Peygamber’in (sav) vahiy’le ilgili görevlerini bir kaç başlıkta sıralamak mümkün. Bunlar:

-Vahyi tebliğ etmek

Vahy’, sözlükte gizli ve süratli bir şekilde bir şeyi bildirmek, gizli konuşmak, seslenmek, fısıldamak, emretmek, ilham etmek, ima ve işaret etmek gibi anlamlara gelmektedir.

Terim olarak Vahy; Rabbimizin, genel olarak varlıklara hareket tarzlarını bildirmesi, özel olarak da insanlara ulaştırmak istediği ilâhî emir, yasak ve haberlerin tümünü aracı ile veya aracısız olarak, gizli ve hızlı bir yolla peygamberlerine iletmesidir.[1]

 ‘Vahy’ olayında, kendisine haber ulaştırılan, iletişim kurulan varlık, vahyi aldıktan sonra onun gereğini yapmak üzere harekete geçiyor.

Örneğin, bir peygamber ‘vahy’i aldıktan sonra, durmuyor, harekete geçiyor ve aldığı vahyi insanlara ulaştırıyor. Vahyi duyup da kabul eden mü’min de beklemiyor, Vahiyle gelen hükümlerin gereğini yapıyor.

Vahy’in gereğini yapmakla ilgili örnekler:

-Nûh (as) gemi yapma emrini alır almaz, insanların alaylarına rağmen, hem de karada gemi yapmıştı. (Hûd 11:37. Mü’minûn 26:27)

- Arı, fıtratına, yani bünyesine yüklenilen vahiyle yaratılış amacına uygun olarak Son Saate’e kadar bal yapmaya devam edecektir. (Nahl 16:68-69)

Mahşer günü Allah (cc) yeryüzüne emredecek, o da üzerinde neler olup bittiğini haber verecek.. Yani o da vahyin gereğini yerine getirecek.  (Zilzâl 99:4)

Her bir göğe kendi işini yüklemek (vahyetme) onları yaratılış amacına yöneltmedir. Gökler de yaratılalı beri bu vahyin gereğini yapmaktadırlar. (Fussilet 41:12)

Musa’ya (as) vahyedildi ve o da mü’minleri alıp bir gece yola koyuldu. Hem de Firavun ve adamlarından korkmadan, Allah’tan ümit ederek. (Şuara 26:62. Ayrıca bkz: Tâhâ 20:77. Şuarâ 26:52, 63)

Musa (as) rabbinden gelen vahiyle Mısır’da mü’minleri yetiştirmek, onları vehiyle inşa etmek üzere secde yerleri yaptı. (Yûnus 10:87)

Vahiy ilahî mesaj olarak Musa’nın (as) annesine geldiğ zaman o hemen harekete geçti, çocuğunu hiç çekinmeden, Rabbine güvenerek bir sandığın içinde nehire bıraktı. İstenileni inanarak yaptı. (Tâhâ 20:38-40)

Tebliğ; kelimesinin aslı ‘beleğa’ fiilidir. Bu da sözlükte zaman, yer ve nitelik açısından amaca ulaşmak, sona varmak demektir.

‘Belağa’ fiilinin tef’ıl kalıbından ‘belleğa’ (masdarı’ tebliğ); bir şeye ulaşması gerekeni yerine ulaştırmak, iletmek, nakletmek, duyurmaktır.[2] 

Kavram olarak tebliğ; öncelikle peygamberlerin  vahiy yoluyla aldıkları bilgiyi insanlara ulaştırmasıdır. Bu aynı zamanda peygamberlerde bulunması gereken vacip bir sıfattır. Buna göre tebliğin anlamı biraz daha özeldir.

