Kur’an (Vahy), güçlerine güvenip şımaran ve azan, büyüklüp taslayıp kendilerine gelen Hakikati inkâr eden bazı toplulukların helâk edildiğini, tarih sahnesinden silindiğini haber vererek muhataplarını uyarıyor.

Dünyanın bazı yerlerinde onların arkaya bıraktıkları izleri, alâmetleri var. Alıcı bir gözle (basiretle) bakanlar, onların kalıntılarına bakar, anlar ve ibret alırlar.

Kur’an şu âyette bu gerçeği bir daha haber veriyor:

Nitekim hak (Kur’an) kendilerine gelince onu yalanladılar. Fakat alay ettikleri şeyin haberleri kendilerine ilerde gelecektir.

O (zalim inkârcılardan) önce (belli bir tarih dilimine mensup) nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helâk ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.” (En’am 6:5-6)

(Burada söz konusu edilen zalimlerin alay ettikleri şey İslâmın Hicretten sonraki zaferi, ölümden sonraki hayatın hakikati olabilir.)

 “İnsan soyunu ve eylemlerini, insanın yeryüzünde varoluşuna karar veren makamın izlemeye aldığının ifadesi.”[1]

Fakat Allah’ın âyetlerini okuyup onları aydınlatacak, doğru ile yanlışı, hak ile bâtılı gösterecek bir uyarıcı, rasûl (elçi) göndermeden sorumlu tutmaz. Bir ülke halkı kendilerine elçi geldiği zaman azıp haksızlıklık ve taşlıklık yapmadan, yani zalim olmadan cezalandırılmaz.

Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi  göndermedikçe azap edici değiliz.” (İsrâ 17:15)

İlâhi ilke şu: Uyarıcı ve müjdeleyici elçiler göndermeden Allah (st) bir ülkeyi halkı gayr-i müslim diye helâk etmez.

Biz nimetler içinde şımaran nice memleket halkını helâk etmişizdir. İşte kendilerinden sonra içlerinde pek az oturulmuş yurtları! (O yurtlara) Biz varis olduk.

Rabbin, ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir rasûl (elçi) göndermedikçe oraları helâk edici değildir. Zaten Biz ahâlisi zalim olmadıkça memleketleri helâk etmeyiz.” (Kasas 28:58-59)

Ya da; böylece doğruyla eğrinin, hak ile batılın, hidayet ile dalaletin ne olduğunu onlara göstermedikçe...

Bu âyet; “Kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, “Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık” diyecek olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik” (Kasas 28:47) şeklindeki mazeretleri ortadan kaldırmaya ve bu alandaki ilâhi yasayı hatırlatmaya yönelik olduğu söylenebilir.

Bu âyet aynı zamanda zulmün helâke sebep olduğunu göstermektedir.

Helâk edilen kavimleri, neslini, geleneğini, uygarlığını devam ettirecek takipçileri kalmadığı için yurtları ıssız ve sahipsiz kalır.

Böylece mülkün asıl sahibinin Allah (st) olduğu bir daha vurgulanıyor. 

Tarihte nice kentler vardı ki, güven ve bolluk içindeki hâlleri kendileri Vahyin davetine karşı zalimlik yapan ülkeler gibiydi. Allah (st) onları cezalandırdı ve yurtlarını tahrip etti. Ancak peygamberleri yalanlama ve küfürde taşkınlık yapıp zalim olmayanları değil...[2]

Bazılarına göre âyette geçen “ana şehir-merkez kent”  Mekkedir. Nitekim bir âyette orası “ümmu’l-kura-şehirlerin anası” olarak niteleniyor. (En’am 6/92) Bazılarına göre ise yeryüzünde kurulan ilk mabed oradadır. (Âli İmran 3/96)

Bu açıdan Mekke saygınlığı dolaysıyla şehirlerin ilki be en değerlisidir. Bu kentin değerli olma özelliği Muhammed’in (sav) oraya elçi olarak gönderilmesidir.[3] Gönderilecek bir elçi de öncelikle bu şehirlerin anasında ve çevresinde yaşayanları uyarıp korkutmakla görevli olacaktır.

