-Nifak

Münafık kelimesinin aslı ‘ne-fe-ka’ fiilidir. Bu da, gitti, sona erdi, tükendi, (bir şeyin) alıcısı bulunup satıldı anlamındadır.

(İnfak’ın bu fiilin if’al kalıbının masdarı olduğunu ve harcama, tüketme, malın gitmesi, sarfetmek anlamına geldiğini hatırlayalım.)

 Yer altındaki bir ucundan girilip öbür ucundan çıkılan delinmiş yola veya tünele, hayvan deliğine  ‘nefak’ denir. (En’am 6/35)

‘nâfeka’ fiilinin masdarı ‘nifak’ sözlükte, bir delikten girip öbüründen çıkmak demektir ki, tarla fareleri hakkında kullanılır. “Tarla faresi deliklerine girdi. Deliğe girip çıktı” denilir.

Nifak kelime anlamıyla yer altında gizlenmek, yaptıklarını saklamak, gizli işler yapmaktır. Buradan hareketle ‘nifak’, ikiyüzlülük, münafıklıktır denmiş.[1]

Yerboa (arap tavşanı) denilen tarla faresi iki yuva yapar. Birini saklayıp diğerini gösterir. Birinin tavanını yeryüzüne yakın ve gayet yumuşak yapar. Yuvanın birine saldırı olursa, bu yumuşak tavanı  delerek kaçar.  

Onun yer altındaki bu yolları ve evleri kullanması normal bir giriş çıkış veya kullanış değildir. Ya saklanılan bir niyet, ya da sürekli bir tedirginlik söz konusudur.

İslâmî literatürde kullanılan ‘nifak’ ve ‘münafık’ kavramlarının bu mana ile ince ve anlamlı bir bağlantısı vardır. 

 ‘Nifak’; ikili pozisyonu veya ikili oynamayı ifade eder. Bu iki tarafı da idare etme çabasıdır. Başkalarına karşı olduğu gibi değil de, onların hoşlanacağı gibi görünme hâlidir.

Din İslâm kültüründeki ‘nifak’ da buna benzer. Kişinin din konusunda  olduğundan başka türlü görünmesi, içindekinin tersini dışarıya göstermesidir. Kalbinden inanmadığı hâlde, diliyle inandığını, müslüman olduğunu söyleme durumudur.

Demek ki ‘nifak’; imanın zıddına inançta ikiyüzlülüktür. İman ile küfür (inkârcılık) arasında bocalamadır. Hangi tarafa ait olduğuna karar verememek, ya da çıkarı veya pozisyon gereği hem o taraftan, hem bu taraftan görünme kurnazlığıdır. (Nisâ 4:143)

 

-Kavram olarak münafık

Münafık, nifak sahibi kimse demektir. Küfrünü gizleyip imanlı olduğunu gösteren... Dostluk gösterip düşmanlığını gizleyen...

Nifakın “tarla faresinin yer altında iki yuva yapması”  anlamından hareketle münafık, “dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte kişilikli kimse” olarak tanımlanmış.[2] O İslâma inanmadığı hâlde davranışlarıyla inanıyormuş gibi yapmaya çalışan yalancı bir tiptir.   

Münafıklık; korkaklığın, kaypaklığın, ikiyüzlülüğün, kandırmanın, karakter zayıflığının göstergesidir, kalpteki hastalıktır. (Bakara 2:10) Öyle bir hastalıktır ki, kime bulaşırsa, onu farklı yüzlerle görünmeye zorlar. İnanmadığı hâlde, çeşitli sebepler veya çıkarlar yüzünden inanıyorum diye iddia ettirir.

Münafıklık, İslâm’da aradığını bulamamanın hazin hâlidir. Yüreğinde sakladığı farklı inancını gizleyerek müslümanlar arasında makam veya dünyalık elde etmenin ilkel yoludur.

         Bu kötü tercih, karanlığın, gizli plânların, kandırmanın, pusu kurmanın, suçlular gibi saklanmanın, kapılar arkasında dolap çevirmenin; buna karşın insanlar arasında iyi insan veya iyi müslüman gözükmenin sahtekârlığıdır.

