Kur’an’ın önemli kavramlarından biri olan ‘sünnetullah’ kelime anlamı  ‘Allah’ın sünneti’ demektir.

-Sünnet; kelimesi ‘sen-ne’ fiilinden türedi. Bu da aslında suyu yüze dökmek demektir. Dökülen suyun damlalarının birbirini izlemesinden hareketle bir şeyin birbiri ardına yapılması manasına ulaşılmış.[1] 

‘Sen-ne’ fiili ayrıca doğru yolda olmak, deveyi güzel şekilde gütmek, suyu dökmek, bir seyi sivriltmek, bir şeyi âdet olarak ihdas etmek, örnek olarak ortaya koymaktır.[2] Bunlarda süreklilik söz konusu. Nitekim sünnetin işlek yol manasında kullanılması da buradan gelmiş olsa gerek.[3]

Sünnet; sözlükte; hüküm, kanun, âdet edinilen şey, şekil, sûret anlamında tabiat sözcüğünün de karşılığıdır. Övülen yol, huy, yön[4], siyret, tavır, âdet, gidişat manalarına da gelir.[5]

-Kavram olarak sünnet

Sünnet kavram olarak; orijinal, sürekli ve belli ki ölçüye oturmuş iyi veya kötü davranış biçimidir. [6] Ya da bir kimsenin alışkanlık hâline getirdiği davranışlar, -olumlu veya olumsuz- kişilerin ve toplumların yapmaya devam ettikleri gidişattır.

Bu kelime Allah’a nisbet edildiği zaman şöyle demek mümkün: Allah’ın ötedenberi süregelen ve sürecek olan, kendine özgü, değişmeyen davranış biçimi, Allah’ın hükmü, Allah’ın kanunu...

Sünnetin Kur’an ve hadislerde sosyolojik bir içeriğinin olduğunu, sosyal olayları Tevhid açısından değerlendirmekte kullanıldığını görürüz. Topluluklarin hayatn biçimleri/anlayışları, âdetleri kültürleri ‘onların sünneti’ kelimesiyle ifade edilmektedir. (Âli İmran 3:137)

Sünnet, sürekli değişmeye rağmen her zaman aynı kalan bir hayat tarzını, bir anlamda devamlı yapmayı, âdet hâline getirmeyi ifade eder.

Kur’an’da genellikle değişmez yasalara ve hükümlere, uygulama veya adetlere ‘sünnet’ denilmektedir. (Rasulüllah’ın islâmî hayatı ve şeriatin delillerinden olan Sünnet kavramı konumuz dışı.)

-Kur’an’da sünnet

Sünnet kelimesi Kur’ân’da ikisi çoğul olmak üzere (sünen) 16 yerde geçer. Bunların dokuzu Allah’a veya O’nun yerini tutan zamire izâfe edilerek “Allah’ın sünneti” mânasını taşır. Diğerleri, “Allah’ın geçmiş ümmetlere veya onlara gönderdiği peygamberlere uyguladığı yasa” anlamındadır.[7]

-İyi veya kötü cığır (adet) olarak sünnet:

‘Sünnet’, hadislerde sözlük anlamıyla iyi, kötü çığır/âdet olarak   geçiyor.

“Kim İslâmda ‘hasene bir sünnet-iyi bir çığır’ yaparsa-başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk yapana ecir (sevap) yazılır. Buna karşı o sünneti yapanların sevaplarında bir eksiklik olmaz...”[8]

Rasûlullah (sav) müslümanların gelecekte “öncekilerin sünneti”ni (âdetlerini, gidişatlarını) adım adım takip edeceklerini söyleyip onları sakındırmıştır.[9]

-İyilerin yolu olarak sünnet

“Öncekilerin sünneti” deyimi bir âyette olumlu anlamda geçiyor. Allah (cc) evlilikle ilgili bazı ölçüleri bildirdikten sonra şöyle buyuruyor:

“Allah, size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden önceki iyilerin yollarını (sünen’ini) göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor...” (Nisâ 4:26)

Önceden gelip geçmiş iyilerin âdeti, tavrı; Tevhid inancı üzere olmaktır. Onlar peygamberlerin gösterdiği yoldan gitmişler, Allah’ın ölçülerine uygun yaşamışlar, ilâhi daveti güzel temsil etmişlerdir. Tevhide dayalı bu inanç ve yaşayış biçiminin büyük bir kısmı evrensel ve tarih üstüdür. 