“kendilerine âyetlerimizi okuyan” ifadesi, Allah’ın ilâhi kitaplardaki sözleri, varlık âlemindeki yarattıkları, insanları ikna edici deliller, ya da zalimlikleri sebebiyle helâk edilen kavimlerin akıbetini hatırlatmak olabilir. (Allahu a’lam)

Bu âyete göre Allah (st) herhangi bir beldenin ahâlisini onların ileri sürebilecekleri bir mazeret kalmadan, küfür üzerinde ısrarları sebebiyle, helak olmayı hak etmedikleri sürece helak edilmeyi hak etmezler. Gayr-i müslimler her ne kadar inkar açıdından zalim olsalar da, apaçık delilllerle elçiler gönderilmedikçe cezalandırılmaz. Allah (cc) insanlar zalim olmadıkları sürece onları helak etmekten münezzehtir.[4]   

“Hz. Ömer’in “Adâlet mülkün temelidir” sözü, İbn Teymiyye’nin “Devlet küfürle değil zulümle yıkılır” sözü, hep bu gibi âyetlerin inşâ ettiği bir aklın ürünüdür. Değil mi ama: Adâlet devletin imanıdır.”[5]

Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya!

Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular (ya da günaha gömülüp gittiler.)

(Senin) Rabbin, halkı sâlih/ıslah edici kimseler iken ülkeleri haksızlık yaparak helâk etmez.” (Hûd 11:116-117) 

Buradaki zulüm kaydı şunu gösterir: Eğer Allah (cc) ıslah olmuşken birilerini helâk etse, şüphesiz bu onlara zulüm olurdu. Bu ise O’nun şanına yakışmaz.

Bu âyet bir önceki ayetin son cümlesi “günaha gömülüp gittiler” ile bağlantılıdır.

Klasik müfessirlerin çoğuna göre zulüm lafzen; “haksızlık veya kötülük” demektir. Bu anlam akışı içinde “çarpık inançlar” anlamına gelir diyebiliriz. Bu da elçiler ve vahiyle gelen gerçekleri inkâr etmek, O’nun varlığını tanımamak ya da ilahî kudret ve nitelikleri Allah’tan başka varlıklara yakıştırmak (şirk koşmak) demektir.

Tefsirci Râzî bu âyeti açıklarken şöyle diyor: “Hiçbir toplumun başına, sırf inanç düzleminde şirk ve küfr içinde olmaları yüzünden bu dünyada yok edici türden cezalandırıcı bir azap gelmez. Böyle bir ceza ancak toplumun insanları (birbirlerine karşı) ısrarla haksızlık yaptıkları; (başkalarının) hukukunu, hayatını ve onurunu tehlikeye sokacak tarzda insanlık dışı, ahlâk dışı davrandıkları zaman gelir.

Bunun için âlimlere göre kişinin kulluktaki kusuru Allah tarafından affedilmesi umulur. İnsanlara karşı olan yükümlülükler hassas (yani kul hakkı), esnemez bir özellik taşıdığını, dolayısıyla mutlaka ve duyarlı bir biçimde gözetilmesi gerekir.[6]

Âyet Rasûlüllah'a iman ettikleri, müslüman oldukları, ya da İslâma uygun yaşadıkları takdirde, yurtlarından çıkarılmaktan veya statülerini kaybetmekten korktuklarını söyleyen Mekkeli müşriklere ve benzerlerine cevap veriyor. İleri sürdükleri iddiaların bâtıl olduğunu beyan ediyor. Zira ancak iman ettikleri için değil, tam tersine iman etmedikleri takdirde yerlerini kaybedeceklerdi. Nitekim birçok kavim, bol nimetler içerisinde yaşarken şımarıp hakka boyun eğmeyince Allah onları helâk etmiş ve yerlerini harâbeye çevirmiştir. Geride Allah'tan başka oralara sahiplik edecek kimse kalmamıştır.