Münafık, -tıpkı yer altında bir şeyler saklayan yerbua hayvanı gibi-sürekli dümenler çevirir, başkalarının duymasını istemediği bir şeyler saklar. Bazı çıkarlar peşindedir. Ama bu durumun bilinmesini asla  istemez. 

Münafık kelimesi İslâmdan önce câhiliye döneminde var olmakla birlikte kavram anlamında kullanıldığı bilinmiyor.

Nifak kavramı Kur’an’da kök hâlinde üç, fiil olarak iki, münafıkın çoğulu münafikûn şeklinde yirmi beş âyette otuz iki defa geçiyor. Ayrıca  beş âyette münafık erkeklerle birlikte münafık kadınlar’dan (münâfikât) söz ediliyor.  

Yine onlardan bahseden 63. sûrenin adı Münafikûn’dur.

Kur’an, bazı âyetlerde müminler ve kâfirlerden başka üç temel inanç grubundan biri olarak münafıklardan da bahsetmektedir. Bu âyetlerde münafıkların itikadî durumları, psikolojik yapıları ve ahlâkî bozuklukları, toplumsal hayattaki yerleri, Rasûlüllah’a ve mü’minlere karşı tutumları, âhiretteki konumları ayrıntılı biçimde anlatılıyor.[3]

-Münafıkların çeşitleri

Üç çeşit münafıklık var: İtikadta (inançta) münafıklık (nifak), şüpheci münafıklık, amelde münafıklık...

Kur’an iki farklı münafık tipinden bahsediyor. Birincisi; hâlis münafık da diyeceğimiz imanda münafıklar. Bunlar aslında “inanmadıkları hâlde Allah’a ve âhiret gününe iman ettik” derler. (Bakara 2:8)

İkincisi; zihin karışıklığı, kalp eğriliği veya irade zayıflığı yüzünden imanla küfür arasında gidip gelen, şüphe içinde bocalayan (Nisâ 4:137, 143. Tevbe 9:44-45), imandan çok küfre yakın olan (Âl-i İmrân 3:167) çifte kişilikli kimseler... Bazı âyetlerde “münafıklar” ve “kalplerinde hastalık bulunanlar” denilmesi bu farklılığı gösterir. (Enfâl 8:49. Ahzâb 33:12)

İkinci grupta olanlar Peygamber’e inandıklarını iddia etmekle beraber önemli işlerinde İslam dışı otoriteleri tercih ederler, sıkışınca da Rasûlüllah’a (günümüzde müslümanların arasına) gelirler. (Nisâ 4:60-62) Demek ki İslâma bağlılıkları çıkara göre değişebilir. (Hac 22:11)

Yaygın kanaate göre risâlet sürecinde münafıklık Hicretten sonra Medine başladı. Ancak münafıklar hakkında Kur’an’ın yaptığı bu ayrıma bakarsak, “şüphe içinde bocalama” anlamındaki münafıklığın Mekke’de, hâlis münafıklığın ise Medine’de, müslümanları güçlenmesiyle başladığını söyleyebiliriz. O zaman Mekkî sûrelerde münafıklardan bahsedilmesi de (Ankebût 29:10-11. Müddessir 74:31) açıklığa kavuşur.

Zaten sistemli nifak hareketleri hızlı ve güçlü kültür değişimin gerçekleştiği toplumlarda görülür. Medine döneminde ortaya çıkan münafıklar, demek ki bu yeni oluşuma, bu ilâhi Dine uyum sağlayamayan kişiler arasından çıkmıştır.[4]  

Üçüncüsü; amelde münafıklık. Buna ahlâkta münafıklık da diyebiliriz. Hadislerde geçtiği gibi bazı yanlış davranışlar münafıklık (nifak) alâmeti sayılıyor.