-Kanun (hüküm) olarak sünnet:

Aynı tavrı gösteren kişi ve topluluklara aynı ‘sünnet’, yani aynı hüküm yine uygulanır.

Kâinatın sahibi, hem genel anlamda bütün evrene, hem de canlı cansız bütün varlıklara ‘bir yol’ çizmiştir, bir ölçü belirlemiştir. Bütün varlıklar Allah’ın takdirinin doğrultusunda işlevlerini yerine getirirler. (A’lâ 87:2-3)

Kisi ve toplumlar da bunun dışında değildir. Allah (cc) elçileriyle onlara yolun doğrusunu ve yanlışını gösterir. Nasıl hareket ederlerse nelerle karşılaşacaklarını kendilerine haber verir. Onlar değiştirmezlerse Allah da onların iyi ve kötü durumlarını değiştirmez. (Ra’d 13:11)

İşte insanların ve toplulukların amellerine (yaptıklarına) karşılık görecekleri şey, onlar hakkında konulan ‘sünnettir, yasa veya kuraldir’.

-Sünnetullah-Allah’ın sünneti

Kur’ânî terim olan ‘sünnetullah’ 7 yerde, bir ayette de ‘sünnetünâ-bizim sünnetimiz’ şeklinde geçiyor. İlgili âyetler daha çok Allah’ın geçmiş toplumlarla ilgili uygulaması, kanun özelliği kazanmış olaylar hakkındadır.

Kur’an’da sünnet kelimesindeki “sürekli, düzenli ve özgün uygulama” anlamı Allah’a nisbet edilerek O’nun yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamasının bulunduğuna işaret edilmiştir.[10]

‘Sünnetullah’, öncelikle kendilerine gönderilen paygambere inanmayan, Hakka karşı tuzak kuran geçmiş ümmetlere verilen bir karşılık, onlar hakkında gerçekleşen bir ceza veya geçerli kuraldır.

İnsan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur’an bunu  geçmiş kavimlerin başından geçen olaylarla ortaya konmakta, elçilerin bu yasaları öğretmek için gönderildiğini, bunlara göre yaşayan toplulukların mutluluğa erdiğini, bunları dinlemeynelerin ise ceza aldıklarını haber veriyor.

Bu ilâhi yasaların baskı niteliğinde olmadığını bildirmek için de onları bazen insana, bazen de Allah’a nisbetle, şartlı önermeler şeklinde anlatıyor. Ra‘d 13:11de değişim insan fiillerine, İsrâ 17/16de Allah’ın iradesine bağlanmıştır.  

İnsanı kulluk için yaratan Allah (cc) ona takvayı da, fücûru da öğretmiştir. (Şems 91:7-10) İnsan kendisine verilen bu seçimle iyi de olabilir, kötü de... Bu denemenin sonucu olarak yaptıklarının karşılığını alır. Ona yaptıklarının karşılığını göstermek, yani hak ettiğini vermek; yahutta dünya hayatında seçtiği yolun sonucunu göstermek Allah’ın öteden beri yaptığı uygulamadır, O’nun sünnetidir. (Enfal 8:38. Mü’min 40:85) Ya da Allah’ın ötedenberi devam eden, kendine özgü, değişmeyen davranış biçimi, kuralı...

Sünnetin uygulama, tarz, yöntem, usûl anlamıyla Allah’ın da sünneti vardır. Sünnetullah, yani O’nun kanunu, tasarruflarındaki usûlü, tarzı demektir. “Allah’ın sünneti değişmez”. Yani O rasgele hareket etmez.[11]

Sünnetullah kavramı ‘sünnet’ kavramının taşıdığı süreklilik, değişmez oluşu gibi özellikleri aynen taşımaktadır.

