‘Tağut’ ve türevleri Kur’an’da otuzdokuz yerde geçmektedir.

‘Tağut’u  ve ondaki olumsuz anlamda otoriterlik manasını iyi anlayabilmek için, bu kelimenin türemiş olduğu ‘tegâ’ fiilini ve bunun  masdarı olan ‘tuğyan’ı biraz açıklamak gerekir.

-Sözlükte tuğyan ve türevleri

‘Tağa ve bunun masdarı tuğyân-tağy’; isyanda sınırı aşmak, azmak, sapmak, taşmak anlamına gelir.[1]

Bir başka deyişle kabul edilebilir (makbul) sınırı aşmak, hududa tecavüz etmektir.[2]

‘tağâ el-mâu’, suyun kabarıp taşması (sel olması)... Kur’an Nûh tufanı hakkında şöyle diyor: “Gerçek şu ki sular taştığı zaman (tağâ’l-mâu), o gemide biz sizi taşıdık.” (Hâkka 69:11)

Ölçüde ve tartıda taşkınlık yapmak, adaletsizliğe meyletmek te bu fiil ile de anlatılıyor. (Rahman 55: 8-9)

Bu fiilin faili (öznesi) olan ‘tâğ’ (çoğulu: tâğín); azan, haddi aşan, sınırı tecavüz eden demektir. 

Bu kökten gelen ‘tağvâ’; ‘tuğyan’ gibi azgınlık, isyanda ileri gitmektir. Bir âyette şöyle geçiyor: “Semûd kavmi azgınlığı (bi-tağvâ) dolaysıyla yalanladı...” (Şems 91:11)[3] 

Bu kökten gelen ‘tâğiye’ (çoğulu: tevâği) sözlükte azıp kuduran bir tabiat kuvvetini, azgın bir kasırgayı, şiddetli bir sarsıntıyı; ya da insanın azmasını ifade etmektedir.

Yine bu kökten gelen ‘atğa’; daha azgın, daha zalim, tuğyanda daha da ileri gitmiş kişi demektir. (Bkz: Necm 53:52) 

-Tuğyan ne demektir?

Tağâ fiilinin masdarı olan ‘tuğyan’, sadece insanlara mahsus olmayan her tür sınırı aşmayı ifade eder.[4]

Gözün yöneldiği istikametten veya hedeften başka tarafa kayması, terazinin dengesinden saptırıldığı için eksik tartması; Âd ve Semûd kavimlerini isyanları yüzünden helâk eden şiddetli yer sarsıntısı, büyük deprem gibi anlamlarda kullanılır.

Vahye inanmayan, nefsinin hevâsını (aklını) yegâne rehber kabul ederek peygamberlerin uyarılarını dikkate almayan kişi maddî güç ve üstün bir sosyal statü elde edince çevresindekilerin telkinlerine de kapılarak önce kendini beğenmeye, daha sonra ilişkilerinde itidal ve adaletten ayrılıp başkalarına hükmetmeye yönelir, otorite kuramaya çalışır. Sonuçta tuğyan bataklığına saplanır.[5]

‘Tuğyan’ istikamet’ten (dosdoğru, hak bir gidişten), âdil bir anlayıştan sapmadır.  

Tuğyan edenler sınırları aşarlar, iyi olan şeylere destek olmadaki duyguyu yitirirler, manevi hayatın dengesini bozarlar, ölçüyü kaçırırlar. Sonra da kendilerine ve etraflarına zarar vermeye başlarlar. Tıpkı yatağından taşan ve sınırları aşan, bundan dolayı da etrafına zararlı olmaya başlayan su (tâğiye) gibi...

Kur’an, tuğyan ahlâkının istikametten sapma olduğunu hatırlatarak, Hz. Muhammed’in şahsında bütün insanlara şöyle demektedir:

“Seninle birlikte tevbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi istikamet üzere ol (dosdoğru davran). Aşırı gitmeyin (tuğyan etmeyin). Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.” (Hud 11:112)

Kur’an’da ayrıca yalancılık, haklara riayet etmeme, sınır tanımama, bozgunculuk (fesat), dengeyi bozma, ölçü ve tartıda adaletsizlik gibi hususlar tuğyan olarak degerlendirilen olumsuz davranışlardır. (Bkz: Tâhâ 20:81. Rahmân 55:8-9)

Allah (cc) münafıkların kim olduğunu bilir ve onlara tuğyanları ile beraber zaman ve mühlet tanır. Belki akıllarını başlarına alırlar. (Bakara 2:15. Ayrıca bkz: Yûnus 10:11. Mü’minûn 23:75)

Kur’an’ın okunması bazılarının hidâyet bulması için bir imkan iken, maalesef azgınlıklarını ve kafirliklerini artırır. (Mâide 5:64, 68)

Beş âyette tuğyan ile küfür kelimeleri birbirinin tamamlayıcısı olarak geçiyor. (Bkz: Mâide 5:64, 68. İsrâ 17:60. Kehf 18:80. Şems 91:11)