Abdullah İbni Amr’ın rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle dedi: Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terkedinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:

Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihânet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verince (ahidleşince) sözünden döner. Hasımlıkta haddi aşar, haksızlık yapar. Böyle bir kimse oruç tutup namaz kılsa ve müslüman olduğunu zannetse de durumu değişmez."[5] 

Aslında bu huylar inançta münafık olanların özelliğidir. Onlar yalan söyler, aldatırlar, sözlerine güvenilmez, gizli düşmanlık taşırlar. Hiç bir müslüman böyle huylar taşımaz. Bunlar müslümana yakışmaz.

Bu gibi davranışlara münafıklık denmesi şüphesiz, müslümanları bunlardan sakındırmak içindir. 

Türkçe’de münafık, daha çok iki yüzlü kişi olarak anlaşılmaktadır. Bu doğru olmakla birlikte eksik bir anlamadır. Ahlâkî anlamda iki yüzlülük için ‘mürâi’ kavramı vardır.

Mürâi, davranışlarında ikili oynar, bir böyledir, bir şöyle... Bir gün böyle davranır, ertesi gün çıkarı neyi gerektiriyorsa ona göre davranır. Pozisyona göre sürekli ayrı bir yüz, ayrı bir maske takar, ayrı bir tavır takınır.

Çevremizde bazı kimselerin farklı sebeplerle başkalarına ikiyüzlü davrandıklarını görebiliriz. Bunlar inançta (itikatta) münafık değillerdir ama bunlarınki ahlâk bakımından bir düşüklüktür.

Dolaysıyla münafık, salt ikiyüzlü (mürâi) kişi demek değildir. O, ikiyüzlü olmaktan öte, İslâmı ve onun inanç esaslarını hafife alan, müslümanları aldatan, küfr ile gizli işbirliği yapan, iki dinli insandır.   

-Hadislerde nifak (münafıklık)

Rasûlüllah (sav) pek çok hadisinde kendi zamanındaki ve daha sonradan gelecek olan münafıkların isimlerini değil özellikleri belirtti.

İman ile inkâr arasında kalan münafık, iki sürünün arasında kalıp hangisine katılacağını bilemeyen şaşkın koyun gibidir.[6]

Ebu Ümâme Nebi’nin (as) şöyle dediğini nakletti: Haya ve az konuşma imandan, çirkin söz ve gereğinden fazla konuşma ise nifak alâmetidir.”[7]

Ebu Hureyre’nin rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah (as) şöyle dedi: “Şu iki haslet münafıkta bir arada bulunmaz: İç açıcı bir görünüm ve dinde derin anlayış.”[8]

Yine Ebu Hureyre’nin rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu: “Münafıklığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler. Vadettiği zaman sözünden cayar. Bir şey emânet edildiği zaman ihanet eder.”[9]  

İbni Ebu Müleyke demiş ki: “Ben otuz kadar sahabe gördüm  kendilerinde nifak olup olmadığı konusunda korkuyorlardı.”[10]

Müslim, Peygamber’e kâtiplik yapan Hanzale b. Rebî‘in onun yanında iken hissettiği huzur ve mutluluğu sohbetinden ayrıldıktan sonra hissedemediğini, bunun bir nifak işareti olmasından korktuğunu ve durumu Rasûlüllah’a sorduğunu, onun da bu hâlin nifak alâmeti olmadığı cevabını verdiğini naklediyor.[11]

Nitekim bir önceki hadisi devamında şöyle deniyor: “Müminlerden başkası Allah’tan korkmaz, münafıklardan başkası da kendine garanti vermez.”[12]

Mü’minler imanların sahih olup olmadığı, Allah’ın rahmetini hak edip etmediğ konusunda “beyne’l-havfi ve’reca-korkuyla ümit arasında”dırlar. Ancak münafıklar imanda samimi olmadıkları, iki dinli oldukları hâlde kendilerini kurtulmuşlardan sayarlar.

-Nifak (münafıklık) sorunu

Nifak, insanlar için kötü bir sıfattır.