Her ne kadar birileri eskiden peygamberlerden istendiği gibi Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" (Hûd 11:32. Ahkaf 46:22. A’raf 7:70) deyip meydan okusa da, âyetleri okuyan, davet eden, uyarıp-korkutan bir elçi göndermedikçe Allah (st) Mekke başta olmak üzere diğer şehirleri kırıp geçirmez.

Bu demektir ki Allah (st) halkı zalim olmayan şehirleri-ülkeleri helâk etmez.[7]

Bazı beldelerin hak etmeleri sebebiyle helak edilmeleri haber verildikten sonra bu ayette ilahi inayet söz konusu ediliyor.  Üstün hikmetlere sahip ilahi sünnete (yasaya) göre elçiler aracılığyla tebliğ ve uyarı yapılmadan ülkelerin helak edilmesi doğru değildir. Üstelik bu imkansız gibi bir şeydir. Zira ilâhi hikmete uygun olan böyle bir durumda ülkeleri helâk etmemektir.[8]

Allah (cc) çeşitli ülkelerden herhangi bir intikam almak için, ya da durduk yerde, üstelik neyin olduğunu beyan etmeden onları cezalandırmaz, helâk etmez. Meğer ki işledikleri zulümleri yüzünden azâbı hak etmiş olsunlar. Onların zulümleri ise inkâr etmekle kalmayıp, hak davete  karşı direnip inat etmeleri ve ona karşı amansız mücadele vermeleri yapmalardır. Kendilerine vahiy ve elçilerle her şey açıklandıktan, mazeretlerine bir diyecekleri kalmadıktan sonra da büyüklenmeye ve taşkınlık yapmaya devam etmeleri ve bunda direnmeleridir.[9] 

Şu âyette söylendiği gibi:  

“Gerçek şu ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlık ile ülkeleri helâk edici değildir.  Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.” (En‘âm 6:131-132)

“Yüce Allah insanlara peygamber göndermeden onları sorumlu tutmaz, inkâr ve günahları yüzünden onları cezalandırmaz. Ancak insanlar gönderilen peygamberin uyarı ve korkutmalarına kulak vermez de kendi istek ve arzularına uyarlarsa işte o zaman azaba müstehak olurlar ve özür beyan etme imkânları da kalmaz.”[10]

Demek ki “herkes bilinçli olarak yaptıklarının karşılığında bir derece sahibi olacaktır” Allah, insanları, önceden peygamberler tarafından kendilerine bildirilmiş olan ahlakî bir kurala bilinçli olarak ters düşmedikleri sürece, işlemiş olabilecekleri hatalardan dolayı sorumlu tutmaz.”

Bu âyet ile Hûd 11:117 ve Kasas 28:59. âyetleri birbiriyle ilgilidir. Konunun daha iyi anlaşılması için üçünün bir arada okunması faydalı olur.

Azabın da, helâk edilmenin de elbette sebepleri vardır:

“Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.” (Enfâl 8:33)

“(Evet bunların durumu), Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumuna benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarından ötürü helâk etmiştik ve Firavun ailesini (denizde) boğmuştuk. Hepsi de zalimler idiler.” (Enfâl 8:54)

Kur’an, Allah’ın asla zulmetmediğini, helâk edilenlerin, ceza alanların aslında kendilerine haksızlık yapıp zalim olduklarını söylüyor.

Öyleyse zulüm nedir, zalim kimdir?

-Zulüm

‘Zulüm’ kelimesinin aslı, bir şeyi ait olduğu yere koymama, ya da eşyayı (şeyleri) ait olduğu yerin dışında bir yere koymaktır.[11]

Zulüm aynı zamanda cevr (haksızlık) ve haddi aşmak, maksattan sapmak manasına da gelir.[12]

‘Zulmet/zulüm’ yapısı gereği ‘karanlıkları’ ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi; haksızlık, işkence ve tecavüz de olabilir. Bunların her biri hakkın yerine konulmamasıdır.