Allah (cc) İsrailoğullarına; “size rızık olarak verdiklerimizden temiz olanlarından yeyin, bu konuda ‘tuğyan etmeyin” buyurduğu hâlde, söz dinlemediler. Firavun ve kavminin tuğyanlarına karşılık cezalardan ibret almadılar ve kendileri ‘tuğyana’ düştüler. (Tâhâ 20:81-87)

Nûh’un (as) kavmi (Zâriyât 52:53) ve Sâlih’in (as) elçi olarak gönderildiği Semûd  kavmi de tuğyan etmenin örneğidir. (Şems 91:11-14)

Âd kavmi de tıpkı onlar gibi, sadece dünyada yaşayacaklarını sanarak, Allah’a kulluktan yüz çevirdiler. Zayıflara zulmetmeye, yeryüzünde fesat çıkarmaya devam ettiler. Kendilerini çok güçlü ve üstün gördüler. Mü’minlere ayak takımı dediler. İlahi davete kulak asmadılar, Peygamberleri dinlemediler, hatta onları öldürmekle tehdit ettiler. Böylece ‘tuğyan’ ettiler, zalim oldular. (A’raf 7:65-72)

Bu ve bunlara benzer örnekler Kur’an’ın ‘tuğyan’ eden kişi ve topluluklarla ilgili olarak verdiği tipik örneklerdir.

Şüphesiz ‘tuğyan’ mantığı her devirde aynıdır. Allah’ın koyduğu sınırları, gönderdiği kulluk ilkelerini tanımayan, o sınırları aşıp isyan eden kişilerin bu tutumu ‘tuğyan’dır.

‘Tuğyan’ aynı zamanda bütün toplumsal çöküşlerin ve uygarlıkların yıkılış sebebidir. Evet şımaran, azan ve sınırları aşan topluluklar, tarihin değişmez prensibi ve ‘sünnetullah’ın bir gereği olarak çökerler veya cezaya uğratılırlar. Bunun sebebi ise istikbar (büyüklenme) duygusu, maddeye aşırı bağlılık ve bununla aldanma, maddeden üretilen değerlerin kutsallaştırılmasıdır.[6]

Aynı kavramın yer aldığı bazı âyetlerde insanların tuğyan hâlinde iken âdeta bir kör gibi davrandıkları, azgınlıkları içinde bilinçsizce bocaladıkları “ya‘mehûn” kelimesiyle anlatılıyor. “Biz onların kalplerini  ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terkederiz. (En’am 6:110. Ayrıca bkz: Bakara 2:15. A’râf 7:186. Yûnus 10:11. Mü’minûn 23:75)

 

-Tuğyan; kibir, benlik ve tahakküm ilişkisi

Tuğyan; isyan, günah ve zulümde, sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmek, azmaktır, dedik. Bu aynı zamanda istiğna duygusudur (kendini yeterli görmektir).

Esasen insanın yaratılışında ‘tuğyan’ ahlâkı vardır. Bunun sebebi insanın kendini ‘müstağni’ (çok zengin, yeterli ve güçlü) görmesidir. Kibirlenmesi ve benlik duygusuna kapılmasıdır. (Alak 96:6-7. Leyl 92:7-13)

Âyette geçtiği gibi insanlardan kimileri ya mallarına, ya ellerindeki siyasi güce, ya adamlarının çokluğuna güvenerek, kendilerini çok zengin sanarlar, kibirlenirler. Bu da böylelerini Allah’tan gelen ölçülere aldırmamaya veya baş kaldırmaya sürükler.

İşte tuğyanın başlangıç noktası budur. Tuğyan, insanın kendi benliğini her şeyin ve herkesin üstünde görmesi hâlinde ortaya çıktığında zirve noktadadır. Öyle olunca da daha bir büyük gücün önünde eğilmeyi nefislerine yediremezler. Kendilerini Allah’a ve O’na ibadetten müstağni görürler.

Bu noktadan sonra o dilediğini yapmaya koşarlar. Hak ve hukuk ve uyulması gereken sınırları tanımazlar.

İlk devirden beri ilâhî davete karşı çıkarak inkâr zihniyetinin sembolü haline gelen Firavun, taraftarlarının ve benzerlerinin gösterdikleri azgınlıklar, olumsuz davranışları Kur’an’da ‘tuğyan’  kelimesiyle anlatılıyor.

Allah (cc) Musa’ya (as) şöyle buyurdu:

Firavun’a git, çünkü o tuğyan etmiş (azmış) bulunmaktadır.” (Tâhâ 20:24. Ayrıca bkz: Tâhâ 20:43. Naziât 79:17. Fecr 89:11)

 Firavun ve benzeri tağutların meydana getirdikleri uygarlık ve düzen gerçekte bir tuğyan düzenidir. Onlar, hükmettikleri beldeleri ve toplumlari ‘tuğyan’a boğdular. Kendileri sapıttığı gibi peşlerinden gidenleri de sapıttılar. Islah edilmis hâlde yaratılan yeryüzünde fesat çıkardılar.

