• Cemaatin türediği fiil

‘Cemaât ve cemiyet’ kelimeleri bu şekilde Kur'an'da yer almaz.

Bunların aslı toplamak, bir araya getirmek anlamındaki ‘cemaa’ fiilidir.[1] Bu da fiil, masdar ve isim olarak pek çok âyette geçiyor. 

Bir şeyi biraraya toplama anlamında: 

“Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!” (Hümeze 104:2. Ayrıca bkz: Tâhâ 20/60. Meâric 70:18)

Allah (cc) insanları Âhirette hesap için huzurunda toplayacak. Bu toplamanın diğer adı mahşerdir. (Âli İmran 3:25. Mürselât 77: 38. Kehf 18:99. En’am 6:35. Kıyâmet 75:3)

Hasımların veya düşmanları müslümanlara zarar vermek üzere biraraya gelmeleri (Âli İmran 3:172), birbirlerine destek olmak üzere biraraya gelme de bu fiille ifade ediliyor. (İsrâ 17:99. Hacc 22:73)

Âhiret gününün diğer bir adı da ‘yevmu’l-cem’-toplanma günü’dür. (Şûrâ 42:7. Kamer 54:45. Teğabun 64:9. Kehf 18:99)

Cem’, Mal, servet, dünyalıklar, güç açısından biriktirilen, birayraya getirilen şeyler anlamında. (Kasas 28: 78)

Topluluk anlamında; cem’an olarak. (Âdiyât 100:5)

İki ordunun toplandığı gün (yevme’l-teka’l-cem’an).  (Âli İmran 3:155, 166. Enfal 8: 41. Bir benzeri: Şuarâ 26: 61)

Câmi’, özne (fail) ismi toplayan, biraraya getiren demektir.

“... Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayıcıdır.” (Nisâ 4:140)

Mü’minler şöyle dua ederler: “Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.” (Âli İmran 3:9)

Cemi’; toplu demektir. Bir ayette geçiyor: “... Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur...” (Nûr 24:61)

Mecma’; iki şeyin birleştiği yer demektir. (Kehf 18:60, 61)

Mecmu’; toplanma günü, zamanı anlamında. (Hûd 11:103. Vâkıa 56:50)

Muctemi’, toplantı yeri, zümre, (Türkçe’de, özellikle askeriyede kullanılır) ictima edenler, toplananlar demektir. Kur’an’da Firavun’un sihirbazlarıyla Musa’nın karşılaşmaları hakkında kullanılıyor:

“İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi.” (Şuarâ 26:39)

‘Cum’a’; Cuma günü (Cumua 62:9), yevmu’l-câmi’; toplanma günü.[2]

‘İcma’, Muhammed’in (sav) ümmetinden olan müctehidlerin Rasûlüllah’ın vefatından sonra herhangi bir devirde ier’i birmeselenin hükmü üzerinde fikir birliği etmeleridir.[3]

‘Câmia’, çeşitli ilim dallarından, fakültelerden meydana gelen eğitim kurumunun genel adı, üniversite.[4]

  • Cemaât Nedir?

İslâm kültüründe ‘cemaât’; İslâm ümmeti topluluğunu ifade eden bir kavramdır.

‘Cemaât’, sözlükte, insan topluluğudur. Ancak geniş anlamıyla cemaât; bir fikir, amaç ve inanç etrafında bir araya toplanan insan topluluğuna verilen addır.

Bir fıkıh terimi olarak ‘cemaât’ ise; namazı bir imamla birlikte kılan mü’minler topluluğudur.

Türkçe sözlükte: “Cemaât; insan topluluğu, imamın arkasında namaz kılanlar. Bir mezhebe tabi olanlar” şeklinde açıklanıyor.[5]

İslâmî terim olarak cemaât; “Bir emir (imam) etrafında toplanmış müslümanlarrın birliğine verilen isimdir.”  Ümmet cemaât kavramının daha kapsamlı olan şeklidir. 

Cemaâtten bahseden âyet ve hadislerden anlaşıldığına göre cemaât kelimesiyle sadece belli zamanlarda belli ibadetler için biraraya gelen insanlar kasdedilmiyor. Bununla beraber vahyin getirdiği prensipler etrafında topluca ve fıtrata en uygun yaşamanın kastedildiği anlaşılır. 

