşdeğer olma hâlini” de ifade eder.  ‘Adlun, fidye adı verilen eşdeğer karşılıktır. (Bekara 2/123) 

Bunun özne ismi ‘âdil’; adalet sahibi, hükmü adaletle yerine getiren, ölçülü davranan, hakkı yerinde ikâme edendir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/61)

Bu kökten gelen ‘muâdil’; eşit, denk olma, mu’tedil; dengeli, ‘i’tidal’; ılımlılık, kararında, ölçülü olmak, yani denge ve orta yol, ‘ta’dil’ ise; hükmü hakkaniyetle vermek, düzgün yapmak, tesviye etmek gibi anlamlara gelir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 10/61)

Adalet, Kur'ân’da ve hadisler­de genellikle düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğ­ru yolu izleme, takvaya yönelme, dü­rüstlük gibi anlamlarda kul­lanılmıştır. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/341)

‘Adalet’ kavramının kapsamı geniştir. 

-Kavram olarak adalet

‘Adalet’, doğru oluşu zihinde sabitleşmiş şeydir. Sapmazlık, kesin doğru ve tam düzgünlüktür. Adaletin anlam sahası içinde doğruluktan söz ederken; haksızlıktan uzak olma, hakkaniyet sahibi olma manalarına da işaret etmiş oluruz.

‘Adalet’, tasavvurda bir şeyin en doğru ve müstakim hâline denir. O, hak ettiğinden eksiğini dışladığı gibi, fazlasını da dışlar.

Zulmün karşıtı olarak ‘adalet’, bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek, eşit ve denk yapmak anlamına gelir. Buradaki eşyadan maksat, hem maddi eşya, söz, amel (eylem), hem de hüküm vermektir. Her şeyi ait olduğu yere koymak, hakkı ne ise onu vermek, neye layık ise ona ulaştırmak adaletin ta kendisidir. 

Adalet bir başka açıdan dengeli ve düzenli olmayı gerektiren bir şeydir. Mesela, güzel bir saksının yeri herhalde evin girişi değildir, ayakkabının yeri evin baş köşesi değil, ayakkabılıktır veya kapının önüdür. Tersi her ikisine de zulüm ve haksızlıktır. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 23)

-Allah’a nisbetle adalet

İlâhi adaletin tecellisini açısından iki alanda daha net görebiliriz: Birincisi fıtratta. İkincisi: İnsanların hak etiklerini vermede

Birincisi; Kur’an’da insanın fizyolojik ve fizyonomik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik görünüm adalet kavramıyla ifade edilmektedir. Allah (cc) insanı ‘adl’ üzere; yani düzgün, dosdoğru ve her bir organını yerli yerinde yarattı. Onun yaratılışı dünya hayatını rahatlıkla sürdürmesine imkan sağlar.  

“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı? (İnfitâr 82:6-8)

Başka âyetlerde de insanın ruhî ve manevî yapısında bulu­nan denge (itidal) ve ahenk, adalet kavra­mının kapsamına giren ‘ahsen-i takvîm’ (Tîn 95:4) ve ‘tesviye’ (Şems, 91:7) tabirleriyle dile getirilmiş­tir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/341)

Adalet fıtridir, yani doğuştandır. İnsana yaratılıştan bahşedilen maddî-manevî varlık dengesi bu ilâhi adaletin örneğidir. İnsan ne sadece madde, ne de sadece manadır. Bunlardan sadece birine yapılan yatırım insan bünyesindeki dengeyi bozar. Akıl, duygu-düşünce dengesi de buna benzer. İnsanın bütün organları da işlevleri ile orantılıdır.

Fıtrattaki adalet kâinat ve eşya için de geçerlidir. Evrendeki gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve bütün bir kâinat cazibe (çekim) ve dâfia (merkezkaç) kuvvetleri arasındaki denge sayesinde düzenli hareket etmektedir.

İkincisi: İnsanların hak ettiklerini vermede. İlâhi adalet deyince belki akla Allah’ın (cc) hak edenlere ceza, belâ, musibet  vermesi gelebilir. Bu kısmen doğru olmakla birlikte eksiktir.