Onlar bu eylemlerine günümüzde de dünyanın her yerinde devam ediyorlar. 

 “Tuğyan kavramı, kişinin soyluluk, zenginlik, siyasal ve sosyal statü, iktidar gücü vb. gelip geçici durumlara aldanarak önce yaratılmışlara karşı büyüklenmesi, sonra Allah’ın emirlerine boyun eğmeyi ve O’na kulluk etmeyi gururuna yedirememesi, mânevî ve ahlâkî açıdan değersiz şeylerin cazibesine kapılarak onlarla avunup aldanması yüzünden işlediği bütün olumsuz davranışları kapsamaktadır.”[7]

Tuğyan’a düşenler gerçek ölçüyü kaybederler. Kendi zulümlerini adalet,  güzeli çirkin, çirkini güzel, karanlığı ışık, ışığı karanlık zannederler. Kuruntu ve hayal içerisindedirler. Onlar kendi azgınlıkları içerisinde oyalanan gafillerdir.

Kim olursa olsun; Allah’ın indirdiklerini bir tarafa atanlar, Allah’ı kişi ve toplum düzeninde hesaba katmayanlar da tuğyan içindedirler.

İman açısından tuğyan, küfür ve şirk ile,

sosyal hayat ve insanlar arası ilişkiler açısından tuğyan,  başkalarına zulüm, kötülük ve tahakküm şeklinde sonuçlanabilir. 

Nitekim Kur’an’da geçmiş toplumların olumsuz davranışları ve onları helâke sevkeden sebepler sayılırken bunların tuğyan yüzünden olduğu vurgulanıyor. (Bkz: Mâide 5:64, 68. Hâkka 69:5. Fecr 89:11-12)

Bu kelime bir hadiste şöyle geçiyor: Kehf Sûresinde Musa (as) ile Allah’ın kendisine ilim verdiği bir kişinin yolculuğu anlatılıyor. (Bkz: Kehf 18:74-81) O kişinin Allah’ın emriyle bir çocuğu öldürme gerekçesi yaşaması hâlinde onun ileride anne ve babasına azgınlıkla zulmedeceği ‘tuğyan’ kelimesiyle anlatılıyor. (Kehf 18:81)[8]

Aşırı dünya sevgisi, mal hırsı, şiddetli öfke ve kin insanı tuğyana sevkedebilir.[9]

-Tuğyanın cezası

Kur’an, geçmişte tuğyan eden kişi ve kavimlerin ceza aldığını söylediği gibi, bazılarının ileride ceza alacalarını beyan ediyor.

Kur’an Semûd kavminin tuğyanları sebebiyle Sâlih‘i (as) yalanladıklarını (Şems 91:11), onların bu azgınlıklarının karşılığı;

“Semûd kavmine gelince, onlar tâğiye (tuğyan eden, azan) bir topluluk oldukları için tâğiye ile (azıp kuduran bir tabiat kuvvetiyle) mahvedildiler.”  (Hâkka 69:5)

‘Tâğiye’, tuğyan edenleri cezalandırmak için Yaratıcı tarafından devreye sokulan tuğyan eden bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir. Bu âyette cümle o şekilde düzenleşmiştir ki, ‘tâğiye hem Semûd kavmini helâk eden kuvveti, hem de bu kavmin helâkine sebep olan tavrı aynı anda anlatmaktadır. 

Burada insan tuğyanının tabiata ait bir tuğyan ile cezalandırılmasındaki varlık prensibi dikkat çekicidir. Bu da Kur’an’ın kelâm mucizelerinden biridir.[10]

‘Tuğyan’ eden şaşkınların ölümden sonra cezaları da ateşin en tuğyan etmişi, azmışı cehennemdir. Azıp, sınırı taşan bir takım kişi ve topluluklara yine azgınlaşan tabiat kuvvetleriyle ceza verildiği gibi, bazılarına da âhiret hayatında cehennem verilecektir. (Nâziât 79:39)

Cehennem bir gözetleme yeridir ve ‘tâğín-tuğyan edenler’ için hazırlanmıştır. (Nebe’ 78:21-23)

Kur’an, insanları uyararak ‘tuğyana’ düşmemelerini, ilâhí sınırlara tecavüz etmemelerini söylüyor. Âhirette ‘tuğyan’ edenlerin sonlarının nasıl olacağını haber veriyor. (Kâf 50:23-30. Sâd 38:55-61)

Dünya hayatını âhiret hayatına tercih etme ile, ‘tuğyan’ etme, azıp-şımarma arasında bir bağlantı vardır.