-Öncekilerin sünneti

Sünnetullah, önceki ümmetlere yapılan uygulamalar veya onlar hakkında gerçekleşen hükümler olarak da tefsir edildi.[12]

Sünnetullah’ın tarihte kişi ve toplumlar hakkında uygulaması dört âyette, ‘sünnetü’l evvelîn-öncekilerin sünneti’ şeklinde ifade ediliyor. Bu da olumlu anlamda Peygamberlere itaat edenlerin yolunun doğruluğu ve onlara nimet verilmesi; olumsuz anlamda peygamberlere itaat etmeyen topluluklar hakkında gerçekleşen hükümdür.[13]

Kimileri büyüklük taslar, hakka karşı tuzak kurar. Oysa tuzak ancak sahibini kuşatır. “İnkârcılar, öncekilere uygulanan kuralı mı (sünnetü’l-evvelîn’i mi) bekliyorlar. Sen sünnetüllah’ta hiç bir değişiklik, sapma bulamazsın...” (Fâtır 35:43)

Böyleleri Kur’an ve Rasûlle hidâyet gelmesine rağmen bundan yüz çevirirler. Bunun sebebi öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmeyecek beklentisidir. (Kehf 15:55) Nitekim hem diğer peygamberlere, hem son elçiye kavimleri “tehdit ettiğin azabı getir” dediler. (Hûd 11:32. A’raf 7:70. Ahkaf 46:22.v.d.)

İnkârcılar, eğer (düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır. Eğer dönerlerse, öncekilere uygulanan yasa (sünnetü’l-evvelîn) onlar için de geçerli  olacaktır.” (Enfâl 8:38)

Vahiy münafıkları, toplumda çirkin işlerin yayılmasına sebep olanları, toplumu ifsat edenleri, bu kötü huylarından vazgeçmelerse ceza ile tehdit ediyor. Arkasından; “Allah’ın öncekiler  için geçerli olan uygulaması budur; ve sen Allah’ın sünnetinde hiç bir değişiklik bulamazsın” diyor. (Ahzab 33:62. Bir benzeri: Fetih 48/23)

Demek ki burada ‘sünnetullah’, kendilerine gönderilen paygambere inanmayan, azgınlaşan, Hakka karşı tuzak kuran geçmiş ümmetlere verilen bir karşılık (ceza), geçerli kuraldır.

-Peygamberler ile ilgili sünnetullah

İnsanlık tarihi boyunca gelen peygamberler insanları uyarmış, onları hidâyete davet etmiş, itaatsizliğin sonuçlarını haber vermişlerdir. Ancak bazı kavimler uyarılara rağmen azgınlığa ve isyana devam etmişlerdir. Allah (cc) da onlara bu kötülüklerinin karşılığıni göndermiştir.

İşin böyle olması Allah’ın değişmez sünnetidir. 

Peygamberler, kavimleri onlara inanmasalar bile azgın inkârcılar karşısında çalışmalarıyla zafer kazanırlar. Çünkü peygamberlerin üstün olması Allah’ın sünnetidir, yazgısıdır. (Mücâdile 58:21)

İslâm öncesi câhiliye insanları birini evlatlık aldıkları zaman onu kendi öz çocukları sayarlardı. Allah (cc) bu yanlış uygulamayı yasakladı. Bunu fiilen yürürlüğe koymak için de Paygamber’e eskiden evlatlığı olan Zeyd’in boşadığı hanımı ile evlenmesini emretti. Müşrikler bunu dillerine doladılar. Vahiy Rasûlüllah’ı teselli ve yaptığının doğru olduğunu te’yid etti. (Ahzab 33:38)

Son Elçi insanlardan çekinerek Allah’ın helâl kıldığına uymamazlık etmez. Önceden gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın hükmü böyle idi.

Bu âyetteki Allah’ın sünneti’ni Allah’ın (tanrılık) hakkıdır diye de anlamak mümkün.[14]

İsrâ 17:75. âyetinde mü’minlere önemli bir uyarı var: Eğer davetini kabul edip hükümlerine uydukları sürece Allah onlara yardım eder. Eğer inkârcıların peşine takılır, Allah’ın uyarı ve nasihatlerini unuturlarsa, O’nun rızası yerine inkârcıları memnun etmeye çalışılarsa, O da yardımını keser. Üstelik O’nun verebileceği cezayı da kimse önleyemez.