Allah (st) zatına rahmeti, insana ise adaleti farz kılmıştır. “Rabbiniz rahmeti kendi nefsine yazdı.” (En’am 6:54) Allah, nefîsine adaleti farz kılmaz. Zira adalet, cevr ve zulüm yapma ihtimali olana farz kılınır. Bu huy da insana mahsustur.

“Hiç şüphesiz Allah’ın kullarına zulüm yapma ihtimali bulunmamaktadır.” (Enfal 8:51) Allah (st) dünyada ve âhirette adaletle hükmeder. O’nun bu vaa’di kesindir. (Yûnus 10:54-55. Enbiyâ 21:47) Pek çok âyette Allah’ın kimseye haksızlık ve zulüm etmediği, ama insanların kendi kendilerine zulmettikleri, zulüm edecekleri anlatılıyor. (Ankebût 29:40. Zümer 39:69)

-Allah’ın emri olarak adalet

İnsanı dengeli bir biçimde yaratan Allah (cc) kullarının da her yerde, dengeli, ölçülü yani adaletle davranmalarını, karar vermelerini emrediyor. (En’am 6:152)

“Allah, adaleti, ihsanı (iyiliği ve güzel davranmayı), yakın akrabalara yardım etmeyi; fahşa’dan (aşırılıktan), münker’den (kötü işlerden) ve bağy’den (azıp-haddi aşmaktan) uzak durmanızı emreder.” (Nahl 16:90)

“Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şâhit olarak adaleti gözetin... Adalet konusunda heveslere uymayın...” (Nisâ 4:135)

“Yarattığımız kimseler içinde hakkı anlatıp onunla insanlara doğru yolu gösteren ve yine hakka dayanarak doğruluğu ve adâleti uygulayan bir topluluk vardır.” (A’raf 7:181. Ayrıca Bkz: Mâide 5:42, 95, 106. A’raf 7:159)

Bilindiği Allah katında üstün olmanın ölçüsü takvadır. (Hucurât 49:13) Adalet ahlâkı kişiyi takvaya yaklaştıran faziletlerden biridir. (Mâide 5:8)

Kur'ân’a göre hidâyete hak sayesinde (hakkaniyetle) ulaşılabileceği gibi ada­let de hakka uymakla sağlanır. (A'râf 7:181)

-İnsana nisbetle adalet

Adalet; insan, toplum ve tabiat hayatının nizamını (düzenini) sağlar. ‘Adl’ üzere yaratılan (İnfitâr 82:6-7) insanın da yeryüzünde ‘adl’ üzere davranması gerekiyor. Evrendeki mizan’ı (ölçüyü, dengeyi) koyan Allah (cc) olduğuna göre (Rahman 55:7), insan ve toplum hayatındaki dengeyi ve adaleti de ancak O’nun koyduğu hakk ölçüler sağlayabilir.

Kur’an insanlara adaletle iş görmeyi, yerine göre adaleti gerçekleştirmeyi emrediyor. Yani adalet müslümanlara farzdır ve nasıl yerine getirilirse getirilsin ibadettir.

Kur’an şöyle diyor: “Ey iman edenler! Allah için, hakkı ayağa kaldırarak adaletin timsali olun ve birilerine olan nefretiniz sizi adaletten sapmaya sevk etmesin! Âdil olun! Bu takvaya daha yakındır...” (Mâide 5:8-9)

Ahlâkta adalet, yaratılışla (fıtratla) uyumlu davranış sergilemektir. Kur'an'ın emrettiği adalet anlayışı ahlâklı olmanın çevresinde dolaşıp durmaktadır. Mesela, “sözde/konuşmada adalet“ (En'am 6:152), “hüküm vermede/yargılamada adalet“ (Nisâ 4:58. Hucurât 49:9), “şâhitlik etmede adalet (Nisâ 4/135), “birden fazla hanım arasında adalet“ (Nisâ 4:3, 129), “ticari ilişkilerde adalet“ (Bakara 2/282) ahlâklı olmanın kendisidir. 