“Artık kim taşkınlık edip-azarsa (tağâ), Ve dünya hayatını seçerse, Hiç şüphesiz cehennem, (onun için) barınma yeridir.” (Naziat 79:37-38)

-Tağut Nedir?

“Tağut” tuğyan kökünden mübalağa kipiyle bir cins ismidir ki aslı ‘ceberût-zorbalık’ gibi ‘tağavût’ olup, yer değiştirmekle ‘tağût’ yapılarak ‘vav’ ‘elif’e çevrilmiştir.[11]

‘Tağut’ kelime anlamıyla ‘tuğyan eden, ya da tuğyanda aşırı olan demektir. Her türlü azgını ve Allah’tan başka mabud (tapınılan) hâline getirilen her şeyi anlatan bir kelimedir.[12]

Tuğyanın (azgınlığın) kendisi kesilmiş, isyankâr, azgın, azman, azıtgan demek gibidir.[13]

Tağutu; Allah’tan gayri ibadet edilen her şey,[14]

kâhin (ğayb’tan haber veren), şeytan ve sapıklığa çağıran her lider veya önder,[15]

putlar, ya da insanı Allah’a ibadetten engelleyen her şey,[16]

sihirbazlar[17] şeklinde de açıklanmış.

Tağut uğruna savaşanlarla, kendileriyle mücadele edilmesi gereken şeytanın velileri (dostları/yakınları) aynı gruptan insanlardır. (Nisâ 4:76)

İnkârcıların tağut uğruna savaştıkları söylendikten hemen sonra, ‘şeytanın dostlarıyla mücadele edin’ denilmesi, bu âyette tağutun şeytan anlamında kullanıldığını gösterir.

Allah’a karşı azan, başkalarını da azdıran her şey tağuttur. Asıl azdırıcı şeytan olmakla beraber, kendisini tanrı tanrı yerine koyan, insanları yanlış yollara sevkeden kötü kişiler ve kendisine tapınılan putlar da tağutun anlamı içine girerler.[18]

Tuğyan; isyan ve günahta sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmek olduğuna göre isyanda ve günahta ileri giden, ilâhí ölçüleri tanımayan bütün güç odakları, bütün kişi ve kuruluşlar tağut’tur. Tağut, insanları Allah’a iman ve O’na ibadetten alıkoyan bütün güç sahiplerini kapsar. Bunu yalnızca put veya şeytan olarak anlamak tağut’un ifade ettiği olumsuz anlamı karşılamaya yetmez diye düşünüyoruz.

Özetle tağut; her devirde, firavun ruhlu kişilerle, onların yardakçıları olan gürûhun genel adıdır.”[19] 

‘Tağut’, sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes ve her şey hakkında kullanılabilir. Kur’an ise bu kötü sıfatı Allah’a isyan eden, O’nun kullarının hakimi ve sahibi olduğunu iddia eden ve onların kendi kulu olmaya zorlayan kimseler ve güçler için kullanmaktadır.

Taberî diyor ki: Tağut konusunda bana göre; "Allah’a karşı azgınlaşan ve Allah'ın dışında kendisine tapınılan şeydir." diyen görüştür. İsterse tağut, kendisine tapanları zorla taptırmış olsun, isterse onun zoru olmadan insanlar kendileri ona tapmış olsunlar. Bu sebeple, kendisine tapılan bu varlık Şeytan da olabilir, heykel de, put da yahut başka herhangi bir şey de...[20]

“Allah’ın indirdiği hükümlere karşılık olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.”[21]

“Tağut, öncelikle, Allah’tan başka ibadet edilen her şeyi ve böylece insanı O’ndan uzaklaştıran ve şeytana yönelten şeyleri ifade eder. Bu terim, hem tekil hem de çoğul bir anlama sahiptir. (F. Râzí’den) Bundan dolayı, en doğrusu ‘şeytaní güçler’ şeklinde çevrilmelidir.”[22]

Tuğyan (azgınlık) kavramından anlaşılıyor ki, putlar ikinci derecede tağutlardır. Aslında akıl sahibi olmayan putların ve dikili taşların tağutlardan bile sayılmaması gerekirdi. Çünkü bunların kendileri Allah’a karşı bir azgınlığa sahip olamazlar. Ama azgınlık (ve sapıklık) sebebi olabilirler. Böyle bir sebebi de tuğyan edenler her zaman bulabilirler.  Demek ki putlar asıl tağut değil, tağutların temsilcileridir.[23] 

Tağutlar, yalnızca azan (tuğyan eden), insanlara tahakküm eden zorbalar değildir. Onların asıl en önemli olumsuz karakterleri, ilâhí din yerine topluklar için bâtıl din uydurmalarıdır.

Din; insanların kendilerinden üstün ve güçlü saydıkları herhangi bir otoriteye itaat etmesi ve o otoriteden gelen ölçüleri, hükümleri ve yaşama biçimini benimsemesi demektir.