Peygamberler Allah’tan gelen vahyi, ilâhi hükümleri (tebliğâtı), gizlemeden, eksiltmeden ve bir şey eklemeden olduğu gibi insanlara ulaştırırlar, duyururlar. Tebliğ, bütün peygamberlerin özel (vacip) sıfatıdır.  Bütün elçiler bu görevi hakkıyla yerine getirdiler. (Bkz: A’raf 7:62, 68, 79, 93. Ahzab 33:39)

Allah (cc), Rasûlüllah’a kendisine vahyedileni tebliğ etmesini emretti. (Mâide 5:67) O da diğer elçiler gibi Allah’tan aldığı vahyi eksiksiz ve ekleme yapmaksızın insanlara ulaştırdı, bu görevi en güzel şekilde yaptı.

Üstelik onun tebliğde muhatabı yalnızca kendi zamanında Hicaz bölgesinde Arapça konuşanlar değil, diğer beldelerin insanları ve kendisinden sonra gelenlerdir.

O muhataplarına; “Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahiy ile) biliyorum” diyordu. (A’raf 7:62, 68)

-Vahyi okumak (kıraat etmek) ve ta’lim etmek

İlk vahy geldiğinde Cebrail (as) Hz. Muhammed’e  ‘oku’ dediği zaman, O. ‘ben okuma bilmem’ cevabını vermişti. Bu emir üç defa tekrarlandığı hâlde, hep ‘ben okuma bilmem’ demişti. Sonra Cebrail (as) “Yaratan abbinin adıyla oku” (Alak 96:1) âyetlerini okudu ve Rasûlüllah da tekrar etti.

Buradaki okuma sıradan bir yazıyı, bir kitabın satırlarını okumak gibi değildir. Vahy’i okumak elbette farklı bir şeydir. Bunun bir ‘yap’ emri olduğunu, vahy’in bununla önce Peygamberi, sonra da muhataplarını inşa etmek istediğini hatırlamak gerekir.

Bir başka âyetlerde ‘utlu-oku’ emri ile gelen okumanın, duyurmak, izlemek ve iletmek, uygulayıp göstermek anlamında kullanıldığını görüyoruz. (Kehf 18:27. Ra’d 13:30)

-Müjdelemek ve uyarmak

Genelde bütün elcilerin, özelde Son Elçi’nin görevlerinden biri de budur. Onların bir sıfatı da ‘beşir ve nezir’ olmaktır.

Beşir; güzel sonuçları haber verip mujdeleyen, nezir korkutup uyaran demektir. Rasûlullahin bir görevi de bu idi.

Kur’an onun da beşir ve nezir olduğunu beyan ediyor. “(Ey Nebi) Biz seni ancak, bütün insanlık için bir müjdeci (beşir) ve uyarıcı (nezir) olarak gönderdik; ama insanların çoğu bunun farkında değillerdir.” (Sebe’ 35:28. Ayrıca bkz: Fetih 48:8. Ahzâb 33: 45)

Kendilerine beşir ve nezir olan Allah elçileri geldikten sonra hiç kimsenin Allah’a karşı bir bahânesi olamaz. (Mâide 5:19. Şûrâ 42/7)

Kur’an’ın vahyediliş amacı da onunla muhatapları uyarmaktır.  (En’am 6:19)

-Vahye uymak, vahyi yaşamak ya da vahyi uygulama (tatbik)

Rabbimiz Son Elçi’ye şöyle buyurdu:

“Rabb’inden sana vahyedilene uy; O’ndan başka tanrı yoktur. (O’na) ortak koşanlardan yüz çevir.” ( En’am 6:106. Ayrıca bkz: Ahzâb 33:2. Müzemmil 73:8. Yûnus 10:109. Nahl 16:123)

Peygamberimiz (sav) bu emri yerine getirmiş, Vahyi önce kendi hayatında canlandırmıştır. Allah (cc) ne demişse, neyi emretmişse, neyi yasaklamışsa, önce kendisi uymuş ve ümmetine örnek olmuştur.