Adeleti destekleyen en önemli duygu merhamettir. Bütün haksızlıkların, adaletsizliklerin, zulümlerin kaynağı da merhametsizliktir. Merhamet duygusu insan haklarının, güzel ahlâkın, insanlararası iyi  ilişkilerin, insaflı olmanın ve adaletli davranmanın en önemli teminatıdır. 

-Topluma nisbetle adalet

Adalet sadece yöneticilerin görevi değildir. Âyet her müslümana hitap ediyor: “Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisâ 4:58)

Âyette emredilen ‘adalet’in kapsamı oldukça geniştir. Hayatın her cephesinde, davranışlarda, hüküm ve karar vermede, insanların haklarını ödemede, sevmede ve ilgi göstermede, yönetim işlerinde ve eğitimde, dosdoğru hareket etmek, iş yapmada... Zira eşyayı (şeyleri) ait olduğu yere koymak adalettir.

Kur’an’ın emrine göre mü’minler, bütün davranışlarında adaletli olmak zorundadırlar. Adaletli davranış kişinin kendi yaratılışındaki dengeye ve düzene uyum sağlatır. Ölçülü hareket etmek de şüphesiz insana mutluluk kazandırır, çevreye zarar vermekten kurtarır.

İnsan hayatında denge ve olgunluk ancak adaletin her sahada uygulanması ile mümkün olur.

2-Kıst-kıstas

Kur’an, adalet ahlâkını bazen ‘kıst’ kelimesiyle bildiriyor ve ‘kıst’ sahiplerini övüyor. Ancak kıst, adaletin eş anlamlısı değildir. Adalet hakkını vermekse, kıst daha fazlasını vermek veya hakkından vazgeçmektir.

“... Şüphesiz O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra, iman edip sâlih ameller işleyenleri adaletle (hak ettiklerinden fazlasıyla)  ödüllendirmek için onu (yaratmayı) tekrar eder....” (Yûnus 10:4)

Kıst; sözlükte adalet yapma, miktar, terazi, hissedir, ya da insaf, merhamet ve adaletle verilen, adaletle bölüştürülen nasiptir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 12/100. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 608)  Mizan’ın, yani terazinin iki kefesinde eşit olarak tartılıp bölüştürülen şeydir. Tıpkı adalet gibi, eşitleme, orta yolda olma, sağa sola sapmama anlamlarına gelir.

Allah (cc) kıyâmet günü için adalet (kıst) terazileri kuracak ve hiç bir kimseye haksızlık yapılmayacak. (Enbiyâ 21:47. Ayrıca bkz: Yûnus 10:47, 54)

Rabbimiz Rasûlüllah’a ve onun şahsında mü’minlere; “Onların arasında hüküm vereceksen, kıst ile (adaletle) hüküm ver. Gerçekten Allah adalet yapanları (muksitîn’i) sever” buyuruyor. (Maide 5:42. Ayrıca bkz: Hucurât 49:9)

“De ki: “Rabbim adaleti (kıst’ı) emretti...” (A’raf 7:29)

Allah (cc), müslümanları din konusunda onlara savaşmayan veya yurtlarından çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, adaletle (kıst ile) davranmaktan men etmez. (Mümtahine 60:8)

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet (kıst) ile şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun...” (Mâide 5:8)

Müslümanlar zavallı çocuklara, yetimlere âdil (kıst ile) davranmalılar. (Nisâ 4:127)

 ‘Kıst’ kökünden gelen ‘eksat’, daha adaletli, hakka daha yakın (Bakara 2:282. Nisâ 4:3. Ahzab 33:5), ‘iksad’; birisine âdil olarak paylaşılan payını vermek, adaletle davranmak demektir. (el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 608)   

‘ekseta’ kalıbının özne ismi olam ‘muksıt’; adaletli, ölçülü davranan, hak ile hükmeden demektir. Kur’an’da üç yerde geçmektedir. (Mâide 5:42. Hucurât 49:9. Mümtehıne 60:8)

‘el-Muksıt’, Tirmizî’nin ve İbni Mâce’nin rivâyet ettiği el-Esmâu’l-Hüsnâ listesinde yer almaktadır. (Tirmizî, Daavât/87 no: 3507. İbni Mâce, Dua/10 no: 3861) Fakat Kur’an’da geçmiyor.

