-Özgürlük nedir?

Özgürlük nasıl tanımlanabilir? Felsefede, edebiyatta, sanat ve siyasette çok konuşulan özgürlüğü nasıl anlamak gerekiyor?

İnsan özgürlüğü konusu eskiden beri çok konuşulmuş. Herkes kendine göre bir tanım getirmiş. Onların tanımı bazılarını memnun ederken, bazılarında sorun olmuştur.[1]

Biz burada insan hürriyeti konusundaki farklı görüşlerden değil, ideal özgürlükten bahsetmek istiyoruz. O da hayatı kurma, eylemler, inanç ve ibadet açısından iradeyi hakkıyla kullanma özgürlüğüdür.

Özgürlük; özü gür olmak... Ya da özü, gür ve hür bir şekilde ifade etmek... Akıl ve iradesini kullanma açısından hür olmak... Bir dine, bir kalıba, bir ideolojiye, bir düşünce veya kanaate zorlanmamak... İstemediği, doğru bulmadığı, ikna olmadığı fikirleri, ilkeleri, eylemleri, dayatmaları reddedebilme, hayatının rotasını belirleme hakkı...

Allah’ın insana verdiği en güzel nimetlerden biri özgürlüktür. Üzerinde baskı, sindirme, ceza tehdidi olmama durumu... Kişiye ait doğumla veya sonradan kazanılmış hakları kullanabilme serbestliği... Kişilerin köle, edilgen, eşya gibi veya toplumların esir, sömürge  olmaması...

-Doğuştan gelen özgürlük

Söylemeye gerek yok: İnsan onurunun dayandığı en temel değer özgürlüktür. Bütün insanlar bu temel değer ile doğarlar. Yani özgürlük fıtrattandır. Dolaysıyla her insanın özgürce yaşama hakkı vardır. 

Anneler çocuklarını özgür olarak doğururlar.

Tarihte insanın eşya (meta’) gibi, mal gibi alınıp satılması, azat edilmediği sürece sahibine ölünceye kadar hizmet etmesi gerçeği var. Yani resmi kölelik vardı.

İnsanlar düşünce alanında da hür doğarlar. Bu özgürlüğü diğer insanlar ve kurumlar sınırlayamaz. Zira kimse yüreklere hükmedemez.

Özgürlük insanın en önemli özelliği ve hakkıdır. Özgürlüğü olmayan kişiliğini bina edemez. Fikir, çözüm, altarnatif  üretemez. Dahası bağımlı olmaktan kurtulamaz. Kendisine de başkalarına da faydası olmaz.

Bir âyet iradeyi yerinde kullanmaya işaret ediyor. (Bkz: Nahl 16/75)

Özgürlük birinin zorbalığı, tahakkümü altında, güdümünde  olmamaktır. Ya da birine zorbalık etme hakkını kendinde görmemektir. Aklı, iradeyi birilerine, bir yerlere ipotek etmemektir. Çığlık kadar, feryat kadar, yüreğin sesi kadar, alın teri kadar hür olmaktır...

Bu tabii hakka saygı duyulmalı, insanın elinden alınmamalı, bu hakkı kullanmaya engel olunmamalı. Kişiler de dünyalık çıkarlara aldanıp, iradesini kaybederek, ya da başka sebeplerden bu değerli haktan vazgeçmemeli. Özgürlüğün aynı zamanda onur olduğunu unutmamalı.

Ancak özgürlüğün farklı bir yüzü daha var.

Konuya sorumluluk ve hayat şartları açısından baktığımız zaman insanın mutlak özgür olmadığını söylemeliyiz. Kişiyi bazı şartlar, ihtiyaçlar, kurallar, sorumluluklar bağlar. Ya da kendisi kendisini bir şeylere bağımlı hâle getirebilir.

İnsan istediği kadar hayâl kurabilir. İstediği gibi düşünebilir. Buna fikir hürriyeti diyoruz. Sorun, insanın neyi nasıl düşündüğü, hangi kanaate sahip olduğu veya niçin düşündüğü değil; bunu sözle, yazıyla, eylemle ifade edebilmesidir. Kişi düşüncesini nasıl ve hangi araçla, ne kadar açıklayabilir? Bunun sınırı var mı? Varsa, bunu kim belirler?