Bir insan, müslümanların yanında ‘ben de müslümanım’, gayr-i müslimlerin yanına gittiği zaman da “ben de sizdenim, ben aslında müslümanlarla alay ediyorum” diyorsa, bu bir alçaklıktır, bu bir hastalık hâlidir. Allah (cc), nifakı kalbin hastalığı diye tarif ediyor. (Enfâl 8:49)

‘Münafık’, ikiyüzlü bir kişiliği benimseyendir. İslâmın hiç bir şeyine inanmadığı halde, dış şartlar açısından ‘ben de müslümanım’ diye iddia eden yalancıdır. Hep girişler ve çıkışlar içerisindedir. Ama kalbinde hep ‘küfr-inkâr’ vardır. O, çıkarı açısından, elindeki imkan ve makamları kaybetme korkusundan müslümanlar arasında inanmış gibi görünür.

Münafıklık, müslümanlar arasında ikili bir pozisyonun, ikili oynamanın adıdır. Bu berbat sıfatı taşıyanlar, müslümanlar arasında genellikle onlar güçlü olduğu zaman ortaya çıkar. Dikkat edilirse Medine hayatında onları ve faaliyetlerini daha çok görüyoruz. Çünkü Mekke’de müslüman olmak zordu, rizikoluydu ve dünyalık getirisi yoktu. Medine’de ise müslümanlar başlı başına bir toplum olmuşlardı. Güç ve imkana kavuşmuşlardı. Burada müslüman görünmenin onlar açısından dünyalık faydaları vardı.

Kur’an’ın tanımladığı münafıklık, aynı zamanda İslâmî hakimiyete karşı içten içe tavır almayı, müslümanlara karşı tuzak kurmayı, desise ve plan peşinde olmayı da kapsar. Dolaysıyla bunun siyasi ve toplumsal bir yönü de vardır.

Münafıklar, Allah’ın insana sunduğu Din emanetini ve teklifleri mahsustan/görünürde ‘kabul ediyorum’ diyerek alaya ve hafife alırlar. ‘İnanıyorum’ diyerek müslümanların sahip olduğu hukuktan yararlanmaya kalkışırlar. Sonra da içinde bulundukları müslüman topluma zarar verecek girişimlerde bulunurlar. Müslümanların ve İslâmın aleyhinde çalışırlar. Bu konuda diğer fitne unsurlarıyla, dış düşmanla işbirliği yapmaktan çekinmezler.

Bütün bunları yaparken de iz belli etmezler. Gizli davranmaya dikkat ederler. İllegal olarak zararlı faaliyetlerde bulunurlar ama legal olarak iyi insan ve müslüman olarak görünmeye çalışırlar. Bu iki tavrı devamlı bir arada götürmenin gayretindedirler.

Münafıklar, ya iman ettikten sonra işlerine gelmediği için gizlice İslâmdan çıkarlar, ya da hiç iman etmemişlerdir ama müslümanlar arasında ‘ben de müslümanım’ derler.

Nifak içinde olan münafığın beş çeşit sıkıntısı vardır:

1.İslâma inanma konusunda yaşadığı çelişki, tereddüt, bocalama, şüphe...

2.İnanıyor gibi gözükmenin getirdiği riziko ve tehlike; buna karşın çıkar beklentisi, menfeati samimiyete tercih...

3.Kimlik tercihindeki kaypaklık... Ne oraya ne buraya ait olamama sıkıntısı... Bir kaç taraf arasında savrulma...

4.İki cephe arasında gidip geldiği için suçluluk psikolojisi... Foyasının orta çıkma endişesi...

5.Yaptıklarından ve inandığı değerlerden emin olamama bunalımı... Onlar iman etmenin güvene kavuşmak, sonra da güven vermek olduğunu bilmezler.

Kur’an onların psikolojisini ‘maraz’ kelimesiyle açıklıyor. Onlardaki bu manevî hastalığın ‘maraz’ kelimesi ile anlatılması onun kötülüğünü ve korkunç boyutunu anlatmak içindir.