Hicretten sonra Medinedeki kardeşlik sözleşmesi ve namazla birlikte  günlük hayatın teferruatına kadar her şeyin Peygamber merkezli şekillenen  toplum yapısı cemaâtin ilk güzel örneğidir.[6]

Hadislerde cemaât kelimesi “namaz kılmak üzere bir araya gelen topluluk” şeklindeki fıkhî anlamı yanında “İslâm dinine mensup olanlar, onların yolu, siyasî birlik” anlamında da kullanılır.

“Allah ümmetimi sapıklık üzerinde birleştirmez; Allah’ın eli cemaâtle birliktedir; kim cemaâtten ayrılırsa cehenneme ayrılmış olur.”[7]

Burada ikinci anlamdaki cemaâtten söz ediliyor diyebiliriz.

“Cemaâtten ayrılmayın, ayrılıktan sakının. Şüphesiz şeytan tek başına kalanlarla birliktedir, iki kişiden ise uzaktır. Kim cennetin ortasını isterse cemaâte yapışsın.”[8]

“... Cemaâtten ayrılmayın, zira sürüden ayrılanı kurt kapar.”[9]

Dünyadaki bütün müslümanlar, yani İslâm ümmeti bu anlamda bir bütün halinde ‘cemaât’tırlar.

Bu cemaâtin ana özelliği, aynı Tevhid Dini’ne inanmaları, aynı kıbleye yönelmeleridir.

Bu cemaâtin imamı (lideri) Muhammed (sav), yol haritası Kur'an, vatanı bütün müslümanların yaşağı beldeler, toplantı meclisi mescitler, şiarı (sembolü) Allahu ekber (ezan), bayrağı (rayet'i) Kelime-i Tevhid (Lâilahe illallah), anayasası 'Amentü'ye-iman ilkelerine'  biat etmektir.

  • Cemaât bilinçli bir birlikteliktir

Cemaât; rastgele, tesadüfen veya şartların, ya da dünyalık çıkarların  biraraya getirdiği insanlar değildir. Cemaâtin üyeleri de ne yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında bir araya geldiğinden habersiz ve şuursuz kimseler değillerdir.

Geniş anlamıyla İslâm cemaâti Muhammed (İslâm) ümmetidir. Bu ümmetin (cemaâtın) mensupları rastgele, tesadüfen veya şartların bir araya getirdiği kimseler olmamalı...

İman veya İslâmî hayatı tercih bilinçli bir tercih olduğu gibi, İslâm cemaâtine mensubiyet de bilinçli bir seçimdir. Aralarındaki bağ iman bağıdır; soy, hemşehrîlik, ırk, kabile, hizib, parti, ya da vatandaşlık, hele hele çıkar beraberliği hiç değildir.

İslâmî kimlik aynı zamanda İslâm cemaâtı kimliğidir. Her müslüman bu işin böyle olduğunun farkında olmalıdır.

Bir topluluğun cemaât adını alabilmesi için, o topluluğun belli bir fikir etrafında, belli bir hedefe gitmek üzere bir araya gelmesi, belli ilkelere bağlı olması ve başlarında cemaat ile özdeşleşmiş, aynı amaca bağlı yetkin bir imamın (önderin) bulunması en idealdir.

  • İslâm cemaâtı gerçeği

İslâm cemaât dinidir. İslâmın ilke ve prensipleri en güzel şekilde cemaâtla beraber yerine getirilir. Peygamberimiz Medine’de bu örnek cemaâti kurmuş ve nasıl olacağını göstermiştir. Böyle bir cemaât mü’min için koruyucu bir elbise, mü’minler için bir kale gibidir.

Cemaât olan mü’minler birbirlerini daha iyi tanırlar, birbirlerini sever sayarlar, destek olurlar, yardımda bulunurlar. Birbirlerinin durumlarından haberleri olur, birbirlerinin eksik taraflarını tamamlarlar. Tıpkı bir vücut gibi birbirlerinin acısıyla hemhâl olurlar.[10]

İslâmî cemaât, Kur’an anlayışı ve Peygamber’in yolu üzerine kurulur. Onların arasında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık ve saygı vardır. Onların arasında soy, sınıf, kabile, meslek, bölge üstünlüğü gibi şeyler yoktur.

İslâm toplumunda herkes birbirinin kardeşidir. Tıpkı namazda saf tuttukları ve beraber oldukları gibi, eğer mümkünse, şartlar elveriyorsa kendi aralarından seçtikleri ehl-i hâl ve’l akd (imam, halife, emir sahibi, veliyyü’l-emr) yetkilisinin başkanlığı altında dünya ve din işlerini yürütürler. Allah’ın dinine uygun yaşamaya çalışırlar.