Tarihen sabittir ki Mekkeli müşrikler Muhammed’in (sav) elçiliğine karşı çıktılar. İslâmî daveti önlemek için ellerinden geleni yaptılar. Müslüman olanlara baskı ve işkence uyguladılar. Buna rağmen Rasûlüllah Mekke’yi terketmedi. Taki Allah’ın emri gelinceye kadar. Âyet, elçiyi zorlayanları uyarıyor. Nitekim Hicretten bir müddet sonra müşrikler zayıfladılar. Mekkenin fethiyle oradaki saltanatları sonsuza kadar bitti. Böylece Allah’ın diğer elçilerle ilgili sünneti (yasası) gerçekleşti. (İsrâ 17:76-77)

O da; “bir peygamber hicret etmeye mecbur bırakıldığı yer, onu oradan çıkaranlara yurt olmaz” hükmüdür. [15]

-Kişi ve toplumlar ile ilgili sünnetullah

Kur’an’da hem tabii varlıklar hem tarihte olmuş hadiseler alanında geçerli olan ilâhî kanunlara vurgu yapılıyor ve her iki konuda da sistemin belli bir düzen ve kural çerçevesinde işlediği belirtiliyor.[16]

Rabbimiz ilk müslümanları ve sonrakileri karşılaştıkları zorluklar, uğradıkları haksızlıklar konusunda teselli ediyor:

 “Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler (sünen) gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da (hakkı) yalanlayanların sonu nasıl oldu bir görün.” (Âli İmran 3:137)

Bu âyette çoğul olarak geçen ‘sünen-sünnetler’; Âd, Semûd, Eyke gibi önceki ümmetlere yapılan uygulamalar veya onlar hakkında gerçekleşen hükümlerdir. Son örnek de Uhud’tur. Her ne kadar Uhud bir yenilgi gibi görünse de Allah azgın inkârcılara bir müddet mühlet verir. Sonunda Allah’ın Elçisine ve müslümanlara vadettiği yardım, zalim inkârcılar için hükmettiği helâk gerçekleşir.[17]

Bazı toplumlar maddi ve siyasi güçlerine güvenerek azgınlaşırlar, zulüm yaparlar, İlâhi davete düşmanlık ederler. Tarihte böyle olan nice topluluklar bu azgınlığın kendilerine fayda vermediğini gördüler. Helâk olacaklarını anladıkları zaman görünürde ‘inandık’ demeleri de kendilerini kurtarmadı.

İşte bu kural (sünnet) öteden beri uygulanan ilâhi yasadır. Aynı durumda, aynı tavırda, aynı şirretlikte olan kişi ve toplumlar hakkında hâlâ geçerlidir. (Mü’min 40:85)

-Sünnetullahın benzerleri:

Allah’ın insan ve toplumlara/varlığa uyguladığı genel hüküm, karar ve prensip manasına gelen ‘sünnetullah’ın Kur’an’daki benzerleri; ‘kavl, hak, kelimetullah, kelimetü rabbi, eyyâmullah-Allah’ın günleri’dir. Ayrıca Kur’an’da olmayan âdetullah var.

Bu gibi kavramları Kur’an bütünlüğü içerisinde, kendi bağlamında ve Kur’an’ın maksatları doğrultusunda anlamak sünnetullah’ın anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Kur’an ifadelerini ve konularını incelerken veya anlamaya çalışırken, bunların tarih boyunca mezhep, meşrep, tarikat, kültür ve geleneklerden etkilendiğini, hatta çok farklı manalar ve formlar kazandığını hesaba katmak gerekir.  

-Sünnetullah ve âdetullah ilişkisi

Allah (cc), yarattığı her şeye bir ölçü koymuştur. Canlı veya cansız bütün varlıklar bu ölçüye uyarlar. Her bir yaratık, konulduğu düzlemde, kendisine verilen özellikleri gösterir, bir anlamda görevini yapar. 

Yaratıkların sahip olduğu özellikler ve onlara bağlı olarak meydana gelen olaylar, Allah’ın onlar hakkında koyduğu ‘sünnettir/yasadır’.[18]

-Âdet; sözlükte ‘âdet’; eski duruma dönmek; geri çevirmek, bir şeyi tekrarlamak, üst üste yaparak alışkanlık hâline getirmek gibi anlamlara gelen ‘avd’ kökünden türemiştir. Alışılmış, alışılagelen ve aynı tarzda devam eden demektir.