O vahy’in gereğini yaptı. Onu savsaklamadı, tehir etmedi, Vahiy açısından hata olan bir şey yapmadı, adâletten ayrılmadı. Kulluk ve elçilik (nübüvvet-risâlet) görevini en güzel bir biçimde yaptı. (İsrâ 17:73-75)

“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46:9. Bir benzeri: En’am 6:50)

Peygamber (sav) hayata, sorunlara, davet yolunda yapılması gerekenlere, suçluları cezalandırmada Vahiyle, yani ilâhi hükümlerle hüküm verdi. Buna karşın câhillerin ve yoldan çıkmışların, hevâsından hüküm verenlerin ortaya koydukları hükümlerin, ölçülerin, değerlerin fazla bir önemi yoktur. (Mâide 5:42, 48 ve 49)

Bu Kur’an’ı değiştir diyenlere Kur’an’ın cevabı: “De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yûnus 10:15. A’raf 7:203)

-Vahyi muhafaza etmek

Bilindiği gibi Peygamberimiz (sav) kendisine gelen vahyi sahabelere öğretiyor, vahy katiplerine o günkü kağıt malzemelere yazmalarını emrediyordu. Böylece vahiy yoluyla gelen Kur’an, tümüyle hafızalarda ezberlendi, yazı ile kayıt altına alındı ve korundu.[3]

-Kur’an’la cihad etmek

Muhammed (sav) bütün bir peygamberlik hayatı bir ‘cihad’ faaliyetidir dense yanlış olmaz. Ancak bu ‘cihad’ bugünkü yaygın –biraz da eksik- anlamıyla fiilî savaş değil...

Daha çok çaba, gayret, yoğun çalışma ve tebliğin araçlarını en güzel bir biçimde kullanma şeklindedir. Zira “cihad ibadeti” yoğun çaba, çok çalışma ve İslâmî davet uğruna (fî-sebîlillah) elinden geleni yapmadır.

Muhammed (sav) risâlet sürecinde ve özellikle Mekke hayatında tebliğin bütün sözlü imkanlarını kullanarak insanları doğru yola davet etti. Tıpkı diğer peygamberler gibi, hiç bir zorluğa, hakarete, işkenceye, mahrumiyete, düşmanlığa kulak asmadan yoluna devam etti.

Cihadını, yani Allah’tan gelen ilâhi daveti insanlara ulaştırma çabasını sürdürdü. Onun peygamberlik hayatı baştan başa insanı hayrette bırakacak bir çalışmanın, yoğun bir çabanın, kuvvetli bir azmin, ihlaslı bir kulluğun, örnek bir cehdin (cihadın) sahneleridir.

Bu cehdin Mekke bölümünde sıcak çatışma yoktu. Temamen davet, ikna etme, anlatma, dikkat çekme, ısındırma, delil getirme, örnek verme, uyarı ve müjde gibi tebliğin imkan ve metodları vardı. 

Mekke döneminin ortalarına doğru indiği  tahmin edilen Furkan Sûresinde Allah (cc) Peygamber’e “Kur’anla cihad etmesini” emrediyor:

“Kafirlere boyun eğme ve bu Kur’an ile onlara karşı büyük cihad et.” (Furkan 25:52)

Burada emredilen cihad’ın harb/kıtal şeklinde değil, akidevî ve fikrî bir mücahede, Allah yolunda yoğun çaba olacağı açıktır. Zira henüz Mekke dönemidir ve burada savaştan söz etmek mümkün değildir.

Rasûlüllah (sav), Hicret’ten sonra şartlara göre savunma için, fitnelere, suçlara ve ihanetlere karşı elbette fiili savaş da yaptı. 

-Kitap ve hikmeti öğretmek, tezkiye etmek

Peygamber’in (sav) gönderiliş amaçlarından biri de onun ümmetini tezkiye etmesidir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten tezkiye eden (arındıran), size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara 2:151. Bir benzeri: Cumu‘a 62/2)

Peygamberlerin temel görevi, Allah’ın âyetlerini okuma, yani Allah’tan aldığı vahyi insanlara olduğu gibi bildirme, onları tezkiye etme (arındırma), davranış güzelliğine erişmelerini ve ruhen yücelmelerini sağlamaktır.