Onların önderleri kendileri gibidir, hiç bir üstünlüğü yoktur ve onların serbest oylarıyla (biatlarıyla) seçilmişlerdir. Namazdaki imam gibi yetkileri sınırlıdır ve o Allah’a itaat ettiği müddetçe müminler de ona itaat ederler.

Bir kimse, cemaât istemediği hâlde onlara namazın imamı olamadığı gibi, hiç kimse de ümmet istemediği halde zorla, diktatörce onlara imam (yönetici) olmamalı...

Mü’minler, tıpkı namazda olduğu gibi toplum hayatında da birbirlerinin yanındadırlar ve bunun niçin böyle olması gerektiğinin farkındadırlar.

Onlar bulundukları yerlerde küçük cemaât olsalar bile aynı özelliği taşırlar, aynı şuura sahiptirler.

Herhangi bir amacı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen ve cemiyet adı verilen mü’min topluluklarının da bundan farklı yanları yoktur.

Bir cemaâtin İslâmî olup olmaması, onun İslâmî prensiplere ne kadar uyduğuna bağlıdır. “En iyi cemaât biziz” iddiası geçersizdir. “Nuhun gemisi bizde, bizim gemiye binmeyenler, bizim lidere biat etmeyenler battı” demek kökten yanlıştır.

Belli bir amacı ve çalışmayı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen cemaâtler, tefrikaya sebep olmamalı, müslümanları bölüp-parçalamamalıdır. Dinde ayrılık güdenlerin ve kendi cemaâtının veya grubunun görüşlerini, prensiplerini din hâline getirenlerin son derece hatalı oldukları açıktır.

Kur’an’da ve hadislerde sık sık müslümanların kardeşliğini vurgulanmakta, onlar ‘vahdet’e davet edilmektedir.

Kur’an ve Sünnet’in çizdiği çizgide birlik oluşturabilen (vahdet olabilen) müslümanlar cemaâttırlar. Bu cemaât hem Kur’an ehlidir, hem Sünnet ehlidir. Çünkü onlar Kur’an’a ve Sünnet’e uyma çabasında olan mü’minlerdir.

Müslümanlar, yaşadıkları yerlerde azınlık da olsalar cemaât olmaya çalışmalılar. Bunu yapmazlarsa veya cemaât şuurunu diri tutmazlarsa; cemaât olmanın avantajlarını ve nimetlerini kaçırırlar.

‘Cemadât’, yani şuursuz, sıradan sürü hâline gelirler. 

  • Cemaât olmanın önemi

Bütün müslümanların bir imamın (halifenin) liderleri altında bir ümmet (cemaât) olmaları güzel bir temennidir. Ancak tarihen sabittir ki İslâm tarihinde bu gerçekleşmediği gibi, günümüzde de müslümanların bunu gerçekleştirme güçleri bulunmamaktadır. Şartlar buna müsaade etmeyebilir. Bunun çeşitli sebepleri olabilir.

Buna rağmen onlar İslâmın genel esasları ve hedefleri etrafında bir cemaat olmak durumundadırlar. Ama ‘cemaât olmak’ müslümanlara inandıkları dinin emri...

Bu nasıl olabilir mi?

Müslümanlar bulundukları yerde, az da olsalar cemaât anlayışını yaşatabilirler, ya da bunu yapmakla görevlidirler.. Bir amacı, ya da bir hedefi gerçekleştirmek üzere bir araya gelebilirler, grup çalışması yapabilirler. Vakıf, dernek, parti ve teşkilat çatısı altında örgütlenebilirler.

Bu şekilde oluşan cemaâtlar veya cemiyetler, kendi aralarında bazı prensipleri uygulasalar bile, diğer müslüman cemaâtlarla İslâm kardeşliği çerçevesinde ilişki kurarlar, ayrılık gütmezler, onlara sırtlarını dönmezler.

Kur’an, müslümanları Kur’an etrafında bir araya gelmeyi ve mü’minlerle birlikte olmayı emrediyor.