-Âdetullah: Âdet ve Allah kelimelerin oluşan bu kalıp ifade, Allah’ın insan bünyesinde ve evrende var olan, değişmeyen düzeni anlamına gelir.

Tabiat olayları arasındaki sebep-sonuç ilişkisine İslâm düşüncesinde “âdetullah-Allah’ın âdeti, prensibi, kanunu” denilmiş.[19]

Tabiatta gözlenen düzenli işleyiş, etki-tepki mekanizması içinde kendi kendine bir süreklilik ve tekrarlanış gibi görünürse de gerçekte düzeni kuran ve işletenin Allahtır. İslâmî terminolojide fizik âlemle ilgili ilâhî yasalara “âdetullah” veya kısaca “âdet” denilmiştir.[20]

Kâinatta meydana gelen olaylar Allah'ın koyduğu birtakım kurallara, kanunlara tabidir; her şeyde bir sebep sonuç ilişkisi vardır. Evrenin yaratılışından kıyâmete kadar tabiat olayları bu kanunlara bağlı olarak gerçekleşir.[21] 

Kişi  ve varlıkların hayatı için biyolojik yasalar olduğu gibi, toplumların düzen ve güven içinde yaşamaları da belli kurallar gerekir. Bir toplumun helâkı, bozulması veya cezaya çarptırılması da belli yasalara bağlıdır.

Kur’an tabiat kanunları ile sosyal kanunlar arasında bağ kurarak sosyal kanunlara uyulmaması halinde tabiat kanunlarının devreye girip helâkı hazırladığına işaret ediyor.[22]  

İnsanların tekrar ettikleri davranışların adı olan âdet kelimesi Allah için kullanılabilir mi?

Bazı yorumculara göre evrendeki fizikî ve biyolojik sistem ve olaylar hakkındaki ilâhi irade, yasa, uygulama için ‘sünnetullah’ yerine ‘âdetullah’ denilebilir. Onlar sünnetullah ile âdetullah arasında bağ kurarlar. Her ikisine de Allah’ın hükmü, prensibi anlamını verip ikisini birbirlerinin yerine kullanırlar.

Bir görüşe göre; âdet, Kur’an’da, ‘sünnet’ olarak yer almis olup müfessirler tarafından da kanun ve prensip olarak anlaşılmış.[23]

Allah (st) belli kâinatı ve insanı bir amaç için yarattı. Bu amacın gerçekleşmesi için de yeryüzünde olanları insana tahsis etti. (Bekara 2/29) İnsanın kullanımına sunulan her şeyi de belli yasalara ve kurallara bağladı. Bunlara âdetullah diyebiliriz.[24]

Her ne kadar bazıları sünnetullah ile âdetullah’ın aynı manaya geldiğini düşünseler de ikisinin aynı olmadığını söylemek gerekir. Âdetullah Kur’an’da geçmez. Daha sonradan, özellikle tabiat olaylarını açıklamak, “tabiat kendi kendine var oluyor” diyenlere karşı, onu da Allah’ın yarattığını, yürüttüğünü, bunu da bazi yasalarla yaptığını anlatmak üzere âlimlerce geliştirilen bir kavramdır. Belli ki fizik âlemde hakim olan nizama doğrudan ‘sünnetullah’ diyemeyenler, sonradan üretilen âdetullah kavramını kullanmaya ihtiyaç hissetmişler.

Daha sonra bu ikisi aynı şey zannedilmiş, hatta tarihi süreçte ‘âdetullah’ sünnetullah’ı anlamada belirleyici olmuştur. Sünnetullah’ın Kur’an’daki kullanımı ve buna bağlı olarak ilk dönemlerdeki anlaşıldığı mana ile daha sonradan kazandığı anlam arasında fark vardır. Sünnetullah’ta her ne kadar yasa anlamı ön plana çıksa da bunun konusu fizik alan değil, kişi ve toplumlardır.[25]

Bizce, varlıkların sahip olduğu özelliklere, şekillere, biçimlere ve onlara bağlı olarak meydana gelen olaylara sünnetullah değil, fıtrat, fıtratullah demek daha isabetli...