Bunun yanında insana yaraşmayan davranışlardan, onlara ceza kazandıracak amellerden kurtulmaları için onları eğitme, kitabı ve hikmeti öğretme ve örnek olmaktır.[4]

Peygamber’in bu misyonunu Hz. İbrahim’in duasında da görüyoruz:

“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder! Onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın...” (Bakara 2:128-129)

Allah’ın (st) tezkiye eden bir Rasûl göndermesi O’nun bir lütfudur. (Âli İmran 3:164) 

-Temiz şeyleri helâl kılmak, pis şeyleri haram kılmak (beyân etmek)

Elbette Allah emri ve izniyle...

"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Rasûle, o ümmî Nebî'ye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara tayyibâtı (temiz ve güzel şeyleri) helâl, habâisi (pis ve zararlı şeyleri) haram kılar. Ve üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri atar.” (A'râf 7:157)

-Güzel ahlâkı tamamlamak

Bir hadis rivâyetine göre Rasûlüllah (sav) görevlerinden biri  şöyle özetledi.

“Ben ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim.”[5]

Kur’an zaten onun ahlâkının muhteşem olduğunu söylüyor. (Kalem 68:4)

-Vahyi beyân etmek

Yani Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu açıklemek, maksatlarını izah etmek Rasûlullah’ın peygamberlik görevidir. Dolaysıyla onun tebliğ ederek davet ettiği ilâhi kitap insanlar için anlaşılır mesajlar taşımaktadır. Bu nedenle diyoruz ki; “Kur’an mübîn (anlaşılır) bir kitaptır.”

Bazı müslümanlar; “biz Kur’an’ı anlayamayız”  diyebilirler ve bir çok gerekçe, sebep ileri sürebilirler. 

Kur’an ise, kendisinin ayrım yapmadan herkes tarafından anlaşılabilecek apaçık bir kitap, hem de sağlam beyyine (delil, isbat, kanıt) olduğunu söylüyor.

Evet, Kur’an apaçık, anlaşılır ve sapasağlam, hak bir kitaptır. Çünkü  kendisi anlaşılması için geldiğini söylüyor. Onun haberleri, dedikleri, hükümleri insanların anlama kapasitesine uygundur. Son Elçi (sav) de onun nasıl anlaşılmasını gerektiğini bir kaç metodla göstermiştir.

-Beyân ne demektir

Bu kelimelerin aslı ‘BYN-bâne’ fiilidir, ‘beyân’ da bunun masdarıdır. Bu da sözlükte (geçişsiz olarak); iş açığa-ortaya çıkmak, açık-seçik olmak.

Ya da bir nesnenin bir şeyden uzaklaşması, ortaya çıkması ve belirmesi demektir.[6]

Daha genel olarak; bir nesne, iş ya da mesele sanki diğerlerinden ayrılmış gibi ayrı ve böylece açık, belli, aşikâr, net, vâzıh, anlaşılır olmak ya da anlaşılır hâle gelmek demektir. Bunu sağlayan vasıtaya da beyân denir. (Bkz: Zuhruf 43/52)[7]

Bu kökten gelen kelimeler Kur’an’da 523 yerde; açıklamak, farkı göstermek, anlatmak, kendini ifade edebilmek, açık delil-belge, apaçık olan, açıklayıcı, mesaj, öğüt gibi anlamlarda geçiyor.[8]

Beyân ‘nutk-konuşma’dan daha geneldir. İki çeşit vetan olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi;her insanda konuşma, meramını ifade etme, yani beyân etme yeteneği... (Rahman 55:4)

İnsan bunu söz ve yazı ile daha da geliştirebilir, çeşitlendirebilir. Bu da ikinci tür beyâna örnektir. (Nahl 16:44)

İnsanla hayvanlar arasındaki önemli farklardan birinin de düşünme, konuşma ve ifade edebilme yeteneği olduğu bilinen bir şeydir. Bu insan için bir üstünlüktür. Bu yetenek elbette yalnızca konuşma değildir. Konuşmanın arkasındaki akıl, idrak, şuur, anlayış gibi yetenekler de söz konusudur.