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın (lâ teferrakû)...” (Âli İmran 3:103)

“... Rükû edenlerle birlikte siz de rükû ediniz.” (Bakara 2:43)

Allah (cc), kuvvetli bir bina gibi bir araya gelip kendi yolunda cihad eden mü’minleri sevmektedir. (Saff 61:4)

Peygamberimiz (sav) bir çok hadisinde müslümanların cemaât olmasını teşvik etmekte, bunun önemini bildirmektedir.

Peygamber (sav) buyurdu ki: “Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır.”[11]

Cemaât demek ki sadece belli bir siyasi birliktelik, ya da belli bir isim belli ilkeler altında bir araya gelip şu’cu-bu’cu olmak değil; mü’min olarak tıpkı namazda olduğu gibi, kimi zaman bedenlerin, kimi zaman da sevgilerin, ilgilerin, duaların, güzel duyguların, kardeşlik bağlarının yakınlaşması demektir.

İnsan yaratılışı gereği toplum hâlinde yaşamak zorundadır. İslâm, müslümanları şuurlu bir toplum olarak yetiştirmek istiyor. Birarada yaşama bilinci, fedakârlığı, başkalarını hesaba katma, hak ve hukuka uyma ahlâkını, yardımlaşma, acıları paylaşma, nimetleri ve külfetleri bölüşme anlayışını geliştirir.

İslâm cemaâti, Son Peygamber’e ve ilâhi vahye inanma mantığı üzerine kurulur ve gelişir. Bu cemaâtin gayesi de siyasi, ekonomik, asabiye üstünlüğü sağlamak değil, müslüman kimliği daha iyi korumak ve Allah’ın hükmüne uygun daha güzel bir şekilde yaşamaktır.

İslâm cemaâti İslâm ümmeti olmaya adaydır. Ümmet de insanlığa hak ve hakikat konusunda önderlik yapacak, örnek olabilecek topluluk demektir. (Bakara 2:143. Âli İmran 3:110)

İslâm bütün bu ideallerin en güzel bir şekilde yerine getirilmesini, bunların bir ibadet bilinciyle yapılmasını istemektedir.

Şüphesiz cemaât/vahdet olmanın kurdu tefrikadır. Rabbimiz mü’minleri fikir ayrılığı konusunda değil, tefrika tehlikesine ve hastalığına karşı uyarıyor:

“Dinlerini parçalayan (ferrakû) ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.” (Rûm 30:32. Ayrıca bkz: Rûm 30:32. En’am 6:159.  Şûrâ 42:13)

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.” (Âli İmran 3:105)

“Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin (lâ teferrakû)" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı...” (Şûrâ 42:13)

  • İslâm cemaâtinin örneği cemaatle namazdır

Müslümanların cemaât olmalarının en güzel örneği beraber namaz kılmalarıdır. Mü’minler cemaât halinde ibadet etmeye teşvik edilmiştir.  Cuma ve bayram namazlarının cemaâtle kılınması, tek başına kılınmasının mümkün olmaması oldukça önemlidir.

Beş vakit namaz için cemaât olmanın emredilmesi, Cuma ve Bayram namazlarının cemaâtle kılınması mü’minlerdeki cemaât şuurunu kuvvetlendirir, onları birbirine yaklaştırır, aralarındaki kardeşlik ilişkilerini artırır. Bununla beraber cemaâtı nasıl anlamamız gerektiğini de öğretir.

Rasûlüllah’ın (sav) cemaâtla namaz kılmayı niçin sık sık tavsiye, hatta emrettiği bu nedenle daha iyi anlaşılır.

Cemaâtle namazın pek çok hikmeti ve faydası var. Bu, İslâmî cemaâtin temelini atar. Müslümanlar arasında olması gereken mânevî bağın en önemli görüntülerinden biridir. Onların birbirleriyle görüşüp durumlarından haberdar olmalarını, bilgi alış-verişinde bulunmalarını, sevgi ve merhametin yerleşmesini sağlar. Daha zevkle ibadet etmelerine sebep olur.

Rasûlüllah özellikle Medine’de sahâbelere cemaâtle namaz kıldırması, hastalandığında bile Ebû Bekir’in arkasında kılması bunun önemini gösterir.

İslâma göre cemaât olma o kadar önemlidir ki, Rasûlüllah (sav) iki kişi bir araya gelince hemen cemaât olmaları tavsiye etti.[12]

Kur’an, Peygamber’e (sav), düşman korkusu olsa bile mü’minlere namazı cemaâtle kıldırmasını emretti. (Nisâ 4:101-102)

Cemaâtle namaz, İslâmî cemaâtin temelini atar, müslümana cemaât şuurunu kazandırır.