Bu kökten gelen ‘kıstas’ ise dosdoğru ölçü, insaflı ve adaletli ölçü, mizan anlamlarındadır. Kıstas; terazi/mizan demektir ki bu da tıpkı mizan kelimesi gibi adalet anlamında kullanılır. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 12/101. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 608)

Hucurât 9da ‘adalet ve kıst’ kelimeleri birlikte kullanılıyor. Bu demektir ki aralarında az da olsa anlam farkı bulunmaktadır. Âyet mü’minlerden iki grup birbiriyle çarpışırsa aralarının bulunmasını, bir taraf anlaşmaya yanaşmazsa o tarafla çarpışmayı emrettikten sonra şöyle bitiyor: “..(yaptıklarından) vazgeçerlerse âdil bir şekilde aralarını bulun ve (onlara) eşit davranın çünkü Allah, eşit davrananları sever!”

Buradaki ‘kıst’ kelimesini hemen bütün türkçe mealler “adaleti yerine getirmek, âdil olmak” şeklinde çevirdiler. Bunu, “hakkı yerine getirmek”  veya “eşit davranmak”, daha fazla fedakârlık yapmak”, hakkaniyetli davranma” şeklinde çevirenler de var.

“Kıst’ın anlam alanına kendi hakkından yüz çevirmek, yani “hakkından feragat etmek” de dahildir. Burada tam da bu mânaya gelir.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1028)

İslâm toplumunun temelinde Kitap ve mizan vardır. Müslümanlar Kitab’a uyarak mizan’a uyarlarsa, yani ölçülü davranıp aşırılığa, yanlış yollara sapmazlarsa, kıst’ı (adaleti) sağlarlar.

“Andolsun, Biz peygamberimizi apaçık olan belgelerle gönderdik ve insanlar ‘kıst’ı (adaleti) ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab’ı ve mizan’ı indirdik...” (Hadîd 57:25)  

Mizan’ın dengesi bozulduğu zaman, adalet kaybolur. İnsanlar en tabii haklarını bile alamazlar. İslâm, hakların yerine ulaşması için adaleti ve kıst’ı emrederken ilâhî adaletin de Âhiret’te herkese hakkını vereceğini, hiç kimseye haksızlık yapılmayacağını bildiriyor. (Enbiyâ 21:47. Yûnus 10:54)

 

3-Hakk

‘Hakk’ kelimesinin aslı, uygunluk ve denk gelmektir. ‘Hakk’, sözlükte, batılın zıddı, yerine getirilen hüküm, adalet, varlığı sabit olan, doğruluk, gerçeklik (hakikat), İslâm, mal-mülk, vacip, sadîk, yaraşır, kesin şey manasındadır. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 4/176. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 179)

Masdar olarak anlamı, sabit olma ve mevcudiyetin (varlığın) gerçek olması demektir. Bu da zihinde tasarlanan şey ve bilgi ile bilinenlerin birbirine uygun olması şeklinde anlaşılır.

Buradan hareketle bazen düşüncenin doğruluğuna hakk, bazen da görülenin, bilinenin kararlı ve sabit oluşuna hakk denilir. Eğer zihinde tasarlanan gözleme uygun ise buna isabet ve doğruluk,

söz, fikir, karar ve iradenin amaca uygunluğu yönünden ise buna da adalet ve hikmet denir. Böylece hakk o işin sıfatı olur.

‘Hakk’ aslında sabit ve aklın inkar edemeyeceği derecede gerçek olan şey demektir. O aynı zamanda doğrudur, isabetlidir, maksada uygundur, arzu edilene denk düşen şeydir.

Kur’an’da bir kaç anlamda geçmektedir. Hisse, pay ve adalet anlamı konumuzla alakalı. (Bkz: Meâric 70:24-25. Zariyât 51:19. Mü’min 40:20)

‘Hakk’ kelimesinin çoğulu ‘hukuk’ olduğunu hatırlayalım.