Fikir özgürlüğü tarihte farklı anlaşılsa da bu günümüzde ‘insan haklarından’ ve çağdaş bir değer sayılıyor.

-Hukukta özgürlük   

Pozitif hukukta özgürlük; “bireyin başkasına zarar vermeden istediği gibi davranması şeklinde tanımlanıyor.[2]  Ya da “bireyin herhangi bir dış zorlama olmaksızın hareket etmesidir” diyor.[3]

10 Aralık 1948 de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi’nin 18. Maddesinde; “herkesin fikir, din ve vicdan, din veya kanaat değiştirme, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca yaşama (ibadet) hakkı vardır.[4]

Ancak fikir özgürlüğü kavramı da en az özgürlük kavramı kadar rolatiftir. Kişilere, toplumlara, inançlara, kültürlere göre değişir.

İnsanı en güzel bir biçimde yaratan Allah, ona  doğru veya yanlış yapabilme kabiliyetini, tercih ve seçim yapabilme iradesini ve iznini veriyor. İnsan sonucuna katlanmak şartıyla isteklerinde ve eylemlerinde, inanç ve vicdanî kanaatler noktasında serbesttir. 

İnsan düşüncesini açıklarken, fikrini söylerken sonuna kadar özgür müdür? Denir ki, “başkalarının haklarına saldırı, hakaret ve küçümseme olmadığı sürece kişi kendi düşüncesinden özgürdür.” Her ne kadar doğrunun ölçüsü kişiden kişiye değişse de herkes kendince doğru bildiğine inanabilir. Doğru bildiğini, kanaat ve fikrini sözle, yazıyla veya başka bir araçla ifade edebilir. İnandığı ilkelere uygun olarak yaşayabilir.

Ancak başkalarının haklarını çiğnememek, çevreyi hesaba katmak ve her şeyin sonucunu düşünmek şartıyla...

Şüphesiz fikir özgürlüğü varsa; düşüncede, üretmede, yani her alanda gelişme sağlanır. Yeni çözümler, altarnatifler, açılımlar bulunur.  Düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde ve ortamlarda bunlar olmaz.

Bu konudaki kısıtlamalar ve tepeden buyruklar, ya da insanları tek tip olmaya zorlamalar haksızlıktır, insan haklarına aykırıdır.

Fikir özgürlüğünü doğruya ulaşma, yararlı ve en uygun olanı bulup ortaya koyma, zararlı olanı önleme anlamında alırsak; bu bir erdem yarışıdır. İslâmda böyle bir fikir açıklama özgürlüğü bir hak değil aynı zamanda bir görevdir. Çünkü İslâm muslümanlara iyiliği yaygınlaştırmayı, kötülüklere de engel olmayı emretmektedir.[5]

-Özgürlük ve bağımsız olmak

Türkçe sözlük özgürlüğü şöyle tanımlıyor: “Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar verme, hürriyet.”[6]

Bu tanıma göre özgürlük herkesin dilediği gibi düşünme, dilediği gibi davranma hürriyetidir.

Ama sormak lazım; insan sonsuza kadar bağımsız mıdır? Ya da kişi nereye kadar özgürdür? “Ben özgürüm, istediğim gibi hareket ederim, istediğimi yaparım, bana kimse karışamaz” diyenler doğru mu söylüyor?

Düşünmek lazım, gerçekten özgürlük bu mudur? Böyle bir özgürlük dünyanın neresinde var?

Bir defa, insan yalnız başına yaşayamaz. Bütün ihtiyaçlarını kendisi karşılayamaz. İster istemez aileye, topluma, örgütlenmeye, kurallara ve hukuka ihtiyacı var. Bunlardan nasıl bağımsız olunabilir ki? 

Modern zamanlarda kimileri aile ile, kutsal olan şeylerle, dinî değerlerle, dinî hayatla bağını koparttığı zaman özgür olduğunu sanıyorlar... Böyleleri acaba başka bağlarla kendilerini bağlamıyorlar mı? 