Bunların hepsinde ana vurgu “hakkın yerine konulmamasıdır, adaletin olmamasıdır.[13] 

Zulüm aynı zamanda yer ve zaman, nitelik ve nicelik olarak yanlışlık yapmak ve sapkınlığa düşmek, az veya çok tecavüzde bulunmaktır. Bu anlamda zulüm adaletin zıddıdır.

Zulüm; varlık düzeninde, insan ve toplum hayatında, insanın Allah’ın karşısındaki konumunda bozulmaya (fesada) yol açan faaliyettir (Rûm 30:41)

Zülmün bunları yapan öznesine de Kur’an ‘zalim’ diyor.

-Zulmün Çeşitleri

Zulümden bahseden âyetlere baktığımız zaman üç türlü zulümden söz etmek mümkündür:

1-İnsanların Allah’a karşı işlediği zulüm, ya da inançta zulüm

Küfür, şirk, isyan ve fısk zulümdür, hem de en büyüğü...

Hakikatten sapmanın göstergesi; insanların Allah’a şirk koşmaları veya küfretmeleridir (inkârcı olmalarıdır).

Kur’an bir çok yerde kâfirlere ve müşriklere zâlim demektedir. Zulüm onların bir özelliğidir. Kur’an şirk koşmayı en büyük zulüm olarak nitelendiriyor.

“Hani Lokman oğluna öğüt vererek demişti ki; ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Hiç şüphesiz ki şirk, gerçekten büyük bir zulüm’dür.” (Lokman 3:13)  

Zira şirk Allah’a ait olan ilahlığı haksız yere onun dışındaki herhangi bir şeye, nesneye, kişilere vermektir. 

Allah’ı inkâr ederek ilâhlık davasına kalkışanların bu tavrı da bir zulümdür. (Bkz: Enbiyâ 21:29) Bunun tipik örneği Firavun’un yaptıklarıdır. (A’raf 7:103)

Kur’an’a göre Peygamberlerini dinlemeyen, onların getirdiği âyetleri yalan sayanların tutumu (Hûd 11:37),

Kendi hevâsına uyup vahiyle gelenlere itaat etmemek (Rûm 30:29),

Allah’ı bırakıp başka putlara (ilâhlara) ibadet etmek (Saffât 37:22),

Allah’a iftira etmek, O’nun adına din uydurmak  (Âli imran 3:94)

ölçüyü (hükmü ve ilkeleri) Allah ve Rasûlünden almamak, onların hükümleriyle hükmetmemek (Nisâ 4:13-14. Mâide 5:45),

İsrailoğullarının ‘buzağıyı’ ilâh edinip tapınanların tutumları (Bakara 2:92-93. A’raf 7:148),

Allah’ın koyduğu sınırlara (hudûdullah’a) tecavüz etmek (Talak 65:1) zulümdür.

2-İnsan ilişkilerinde zulüm

Kime karşı yapılırsa yapılsın, adâletsizlikler, haksızlıklar ve baskılar zulümdür. Bunlar, insanların diğer insanlara, içinde yaşadıkları topluma ve tabiata, diğer canlılara karşı işledikleri suçlar, haksızlıklar ve tecavüzlerdir.

Bu bir anlamda kişi ve kamu veya insan haklarının ihlâlidir. Bu ihlâli ister kişi yapsın, ister bir topluluk, isterse siyasî otoriteler yapsın; hepsi zulümdür. Mesela;

Haksız yere adam öldürmek (Mâide 5:27-29),

başkasının malını faiz gibi bâtıl yollarla almak (Nisâ 4:29-30. Sâd 38:24. Bakara 2:279),

insanlara baskı ve şiddet uygulamak, onları yaşadıkları yerden sürüp çıkarmak (Hacc 22:39. Nisâ 4:75. Ar’af 7:103),

Allah yolundan saptırma (En’am 6:144. Hacc 22:25),

yetim malı yeme (Nisâ 4:10) bu gibi zulüm örnekleridir.