İslâm hukukunda (fıkıhta) hakk, hukukun, bir başka deyişle şeriatın bir yetki veya yükümlülük olmak üzere benimsediği, kişiye ait olan şeydir.  

Bu tanım, hem Allah’ın kulları üzerindeki kulluk görevlerini, hem de kişiyle ilgili bütün hakkları içerisine almaktadır. Kişinin mesken, mal ve kazanç edinme hakkına işaret ettiği gibi, medenî hakkları, yaşama, inanç, çalışma hakklarını, baba hakkını, devletin vatandaşlar üzerindeki tasarruf hakkını, çocuğun nafaka hakkı ve benzerlerini de anlatmış olmaktadır.

Tanımda geçen yükümlülük, kişinin kendi üzerine isteyerek aldığı sorumluluktur. Borçlunun borcunu ödemesi, işi üzerine alanın işin hakkını vermesi gibi.

İslâmın hakk anlayışında iki önemli vacip vardır. Bunun birincisi genel vaciptir, yani herkesin uyması gereken bir yükümlülüktür. Bu da kişinin hakklarına saygı gösterilmesi, tecavüz edilmemesidir.

İkincisi özel vaciptir, yani sadece hakk sahibine ait yükümlülüktür. Bu da hakkın başkalarına zarar vermeyecek şekilde kullanılmasıdır.

Her şeyin veya herkesin hakkını tanımak, gerektiğinde her hak sahibine hakkını vermek adalet, tersi ise haksızlık, cevr ve zulümdür.

4-Vezn-mizan

Sözlükte, bir nesnenin ağırlığını bilmek, ölçmek, masdar olarak; teraziyle ölçülen şey, ağırlık demektir. Kur’an şöyle diyor: “Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” (Rahman 55:9) Burada insanın niyet ettiği eylemlerin ve sözlerin tümünde adaleti gözetmesine işaret ediliyor. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 15/205. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 819)

Vezn kökünden türeyen fiil ve isimler 23 âyette geçiyor. Bunların çoğunda da özellikle hacim ölçüsü bildiren ‘keyl’ kökünden kelimelerle birlikte ölçü ve tartıda haksızlık yapılmaması, dürüst davranılması emrediliyor.

“Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçüyü (keyl’i) tam tutun, doğru (kıstas) teraziyle tartın (veznedin). Böyle yapmak, sonuç itibariyle daha güzel ve daha iyidir.” (İsrâ 17:35. Ayrıca bkz: En‘âm 6:152)

Diğer âyetlerde ise Allah’ın her şeyi belli bir ölçü ve denge ile yarattığı, Kur’an’ı böyle indirdiği, dünyada bunun gözetilmesi gerektiği, âhirette amellerin hiçbir hak zayi olmadan tartılacağı ve kişilerin tartılan amellerine (mevâzîn) göre bir karşılık göreceği anlatılır.” (Hacak, H. TDV İslam Ansiklopedisi, 43/95-98)

Vezn, aynı zamanda Hesap günü amellerin tartılmasını ifade eder. (Bkz: A’raf 7:8)

Bu kökten gelen ‘mevzûn’ (çoğulu mevâzin) düzenli, yeterli, ölçülü demektir. Allah (cc) yeryüzünde her şeyin belli bir ölçüyle yaratıldığını söylüyor. (Hıcr 15:19)

“O gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları (mevâzin) ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’raf 7:8. Ayrıca bkz: Mü’minûn 23:102, 103. Kâria 101:6,7) Burada, Âhirette insanlar hesaba çekilirken gerçekleşecek olan ilâhi adalete işaret ediliyor. Bu gerçek bir de mizan kelimesiyle anlatılıyor. (Enbiyâ 21:47)

Yine aynı kökten gelen ‘mizan’; ölçü, tartı,  terazinin iki kefesinde eşit olarak tartılıp bölüştürülen şeydir. Tıpkı adalet gibi, eşitleme, orta yolda olma, sağa sola sapmama anlamlarına gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/206. Isfehânî, el-Müfredât, s: 819. Fîruzâbâdî, el-Kâmûs s: 682)