Bu anlamda ‘beyân’, açık ve anlaşılır, berrak ve net bir şekilde düşünme ve konuşmadır. İlk insan Âdem’ (as)  ‘esmâ’nin öğretilmesi aslında ona beyân yeteneğinin verilmesidir denilebilir.[9]

 Eşyanın isimlerini tanıyan insan, onları beyân yeteneği ile söyleyebiliyor, tanımlayabiliyor (isimlendirebiliyor).

Bir hadiste şöyle geçiyor: “Şüphesiz ki beyân'ın bir kısmı sihirdir” ya da “Muhakkak beyân’ın bazısı elbette sihirdir (muhatabı etkiler).”[10]

Kur’an, ‘beyân’ kelimesini üç yerde birbirine yakın anlamlarda kullanmaktadır. Biri: Rahman Sûresi 4. âyetinde de “açık ve anlaşılır bir şekilde düşünme ve konuşma” anlamında. Allah (cc) insanı yarattı ve ona beyânı öğretti. (Rahman 55:1-4) 

Diğer ikisi Kur’an’la ilgilidir.

-Beyân olarak Kur’an

Kur’an hem açık ve anlaşılırdır, hem de hayır ve şerrin, hak ve bâtılın ne olduğunu gösteren, hidâyet ve dalâlet (sapıklık) yollarının neler olduğunu bildiren apaçık delillere sahiptir. Zaten Kur’an bunu ‘beyân’ etmektedir.

“O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy. Sonra onu açıklamak (beyânı) da Bize aittir.” (Kıyâmet 75:19)

Burada “beyân”; açıklama, izah etme anlamındadır.

Peygamber (sav) inzâl edilen vahyi ezberlemek ve hafızasına yerleştirmek için, vahyin tammalanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Bunun üzerine bu âyetler indi.[11]

Bu âyetlerde Allah’ın üç şeyi üzerine aldığı söyleniyor.

Birincisi; Vahyi hafızalarda ve yazılı olarak unutulmamasını sağlamak. (Bkz: A’la 87:6)

İkincisi; Peygamberin vahyi okumasını sağlamak.

Üçüncüsü; vahyi açıklamak, beyân etmek. Yine burada Peygamber’e susarak Kur’an’ı dinlemesi emredilmiş, o da öyle yapmıştır.[12]

“... Bu (Kur’an), insanlar için bir beyân (açıklama), Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidâyet ve bir öğüttür.” (Âli İmran 3/138)

Burada ‘beyân’; bütün herkese bir ilan, dolambaçsız bir açıklama, her türlü karışıklıktan uzak genel bir tebliğ anlamındadır.

Bu âyette ‘beyân’, iki manaya gelir. Birincisi; dinî emirleri yerine getirmeye teşvik etmek... Ki bu hüdâ ifadesinden anlaşılır.

İkincisi; Din açısından yapılması uygun olmayan şeylerden men etmesidir ki, bu da mev’iza lafzından anlaşılır.[13]

Kur’an’da beyân kelimesi ve türevleri ile mutlak olarak gerçeğin, kitabın, kitaptan gizlenenlerin, âyetlerin ve ayrıca ümmetlerin ihtilâf edegeldikleri şeylerin beyân edilip belgelendiği, akıl ve basîret sahibi kimselerin ibret nazarlarına arzedildiği ifade edilmiştir.

Bu tür beyânları yapanlar ise Allah, son peygamber Hz. Muhammed veya diğer peygamberlerdir.[14]

-Beyyene (açıklamak) fiili ya da Allah’ın beyân sünneti

Kur’an’da aynı mâna ve muhteva için en çok kullanılan diğer tabirlerden biri tafsîl (açık seçik ve tatmin edici bir şekilde anlatmak), diğeri de tasrîftir (şekillendirip açıklamak).

“Beyyene, tebyîn”; bir şeyi açıklamak, izah etmek, açık-aşikâr etmek demektir. Bunun özne ismi (ism-i faili) “mübeyyin”dir.[15]

Kur’an’da ‘beyyene-tebyîn’ fiili farklı kalıplarda kullanılıyor.