Bu nedenle cemaâtle kılınan namazın derecesi tek başına kılınana göre yirmibeş veya yirmi yedi derece daha yüksektir.[13]

Namaz cemaâti, müslümanlara İslâm cemaâtini oluşturmada önemli ipuçları verir. Namazın bu rolünü düşünürsek Peygamber'in (sav) neden ısrarla cemaâtla namaz kılmayı emrettiğini daha iyi anlarız. Mü’minler kendi aralarında seçtikleri ya da uygun gördükleri bir namaz imamının arkasında cemaât olurlar, saf tutarlar. Onunla birlikte hareket ederler, onunla beraber namazı tamamlarlar.

İmama uyan mü’min namazda kendi başına hareket etmez, diğer müslümanlarla birlikte aynı amacı gerçekleştirmeye, yani namazı ikâme etmeye (yerine getirmeye) çalışır.

Cemaâtla kılınan namazdaki hiyerarşik düzen, müslümanların oluşturacağı toplumun düzenine de bir işarettir.

Buradaki düzen piramit düzeni değil, eşitlik ve kardeşlik düzenidir. Çünkü İslâm cemaâtinde soylular ve imtiyazlılar sınıfı yoktur. Hinduizm’deki gibi kast sistemi, bazı Avrupa ülkelerindeki avam ve lordlar anlayışı, köleci toplumlardaki efendi-köle ayrımı yoktur. Hiç kimse diğerinden üstün değildir. Seçtikleri imam bile onlardan biridir ve yalnızca namazda onların bir adım önündedir.

Namazları cemaâtle kılmak bazı fâkihlere göre farz-ı ayn, bazılarına göre farz-ı kifaye, bazılarına göre ise kuvvetli (müekked) sünnettir. Vakti olan müslümanların namazlarını cemaâtle kılmak suretiyle bu dinî ve içtimaî görevi yerine getirmeleri gerekir. Hatta fâkihlerin çoğunluğuna göre, İslâm’ın şiârından (sembollerinden) sayılan cemaâti tamamen terkederek camilerini kapalı, minarelerini ezansız bırakan belde halkı bu şiârı ihya etmeye zorlanır.[14]

Cemaâta devam etmenin sevabı kadın ve erkek mü’minler için aynı derecededir. Rasûlüllah (sav) kadınların cemaâte gelmelerine engel olunmamasını istemiştir.[15]

Cemaâtle kılınan namazlar esas itibariyle farz namazlardır. Bayram namazını vâcip kabul edenlere göre bayram namazları ile teravihten sonraki vitir namazı cemaâtle kılınan vâcip namazları; teravih namazı, yağmur duası (istiskā) namazı ve güneş tutulması dolayısıyla kılınan namaz da (küsûf namazı) cemaâtle kılınan nafile namazlardır.[16]   

Rasûlullâh (sav) pek çok hadisinde cemaate devam etmeyi, bunun faydalarını, cemaatten ayrılmanın zararlarını anlatıyor. Mesela:

“Bir kimsenin câmilere gitmeyi îtiyâd hâline getirdiğini görürseniz, onun mü’min olduğuna şâhitlik edin. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: “Allâh’ın mescidlerini ancak Allâh’a îmân edenler îmâr ederler...” (Tevbe 9:18)[17]

Ebû Hureyre şöyle nakletti: “Rasûlullâh (sav):

–Allâh’ın kendisiyle hatâları sildiği ve dereceleri yükselttiği şeyin ne olduğunu size bildireyim mi? sordu. Sahabeler

–Evet yâ Rasûlallâh! dediler. Allâh’ın Rasûlü şöyle dedi:

–Zorluklara rağmen abdesti tam almak, câmilere (ulaşmak için) atılan adımları çoğaltmak ve bir namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte asıl ribât bunlardır.”[18] 

  • Özetle

Müslümanların ırkı, bölgesi, mezhebi, meşrebi, tarikatı, partisi, içinde yaşadığı sosyal düzen veya siyasí sistem ne olursa olsun; eğer Kur’an ve Sünnet’in idealleri ve hedefleri doğrultusunda fikir birliği, heyecan ve hedef birliği yapıyorsalar, onlar cemaât olmuşlardır ve fırka-i nâciye’den olmaya adaydırlar.