‘Maraz’, akla arız olan ve sağlıklı düşünmeyi engelleyen, idraki zayıflatan, kişiyi kuşku ve vehme düşüren manevi hastalıktır. Bu hastalığa yakalananlar vahyin hükümlerini ve hikmetlerini anlamazlar.[13]

Münafıkların kalplerindeki manevî ve ahlâkî ‘maraz’, tıpkı bedenin dengesini bozan, görevini yapmasına engel olan hastalık gibidir. O da kişinin iç dünyasını bozar. Halbuki kişi için sağlık esas, maraz ârizidir. Münafıklar bu manevî sağlığı korumazlar.

Bu maraz kişiyi ahlâksızlığa, anlayış ve iradesini yanlış kullanmaya, şek ve şüpheye sürükler. Öyleki nifak içinde olanlar, Allah’tan, O’nun hükümlerinden “onda şüphe yoktur” dediği kitabından, Muhammed’in (as) son elçi oluşundan, hakikat bilgisinden, hatta kendisinden, doğru sanarak kabul ettiklerinden şüphe eder.

Dolaysıyla  çevresindeki her şeyin kendisini aldattığını zanneder. Aldatmayı, hile yapmayı, entrika çevirmeyi başarı sayar. Sonunda kendi kendini yalanlar. Onlar bu hastalığı tedavi için hak dine sarılmazlar.[14]

-Münafıklığın sebepleri

Münafıklık bir kimlik bunalımı, bir kimlik, bir tercih sorunudur. Hatta kişilerin kendi kendine yabancılaşma sorunudur.

Kişi, Allah’ın gönderdiği Dine ya inanır ya inanmaz. Bunu da açıkça söyler ve safını seçer.

Seçtiği kimlikten emin olan bir kimsenin korkmasına, saklanmasına, gizli işler çevirmesine gerek yoktur. Kimliğinden memnun ve razı olan kimseler, başkaları gibi olmaya çalışmazlar, başkalarının kimliğini taklit etmezler.

Kimlik kişilikse eğer, o bilinçli bir seçimdir. Neyi seçtiğinin farkında olan kimse, ne pahasına olursa olsun, o kimliği korumaya çalışır. Bunu yaparken de illegal yollara baş vurması gerekmez. Şartlar bu kimliği açıkladığı zaman aleyhine dönecek kadar kötü olsa da, ciddi ve tercihinde samimi bir insan, yine başkasını keyfi için veya çıkar için  kimliğinden vazgeçmez, taviz vermez.

Kendince yanlış bulduğu şeylere karşı, içinde bulunduğu şartlar çerçevesinde haklı bir mücadele verir.

Münafıklığın en büyük sebebi bu kişisel zaafdır, içinde bulunduğu grubun zayıf olması, ya da bir taktik ve yöntem tercihidir. Kimlik konusundaki tereddüt, emin olamama ve ciddiyetsizliktir. Bir makama,  dünyalıklara veya çıkara aşırı bağlılık da bu anlayışa sebep olur.

Nice insanlar vardır ki küçük bir menfeat için kılıktan kılığa girerler. Hele böylelerinde iman zaafı varsa, inancı hafife alıyorlarsa...

Münafıklığın bir başka sebebi de, onları kullanmak isteyen güçlerin varlığıdır. Müslüman toplumların iyiliğini istemeyen hârici odaklar, çoğu zaman onları kullanarak kaleyi içten çökertmek isterler. Münafıklar bu gibi odaklarla her zaman iş birliği yaparlar. Zira bunun karşılığında dünyevi çıkar beklerler.

İslâm toplumunda başka dinlere inanan kimseler için özgürlük vardır. Müslümanlar onların ayrı dine inanmalarından rahatsız olmazlar. Onların inançlarını baskıyla değiştirmeyi düşünmezler. İslâm onları müslüman olmaya davet ediyor ama zor kullanmaya izin vermiyor.

Müslümanlar bu ilkeden vazgeçtikleri zaman bazen münafıkların ortaya çıkmasına sebep olurlar. Baskı ve şiddet insanları iki yüzlü davranmaya zorlar. İnsanın can, mal, ırz emniyeti son derece önemlidir. Bunlar tehlikeye düştüğü zaman herkesten aynı yiğitlik, aynı cesaret  beklenmez.

Aralarında münafıklık ortaya çıkıyorsa, orada “acaba bizim bir hatamız var mı” diye müslümanların kendi kendine sorması gerekir.