Allah (cc) âyetlerini iman edecek bir toplum için (Bakara 2:118),

İnsanlar Allah’tan korkup sakınsınlar, O’na karşı sorumlu davransınlar (Bekara 2/187), şükretsinler (Mâide 5:89), üzerinde tefekkür etsinler (Bakara 2:219, 266),

hatırlayıp öğüt alsınlar (tezekkür etsinler) (Bakara 2:221),

akıllarını kullansınlar (Bakara 2:242. Âli İmran 3:118),

hidâyete ersinler, kendilerini hedefe götürecek doğru yolu bulsunlar diye âyetlerini beyân eder. (Âli İmran 3:103. Hadid 57:17. Nisâ 4:26)

İnsanlar şaşırmasınlar, sapıklığa düşmesinler diye bazı hükümleri apaçık ortaya koyar. (Nisâ 4:176)

Allah (cc), korkup sakınacakları kendilerine apaçık beyân etmedikçe, kimseyi kendi tercihi ile sapıklıkta bırakmaz. (Tevbe 9:115)                                                                              

Dahası Allah (cc) insanların ihtilaf ettikleri şeyleri onlara açıklamak için onları tekrar diriltecek. (Nahl 16:39, 92)

Kur’an bazı ilâhi hükümleri haber verdikten sonra şöyle diyor:

“Allah, size âyetleri açıklıyor (beyân ediyor). Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nûr 24:18. Ayrıca bkz: Nûr 24:58, 59, 61. Bakara 2:230)

-Rasûlüllahın beyân görevi

Vahyi açıklamak peygamberlerin kendi işleri veya arzuları değil, Allah'ın emridir.

Bütün peygamber kendi kavimlerinin diliyle gönderildi ki Allah’ın ne murat ettiğini onlara açıklasınlar (beyân etsinler).  (İbrahim 14:4)

Buna göre peygamberler, vahyin ne dediğini, vahyi nasıl anlamak gerektiğini açıklamak, izah etmek, ortaya koymak zorundadır. Yoksa insanlar vahyi anlamazlar veya onu kendilerine göre anlarlardı. Böylece yanlış yapabilirlerdi.

(Onları) açık delillerle (beyyinât) ve kitaplarla (gönderdik). Sana da bu zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Böylece düşünüp öğüt alsınlar.” (Nahl 16:44)

Allah (cc) elçileri davetlerini ve doğru olduklarını isbat edici delillerle desteklemiş, kendilerine içinde ilâhi hükümler olan kitaplar verilmiştir.

Bu bağlamda Muhammed’e (as) Kur’an vahyedilmiştir. Ona Kur’an’ın indirilmesinin maksadı “insanlara ne indirildiğini açıklamasıdır”. Buna göre Son Elçi sadece bir nakilci değil, Allah’ın ne indirdiğini sözlü ve fiili olarak açıklama, yorumlama, uygulayarak iman edenlere örnek olma da söz konusudur.

Demek ki Rasûlüllah’ın asli görevi Kur’an’ı beyân etmektir. O bu görevi yaparken de Kur’an’a aykırı bir beyân da bulunması, bir uygulama yapması söz konusu olamaz.[16]

Allah (st) Rasûlüllah’ın beyân görevini şöyle açıklıyor:

Biz sana Kitab’ı indirdik ki, hakkında ayrılığa düşükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir kavim için (o kitap) yol gösterici olsun.” (Nahl 16:64)

Kitaptan masat elbette Kur’an’dır. Kur’an; din, inanç ve kulluk, hayatın anlamı, ölüm sonrası, hidâyet, hak-bâtıl gibi konuları insanlara açıklar. Zira insanların çoğu bu gibi konularda öteden beri doğru kanaate sahip değiller.

Muhammed’ın (sav) beyân görevi kitap ehlini de kapsar.