‘Mizan’, varlıktaki dengeyi ifade eder. “Göğü yükseltti ve ölçüyü (mizanı) koydu. Sakın dengeyi (mizanı) bozmayın. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi (mizanı) eksik tutmayın.” (Rahman 55:7,8,9)

İslâm toplumunun temelinde Kitap ve mizan vardır. “Allah, hak olarak Kitab’ı ve mizanı indirendir. Sen nereden bileceksin belki de o saat (kıyamet) yakındır.” (Şûrâ 42:17. Hadid 57:25)

Müslümanlar Kitab’a uyarak, mizan’ı yerine getirirlerse, yani ölçülü davranıp aşırılığa, yanlış yollara sapmazlarsa, kıst’ı (adaleti) sağlarlar. Mizan’ın dengesi bozulduğu zaman, adalet kaybolur gider. İnsanlar en tabii haklarını bile alamazlar. 

5-Keyl

‘Keyl’; buğday, arpa gibi şeyleri hacim ölçü birimleriyle ölçmek; hacim ölçüsü ve ölçek” demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 13/143. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 667)

Bu kelimenin nisbet eki almış hali olan keylî de; hacim ölçü birimleriyle ölçülerek işlem gören mal anlamına gelir.

Kur’an’da ‘keyl’ ölçmek ve ölçü mânasında on yerde geçiyor. Mesela Yûsuf’un kardeşlerine onlara yetecek ölçüde tahıl vermesi anlamında... (Yûsuf 12:59, 60, 63, 65, 88)

Bir kaç âyette mizan ve kıstas ile birlikte geliyor. Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü (keyl’i) ve tartıyı adaletle tam yapın...” (En‘âm 6:152)

Şuayb (as) ölçü ve tartıda haksızlık yapan kavmine: ...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Artık ölçüyü (keyl’i), tartıyı (mizan’ı). İnsanların eşyalarını eksik vermeyin...” (A‘râf 7:85. Bir benzeri: Şuarâ 26:181-182)

İnsanlardan, kendileri bir şeyi ölçerek aldıkları zaman tam alan; ama onlara bir şeyi ölçüp tartarak verdiklerinde eksik tutan kimselerin, vay hâline!” (Mutaffifin 83:1-3) Keyl, burada her ne kadar ölçmekle ilgili olsa da, alış-verişin gerçekleştiği her şeyde adaletin gözetilmesine teşvik var. (el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 667)

Aynı kökten türetilen ve sözlükte “hacim ölçü aleti” anlamına gelen mikyâl, mecazi olarak daha çok bir bölgede yaygınlık kazanmış belli bir ölçü biriminin adı olarak kullanılır.  (Gözübenli, B. TDV İslâm Ansiklopedisi, 25/361-362)

Şuayb’ın (as) kavmine uyarısını hatırlayalım....Ey kavmim!... Ölçeği (mikyâl’i) de, teraziyi de (mizan’ı) da) eksik tutmayın...” (Hûd 11:84-85. Şuarâ 26:181-182)

6-İnsaf

Sözlükte bir nesnenin yarısı demektir. Kur’an’da bu anlamda geçiyor. (Nisâ 4:11, 12, 176)

Pazarlıkta ve alış-verişlerde kullanılan insaf; adalet manasına gelir.  Bu da kişinin karşısındakinden kendi verdiğine benzer, denk faydalı olması, ona ondan kendisine ulaşan benzer, denk zarar vermesi demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/273. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 754)  

İnsaf Türkçede; “hakkı teslim etme esasına dayanan ılımlı davranış, vicdana uygun hareket demektir.” (M. Doğan, Türkçe Sözlük, s: 793)

İnsaflı ve merhametli olmak ile âdil olmak ve ahlâk arasında sağlam bağlar vardır. Her biri diğerini besler, destekler ve yönlendirir. Bu hakka, hukuka riayettir, şefkat ve merhametin gereğidir.

İslâm'da adalet; hayatın her alanın dengeli davranmak olduğu gibi aynı zamanda insaf ve merhamettir. Kendisinde merhametten eser olmayan bir kişi, başkasının hakkı konusunda, emeğe saygı konusunda hassas olmaz. 