3-İnsanın kendi kendine zulmetmesi

İnsanın kendi kendine zulmü ya; şirke ve küfre bulaşarak, haddi aşarak azmasıyla;

“(O inkârcılar) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Nahl 16:33)

Ya da; inandığı halde Allah’a isyan ederek, yani günah işleyerek olur. Nitekim Âdem (as) ve eşi, cennetten yaptıkları hata sebebiyle çıkınca “biz nefsimize karşı zalim olduk” dediler. (A’raf 7:23) Benzer itirafı Yûnus’un (as) duasında da görüyoruz.

Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Sübhâneke-Seni Seni tenzih ederim. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” dedi.” (Enbiyâ 22:87)

Kitab’a varis olanlardan bazıları nefislerine zulmeder, kimileri de Allah’ın izniyle hayırda öne geçer. (Fâtır 35:32) Kitab’a inandığı, onun Allah’tan geldiğini bildiği hâlde, Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar, haramları rahatlıkla işleyenler kendi nefislerine karşı zâlim olurlar.

İbrahim ve oğlu İshak’ı (as) mübarek kılmasına rağmen her ikisinin soyundan sâlih (dürüst ve erdemli) kimseler geldiği gibi, kendilerine  zulmedenler de gelip geçti. (Saffât 37:113)

İnsanın kendi kendine zulmetmesi, kurduğu tuzakların, yaptığı hilelerin, işlediği hataların, ihmallerin zararların kendi başına dolanmasıdır. Azgın önderlerin hakka karşı tuzakları, hileleri kendilerine yapmış olurlar. Ama farkında olmazlar. (En’am 6:123)

Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Fakat onlar kendi nefislerine zulmederler.” (Yûnus 10:44)

Allah (cc) insanlara doğru yolu bulmaları için hem peygamber ve kitap gönderdi, hem de akıl ve basiret gibi önemli yetenekler veriyor.  Buna rağmen sapıklık ve azgınlıkta direnenler ancak kendilerine yazık etmiş, kendi nefislerine zulmetmiş olurlar. 

Kendi nefislerine zulmedenlerle kendilerini hüsrana uğratanlar birbirine benzer. Her ikisi de kendilerine yazık ederler, zarar verirler, ziyana uğratırlar, helâka sürüklerler. (Bkz: Hûd 11:21. En’am 6:20, 26. A’raf 7:9, 53. v.d.)

-Geçmişte kendi kendine zulmedenler

1-Önceki azgın kavimler

Kur’an geçmişte yaşamış ama kendilerine gönderilen elçileri dinlemeyen, çok azan haddi aşan ve bundan dolayı da cezalandırılan  toplulukların kendi kendilerine zulmettiklerini söylüyor.

Bu âyetlerdeki “Allah (st) elbette zulmedici değildir” vurgusu önemli. Allah (cc) hiç kimseye kızarak hak etmediğini vermediği gibi, kimseye de önceden kararlaştırılmış bir cezayı vermez.

Herkesin başına gelen yaptıklarının adaletli karşılığıdır. (Şûrâ 42:30)

Kıssaları anlatılan bazı kavimler kendilerine gönderilen peygambelere iman etmediler, isyan ettiler, azgınlık yaptılar. Lâkin her biri ilâhi cezaya çarptırıldılar. İşte;

“Bu sana anlattıklarımız (geçmiş) kasaba (halkını)n başından geçenlerdir ki, bunların bazıları hâlâ yerinde duruyor, bazılarıysa biçilmiş tarlalar gibi (silinip gitmişler).

Pek tabii, onlara Biz zulmetmedik; tersine onlar kendi kendilerine zulmettiler…” (Hûd 11/100-101)

Kur’an Nûh, Âd ve Semûd, İbrahim’in kavminin ve Medyen halkının cezayı hak ettiklerini açıkladıktan sonra şöyle diyor: Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Tevbe 9/70. Bir benzeri: Ankebût 29/40)

Bu kavimlerin helakı da müslüman olmadıkları için değil, küfür ve isyanda, hakka karşı çıkmada azgınlaşmaları, zalim olmaları yüzündendi.