Müslümanların arasında yaşayan bir gayr-i müslim, kendini sudaki balık gibi hissetmeli. Güven içinde olmalı.

Bu hem İslâmın emridir, hem de en güzel tebliğidir. Zira İslâm müslümanların gücüyle değil, güzel ahlâkıyla diğer gönüllere ulaşır.

-Kur’an’da münafıkların özellikleri

Özellikle Medine döneminde nâzil olan âyetlerde nifak olaylarından ve münafıklardan sık sık  bahsediliyor.  Kur’an onların iç dünyalarından dışarı yansıyanlara temas ediyor.

Örneğin; onlar sürekli korku, endişe ve suçluluk psikolojisi içindedir. (Muhammed 47:20. Tevbe 9:56-57. Haşr 59:11-13. Münâfikūn 63:4)

Onlar, iman (şehâdet) iddialarında samimi değillerdir. Allah (cc) onların yalancı olduğunu biliyor. (Münafikûn 63:1)

Bazı âyetlerde geçtiğine göre Peygamber devrinde münafıklar başlangıçta İslâm’ı benimsemişlerse de sonradan tekrar küfre döndüler. (Tevbe 9:66, 74). Bundan dolayı kendi iradeleri doğrultusunda kalpleri mühürlendi. (Tevbe 9:87. Münâfikūn 63:3)

Münafıklar, cimri, yalancı ve bu kadar kişilik zaaflarına rağmen  kibirlidirler, büyüklük taslarlar. (Tevbe 9:67. Münâfikūn 63:5)

Onlar, gösterişe önem verirler, görünürde namaz kılarlar ama onu da bir çıkar için yaparlar. Gerçekte dua ve ibadetleri isteksizce yerine getirirler. Allah’ı da çok az anarlar. (Nisâ 4:142)

Onlar, dünya hayatıyla ilgili konuştukları zaman, güzel konuştukları için dedikleri insanların hoşuna gider. Ancak dönüp gittikleri, iş başına geçtikleri veya ellerine fırsat geçtiği zaman fesat üretirler. Geçim kaynaklarını ve nesilleri harap etmeye çalışırlar. Üstelik iyi niyetli olduklarına dair de yemin ederler. (Bakara 2:204-205)

Mü’minler Allah’ın emrine uyarak iyiliği (ma’ruf’u) yaygınlaştırmaya, kötülüğü (münker’i) azaltmaya çalışırlar. Münafıklar ise bunları tersini yaparlar. Kötülüklerin (ilâhi ölçülere uymayan işlerin) yaygınlaşması için çaba gösterirler, İslâmın öngördüğü güzelliklere engel olmaya çalışırlar. (Tevbe 9:67)

Onlar, ellerine fırsat geçince Allah ile, vahiy ile, Elçi ile alay ederler. Neden böyle yaptıkları sorulunca da “şaka yapıyoruz, eğleniyoruz, sanat yapıyoruz” derler. (Tevbe 9:65, 79)

Müslümanlara karşılaştıkları zaman “biz de müslümanız” derler. Ama şeytanları ile başbaşa kaldıklarında “biz sizdeniz, müslümanlarla alay ediyoruz” derler. Onların burumu karanlıkta ateş yakan kimsenin durumu gibidir. Ateş sönünce kalakalırlar. Onlar sağır, dilsiz, kör gibidir. (Bakara 2:17-20)

Münafıklar, mü’minlere yardım edilmesini, yardımların muhtaçlara ulaşmasını engellemeye çalışırlar. (Münâfikūn 63:7)

Bazı mü’minler belki bilmeden, belki iyi niyetle onlara meyledebilir. Kur’an onları şöyle uyarıyor: İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.” (Âl-i İmrân 3:119)

Onlar, mü’minlere farklı şekillerde eziyet ederler, müslümanların toplumunda fitne için kötü, çirkin, yalan, uydurma haberlerin yayılması için ellerinden geleni yaparlar. (Ahzâb 33:57-58)