Sayıları az da olsa, adı olmasa da, yerleri adresleri, tabelaları olmasa da... Zira cemaâtten maksat isim, teşkilat, tabela, klik, rozet –cılık-culuk değil; yukarıda kısmen sayılan İslâmın ölçüleri ve hedefleri için bazen bedenen, bazen uzaktan vahdet, kardeş (ahi-veli) olabilmektir. İslamın idealleri konusundaki ortak his, heyecan, bilinç ve niyettir.

Ayrı ülkelerde yaşamak, ayrı siyasí fikirlere sahip olmak, amelde farklı mezheblere uymak, farklı gruplarla çalışmak, bazı faaliyetleri ve hizmetleri  yapmak üzere gruplar/cemaâtler oluşturmak, hatta prensipleri İslâma aykırı olmayan partilerle çalışmak mümkündür ve bazen de ihtiyaçtır.

Ama bütün bunlar İslâmın prensiplerinin önüne geçmemeli, içinde bulunulan yapı İslâmın kendisi zannedilmemeli, adı belli bir cemaâta mensup olmayı kurtuluş saymamalı, başka müslümanları dışlamamalı.

Ama ne yazık ki günümüzde bu ideal anlamdaki cemaât bilincinin yerini; klik, parti, hizip, sonu –cı, cu ile biten kuruluşlar, tarikatlar, küçük birliktelikler aldı.

-Cemiyet

Türkçe sözlük bunu şöyle tarif ediyor: Toplanma, topluluk. Kalabalık. Heyet, encümen, meclis. Cemaat. Dernek. Düğün. Eğlenmek için biraraya gelen topluluk. Derli-topluluk.[19]

Cem’iyyet; düşünceleri farklı olsa da özel bir amaç için biraraya gelip anlaşan grup. Mesela; İslâm hayriyye cemm’iyyeti, şer’iyye cem’iyyeti, yardımlaşma cem’iyyeti gibi.[20]

Buna yakın bir de cemâiyyet var. Bu da farklı katılanlar olmasına karşın ortak görüş demektir.[21]

Bir sosyoloji kavramı olarak cemiyet, tarihi gelişmeye göre aynı ülkeden birlikte yaşayan, ortak özelliklere sahip olan, hayatlarını devam ettirmek için ortak ülkü ve amaçaları olan topluluğa verilen addır. Bu toplulukta insanlar doğar, bir müddet yaşar ve ölürler ama cemiyyet var olmaya devam eder. Cemiyyet de bir futbol takımı gibi çok elemenlardan meydana gelen bir birliktir. Bu elemanların karşılıklı ilişkileri cemiyyet hayatının devamını sağlar.

Buna göre cemiyet, cemaât anlamına da gelir. İslam cemaati ve İslam cemiyeti ile aynı şey kasdedilir. Öyleyse cemaat hakkındaki değerlendirmeler, bu anlamda cemiyyet için de geçerlidir.

Ancak Türkçe’de bu kelimenin dar anlamıyla daha çok dernek, düğün veya eğlence gibi bir amaçla biraraya gelmek olduğunu tekrar hatırlayalım.

İster dar anlamıyla isterse geniş anlamıyla cemiyet (toplum) içinde yaşadığının farkında olan, her konuda onları da hesaba katar. Ancak kendi bencil duygularını doyurmak isteyenler, kibirliler ve başkalarının haklarına tecavüz etmeyi normal görenler bu anlayışın dışına çıkarlar.

İslâm, toplum hâlinde yaşama ihtiyacını en doyurucu bir biçimde teklif ediyor ve bunun kurallarını ortaya koyuyor.

İslâm cemaâti, İslâm cemiyeti; bir peygamber ve ilâhi vahye inanma mantığı üzerine kurulur ve gelişir.

  • Cemadât

Bunun aslı ‘cemede’ fiilidir. Bu da, suyun, kanın, özsuyunun ve benzerlerinin hareketsiz, sâkin kalmasını, bir şeyden yumuşaklığın gitmesini, yerin kuru olmasını ifade eder.[22]

Bu kökten gelen ‘cemâd’ yerin veya bir şeyin taş gibi hareketsiz oluşunu, onda hayat olmayışını anlatır. Bunun çoğulu cemadât’tır.

Câmid (çoğulu: cevâmid) bunun özne (fail) ismidir.[23]

Kur’an’da bir âyette geçiyor:

“Dağları görürsün, onları hareketsiz (sakin) sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır...” (Neml 27:88)

Bu âyetin dünyanın Güneş etrafındaki dönüşüne işaret ettiğini söyleyenler var.