Meşru otoriteye karşı gelmeyi, bir anlamda kurallara isyan etmeyi özgürlük sayanlar, başka otoritelerin emrine girmiş olmasınlar. “Tanrı bile benim özgürlüğümü kısıtlayamaz” diyenler acaba nelerin veya kimlerin kölesi, kulu olurlar?

Özgürlük insana hibe edilmiş bir değerdir, güçlü bir yetenektir. Yaratıcı insana seçim yapma özgürlüğünü veriyor. Allah bunu dilemeseydi insan dileyemezdi. İnsan bu yeteneğini kullanırken şeytanın fısıltılarına  aldanmazsa iyidir. Aldanırsa özgürlüğünü yanlış yolda kullanır. 

Bir kimse de hiç bir zorlama olmadan kendi iradesiyle Allah’a kulluğu seçerse, o özgürdür. Her ne kadar ekonomik veya siyasi açıdan bağımlı olsa bile. Bir başkası özgür iradesiyle Allah’tan başkasını tanrı olarak seçerse, köleliği seçmiş demektir. Hukuki açıdan köle olmasa bile.

Bu tür bir kulluğun, yani isteyerek nefsin arzularına, dünyaya, eşyaya bağımlılığın modern dünyada varmış olduğu anlayış: “Bırakınız yapsınlar” prensibidir. Buna özgürlük değil, özgürlüğün yozlaşması denir.[7]

 

-Özgür olmak bağımlı olmak

İnsan özgür iradesiyle yapmak istediklerini her zaman yapamayabilir. Zira o pek çok şeye bağımlıdır. Nerede olursa olsun içinde bulunduğu yerin kuralları ile çevrilidir. O kurallara uymak zorunda. Uymazsa sıkıntı olur, düzen bozulur. Yapılması gereken işler yapılamaz.

Kişiyi aile, eş olma, toplum, çalışma yeri, makamı, sorumluluğu, hatta Allah’ın kulu olması v.s. bağlar. Bu alanlarda, bunlarla ilgili işlerde insan öylesine serbest, başıboş olamaz.

İnsanı sınırlayan, hareket alanını daraltan pek çok şey var. En başta insanın ihtiyaçları onu sınırlıyor, bir yerlere bağlıyor. Sınırsız zannettiği özgürlüğüne sınır çiziyor.

Açıkan bir kimsenin midesine “acıkma” demesi lüksü yoktur. Bu ihtiyaç zorunlu bir bağımlılıktır. Ama açlığı nerede, nasıl, hangi besinlerle gidereceği kişinin seçimine bağlıdır.

Özgürlük sınırlıdır ve başkalarının özgürlüğü ile beraberdir. Denir ki; “senin özgürlüğün diğerinin özgürlüğünün başladığı yerde biter”... Doğrudur... Bir kimse ne kadar hür olma hakkına sahipse, diğeri de sahiptir.

 Lakin başkasının güdümüne girerek iradesini kullanamayan, birilerine, bir şeylere taparcasına bağlanan, artık özgür birey değildir. Böyleleri hür insan olmanın onurunu bilmeyenlerdir.

İnsan nefsi çok şey ister ama her zaman güç, ortam uygun olmayabilir. Nefsin istediği şey sakıncalı, zararlı, -İslam açısından- haram olabilir. Nefis yine de isteyebilir. 

Bu durumda şöyle diyebiliriz: “Arzularını, hırsını, öfkeni kontrol edebildiğin kadar özgürsün.”

Bazı insanların hayatında bir de bağımlılık var...

Her türlü bağımlılık az çok zararlıdır denilse doğrudur. İçkiye, kumara, uyuşturucuya, sigaraya, asalıklığa, hırsızlığa, yalancılığa, gayr-i meşru ilişkilere  bağımlılık... Hepsi zararlı ve insanı köleleştiren şeylerdir.

Okeye, kağıt veya çeşit çeşit oyunlarına aşırı takılma, takımını, grubunu ölümüne bağlanma...    

Günümüzde teknoloji bağımlısı olma sorunu var. Geçen seneler televizyon, film, dizi, tartışma proğramları, haber bağımlıları vardı. Şimdilerde telefon, sosyal medya, internet, bilgisayar oyunları bağımlılığı var. Bunlar –İslâma göre doğrudan haram olmasa da- zararlıdır. Bir çok faydalı eyleme engeldir.