Bu anlamda tağutların ölçülerini ve dayattıkları hayat tarzını benimseyenler onları ya tanrı, ya da en yüce otorite sayarlar ve onların uyduruk dinlerine iman ederler. Kur’an’a göre böyleleri tağuttur. 

İnsanlardan bazıları bir putu, şeytanı, bir kişiyi, bir gücü veya bir kurumu tanrı haline getirebilirler ve onlara her konuda itaat edebilir. O boyun eğdiği şeyden kaynaklanan hükümleri Allah’ın  indirdiklerine aykırı olmasına rağmen kabul ettiği zaman onu tağut haline getirmiş olur.

‘Tağut’, ‘tuğyan’ edip, insanlar üzerine rab’leşen bütün kişileri ve güç odaklarını içine alır.

 ‘Tağut’, her devirde olabilecek firavun tipli kimselerle, onların şeytanî düzenlerinin (güçlerinin) genel adıdır.

Kim, kimi kendi üzerinde mutlak otorite sayarsa onu ilâh haline getirmiş olur.

İnsan ya âlemlerin Rabbi Allah’a ibadet ederler, ya da onun dışındaki ilâhlara... Ya Allah’ın insan üzerindeki otoritesini kabul eder, ya da tağutların...

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd) sapıklıktan (ğayy’dan) apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara 2:256. Ayrıca bkz: Nisâ 4:76)

Bu âyette tağut, ruhsuz putlara ad olan cibt’e karşılık, ruh ve şuur sahibi put, yani ilâhlaştırılmış, putlaştırılmış insan anlamında kullanılıyor.[24]

Bunun anlamı şudur: Hangi devirde ve hangi adla olursa olsun insanların karşısına çıkan tağutlar, onların hükümleri, ölçüleri, düzenleri reddedilmeden sağlam bir imana ulaşmak mümkün değildir. (Bakara 2:256)

Görünen o ki, tağut kelimesi tekil veya çoğul olarak kullanıldığına göre, o her devirde tek bir varlık olabildiği gibi, birden fazla güçler de olabilir. Bir kişi olabildiği gibi birden çok şahıs, zümre, topluluk, sistem, devlet, aile ve hatta uluslararası bile olabilir. Bunlar birbirlerinden habersiz faaliyet yaptıkları gibi, işbirliği yapmış, teşkilatlanmış da olabilirler.

-Kur’an’da tağut

Tağut kavramı Kur’an’da genel olarak insanı Allah’ın gösterdiği hak yoldan saptırarak O’na kulluktan alıkoyan her şey; tuğyanı yaşayan ve yaşatan bütün kişi, kuruluş ve güçler anlamında sekiz âyette geçiyor.

Kur’an, tarihte azmış, isyanda ileri gitmiş, kendilerine gönderilen peygamberlere karşı büyüklük taslamış ve yoldan çıkmış bir çok azgın kişi ve toplulukların durumunu bu kelime ve bunun türevleri ile anlatmaktadır.[25]

Kur’an, Allah’a imanın gerçek anlamına ulaşması için tağuta karşı çıkmanın zaruretine dikkat çeker.

“Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve “tâğût”a  inanıyorlar. İnkâr edenler için de, “Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır” diyorlar.” (Nisâ 4:51)

Tuğyanın anlamında “aşırı derecede azgın ve mütecaviz olmak” olduğunu hatırlayalım. Buradan hareketle Allah’tan başka tapınılan ve hak yoldan saptıran her varlık, put, şeytan, kâhin ve sihirbaz tağut sayılmış.[26]

İnsanlar kulluk yapma husunda Âdemden beri uyarıldılar.

“Andolsun Biz her ümmete; ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ yapması için) bir peygamber gönderdik…” (Nahl 16:36)

İlahi müjde tağuta kulluktan kaçınıp alemlerin Rabbi Allah’a kulluk edenlerin hakkıdır.

“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere, onlara, müjde vardır. Dinleyip de, en güzel söze uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.” (Zümer 39:17-18)

Tağut’a iman edenler tağutí zulüm düzenlerinin saltanatı  uğruna mücadele ederler. (Bkz: Nisâ 4:76)

Kur’an firavun’u  tağutların tipik bir örneği olarak tanıtıyor. Çünkü o, insanın kendi hevâ ve hevesini ilâhlaştırmasının, kendini her şeyin üstünde görmenin ve Allah’ın hükümleri yerine başka hükümler koymanın da açık bir örneğidir. (Tâhâ 20:24, 43. Nâziât 79:17)

Rabbimiz, insanlardan bazılarını ‘tağutun kulu’ nitelemesi dikkat çekici....

“De ki: Allah’ın katında, bunlardan daha şiddetli bir cezayı hak edenleri haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lânetledikleridir; onlar Allah’ın gazap ettikleridir, kendilerini... şeytaní güçlere (tağuta) tapanlar kıldıklarıdır...” (Mâide 5:60)

Bu âyette tağuta tapanların acı sonlarını görüyoruz. Yaptıklarına karşılık aldıkları cezayı ibretle ve korkuyla izliyoruz: Tağutlara kul-köle olmak...