Kur’an Güneşin ve Ayın kendilerine tayin edilen yörüngede yüzüp gittiklerini söylüyor. (Yâsîn: 38-40)

Buradan Güneş sisteminin de hareketli olduğunu anlamak mümkün. Dünya gezegeni ve dağlar da bu sistemin bir parçası. Onlar da içinde bulundukları kitle ile birlikte felekte (yörüngede) yüzüp durmaktadırlar.

İnsan bir dağın kaşısında veya üzerinde iken onun sabit, hareketsiz, donuk olduğunu zanneder. Kur’an insanın bu yanılgısına işaret ediyor.

“Her şey sizin bildiğiniz ve zannettiğiniz gibi olmayabilir. Bir konu hakkında karar verirken acele etmeyin” diyor.

Dünyayı ve diğer gezegenleri muazzam kütlelerine rağmen uzay boşluğuna yerleştiren, onlara yörüngeler ve görevler takdir eden Allah’ın gücü ne kadar yücedir! Bunları yapabilen Allah (cc) zamanı gelince bu sistemi değiştirir, yepyeni bir sistem yaratır. İşte bu “her şeyi sapasağlam ve hikmetle yapan Allah’ın sanatıdır.” O evrendeki her şeyi mükemmel bir şekilde var etti ve amacına uygun bir şekilde yönetiyor. Evrende hiç bir tesadüfe yer yoktur.[24]

Türkçe sözlükte ‘câmid’ şöyle tanımlanıyor: Donmuş, donuk, cansız. Bunun çoğulu Cemadât: cemâd; taş gibi cansız olan şey. Cemadât: cansızlar.[25]

Cemâd; cansız hayat eseri gelişmesi olmayan şey. Bitki ve hayvan dışındaki yaratıklar. Cemadât bunun çoğuludur.[26]

İnsan dünyaya halife adayı olarak doğar. (Bakara 2:30) Akıllı ve ergenlik yaşına ulaştıktan sonra çeşitli faktörlerden de etkilenerek bu bu muhteşem sıfatı ve görevi ya hak eder, ya da bu lütfu ve keremi kaybeder.

İnsanı yaratan, onun hayatını sürdürebilmesi için ne lazımsa hepsini var etmiştir. (Mü’min 40:64. Ankebut 29:63) Kur’an bunu insanlara hatırlatıp gafil olmamaları konusunda uyarıyor. (Ankebut 29:61)

Yeryüzünde ne varsa tamamını insanlar için yaratan (Bekara 2:29), yerde ne varsa, yüzüp giden gemileri insanların hizmetine veren O’dur. (Hacc 22:65)

Yeri ve göğü ve arasındakileri yaratan da O’dur. (Furkan 25:59. A’raf 7:54. Yûnus 10:3 vd)

Bunlardan anlıyoruz ki cemadât olarak nitelendirdiğimiz ve canlı dediğimiz varlıklar insanların emrine emânet olarak verildi. Emânetin titizlikle korunup günü gelince de asıl sahibine iade edilmesi, emânet olayının tabiatında olan bir şeydir.

Hayatın bir anlamı “kimin daha iyi amel işleyeceğinin” denenmesi, diğer anlamı da emânetin korunmasındaki denemedir. Bu denemenin başarılıp başarılmadığı yarın Hesap Günü ortaya çıkacaktır. Zira insanın üzerine ayak bastığı yer omun aleyhine şâhitlik yapacak.  

“İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle kendi haberlerini anlatır.” (Zilzâl 99:4-5)

Bu da hem denemeye, hem de emâneti koruma ve kulluk görevine işarettir. Bu âyetin ışığında insanın eşyaya bakışı bambaşka bir gözle olmalı, çevresinde ne varsa onların sıradan eşya olmadıklarını hatırlatmalı.

Eşya (canlı ve cemadât olarak), emânet olduğu gibi aynı zamanda çok değerlidir. Bazı insanlar belki ona faydalandıkları kadar değer verirler. Oysa ki Allah’ın yarattığı her şey son derece değerli, harika ve mu’cizedir.