Halbuki her türlü bağımlılık, her türlü aşırı tutku, her türlü kara sevda özgürlüğü azaltır. Bağımlılar irade ve akıllarını yeterince kullanamayan kimselerdir...  

İnsan ne derse desin, sonuçta bir yerlere bağlıdır, bağımlıdır. Bazıları istediği kadar özgürüm desin günlük hareketlerinde, tercihlerinde bir yerlerin sözünü dinler. Bir yerlerden, bazı kimselerden etkilenir. Bazı değerleri benimser. O değerler de dinden, gelenekten, kültürden kaynaklanmış olabilir.

Yani kişi asla sonuna kadar özgür değildir. Bu durumda gerçek özgürlük neye denir diye sormak gerekir.

-İslâmın tanıdığı özgürlük

Buna âlimler ‘irâde-i cüziyye’ demişler. Kişinin serbest ama sınırlı iradesi... Bu yeteneği Allah insana verdi ve bunun nasıl kullanılması gerektiğini ona öğretti ama yönetimini ona bıraktı. Onun bu iradeyi kullanmasında Allah’ın bir zorlaması yoktur. Öyle olsa insanlar da diğer varlıklar gibi robot ve sorumsuz olurlardı.

Hatırlayalım, insanı  iyiliğe de kötülüğe de meyilli olarak (Şems 91:7-8) yaratan Yaratıcı, onu başıboş bırakmamış, elçileri ve kitapları aracılığıyla ona iyiyi ve kötüyü öğretmiş, onu doğru yola davet etmiş, kötülük yaparsa da karşılığını ceza olarak alacağı uyarısında bulunmuştur.

Kim doğru yolu tercih ederse kendi faydasına tercih etmiş olur. Kim de sapıklığı seçerse kendi aleyhine seçmiş olur. Bu konuda insanlar zorlanmıyor. (Bakara 2:286)

Çünkü din; bir inanma ve ikna olma olayıdır. Bir kimseye inanmadığı bir şeyi zorla benimsetmek mümkün değildir. Vahiy ile doğru yol ve sapıklık yolları belli olmuştur. (Bakara 2:256)

Birisi özgürlük derken “ben istediğim gibi inanırım” demek istiyorsa  doğrudur; İslâm herkese din seçme ve o dine uyup uymama özgürlüğünü tanıyor. Allah’tan vahiyle davet geldikten sonra dileyen iman eder, dileyen de Yaratıcının ‘küfür’ dediği yolu seçer. (İnsan 76:3. Kehf 18:29. Teğâbun 64:2)

Zaten İslâmın hedefi de insanların kendi özgür iradeleriyle inanmaları, Dinin ilkelerine de isteyerek uymalarını sağlamaktır. 

İslâma inanma ve dini yaşama yürek-vicdan işidir. Oraya da Allah’tan başka kimse hükmedemez. Bir kimse İslâmı din olarak kabul etsin etmesin, dileği gibi günah işleyebilir, Allah’a kulluk yapmayabilir. Hesabını da kendi verir. Ya da iman eder ve elinden geldiği kadar ibadet yapabilir. Bu onun kendi tercihine bağlı ve onun sorumluluğudur.

İnsana akıl ve irade verilmesi anlaşılır bir şey. İnsan bir şeyi zorla  yapıyorsa ondan sorumlu olmaz ve hesaba çekilmez. Bir insana neden acıkıyorsun diye sorulmadığı gibi... Ama aç olan insan karnını doyurmak için zararlı şeyleri yemeğe, hırsızlık yapmaya kalkışıyorsa bundan sorumludur. Zira bu eylemi kendisi ister ve yapar.

İnsan değerlidir. Neden? Bir çok sebebi var. Ama özellikle akıl ve irade sahibi oluşunun altını çizmek gerekiyor. İnsana akıl verildi ki onunla düşünsün, tanısın, anlasın, ölçüp biçsin. Onunla faydalıyı ve zararlıyı ayırdetsin. Onunla yanlışı ve doğruyu anlasın. Seçmekte ve tercih etmekte serbest olsun ki eylemleri anlamlı, kişi ondan sorumlu olsun...