"Ey ehl-i kitab! Rasûlümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir Kitab geldi." (Mâide 5:15. Ayrıca bkz: Mâide 5/19)

Rasûlüllah’ın (sav) bu beyân görevini 5 şekilde yerine getirdiğini söyleyebiliriz:

1.Tebliğ ederken ne tebliğ ettiğini, neye davet ettiğini sözlü olarak açıklama şeklinde.

2.Kendisine yöneltilan sorulara cevap vermek şeklinde.

Kur’an’da “Sana ...’den soruyorlar. De ki:...” gibi âyetler insanların bu tür soruları üzerine gelmiştir. Rasûlüllah (sav) soru konularını bu ayetlerle beyân etmiştir.

“Sana Son Saatin ne zaman olacağını soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır... “(A’raf 7:187)

"Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helâl kılınmıştır..." (Mâide 5:4)

“Sana ruhu sorarlar. De ki: “Ruh rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.” (İsrâ 17:85. Ayrıca bkz: Bakara 2: 215, 217. Enfâl 8:1. Nebe’ 78:1)

Bir adam: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana kısa bir nasihat et, ama uzun olmasın ki unutmayayım" demiş. Rasûlüllah ona: “Öfkelenme!” cevabını verdi.”[17]

Aişe (r.anhâ) nalettiğine göre Peygamber’e  (sav); “Ey Allah’ın Rasûlü, hangi amel Allah’a daha sevimlidir?” O şöyle cevap verdi: “Az da olsa devamlı yapılanıdır. Siz gücünüz yettiği kadar amel işleyin.”[18] 

3.Vahyi bizzat uygulayarak.

Bu da bir anlamda sâhit, yani örnek olmak ya da model kişilik göstermektir. Nitekim bazı ibadetlerin nasıl yapılacağını “Benim yaptığım gibi yapın” diyerek uygulamalı olarak göstermiştir. Canlı Kur’an veya Kur’an’ın pratiği diyebileceğimiz bu uygulamalar (Rasûlullah’ın sahih sünneti) şüphesiz vahyin anlaşılmasında en önemli imkandır.

Rasûlullah’ın en önemli görevlerinden biri de insanlığa örnek (şâhit) olmaktır. Bu görev de onun Vahy’in şâhidi olmasının sonucudur. (Bakara  2:143. Ahzâb 34:45. Müzemmil 73:15)

Zaten o Allah (st) onu örnek yapmıştır.

“Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve Âhiret gününe ümit eden ve Allah’ı çokça anan kimseler için, Allah’ın Rasûlünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33:21)

Âyette, Hz. Peygamber'in, Allah'ın rızâsını kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazilet numûnesi olduğu anlatılmaktadır.

Demek ki o,  sadece bazı teorik kurallar öğretmekle görevli olmayıp,  insanlığa uygulanabilir (amelî) kurallar öğretmek ve bu kuralları kendi yaşayışıyla canlı Kur'an olarak beyân etmektir.

Hz. Muhammed (sav) kendi zamanlarındaki insanlara olduğu gibi, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara, her konuda örnektir. Çünkü Allah (cc) O’nu insanlık modeli olarak seçmiştir.

Sanki, “en böyle bir hayattan razıyım, en güzel insanî ahlâk böyle yaşanır, Ben Âdemoğlunu böyle isterim” diyor.

4.Kendisi zaman zaman yöneltilen sorular cevap vererek.

Rasûlullah’ın bu tür sorularına sahabelerin “Allah ve Rasûlu daha iyi bilir” şeklinde cevap verdikleri hadis kaynaklarında yer alıyor.

Rasûlüllah (sav) (bir gün):

-“Siz aranızda kimi pehlivan sayarsınız?” diye sordu. Sahabeler:

-“Erkeklerin yenmeye başarılı olamadığı kimseyi” dediler. Rasûlullah:

-“Hayır, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir" dedi.[19]

Ebü Hureyre şöyle anlattı: Rasûlullah (bir gün):

-“Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabeler:

-“Bizim aramızda müflis, “Malını mülkünü kaybetmiş, iflas etmiş kimsedir” dediler. Rasûlullah:

-“Aksine gerçek müflis şu kimsedir: Kıyâmet günü kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir.

Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını dövmüştür.

İhlâl ettiği bu hakların karşılığı olarak onun iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır.”[20]

6.Somut şekiller kullanarak

Enes b. Mâlik’in (ra) anlattığına göre Rasûlüllah (sav) (bir gün) yere birtakım çizgiler çizdi. Sonra da çizgileri göstererek şöyle buyurdu:

“Bunlar insanın istek ve arzuları, şu da onun ecelidir. İnsan hayâl içinde yaşayıp giderken bir de bakar ki, en yakın ölüm çizgisi karşısına gelivermiş.[21]

Abdullah b. Mes’ud (ra) şöyle anlattı: “Rasûlüllah (sav) yere dört köşeli bir şekil çizdi. (Ve bu) şeklin ortasına (da) dışarı taşan/çıkan bir çizgi çizdi. (Sonra da şeklin) kenarından ortadaki çizgiye doğru küçük çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu:

-“İşte şu insan, şu da onu kuşatan ecelidir. Dört köşeli şekilden dışarı çıkan (çizgi de) onun emelidir. Şu küçük çizgiler de (onun başına gelebilecek) musibetlerdir. (Bunların) birinden kurtulsa başına diğeri gelir. Ötekisi onu ıskalarsa beriki ona diş geçirir.”[22]

Abdullah b. Mes’ud (ra) şöyle anlattı: Bir gün Rasûlüllah (sav) düz bir çizgi çizerek; 

-“İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve 

-“Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır” dedi ve sonra şu âyeti okudu: “Şüphesiz, bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.” (En’am 6:153)[23]

Rasûlüllah’ın konuyu bazı çizgilerle anlatması onun eğitim ve beyân metodu açısından dikkat çekicidir. Buna göre tebliğde, beyanda, eğitimde, irşadta uygun araçlar ve metodlar kullanılabilir.

Hüseyin K. Ece

17.05.2023

Zaandam

 

[1] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 754

[2] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/420. Firuzâbâdî, Kâmusu’l-Muhît, s. 1007

[3] Cerrahoğlu, İ. Tesir Usûlü, s: 53-54

[4] Komisyon, Kur’an Yolu, 5/271

[5] Muvatta, H. Hulk/8. Ahmed B. Hanbel, 2/381

[6] İbni Faris, Mekâyisi’l-Luğa, 2/327-328. el-Cevherî, es-Sıhah, 5/495

[7] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 89

[8] Okuyan, M. Kur’an Sözlüğü, s: 166-169

[9] Ece, H. K., Hz. Âdem, s: 148

[10] Buhârî, Tıbb/51 no: 5767, Nikâh/48 no: 5146

[11] Buhârî, Tefsir 75/2 no: 4929. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 12/338

[12] Buhârî, Tefsir/75 no: 4929. Müslim, Salat/32(148) no: 1005

[13]Çelik, M. Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, s: 214

[14] Topaloğlu, B. TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/97

[15] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/196-199

[16] Komisyon, Kur’an Yolu, 3/356

[17] Buhârî, Edeb/76 no: 6116. Tirmizî, Birr/73 no: 2021. Muvatta, H. Hulk/11), n.d.)

[18] Buhârî, Rikâk/18 no: 6465. Bir Benzeri: Müslim, S. Müsâfirîn/31(218) no: 1834. Buhârî, İmân/32 no: 43

[19] Müslim, Birr/106 no: 2608. Ebû Dâvûd, Edeb/3 no: 4779. Bir Benzeri: Buhârî, Edeb/76 no: 6114),

[20] Müslim, Birr/15(59) no: 6579. Ayrıca bkz: Tirmizî, Kıyâmet/2 no: 2418

[21] Buhârî, Rikâk/4 no: 6418

[22] Buhârî, Rikâk/4 no: 6417. Ayrıca Bkz: Tirmizî, Kıyamet/22 no: 2454. İbni Mâce, Zühd/27 no: 4231

[23] Dârimî, Mukaddime/23 no: 208