-Giriş

Arapça’da sadr, fuad, lübb, nühâ; Türkçe’de gönül, yürek, dıl gibi kelimelerle anlatılan kalb, kan pompalayan organdan öte bir şeydir.

Şu soruyu soralım: Kalpler pas tutar mı?

Cevap: Evet tutar.

Pas tutmak demire mahsus bir özellik değil mi?

Bir et parçası olan yürek nasıl pas tutabilir?

Pas  tutmak ile yüreğin ne ilgisi var?

Akla bu gibi sorulara gelse de Kur’an kalplerin pas tutmasından söz ediyor. Şöyleki:  

“O Gün yalanlayanların vay haline; Onlar Hesap Gününü yalanlıyorlar. Halbuki onu ancak haddi aşan günahkârlar yalanlar. Böyle birine âyetlerimiz okununca, “eskilerin masalları” der.

Gerçekten (durum sanıldığı gibi değil). Aksine onların kazanmış (yapmış) oldukları kalplerini paslandırmıştır. Dahası onlar, o Gün Rablerin(in rahmetin)den yoksun bırakılacaklar.

Daha sonra cehennem girecekler ve ardından kendilerine, “İşte yalanlamış olduğunuz (Cehennem) budur” denilecektir.” (Mutaffifîn 83/10-17)

Mutaffifîn 7-9. âyetler çekinmeden günah işleyenlerin yaptıklarının “siccîn”de, sağlam bir kitapta kaydolunacağını haber veriyorlar. Arkasından da bir önceki âyet grubunun devamı olarak Allah’ın âyetlerini kabul etmeyen inkarcıların akıbetini anlatıyorlar.

Önceki âyetler onların dünyadaki davranışlarına, bu pasaj onların âhirette elde edecekleri karşılığa işaret ediyor.

Burada bu gibi kimselerin kötü davranışlarından üç kapsayıcı örnek gösteriliyor:

1) İnanç konusunda haddi aşmaları ve hak yoldan sapmaları,

2) Durmadan ve zevkle günah işlemeleri,

3) Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bunlara “eskilerin masalları” demeleri, dolayısyla Kur’an’ı ve Muhammed’in (sav) peygamberliğini kabul etmemeleri.

14.ayette ise bu tür davranışlarının inkârcıların kalplerini kararttığı söyleniyor.

Bu âyetin  başındaki “kellâ” edatı, inkârcıların bu anlayış ve tutumunun kesinlikle yanlış olduğunu, onların bir önceki  âyetler gurubundaki iddialarının gerçeği yansıtmadığını, dolaysıyla bundan hemen dönülmesi gerektiğini anlatır.

Dahası “kellâ”dan sonra “bel” edatının gelmesi, sanılanın aksine konunun farklı olduğu, inkârcılar bu gibi sözlerle kendilerini avutmaya çalışsalarda bu gibi anlayışların kalpleri paslandırmaktan öte bir işe yaramayacağı açıklanıyor.[1]

“Kellâ bel: Hayır hayır, öyle değil, bilakis”  aynı zamanda kalbi paslandıran, onu körelten veya karartan kazançlardan sakınmayı anlatmaktadır. Zira böyle bir kalp ile hakikat arasında bir perde olur, Hakkı görmekten ve anlamaktan yoksun kalır, böylece iflah olma (kurtulma) imkanı kalmaz.

Bu âyetteki “râ-ne” fiili (masdarı reyn ve ruyün’dur) sözlükte bir şeyin üzerini kapladı, galip geldi, kuşattı, istila etti demektir.[2]

“Kaplayıp kararttı” diye de tercüme edilebilir. Buradan “kalbe günah ve sıkıntı basmak mânâsına ulaşılmıştır.

Bu durumda söz konusu  kişilerin kaplerinin kaplandığı, kapatıldığı, köreltildiği, hatta paslandığı ifade edilmiş olmalıdır.

Bu kelime hakkında farklı açıklamlar yapılmıştır. Bu “mühürlenmek” kalbin “günahla kaplanması” şeklinde de açıklanmış.

Aslında Bekara 2/281e bakıldığı zaman, kötülük işleyenlerin, işledikleri kötülüğün yürekleri kapladığı, sonra cehennemlik olacakları söyleniyor. Bu durumda kalbin günahla birlikte anılmasından günahın ondan hiç ayrılmadığı sonucu da çıkarılabilir.”[3]

“Râne” fiili burada işlenen günahların bir pas tabakası gibi kalbi karartmasını, böylece insanın düşünce ve duygularını olumsuz etkilemesini ve onun hakikati kavramasına engel olmasını ifade etmektedir.”[4]

-“Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn”

“Hayır!... bilakis kendi yaptıkları yüzünden kalpleri tümüyle pas tutmuştur”

Kalplerin pas tutuması ifadesini daha iyi anlayabilmek için bu konudaki bazı yorumlara bakalım.