“Bunların her birini kendi günahları yüzünden yakaladık. Onlardan taş yağmuruna tuttuklarımız var. Onlardan o korkunç sesin yakaladığı kimseler var. Onlardan yerin dibine geçirdiklerimiz var. Onlardan suda boğduklarımız var. Allah, onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Ankebut 29:40)

2-İsrailoğulları

Allah (cc) tarihte İsrailoğullarına bazı şeyleri yasakladı. Ama onlar bu yasaklara uymadılar, azgınlık yaptılar. Budan dolayı ceza aldılar. (En’am 6:146)

“... Ama onlara zulmeden Biz değildik, ne var ki onlar asıl kendi kendilerine zulmettiler.” (Nahl 16:118. Ayrıca bkz: Bakara 2/57. A’raf 7:160)

3-Bağ sahipleri

Kur’an bağ sahibi iki kişiyi örnek veriyor. Her iki bağ da bol bol veya yeterince ürün vermesine rağmen bağ sahiplerinden birisi malının çok olduğunu ve diğerinden daha üstün olduğunu iddia etti.

“Derken kendine zulmederek bağına girdi...” (Kehf 18:35) 

4-Aylar konusunda ilâhi yasayı çiğneyenler

“Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yasasında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin (kendinize yazık etmeyin)...” (Tevbe 9:36)

Bu âyette sözü edilen aylar, Ayın Dünya’nın etrafında dönüşüne göre hesaplanan ay (kamer) takviminin aylarıdır. 

Allah (cc) bunu O’nun her zaman geçerli yasası diye niteliyor.

İslâm öncesi Arabistan'da bu aylardan dördü haram kabul edilmiş, bu aylarda savaşmak yasadışı ya da fesat sayılmıştır.

Ancak müşrik araplar ayların mevsimler içinde dolaşmasının yol açtığı ticari mahzurlardan kaçınmak ve ibadetleri belli zamanlarda yapmak için, ay takvimini güneş takvimine uygun hâle gtirirlerdi. 

Bu keyfi uygulama, haccı ve Ramazanı hep aynı mevsime getirme kurnazlığı hem ayların normal dolanımına saygısızlık, hem de ibadetlerdeki asıl amacı zedelemektir.   

Kur’an bu nesi’ uygulamasına “küfürde ziyâde” diye isim verdi ve yasakladı. (Tevbe 9:37)

-Kendi kendilerine zulmetmeye devam edenler

Kur’an’a göre, kişi kime karşı ve ne tür kötülük yapmış, ne tür günah işlemiş olursa olsun, sonuçta bu kötülük ve günahı öncelikle kendi nefsine karşı yapmış olur. Zira zararı eninde sonunda kendinedir, ya da kendine dönecektir.

1-Mustez’aflar (zayıf bırakılmışlar)

Hiç bir geçerli mazereti olmadan Allah yolunda mücadeleden kaçınan, bulundukları yerde ezilmeye, imanlarını hayata aktarmalarına engel olunmasına katlanan kimseler de kendilerine haksızlık ederler. Bunlar kendilerine ‘müstez’af’ derler.

Ama Kur’an bu tavrı kendilerine haksızlık etme (zulmetme) diye niteliyor, Âhirette böyle bir mazeretin geçersiz olacağını beyan ediyor. (Nisâ 4:97)

2-Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar

Bazı insanlar bilgisizce Allah’ın yerde ve gökte, Vahiy kitabında olan âyetlerini inkâr ederler.

“Âyetlerimizi yalan sayan ve ancak kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür!” (A’raf 7:177)

3-Allah’ı inkâr edenler

“(O kâfirler) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Nahl 16:33)

4-Cehennem ehli

Cehennem ehli dünyada iken kendi nefislerine zulmettikleri, aşırı hata yaptıkları ve isyan ettikleri, Allah’tan başkasına bilinçli bir şekilde taptıkları için bu cezayı hak ederler.

(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size misaller de verdik.” (İbrahim 14:45)

5-Israrla günah işleyenler

Câhiller kendi kendilerine zulmederler.