Eşyanın isimlerinin olması da onların değerli oluşuna işarettir. (Bakara 2:31)

İnsan hayatı da bu eşya emânet ilişkisinde bir anlam ifade ediyorsa değerli olur. İnsan bu ilişkiyi de anlamlı yapmak zorundadır. Öyeyse insanın eşya ile ilişkisi, onu anlamlandırması, onu nasıl kullanacağı önem kazanıyor.

Kur’an’ın indiriliş amaçlarından biri de insanın bu anlam arayışına yardımcı olmaktır.

İster cemadât diyelim, ister canlılar veya hayvanlar âlemi diyelim, kısaca dünya, çevre insana emânettir.

Öyleyse iyi korunması, değer verilmesi gerekir. Bu da sadece ekolojik denge için değil, eşyanın hakkı açısından değerlendirilmeli...

İslâma göre insanın üzerinde kendisinin, ailesinin, akrabalarının, komşularının, çevrenin (insanlığın), tabiatın, canlıların ve cemadâtın hakkı vardır. Her sorumlu insan bu hak sahiplerine hakkını vermeli. Haklara zulüm etmemeli.

İnsanların bazılarının hataları yüzünden karada ve denizde fesat (bozulma) olur. (Rûm 30:41) Halbuki insanın buna hakkı yoktur. Yeryüzü ve gökyüzü Allah’ındır ve yarattıklarına tahsis etmiştir, yani herkesindir. Kimsenin gasbetmeye, kirletmeye, ekolojik dengeyi bozmaya, üzerine tapulu malı saymaya hakkı yoktur.

  • Cemaât ve cemadat ilişkisi öyle ifade edebiliriz:

Cemaât, şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalık, yani kitle (cemadât) değildir. Kitle ise şartların bir araya topladığı kalabalıktır. Yolu ve hedefi belli değildir. Asgari müşterekleri bile ortada yoktur. Belki bir çıkarın, belki etkili bir rüzgârın, belki gözü açık bir propagandacının bir araya topladığı bir sürüdür. Sürüyü akıllı ve gözü açık çobanlar istediği gibi sürükleyip götürürler.

Mü’minler, cemadât olma yanlışlığından cemaât olma şuuruna yükselmelidirler.

Hüseyin K. Ece

29.01.2023

Zaandam

 

[1] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/196. el-Isfehânî, R. el-Müfredât; s: 135

[2] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/196-200

[3] Komisyon, İlmihal (İSAM), 1/146

[4] Komisyon, el-Mu’cemu’l-Vasît, s: 135

[5] Devellioğlu, F. Osmanlıca-Türkçe Lûgat, s: 131. Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 250

[6] Yıldız, N. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, 1/239

[7] Tirmizî, Fiten/7 no: 2168 Garib kaydıyla

[8] Nesâî, Tahrîmü’d-dem/6 no: 4025

[9] Ebû Dâvûd, Salât/46 no: 547

[10] Buharî, Edeb/27 no: 6011. Müslim, Birr/17(66-2586) no: 6586

[11] Ahmed b. Hanbel, 4/145, 375

[12] Buhârî, Ez’ân/35 no: 658. İbni Mâce, İ. Salât/44 no: 972-975. Nesâî, İmâme/43 no: 841

[13] Buhârî, Ez’ân/30 no: 654, 31/648-649. Müslim, Mesâcid/42(245-649) no: 1472. Ebû Dâvûd, Salât/ no: 559. İbni Mâce, Mesâcid/16 no: 786-790. Tirmizî, Salât/245 no: 330

[14] Uzunpostalcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/288-289

[15] Buhârî. Ez’an/162 no: 865 ve 165 no: 873, Cumua/13 no: 899-900, Nikah/117 no: 5238. Müslim, Salât/30(134-442) no: 988. Ebû Dâvûd, Salât/52 no: 565-568

[16] Uzunpostalcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/288-289

[17] İbn-i Mâce, Mesâcid/19 no: 802

[18] Müslim, Tahâret/14(41-251) no: 597. İbni Mâce, Mesâcid/14 no: 776, Ebû Said el-Hudrî’den

[19] Devellioğlu, F. Osmanlıca-Türkçe Lûgat, s: 132. Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 251

[20] Komisyon, Mu’cemu’l-Vasit, s: 135

[21] Sarkis. El-Müncid, s: 101

[22] İbni Manzur. Lisânu’l-Arab, 3/191

[23] Sarkis. el-Müncid, s: 100

[24] Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 4/205-206

[25] Devellioğlu, F. Osmanlıca-Türkçe Lûgat, s: 124, 131),

[26] Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 250