Kur’an ifade özgürlüğü konusunda şöyle diyor: “Onlar (aklını kullananlar) söz(leri) dinler ve en güzeline uyarlar.” (Zümer 39:18) Güzel söz’ün gücünün ve değerinin bilinmesi için de özgür bir ortamda ifade edilmesi gerekir. 

 

-Sınırlı özgürlük ya da sorumluluk

Allah (cc) şöyle buyurdu: “İnsan, başıboş bırakılacağını mı  sanır?” (Kıyâme 75:36) Yani dilediği keyfine göre hareket edebileceğini, yaptıklarından hesap vermeyeceğini mi zannediyor

İnsanın irade sahibi, yani özgür oluşu sorumluluğu da beraberinde getirir. Kur’an ona hareket serbestisi tanımakta, ama sonucundan da onu sorumlu tutmaktadır. Bir başka ifadeyle Kur’an insanın sorumluluğunu ve gücünü inkâr etmiyor, ama onun Allah’tan bağımsız olmadığını söylüyor.[8]

Hiç bir hukuk ve siyasi sistemde sonuna kadar özgürlük yoktur. Yine her hukuk sisteminde suç sayılan davranışlar vardır. Her toplumda haklar ve sorumluluklar içiçedir. Toplumda insanların özgürlük alanları, diğerlerinin hakları tarafından ister istemez sınırlanmaktadır.

Dahası özgürlük ile sorumluluk arasında sebep-sonuç ilişkisi vardır. Bir kimse bir şey yapma konusunda özgür olduğunu düşünüyorsa, o konudaki sorumluluk da ona aittir. Özgürlüğü “istediğini yapma” şeklinde anlayanlar sorumluluktan kaçanlardır. Şu söz özgürlük konusunda doğru:

“Özgürlük sorumluluk altına girmektir, bu yüzden bir çok insan ondan korkar.” G.Bernard Shaw

Bazı günahlar kişi ile Allah arasındadır. Yalnız o kişiyi ilgilendirir. Zararı kendinedir. Bazı günahlar vardır ki, başkalarını da ilgilendirir. İşlenilen günah topluma zarar veriyorsa, o ülkedeki yasalar devreye girer.

Demek ki insan sonuna kadar özgür değilmiş.

Arabasıyla trafiğe çıkan, ben arabamı istediğim gibi kullanırım, araba benim değil mi diyemez. Trafik kurallarına uyması gerekir. 

Kişi bir iş yerinde, belli bir ücret karşılığı, belli saatlerde çalışıyorsa; bazı işleri “ben özgürüm, kimse bana karışamaz, istediğim gibi hareket ederim” diyebilir mi? Derse, onu o iş yerinde kaç gün tutarlar?

Kişi aile hayatında “ben özgür bireyim, istediğimi yaparım” diyemez. Öğrenci ders  saatinde, dinleyici salonda, katılımcı toplantıda v.b. durumlarda sonuna kadar özgür değildir.

İslâmı din olarak kabul ettim diyen kimse “ben hürüm, canımın  istediğini yaparım” derse; böyle inanmanın bir anlamı olur mu?

 

-Özgürlüğü nerede aramak gerekir?

En başa yüreğin özgür olmasını koymalıyız. Kalp özgür olmadan diğer özgürlük tanımları havada kalır. Kasdettiğimiz özgürlüğün dört aşaması/boyutu vardır. Bunlar içiçedir. Birbirinden kopuk değildir.

Birincisi; her insanın doğuştan hakkı. Yukarıda geçti.

İkincisi; kişinin Allah’ın kendisine verdiği seçme hakkını (iradeyi) yanlış (bâtıl) inanç, kötü işler için kullanması. Yani kendi tercihi ile bağımlı olması... Herhangi bir kişiye, yapıya, eşyaya ve benzeri şeylere, nefsin tutkularına köle olması... Kendi ayağına kendisinin bukağı vurması...