Onlar, zayıf, fakir müslümanları çekiştirip alay ederler. (Tevbe 9:79) Allah yolunda harcamayı angarya sayar, müslümanların başına belâ gelmesini beklerler (Tevbe 9:98)

Onlar, müslümanların arasına fitne sokmak, aralarındaki kötülere destek olmak için zararlı mescit bile yaparlar. Sonra da iyi niyetliyiz diye yemin ederler. (Tevbe 9:107)

Münafıklar, bu ikili pozisyonları ve kurnazlıklarıyla Allah’ı ve müslümanları aldattıklarını zannederler. Aslında onlar kendilerini aldatırlar. (Bakara 2:9)

Onlar Allah yolunda bir zorlukla veya yükümlülükle karşılaştıkları zaman kaytarmak için çeşitli bahâneler ararlar, aslı olmayan mazeretler uydururlar. (Tevbe 9:94-96. Ahzab 33:13)

Onların dış görünüşleri düzgün olabilir. Konuştukları zaman da sözleri dinlenilebilir. Lakin onlar duvara yaslanmış kütükler gibidir. Suçlu oldukları için her gürültüyü aleylerine sanırlar. (Münafikûn 63/4)

Münafıklar risâlet sürecinde günah, düşmanlık ve Peygamber’e isyan konusunda gizli faaliyetler yürüttüler. (Mücâdile 58/8. Bir benzeri: Nisâ 4/108) Günümüzün münafıkları da aynı faaliyetleri müslümanlara karşı yaparlar.

Onlar nifakların vazgeçmedikleri sürece Rasûlüllah (sav) onlar için aff (istiğfar) dilese bile Allah onları affetmez. (Tevbe 9:80, 84)

Münafıklar Allah’ın, onların sırlarını, gizlediklerini ve ğayb’ı bildiğini anlamazlar. (Tevbe 9:78)

Onlara “yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiği zaman “biz ıslah ediyoruz, iyi şeyler yapıyoruz” derler. Aslında onlar bozguncuların te kendileridir. Böylelerine “siz de mü’minler gibi iman edin” denildiğinde, yüz çevirip müslümanlara sefih (kafasız) derler. (Bakara 2:11-14)

Böylelerine ‘münafık’ diye ayrı bir isim verilmesi sadece dünyadaki toplumsal statüleriyle ilgili bir nitelemedir. Onlar âhirette kâfirlerle birlikte aynı kötü bir sonuçla karşılaşacaklar. (Nisâ 4:140, 145. Tevbe 9:68)

Şüphesiz ki bu tehdit, nifak olayının ciddiyetini ve kötülüğünü gösterir.

Rasûlullah’ın münafıklar hakkında vahiy yoluyla kısmen de olsa bilgilendirilmesine (Tevbe 9/101. Muhammed 47/29-30) ve onlara karşı tedbirli davranmasına rağmen bazı sebeplerle münafıklar için ayrı bir statü belirlemediği bilinmektedir. “Muhammed arkadaşlarını da öldürüyor”[15] gibi aleyhte bir dedikodunun yayılmasını önlemek için onları teşhir etmemiş ve suçları sabit olmadıkça hiç birini cezalandırmamıştır.[16]

Bu uygulama ile İslâmdaki müsamaha ve sabrın enginliği gösterildi. Ayrıca iman etmeleri ihtimali göz önüne alınmakta ve neticede açıkça İslâm düşmanlığı yapmaları da engellenmiş olmaktaydı.[17]

-Sonsöz

Kur’an, onları ve faaliyetlerini bize özlü bir şekilde tanıtıyor. Münafıklara ve münafıkça tavırlara karşı uyanık olmamız konusunda bizi uyarıyor.

Münafık, sağlam karakterli olmadığı için, ne yapacağını pek bilemez. İki arada bir derede hesabı, bir o yana bir bu yana yalpalayıp durur. Bu açığını kapatmak için de toplum içerisinde malıyla, becerisiyle veya makamıyla saygınlık kazanma çabasında olur.