-Hakk

Sözlükte fiil olarak anlamı uygun, muvafık, denk olmak demektir.[26] Sabit olma ve varlığın gerçek olması, gerçekleşmesi  demektir. Bu da zihinde tasarlanan şey ve bilgi ile bilinenlerin birbirine uygun olması şeklinde anlaşılır.

Gerçekleşen olaylar hakkında ‘tahakkuk etti’ denir ki bu, olayın hakk olarak, yerinde, bir gerçek olarak meydana geldiğini anlatır.

Bir kaç âyette kavlin veya kelimenin gerçekleşmesi ya da yerini bulması anlamında fiil olarak geçiyor. (Sâd 38:14. Zümer 39:71)

Allah (cc) her ümmete “uydurma tanrılara ibadet etmeyin” diyen elçiler gönderdi. Lakin kimisi kendi iradesiyle hidâyete uydu kimisi de uymadı. Bunlar için sapıklık hak oldu. (Nahl 16:36) Bu bir anlamda kendi tercihlerinin ve yaptıklarının sonucunu hak ettiler demektir. Kişi yaptıklarının karşılığını bir kısmını bu dünyada, bir kısmını âhirette alır.

-Kavl

Kavl; düzenli, tertipli söz, birileriyle ilgili bilgi, bir şeyle ilgili samimi endişe veya ilgi gösterme demektir.[27] Kavl, -konumuz açısından- hüküm, karar manasında da kullanılır.[28]

Hüküm anlamıyla kavl’in dünyalık ve âhiretlik iki boyutu var. Kur’an geçmiş kavimlerin hak etmeleri sebebiyle haklarında kavl’in gerçekleştiğini haber veriyor. Allah (cc) Nûh’a (as) tufandan önce yaptığı gemiye haklarında kavl/hüküm verilmiş olanların dışında her türden çift ve iman edenleri almasını emretti. Onun kavmi İslâmî davete ve elçiye karşı uzun süre karşı çıktılar, azgınlık ettiler. Sonuçta suçlarının cezasını bu dünyada  çektiler. (Hûd 11:40. Mü’minûn 23:27)

Allah (cc) herhangi bir beldeyi, oranın elebaşları, ileri gelenleri azgınlık yapmadan helâk etmez. Ancak azgınlık edip, fitne ve zulme sebep olurlarsa onların da hakkında kavl/ilâhi hüküm gerçekleşir. (İsrâ 17:16)

Kur’an’ın indirilme sebebi de azgın inkârcılar hakkında geçerli hüküm konusunda onları uyarmaktır. (Yâsîn 36:70) Hesaptan sonra onlarla ilgili gerçekleşecek olan kavl’i/hükmü hatırlatıyor. Zira böyleleri âhireti hesaba katmazlar, dünyada azgınlığa, aşırı günah işlemeye devam ederler. Ölümden sonra da ilâhi hüküm gerçekleşir.

İlgili âyetlerde kavl hakk fiili ile birlikte kullanılıyor. (Neml 27:85. Kasas 28:63. Secde 32:13. Yâsîn 36:7. v.d.)

Bu da tıpkı sünnetullah gibi kişi ve toplumlar hakkındaki ilâhi kuraldır, yasadır.

-Kelimetullah-kelimetü rabbi

“Bunlar “Allah’ın kelimesi ve Rabbinin kelimesi demektir. Kelime aslında, işitme duyusuyla idrak edilen, iz bırakan söz demektir.

Konumuz açısından kelime; Allah’ın va’di, sözü, hikmetinin gereği olarak verdiği hükümdür. Bu anlamda Allah’ın sünnetinde değişiklik olmadığı gibi, O’nun kelimelerinde de bir değişiklik olmaz.[29]

Kur’an’ın ilk muhataplarından önce geçen bazı kavimler elçileri yalanladılar, hak davete karşı savaştılar. Allah da onlara hak ettikleri karşılığı verdi. Bu dünyalık ceza, aynı zamanda onların cehennemlik olduklarının da göstergesidir. (Mü’min 40:6. Yûnus 10:33)

Kur’an’ın gelişinden sonra kim ve hangi topluluk ona karşı mücadele ederse ilâhi hüküm onların hakkında da geçerli olur.