Bu, ‘özgürlük’ gibi bir nimetin kıymetini bilmemek, aklı ve iradeyi iyi yönde kullanmamaktır.

Üçüncüsü; kişinin içinde bulunduğu şartları ve başkalarının hakkını, özgürlük alanının sınırlı olduğunu hesaba katarak hareket etmesi. Her istediğini değil, kendisine, ailesine, çevresine faydalı olan şeyleri özgür iradesiyle seçip yapması, sorumlu olduğunu unutmaması...

Dördüncüsü; inanç ve ibadet özgürlüğüdür. Tekrar etmek gerekir ki insanı Yaratan ona seçim hakkını da verdi. Sonucuna katlamak şartıyla dileyen dilediği dine, dilediği ideolojiye inanır. Dileğini tanrıya kulluk yapar.

Bir müslüman için özgürlük tanımı: Onun kendi iradesiyle Allah’a kulluğu seçmesi... Bunu atalarını izlemek, topluma ayak uydurmak, bazı çıkarlar elde etmek için değil; ikna olarak yürekten tercih etmesidir...

Bu tercih uydurma tanrılara, nefsin hevâsına, aşırı hırs ve tamaha, zararlı bağımlılıklara kul-köle olmamaktır...

Birileri demiş ki “gerçek özgürlüğü Hakka kullukta buldum.” “İslâm insanları uydurma tanrıların köleliğinden, ya da kula kulluktan kurtarıp Allah’a kendi hür iradeyle kul olmalarını sağlamak için gönderildi.”

Özgür olmak, Allah’ın insanın nesne, meta’ değil birey-kişi (halife) olmasını istemesidir.[9]

Günümüzde gerçek özgürlüğün nerede olduğuna iyi bakmalı.  Piyasadaki özgürlük lâflarına kanmamalı. Nefsin veya şeytanın; “sen özgürsün, hadi canının istediğini yap” fısıltılarına aldanmamalı.

İnsanların zalimler tarafından köle yapılması, insan onuruna saygısızlıktır, değerli iken onu eşya seviyesine indirmektir.

Şu örneğe bakalım: Hz. Ömer’in atadığı Mısır valisinin oğlu babasının yetkisini kullanarak halka baskı uygulamış, babasının yetkisini kendi menfeati için kullanmak istemiş. Bunu öğrenen halife hz. Ömer valiyi Medine’ye çağırıp uyarmış ve şu meşhur sözü söylemiş: “Siz ne zamandan beri annelerinin hür olarak doğurduğu insanları köleleştiriyorsunuz?”[10]

Şimdilerde iyi ki bu anlamda kölelik yok. Ama resmiyette biten kölelik pratikte bitti mi? Günümüzde birileri birilerini farklı yöntemlerle köle edinmeye devam etmiyor mu? Yeraltı dünyası, kadın ve uyuşturucu çeteleri, bazı zalim zenginler; zayıfları, garibanları, mültecileri köle gibi kullanmıyorlar mı?

 Bazıları da gönüllü olarak zararlı maddelere, çıkara, zevk ve eğlenceye, aşırı tutkularına kul-köle olmaya devam etmiyor mu?

-Özgürlüğü kısıtlayan sebepler

Ne yazık ki bazı insanlar Allah’ın kendilerine verdiği özgürlük gibi bir değeri kendi elleriyle, yanlış tercihleriyle kısıtlar, ya da kaybederler. Bunun sebeplerini şöyle sıralamak mümkün:

1-Aşırı tutkular

Tutkular iki türlüdür. Birincisi her insanda olması gereken ihtiyaç olan olumlu tutkular, istekler, arzular...

İkincisi, aşırı, insanı âdeta köleleştiren, kişilere, çıkara, maddi şeylere kul yapan zararlı tutkular.

Bir insanın ihtiyacı olan bir şeyi normal ölçülerde istemesi, elde etmek için çaba göstermesi yanlış değil. Birilerini sevmesi de öyle. Ama aşırı tutkularının, arzularının, hırs ve tamahının uydusu, başka bir insanın kulu-kölesi olması başka bir şey... Fâni şeylere tutsak olanlar da özgür değildir.