“Hayır, (kendilerine) zulmeden kimseler bilgisizce ve bilinçsizce kendi arzu ve tutkularının (hevâlarının) peşinde giderler…” (Rûm 30:29)

Böyleleri sonuçta kendilerine yazık ederler.

-Allah kimseye zulmetmez

Kur’an, ısrarlı bir şekilde ve sık sık Allah’ın kullarına zulmetmediğini, asla zulmetmeyeceğini, onlara hiç bir şekilde haksızlık yapmayacağını haber veriyor.

Bazı kavimlerin/insanların dünyada karşılaştıkları farklı cezalar, sıkıntılar, musibetler, dengesizlikler, zorluklar ve huzursuzluklar kendi yaptıkları yüzündendir. Kim ne yaparsa karşısına kendi yaptığı gelir.

Âhirette hesaptan sonra alınacak sonuç, kavuşulacak ceza veya mükâfat da yine insanların kendi hak ettikleridir, dünyada yaptıkları amellerin (işlerin) karşılığıdır.

Eğer kişi kötü bir sonuçla karşılaşırsa, Cehennemi hak etmişse bu  Allah’ın ona uygun gördüğü bir ceza değil; insanın kendi kendine zulmünün sonucudur. (Bkz: Âli İmran 3/25, 161)

“Biz onlara (mücrimlere) zulmetmedik, ama onlar zâlim kimselerdi.” (Zuhruf 43:76) 

“... Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması içindir. Allah hakkıyla işitendir, bilendir.” (Enfâl 8/42)

İnsanın yaratılış amaçlarından biri de şudur: 

Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulmedilmez.” (Câsiye 45:22)

 

-Kendilerine zulmeden mü’minlerin tavrı

İnsanın kendi kendine zulmetmesi, Allah’ın emrine aykırı hareket etmesidir. Nitekim bunu Âdem ile eşinin, Yunus’un (Enbiya 21/87) ve Musa’nın (as) hatalarıyla ile ilgili âyetlerden anlıyoruz.

“Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf 7:23)

 “Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Kasas 28:16)

Bu itiraflar kulu Rabbine bağlayan ve O’na giden kapıları açan bir pişmanlık duyma ve bağışlanma duasıdır.

Mü’minler; “... utanç verici bir iş yaptıkları veya kendi kendilerine bir zulüm (günah) işledikleri zaman, Allah'ı hatırlar ve günahlarının affı için yalvarırlar –zaten Allah'tan başka kim günahları affedebilir?– ve her ne (zulüm) işlemişlerse onda bilerek ısrar etmezler.” (Âli İmran 3:135)

Buradaki ‘nefse zulmetmek’ günah işlemek, kendi kendine kötülük yapmak, ya da büyük günahlardan birini işlemek anlamındadır. (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 290, 389)

Bu anlam başka âyetlerdeşöyle  tamamlanıyor:

Mü’min olduğu halde günah işlemek, hata etmek veya isyanda bulunmak sûretiyle nefsine zulmedenler, Allah’ı, bağışlayıcı) ve rahmet edici olarak bulurlar.” (Nisâ 4:110)

Dahası eğer insanlar kendi kendilerine zulmettikten sonra Allah’tan af dileseler, kesinlikle Allah’ı tevbeleri kabul etmeye hazır ve merhametli bulurlar. (Nisâ 4/64)

Kur’an insanın hatalarını, günahlarını, haddi aşmasını kişinin kendi nefsine karşı zulmü olarak niteliyor ve onları uyarıyor.

Hüseyin K. Ece

31.03.2023

Zaandam

 

[1] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/224

[2] Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, 2/197

[3] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2366

[4] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2366

[5] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/767

[6] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/499

[7] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/91

[8] Ebu’s-Suûd, İrşâdu Akl-ı Selîm, 4/241

[9] Nesefî; Medâruku’t-Tenzîl, 2/660

[10] Diyanet Vakfi Meali âyet açıklaması, s: 143

[11] el-Cevherî, es-Sıhâh, 5/336

[12] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 9/191

[13] en-Na’al, Muhtar F. Mevsuatü’l-Elfâzı’l-Kur’an, s: 503