-Eyyâmu’llah-Allah’ın günleri

Bu deyim Kur’an’da iki âyette geçiyor. Bu oldukça dikkat çekici, zira zaten bütün zamanlar ve mekanlar O’na ait. (Bkz. Hadîd  57:2. Câsiye 45:27. Fetih 48:14 v.d.) Bu deyimin de sünnetullah gibi geçmişte yaşamış kişilerin ve toplumların eylemleri ile ilgili Kur’an’ın ilk ve sonraki muhataplarını uyarma amacında olduğunu görüyoruz.

-Eyyâmullah’ın geçtiği birinci âyet

Allah (cc) Musa'ya (as): “Halkını kopkoyu karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın günleri'ni (eyyâmullah’ı) hatırlat!” diye emretti. (İbrahim 14:5)

Bu âyetten önceki âyet Allah’ın hidâyet konusundaki hükmünü bildiriyor. Allah (cc) mesajını açıklasınlar diye elçiler gönderdi. Elçi ve kitap gönderildikten sonra hidâyeti isteyenlere Allah bunlarla hidâyet verir, sapıklığı tercih edenlere de izin verir. 

Hitap  her ne kadar Musa’ya (as) yönelik olsa da, hem Rasûlüllah’a hem de Kur’an’ın bütün muhataplarınadır. Zira Allah’ın günlerini hatırlamada zorluklara göğüs germesini ve sabretmesini bilenler için ibretler vardır.

Arapça’da “Eyyâm-günler” cahiliyye döneminde ve İslâmın ilk zamanlarında önemli tarihi olayları, “eyyâmu'l-‘arab-Arapların günleri” sözü de kabile savaşlarını ve fitneleri anlatan bir deyimdi.[30] Bir kimse “eyyâmu’l- arab’ı” biliyor denilirse, bundan maksat onların başından geçen önemli olayları biliyor demektir.[31]

Allah (cc) Musa’ya; “Kavmini önceki ümmetlerden Nûh kavmi, Âd kavmi ve Semûd kavmi gibi toplumların başına gelenlerle uyar. Affedilen  kavimlerin durumu ile öğüt ver. Çünkü onlar “eyyâm” ile neyin kasdedildiğini biliyorlardı.”[32]

‘Eyyâmullah’ deyimi hakkındaki görüşleri üç maddede özetlemek mümkün: 1.‘Eyyâmullah’; Allah’ın geçmiş ümmetlere ve özelde İsrailoğullarıni nimetlere kavuşturduğu mutlu edici günlerdir. Allah (cc) mu’minlere nimetlerini lutfettiği günleri kendine nisbet ediyor.

2.Allah’ın başta İsrailoğullarına zulmeden Firavun ve kavmi olmak üzere zalimlere ve peygamberin davetiyle savaşan azgın kavimlere verdiği ceza, belâ,  zorluk ve musibet günleridir. ‘Eyyam’ kelimesinin İslâmdan önce kullanıldığı anlam bu açıklamayı doğruluyor.

3.Allah’ın bütün insanları nihâî olarak hesaba çekeceği, hükmün/hâkimiyetin sadece kendisine ait olduğu (İnfitar 82:19) kıyâmet günüdür.

-Eyyâmulah’ın geçtiği ikinci âyet

Allah (cc) lütfuyla yerde ve gökte olan her şeyin insanlara boyun eğdirdiğini söyleyip; “Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır” diye ekliyor. Sonra da Peygamberin mü’minlere: “Eyyâmullah’ın (Allah'ın (ceza) günlerinin) geleceğini ummayanları bağışlasınlar” (Câsiye 45/14) diye söylemesini emrediyor.  

Herkes eninde ve sonunda Rabbine dönecek, iyi veya kötü, yaptığının karşılığını bu dünyada ve âhirette alacaktır. Allah’a ve âhiret gününe inansın inanmasın, ilâhi hükmü beklesin veya beklemesin...

Bu âyetteki “Allah’ın günleri” deyimini dünyada gerçekleşen, ya da âhirette gerçekleşecek olan ilahi hüküm/kural olarak anlamak mümkün.