 

-Tâğiye:

Tağut ile aynı kökten gelen tâğiye ise azıp kuduran bir tabiatını ifade ettiği gibi, azgınlıkta ve zulümde ileri gitmiş zalimleri, diktatörleri ve baskıcıları da anlatır.

Tuğyan eden kişilerin sıfatı olarak tağiye inatçı ve otoriter zorbadır. İstikbar eden (büyüklük taslayan) bir zalimdir. Yaptığı işlerin doğru mu yanlış mı olduğuna bakmaz. Sakınma duygusu olmadığı gibi korkmaz da. İnsanlara karşı kibirlidir, bazen de onlara haksızlık eder. 

Tağut ile tâğiye arasında küçük bir fark vardır. ‘Tâğiye’ olan kimse, insanların kendisine tapmalarını emretmez. Kendisi Allah’a ortak koşmaz ama elinin altındakilere zulmeder. Hevâ ve hevesinin istediği gibi hükmeder ama Allah’ın hükümlerine aykırı davrandığı zaman bunun farkında olabilir. Ancak hükmetme ve dünyalık elde etme hırsı sebebiyle bu yanlışlıklara devam eder.

Böyleleri müslümanlar arasında her zaman bulunurlar. Tarih boyunca ve hele günümüzde insanlar bu gibi müslüman kılıklı zalimlerden çok zarar gördü ve hâlâ da görmektedir. Bunlar çoğu zaman İslâm adıyla ortaya çıkarlar. Sonra da ellerindeki yetkilerle halka karşı otoriter olurlar, haksızlık yaparlar. Hile ve desiseyle iş tutarlar, yalan ve dalavere ile başta dururlar, yaptıklarını büyük ve süslü göstererek halkı kandırırlar.[27]

Tağut ve tâğiye kelimeleri bazı hadislerde aynı anlamda geçiyor.

Peygamber (sav) tâğiyelerin (tuğyan edenlerin) adına yemin etmeyi yasaklamıştır: “Tâğiyelerin ve atalarınızın adıyla yemin etmeyiniz.”[28]

Buhârî;  ‘Lât, Uzzâ ve tağutlar adına yemin edilmez’ adıyla açtığı başlıkta (bab’da) şu hadisi rivâyet ediyor: “Kim Lât ve Uzzâ adına yemin etmişse, ‘Lâilâhe illah’ desin...”[29]

-Tağut, tâğiye ve otoriterlik bağlantısı

Türkçe sözlükte otorite; 1.Emretme ve itaat ettirmede hak, güç ve iktidar. 2.Nüfuz, salâhiyet. 3.Sahasında kendini kabul ettirmiş, başarılı kimse.[30]

Görüldüğü gibi otorite kelimesinde görünürde bir olumsuz anlam  yok gibi... Sanki hak edilmiş bir salâhiyet, güç, yetki anlamında. Ancak tağut ve tağiye söz konusu olunca bu yetkinin hak edilmiş bir salâhiyet veya iktidar olmadığı anlaşılır. Zira tağutluğun özünde hak edilmiş değil, zorla, baskı ve dalavere ile elde edilmiş ve kullanılan bir otorite söz konusudur. 

‘Tağâ fülân’, falanca adam isyanda ileri gitti, ceberrutlukta ve zulümde aşırı oldu denir.[31]

Bazı insanların tuğyan etmelerinin sebebinin istiğnâ (kimseye ihtiyaç duymama) duygusunun yattığını ve bunun da insanların dünyalık zenginlik ve güce meyletmeleriyle olan ilgisini düşünürsek; tağut olayında zenginliği, otoriterliği, güç ve kuvveti, iktidar sahibi olmayı da hesaba katmamız gerekiyor.

‘Tağutluk’ iki şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Birincisi; yukarıda geçtiği gibi,  bazı insanlar veya topluluklar, istikbar veya istiğna (kendini zengin ve yeterli görme) duygusuyla ‘rabb’liğe kalkışır. Allah’ın davetine kulak asmaz, ama kendi hevâ ve hevesinden (kafalarından) hükümler koyarlar. Sonra da kanun ve din hâline getirdikleri bu ilkeleri insanlara dayatırlar.

İşte bu gibi kişi, kurum ve güç toplulukları ‘tuğyan’ içinde olanlar, ya da kendilerini ‘tağut’ haline getirenlerdir.

İkincisi; kimi insanlar da bu ‘tuğyan’ eden kişi veya güçleri ilâh veya rab gibi bilip onlara tabi olurlar. Onların hükümlerini ve dinlerini kabul ederler. Allah’ın ne dediğine kulak asmazlar.

Böyleleri şüphesiz Allah’ı bırakıp ‘tağutları’ ilâh edinen müşriklerdir.