2-Bağımlılık

Çok farklı bağımlılıklar var. Bazıları uzun süre, hatta ömür boyu bazı şeylerin bağımlısı olur. Bazıları da bir veya bir kaç şeye bir müddet bağımlı olur. Bunların bir kısmı önlenebilir, tedavi edilebilir. Bir kısmının ise galiba çaresi yok.

Çoluk çocuğunun ekmek parasını, hatta eşyasını, evini bile kumara veren bir kumarbazın özgür olduğunu kim iddia edebilir? 

Evinin yolunu dahi bulamayan, evli ise evini ihmal eden, normal bir işde çalışamayan, ayakta duracak hâli kalmayan bir alkolik, uyuşturucu  bağımlısı özgür değildir. Fakat bu gibiler bunları kendi özgür istekleriyle yapıyorlar.

Bazıları pragmatizm ve çıkar, lüks ve israf, zevk ve lezzet delisi,  tüketim, moda ve marka, sürekli satın alma bağımlısı olabiliyor.

İnsan yeniden yüreğine bakmalı, ne ile dolu? Sevdalar, istekler, telaşlar, tercihler, bağlar, bağlantılar, korkular, endişeler, beklentiler neye yönelik? Yüreğe ve iradeye hükmeden neler ve kimler?

Bir kimse uyarılara, iyi bir eğitime, hatta inanmasına rağmen kendi isteği ile bu gibi bağımlılığı tercih ediyorsa, kendi özgürlüğünü kendisi kısıtlamış olur.

3-Aç gözlülük, kanaatsizlik

Paraya, makama, mala, servete, meşhur olmaya doymamak... Eldeki yetinmemek (kanaat etmemek),  daha fazlasını, daha çoğunu, daha ötesini istemek... Hayatını bunların üzerine kurmak ve bunlardan başka bir amaç edinmemek, başka kutsal tanımamak... bağımlılıktır. 

Böyleri mala, dünyalıklara geçim malzemesi olarak değil, ulaşılması gereken en yüce amaç olarak bakarlar.. Onlar mala sahip olacağına mal onlara sahip olur. Malın malı olmak herhâlde buna denir.

Denir ki, dünyalıklar insanı dışında olursa hayatı kolaylaştırırlar. Ama onların sevgisi, tutkusu insanın kalbinde olursa onu batırırlar. Özgürlüğünü elinden alırlar. Tıpkı su gibi. Geminin dışında su onu yüzdürür. Ama aynı su geminin içine dolarsa onu batırır.

Kişi bir de kendisinden daha ilerde olanlara bakarsa... Bir ömür bunların peşinden koşturmaya devam eder. Bu tutum da insanın özgürlüğünü kısıtlar, onu dünyalıkların, menfeatin kulu hâline getirir.

4-Nefse (hevâ ve hevese) uymak

‘Hevâ’; nefsin boş, sonuçsuz, değersiz kararlarını ve zevke düşkünlüğünü anlatır. İnsanın aşırı isteklerine, Allah’tan gelen kesin bilgiye (vahye) uymayan tutumlarına ‘hevâ’ denilmektedir.

Böyle bir nefis, sahibini hırs ve tamaha,  aşırı zevke sürükler... Kulluk görevlerinden uzaklaştırır...

Nefsin meşru istekleri, ihtiyaçları normal yoldan ve Allah'ın ölçülerine uygun karşılandığı zaman hata olmaz. Ama nefis her zaman arzu eder. Ancak bunların bir kısmı insanın ihtiyacı değil, hırs, tamah ve açgölülüktür. Aşırı isteklerin peşinden sürüklenme de nefsin esiri olma tehlikesine düşürür,  ilâhi sınırları zorlar. 

Bir kimse Allah’tan gelenlere kulak asmaz, kendi görüşünü, zevkini, kararını, arzusunu en doğru zannederse; bu azdırıcı bir nefistir. 

Nefsin hevâ ve heveslerine uymak özgürlüğü kısıtlayan en önemli engellerden biridir. Hevânın kölesi olmak insanı inkârcı bile yapar.