Allah'ın Günleri'nin geleceğini ummayanlar, yani o günlerin geleceğinden korkmayanlar demektir. Böyleleri önceki azgın ümmetlere verilen azabın kendilerine de verileceğini, Allah’ın dostlarına yardım edeceğini, düşmanlarına ise ceza vereceğini beklemezler.[33]

Âyet, gerek Mekke’deki müşriklerin, gerekse her devirde olabilecek zalimlerin eziyet ve baskılarından bunalan mü’minlere bir çıkış yolu sunmaktadır. Bugünün yarını da var; herkes yaptığının karşılığını alır, Allah’ın va’di gerçekleşir. Zira O, kendi yoluna yardım edenlere yardım edeceğine, suçluları da cezalandıracağına söz vermiştir.

Bu da ‘sünnetullah’ gibi kişi ve toplumlar hakkında yürürlükte olan ilâhi yasadır, kuraldır.

-Sonuç

Sünnetullah, Allah’ın insan ve toplumlar hakkında öteden beri –tabir caiz ise- prensip edindiği uygulamalardır.

Etki tepki yasası gereği, kişi ektiğini biçer. İyi işler yapanlar onun güzel sonucunu görürler, kötü işler yapanlar da onun cezasını çekerler.

Sünnetullah’a tabiat kanunları, âdetullah denmesi isabetli olmasa bile, hem evrende, hem toplum ve insan bünyesinde belirli yasalar işlemektedir. Bu yasalarda keyfi bir değişme söz konusu değildir.

Kâinattaki bütün canlı ve cansız varlıklar belli bir ilâhi yasaya tabi olduklarına ve nasıl yaratılmışlarsa, fıtratları öyle olduğuna göre, bu ilâhi yasaya aykırı tavırlar ters teper. 

Kişi ve toplumlar kendileri için konulan yasalara, sınırlara uyarlarsa, bünyelerine yerleştirilen ve ilk ahit (sözleşme) ile teyid edilen fıtratlarına uygun olan şeyleri yaparlarsa kurtulurlar, mutlu olurlar, görevlerini yapmış olurlar, hayat sınavını başarmış olurlar. Evrendeki yasaları anlar ve onlara uygun davranırlarsa kazanırlar. Tersi insan, çevre ve toplum için zarar olur.

Hüseyin K. Ece

03.01.2022

Zaandam

 

[1] el-Isfehânî, R. el-Mufredât,  s: 357. Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 49

[2] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 49

[3] el-Isfehânî, R. El-Mufredat, s: 356. Cevherî, İsmail B. Hammad, Es-Sıhah Tâcu'l-Luğa,  5/573

[4] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/270-271

[5] Cevherî, İsmail B. Hammad, es-Sıhah Tacu'l-Luğa, 5/572

[6] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 53

[7] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[8] Müslim, Zekât/69 No: 1017. İbni Mâce, Mukaddime/14 No: 207

[9] Müslim, İlim/6 No: 2669. İbni Mâce, Fiten/17 No: 3994

[10] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[11] Beşer, F. Yeni Şafak 17.12.2021

[12] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/422

[13] Ece, H. K. İslâm’ın Temel Kavramları, s: 620

[14] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/304

[15] Komisyon, Kur’an Yolu, DİB, 3/440

[16] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[17] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/738

[18] Çelebi, İ. Aynı yer

[19] Karaman, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/369

[20] Özvarlı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/181

[21] Bağçeci, M. Şamil İslâm Ansiklopedisi, 5/463

[22] Çelebi, İ. Aynı yer

[23] el-İsfahânî, R. el-Müfredât, s: 357

[24] Oksar, Y. Gazâlî’nin Nedensellik ve Âdetullah Düşüncesi, ÇÜİFD, Cilt: 16/1, s: 277-303

[25] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 66

[26] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 179

[27] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 626

[28] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/223

[29] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 660

[30] Taberî, İbni Cerir M. Câmiu’l-Beyân, 7/417. Zamahşerî, el-Keşşâf, 2/519

[31] Kurtubî, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1723. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 868

[32] Taberî, İbni Cerir M. Câmiu’l-Beyân, 7/417. Zamahşerî, el-Keşşâf, 2/519. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/290. el-Hâzin, Tefsir, 3/29

[33] Şevkânî, Ali.b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1588