Tanrılık iddiasında bulunup insanları zorla kendine itaat ettiren bütün zorbalar, bütün diktatörler; Allah’ın âyetlerine dayanmayan bütün sistemler tağuttur. İslâmí hükümleri hiçe sayıp, onlara ‘çağdışı’ deyip, kendi kafalarından helâl ve haram ölçüleri koyan bütün güçler, otoriteler tağutun tanımına uymaktadır.

Günümüzde Kur’an’ın ilkelerine aykırı kurulan yapılar ve sistemler, Allah’ın hükümlerine zıd kararlar alan kuruluşlar, kendi hevâ ve hevesiyle hükmeden zorba ve otoriter kişiler, güçler, sistemler birer tağut, onları destekleyenler de Kur’an’ın deyişi ile onların velileridir.

-Tağutların otoriterliği iki şekilde ortaya çıkar:

Birincisi: Onlar güç ve iktidarlarına güvenerek, tabi aynı  zamanda tuğyan ederek insanlara haksız yere tahakküm ederler. Onları korkutarak, kandırarak, tehdit ederek, vaadlerde bulunarak, bazen de zorla ve baskıyla otoriteleri altın alırlar. 

Onlar böylece kendilerine bağladıkları ya da etki altına aldıkları kimseleri istedikleri gibi sevk ve idare ederler, haklarında istedikleri kararı alırlar.

İkincisi: İnsanların tercihi ile... Allah’ın ilâhlık otoritesini reddedip tağutların otoritelerini kabul etmek şeklinde...

Bunlar ya yapılan baskılara boyun eğerek, ya da propaganda, telkin ve ikna edilme sebebiyle, isteyerek, benimseyerek, çıkar karşılığı veya çıkar karşılığı olmadan tağutların otoritesini kabul ederler.

Mesela putları veya görünmeyen şeyleri tanrı edinenleri o tapındıkları şeyler zorlayamazlar. Zira put hâline getirilenlerin  bundan haberi bile olmaz. Lakin aklını kullanmayan bazıları  Kur’an’ın tağut da dediği bu uydurma tanrılara inanır, kulluk yaparlar.

Bazı insanlar tuğyan edenlerin bu hâline aldırmaz, görüşlerini, ilkelerini icraatlarını kabul ederler ve onlara tabi olurlar. Allah’ın ölçülerini reddedip, tağutların ölçü ve kurallarıyla hükmederler. Böylece hem onları tanrı gibi kabul etmiş, hem de onlara veli (dost ve yakın) olmuş olurlar. 

Kur’an, mü’minlere Allah’a ve Rasûlüne itaat etmeyi emrediyor. Bunun anlamı İslâmın hükümlerine uymaktır. Ancak bazıları Allah’ın kitaplarına inandıklarını söyledikleri hâlde ‘tağut’un hükümleriyle işlerini görmek isterler.

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?

Bunlar, tağutun önünde muhakeme olmayı istemektedirler. Oysa onlar onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.” (Nisâ 4:60)

Bu âyette tağut kelimesinin, ilâhî olmayan hükümlere göre karar veren, Allah’ı ve Rasûlü’nü nihaî otorite olarak tanımayan kişi ve güçlerin kasdedildiğini görüyoruz. (Allahu a’lem)

Âyet göstermektedir ki bir kimsenin, prensip itibariyle tağutî olan bir merciye kendi ile ilgili kararlar vermesi için başvurması imana uymaz. Kur’an’a göre Allah’a iman, tağutu inkâr etmeyi gerektirir.[32]

Mü’minlerin tavrı ise şöyle olmalı:

“Aralarında hükmetmek için, Allah’a ve Rasûlüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü:’ İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte kurtuluşa kavuşanlar bunlardır.” (Nûr 24:51)

Burada “...tağutun önünde muhakeme olmak istiyorlar...” ifadesini, tağutların otoritelerini tanımak, Allah’ın ölçülerini yerine onların ölçülerini kabul etmek, onları en âdil, üstün ve biricik veli, otorite bilmek anlamında almak gerekir.

Yoksa günümüzde ister istemez, gücü yetmediği, ya da hakkını almak için başka çaresi olmadığı için Kur’an’ın tağut dediği otoritelerin mahkemelerine her gidene tağuta itaat etti, tağuta tabi oldu diyemeyiz. Bu onların -mükemmel olmasa da- elde ettikleri hakları bırakmalarını, elleri kolları bağlı çaresiz kalmalarını söylemiş olmak anlamına gelir.

Müslümanlar ilâhí ölçülere uygun âdil ve islâmí düzenler kuruluncaya kadar, mecbur kalırlarsa haklarını her yerde aramak durumundadırlar.

Kaldı ki bugün herkes hukuken bir siyasi otoriteye bağlıdır. O siyasi otorite İslâma göre şekillenmemiş, İslâma göre faaliyet yapmıyor diye bütün haklardan vazgeçmek, hayatı çekilmez hâle getirir.