5-Yapılara ve kişilere teslimiyet

Bazıları –adı her ise- bir kişiye vaya bir yapıya bağlanıyor. İradesini onlara teslim ediyor, kayıtsız şartsız itaat ediyor. İtiraz etmeyi, şüphelenmeyi dahi unutuyor. Hangi emir verilirse verilsin, yapıyor ve ne istenirse veriyor. Yani kişiye ve yapıya kul-köle gibi oluyor. Böylelerinin özgür olduğunu söylemek mümkün mü?

Liderlere, önderlere, şeyhlere kayıtsız-şartsız teslim olmak da  gerçek özgürlüğü kısıtlar. Hayatın gereği kişinin bir lideri/önderi olması, bir yapıya, bir organizeye, bir oluşuma dahil olması anlaşılır bir şeydir. Ama bunlara tam teslimiyet; kendi benliğini kaybetmek, akıl ve iradeyi devre dışı bırakmak anlamına gelir.

Bu da giderek kişinin adeta gönüllü köle olması sonucunu doğurur. Zira bazı yapılar ve başlarındaki kişiler, kendilerine bağlananların “ölü yıkayanın önündeki cenaze” gibi olmasını isterler.

Böyleleri üye, taraftar, sempatizan, kardaş, yol arkadaşı, ehil eleman değil; aklını kullanmayan, düşünme yeteneği körelmiş, hizmet edebilecek uydular, fedakârlık yapacak fedâiler, kullar isterler. 

        6-Baskılar

        Bu saydıklarımız kişinin kendi tecihleriye özgürlüğünü kısıtlama sebepleri idi. Bir de dışarıdan bazı etkenler insanın özgürlüğünü kısıtlar.

Bunları şöyle sıralayabiliriz: Baskıcı yönetimler. Bazı yönetimler baskıcıdır, muhalefet istemezler. Vatandaşın haklarını, fikir hürriyetini kısıtlar, hareket alanını ve özgürlüğü daraltırlar.    

Mahalle baskısı. Bu da aile, akraba, cemaat, klik, parti, işyeri, geçerli rejim, kültür ve sosyal sınıf olabilir. Bunlar herkesin kendileri gibi olmasını ister, farklılıktan hoşlanmazlar. Bu da görünmeyen bir baskıdır, özgürlük yolunda bazen ciddi bir engeldir...

Diktatörler. Kral, padişah, reis, darbeci, köle tüccarı, mafya babası, sahte şeyh vs. olabilir... Bunlar elleri altında olanların kendilerine itaat etmelerini, verilen emre uymalarını, çizginin dışına çıkmamalarını isterler. Farklılık, muhalefet, itiraz istemezler.

Gelenek. Toplumların önceki kuşaklardan aldıkları inanç, fikir, âdet, uygulama, kültür vb. Bunların genelde kişiler üzerinde etkisi olur. Geleneğe, töreye uymak elbette kölelik değildir. Ama bazen özgür düşünmeye engel olabilirler. Bazı toplumlarda örf (töre) yasalardan da, dinî kurallardan da güçlüdür. O toplumun insanı bunlara karşı gelmeye kolay kolay cesaret edemez. 

Hüseyin K. Ece

13.03.2022

Zaandam

 

[1] https://Dergi.diyanet.gov.tr/Makaledetay.php?ID=18542

[2] Gökmenoğlu, H.T. İslâmda Şahsiyet Hakları, s: 111. Özdağ, Ü. Doğuda ve Batıda İnsan Hakları (içinde) s: 79

[3] Aydın. Mehmed. Din Felsefesi, s: 158

[4] Şekerci, Osman. İnsan Hakları Alanında Temel Belgeler ve İslâm, s: 35

[5] Gökmenoğlu, H. T. Age. s:114

[6] TDK Türkçe Sözlük, 2/1148

[7] Pirimoğlu, A. http://www.yetkindusunce.com/oku/yazi-11-ozgurluk-ve-secde.html

[8] Özler, M. İslâm Düşüncesinde İnsan Hürriyeti, s:63

[9] Pirimoğlu, A. http://www.yetkindusunce.com/oku/yazi-11-ozgurluk-ve-secde.html

[10] Kandehlevî, Y. Hayatü’s-Sahâbe (çev.), 2/195