Gittiği yol yanlış, yaptığı iş yanlış, sahip olduğu anlayış yanlıştır. Aydınlanmak istediği ışığı da zayıftır. Yani benimsediği nifak ahlâkı onu doğru yola götürmez. Müslümanlar arasında sürekli endişe içerisindedir. Korku ve tereddüt içinde yaşar. Foyasının, hainliğinin, hilesinin ve düşmanlığının, içinde biriktirdiği hesapların, yaptığı kötülüklerin her an ortaya çıkmasından çekinir.

Müslüman topluluklar tarih boyunca münafıkların hile, düşmanlık ve tuzaklarından çok çekmiştir. Onlar, fırsatını buldukları zaman dış düşmanla işbirliği yapmaktan, birlikte yaşadıkları insanlara hainlik etmekten geri durmamışlardır.

Bugün bile müslümanların kuvvetli olduğu yerlerde onların benzer faaliyetlerini görmekteyiz. Onlar çıkarları gereği, ikili oynarlar; müslümanların yanında dindar, inanmayanların yanında da onlardan görünürler.

Münafıklar, İslâm toplumu içerisinde en tehlikeli düşmandırlar ve hükmen kâfirdirler. Ancak onlar müslümanlık iddia ettikleri müddetçe onlara karşı şiddet, ceza, baskı ve ayrımcılık uygulanmaz. Onlarla ancak fikrî mücadele yapılır.

Fakat münafık suçlamasında dikkatli olmak gerekir. Herkes, onu bunu işine geldiği gibi, hoşlanmadığı için, ya da yukarıdaki hadiste sayılan alâmetleri görür görmez münafık damgası vuramaz. Zira Allah’tan başka hiç kimse başkasının kalbini bilemez. Belki münafıklık alâmetleri taşıyanlara karşı uyanık olunur.

Münafıklık yalnızca Peygamber (sav) zamanında görülen ve orada kalmış bir karakter değildir. Müslümanların güçlü olduğu bütün toplumlarda bu tipte insanlar olacaktır. Kur’an, zaten münafıkların isimlerini değil, özelliklerini vererek, tarih boyunca gelecek olan münafıkları ve nifak faaliyetlerinin tanınmasını sağlıyor.

Bu aynı zamanda bütün müslümanlara bir uyarıdır.  

Hüseyin K. Ece

06.07.2022

Zaandam

 

[1] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14-326. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 765

[2] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/326. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 765. İbnu’l-Esir, en-Nihâye fî-Garîbi’l-Hadîs, nfk mad. s: 920

[3] Alper, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 31/565

[4] Alper, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 31/565

[5] Müslim, Îmân/25(106-58) no: 209-210. Buhârî, Cizye/17 no: 3178. Ayrıca bkz: Ebû Dâvûd, Sünnet/15 no: 4688. Tirmizî, Îmân/14 no: 2631 (Hasen ğarib kaydıyla). Nesâî, Îmân/20 No: 5023

[6] Müslim, S. Münafıkîn/1(17) no: 7043. Ahmed b. Hanbel, 2/88

[7] Tirmizî, Birr/80 no: 2028. Ahmed B. Hanbel, 5/269,

[8] Tirmizî, İlim/19 (Ğarib kaydıyla)

[9] Müslim, İman/25(107-108, 59) no: 211-212. Tirmizî, Îman/14 no: 2631. Buhârî, Îmân/24 no: 33, Şehadat/29 no: 2682 Mezâlim/17, Vasâyâ/8 no: 2749, Edeb/69 no: 6095. Tirmizî, Îmân/14 no:2632 (Hasen sahih kaydıyla). Nesâî, İman/20 no: 5024

[10] Buhârî, İmân/36

[11] Müslim, Tevbe/3(12-2750) no: 6966. Ayrıca bkz: Tirmizî, Kıyâmet/59 no: 2514-Hasen sahih kaydıyla)

[12] Buhârî, İmân/36

[13] Abduh, M.-Rıza, R: el-Menâr (çev.), 1/206

[14] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/206

[15] Buhârî, Tefsir/63-5, 7 no: 4905, 4907

[16] Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 1/25

[17] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/216