Burada yasaklanan anlayış; tağutí otoriteleri meşru’ ve kendilerini itaat edilmesi gereken mutlak veli (otorite) saymak, ya da Allah’ın indirdiklerinin yerine onların ortaya koydukları ölçüleri tercih etmektir. Ya da onların zorbalığını ileri sürerek İslama uygun değil, onların hoşuna gidecek şekilde yaşamak...

Kur’an, yanlış zihniyetin, hüküm ve adalet anlayışının üzerinde duruyor. Tağuttan adalet beklenilmesinin tuhaflığını gündeme getiriyor.

Ancak özellikle günlük hayatta yaşadıkları ülkede tağut tanımına uygun diktator kişileri veya sistemleri benimsemek farklı bir şeydir. Bir müslüman için bu tercih şüphesiz önemlidir. Eğer Kur’an’a göre tağutun kim olduğunu, özelliklerini öğrenmezse; fikirlerini, ilkelerini, hayat nizamını benimsediği kişi ve sistemleri tanıyamaz, dolaysıyla onlara uymanın iman açısından sakıncalı olup olmadığını bilmez. İslâmın ölçülerine rağmen onlara uyarsa İslâm dışı bir hayat yaşar ve kaybedenlerden olur.

Mü’minlere düşen; ‘tağut’ hâline getirilen kişi ve düzenlere değil Allah’a ve O’nun şaşmaz ölçülerine itaat etmektir. Öncelikle tağutları ve onların dinlerini reddedip, Rabbinin hükümlerini benimsemek. Sonra da –sistemi tek başına veya zayıf güçlerle değiştiremeyeceğine göre-, şahsî hayatında bu hükümlere elinden geldiği kadar uymak... (Bu anlamda dünyanın her tarafında müslümanca yaşamak mümkündür.)

Çevresinin, ailesinin, elinin altında olanların tağutun hoşuna gidecek şekilde değil, Allah’ın hükümlerine uygun yaşamalarını sağlamak için emr-i bi’l-ma’ruf yapmak... Münker sayılan tağutî sistemi ve ölçülerini degiştirmeye çalışmak, buna güç yetiremezse hiç olmazsa buğzetmek...

Eline bir seçim imkanı verilirse, bu sistemde daha âdil, daha merhametli ve insaflı kimselerin, ya da daha az zalim olanların otorite sahibi olmalarını desteklemek...

Hüseyin K. Ece

16.07.2023

Zaandam

 

[1] el-Isfahâní, R. el-Müfredât, s: 454. Ebubekr er-Râzi, Muhtaru’s-Sıhah, s: 393

[2] Heyet, Mu’cemu’l-Vasít, 2/558

[3] el-Isfehâní, R. el-Müfredât, s: 454

[4] el-Isfehâní, R. el-Müfredât, s: 454         

[5] Yurdagür, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, Ek 2/611

[6] Öztürk, Y. N. Kur’an’ın Temel Kavramları, s: 560

[7] Yurdagür, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, Ek 2/611

[8] Müslim, Fedâʾil/46(172) no: 6165, Kader/6(29) no: 6766. Ayrıca Bkz: Ahmed b. Hanbel, 1/121. Buhârî, Tefsîr-18/3 no: 4726

[9] Abdürrezzâk, Musannef, 11/188

[10] Öztürk, Y. N. Kur’an’ın Temel Kavramları, s: 559-560

[11] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/20

[12] el-Isfehâní, R. el-Müfredât, s: 454. Heyet, Mu’cemu’l-Vasít, 2/558

[13] Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (Sad.) 2/170

[14] Lisânu’l-Arab, 9/123. Bağavî, Meâlimu’t Tenzil, 1/230

[15] el-Cevherî, es-Sıhah, 6/398. Zamahşerî, Ö. el-Keşşâf, 1/300

[16] Beydâvî, Envâru’t-Tenzil, 1/135

[17] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/20

[18] Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/456

[19] Öztürk, Y. N. Kur’an’ın Temel Kavramları, s: 562

[20] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/21

[21] Kerimoğlu, Y. Kelimeler Kavramlar, s: 316

[22] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/77

[23] Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (Sad.) 2/171-172

[24] Öztürk, Y. N. Kur’an’ın Temel Kavramları, s: 558

[25] Yurdagür, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, Ek 2/611

[26] el-İsfahânî, R. el-Müfredât, s: 454. İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 9/124

[27] el-Kettân-ez-Zeyn, M. Tağut, S: 22-24

[28] Müslim, Eyman/6(1648) no: 4262

[29] Buhârî, Eyman/5 no: 6650

[30] Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 1282

[31] er-Râzi, E. Muhtaru’s-Sıhah, s: 393. Heyet, Mu’cemu’l-Vasít, 2/558

 

[32] Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an, 1/375