Başkasına haksızlık edenlere ‘el-insaf' deriz. Zira yapılan iş merhamete sığmaz. Adalete uygun değildir. Çıkarını önceleyenler, insaf ve merhameti unutanlar âdil olamazlar. 

7-Vasat

Kur'an‘da İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat ümmet’ (Bekara 2:143) tâbirindeki ‘vasat’ kelimesi de pek çok  müfessirler tarafından ‘adalet’ olarak anlaşılmıştır.  

Kur’an ‘vasat ümmetin’ din açısından üzerinde yürüdüğü yola ‘sırat-ı müstekîm, sıratı’s-seviyy-en doğru/düzgün yol’ diyor (Bekara 2/142. Âli İmran 3/51, 101. En’am 6/126. Meryem 19/43. Tâhâ 20/135 v.d.)

Bu yol dinde gevşek davrananlara veya aşırıya sapanlara nisbetle dengeli ve âdil olan, orta yolu izleyenlerin yoludur.  

Bazıları “orta yolu takip ederek ifrat ve tefrite kaçmayan ümmet” şeklinde açıkladılar. İfrat ve tefrit ‘vasat’ın zıtlarıdır.  

Burada, ‘vasat ümmet’ten kasıt nitelik anlamında bir ‘orta’lıktır. Bunu da en güzel ‘denge’ ifade eder.” (İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/54)

İslâm ümmeti bir denge toplumudur. İnançta, amelde, davranışlarda, her zaman orta yolu izler. Hiç bir konuda aşırı değildir. Hakka ve adâlete uygun hareket etmek, insanlara her konuda örnek olmak onların özelliğidir.

Kur’an ayrıca muktesıd  (adaletli) bir ümmetten söz ediyor. “... Onlardan muktesıd bir ümmet (doğru ve âdil bir yol tutturanlar) vardır...” (Mâide 5:65-66)

Muktesıd; her haklıya hakkını ve hatta daha fazlasını veren, itidalli ve âdil olan demektir. Bir anlamda her konuda orta yolu izleyen ve hakk vermede daha faziletli davranandır. (Mâide 5/2. Yûnus 10/4. Enbiyâ 21:47)

Bu nedenle İslâm toplumu, dengeli, aşırılıklardan uzak, adaleti yerine getiren uyumlu bir toplumdur. 

8-Denk, satıh, yüzey anlamındaki seviyy’den ‘tesviye’,

 

9-Hükmetmek anlamındaki hükm’den ‘hikmet’ (tam isabetli hüküm vermek) kelimeleri de bir yönüyle adaletle ilgilidir.

Adeletin zıddı kavramlar; zulüm, tuğyan (azgınlık ve despotluk), meyl (kaykılmışlık), cevr (baskı ve haksızlık), hasr, kasr (eksiltmek, tastamam vermemek) ve inhiraf (doğruluktan, doğru yoldan sapma)dır. Lakin bunlar başka bir yazının konusu...

-Sonuç olarak;

İslâm, adalet ahlâkını dinî emirlerin, İslâmî hayatın ve toplumsal düzenin temeli olarak görmüş, adaletle davranan ‘âdil’ kimseleri övmüş, adaletten ayrılarak zulme sapmış olan zalimleri de hem kötülemiş ve hem de can yakıcı bir azapla tehdit etmiştir.

Rabbimiz be benzeri âyetlerde şöyle buyuruyor:öyleyse (yaptıklarınızı) adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın!” (Rahman 55:9) âyetini, bilinen terazi ile tarttığınız zaman, “adaletle, dürüst tartın” şeklinde anlamak mümkün olduğu gibi, “her zaman ölçülü davranın, adaletten ayrılmayın” şeklinde de anlamak mümkün.

Buradaki asıl vurgu, mizan yani ölçülü-dengeli olmak ve hayatın her alanında, her durum ve pozisyonda âdil davranmaktır. Adalet, aynı zamanda insan için bir kemâl sıfatıdır.

Hüseyin K. Ece

15.05.2022

Zaandm