Yani İslâmı inkâr edenlerin yaptıkları, kendi elleriyle kazandıkları (günahlar, kötülükler, zulümler, hatalar, fitneler, haksızlıklar, hasedler, hakka karşı kurdukları tuzaklar, hak ile alay etmeler) kalplerinin cilası (parlaklığı) üzerine tıpkı pas gibi kaplar. Bundan dolayı da onlar hayır ile şerrin (hak ile bâtılın, mutluluk ile bedbahtlığın) arasını seçemezler.[5]

Bu âyet, kalp kararıncaya kadar günah üstüne günah işleyenlerin durumunu anlatıyor. Böyleleri, bir günah işleyip günahın kalbini çepeçevre kuşattığı, sonra tekrar günah işleyip bu günahın da kalbini çepeçevre kuşattığı, nihayet günahların kalbini temamiyle örtüp perdelediği kimselerdir.

Bu “Hayır, kim bir kötülük işler ve günahı kendisini çepeçevre kuşatırsa...” (Bekara 2/81) âyetinde anlatıldığı gibidir.

Tefsirci Mücahid’ten şöyle naklediliyor: “Kalp bir mağaraya benzer” deyip elini kaldırdı. “Kul bir günah işledi mi kalp büzülür” dedi bir parmağını kapattı. “Yine günah işlediğinde kalp içeri doğru çekilir” dedi ve diğer parmağını da kapattı. Sonunda bütün parmaklarını kapattı. “Bu hale gelen kalp artık mühürlenir” dedi. “Bizden öncekiler “kalbin pas tutumasını” böyle açıkladılar” diye de ekledi.

Bekr b. Abdullah adlı tefsirci demiş ki; “Kul günah işlediği zaman kalbinde iğne batmış gibi bir iz olur. Sonra yine günah işledi mi aynı şey bir daha olur. Sonunda günahlar arttıkça bu sefer kalp elek veya kalbur gibi olur. Artık bu kalbin sahibi hayr olan şeyleri unutur.”[6]

Allah (cc) inkârcıların Allah’ın âyetleri hakkında söylediklerini yalanlıyor. Hayır, gerçek böyle değil. Bilakis yaptıkları hatalar onların kalbini kuşatmış ve paslandırmıştır. Bu tıpkı sarhoşluk veren şeylerin aklı örtmesi örneği gibidir. Günah üstüne günah işlemek kalbi perde gibi kaplar, giderek onu paslandırır ve sonunda onun manen ölmesine sebep olur. İşte kalplerin mühürlenmesi olayı budur.[7]

Müslümanlar inanır ki insanlara Son Peygamber (sav) tarafından ulaştırılan âyetler (Kur’an) ve onunla bildirilen hakikatler öncekilerin uydurmaları değildir. Bu böyle bir iddia kesinlikle yanlış bir yargıdır. Ama ne var ki böyle inananlar olmuştur.

Bunu iddia edenlerin kazançları ve kâr sandıkları şeyler, ama aslında İslâma göre günah olan şeyler onların kalplerini karartmıştır. Onlar günahları alışkanlık haline getire getire, kalpleri pas tutmuş aynalar gibi körlenmiş, kararmıştır. İşte onların öyle demelerinin ve âyetleri yalanlamalarının sebebi kalplerinin pas tutan ayna gibi kararmasıdır.[8]

Bu tür ifadeler günah ve inkârda ısrar eden insanların kaplerinin geçirdiği farklı aşamaları ifade eder. Nefsi anlatan âyetlere göre de kalp, ibadetle olgunlaşıp ilâhi rızaya erme mertebesine yükselen, ama öte yandan günahlarla da alçalan ve hep kötülüğü arzu ve telkin eden nefis olabilir.[9]

Bazıları büyük günahları işlemeye devam edip tevbeyi etmeyi de unuturlar. Kalbin mühürlenmesinde tevbe edilmeyen günahların rolü olduğu anlaşılmaktadır. Artık böylelerini hayrı da kabul edilmez, çünkü hayra meyletmezler.[10]

Hasan Basrî’nin ifadesiyle  böyleleri çekinmeden sürekli günah işlerler, sonunda bu hata onların kalpleri karartır.”[11]

Günahları peşpeşe işlemek ve bunda ısrar etmek doğru yoldan sapıp helak veya küfre düşmenin yollarından biridir. Bundan dolayı Peygamber (sav) müslümanları küçük günah işlemekten bile sakınıdırıyor.

“Abdullah b. Mes’ûd’un naklettiğine göre Peygamber şöyle buyurdu:

Küçük günahlardan sakının. Çünkü onlar bir kimsede birikir de son unda onu helak eder.” Bundan sonra şöyle bir örnek verdi: “Bir topluluk çölde konaklar. Yemek zamanı geldiğinde biri gider küçük bir dal parçası, diğeri başka bir dal parçası getirir. Böylece bir yığın oluşur. Sonra bunlarla atşe yakıp yemeklerini pişirirler (işte küçük günahlar da işte böyle biriken ve ateş olan çalılar gibidir).”[12]

Hz. Âişe diyor ki: “Allah’ın elçisi bana şöyle dedi:

“Ey Âişe! Küçük görülen amellerden (günahlardan bile) sakın. Çünkü Allah katında onları gözetleyip kaydeden bir (melek) vardır.”[13]

Gerçekten de bir işi tekrar tekrar yapmak, o işin meleke (karakter) olmasını sağlar. Zaman geçer, kişi alışkanlık halini alan söz konusu işi artık düşünmeden yapmaya başlar. Bir müddet sonra da yaptığı işin hatalı veya haram olduğunu dahi unutur. Bundan daha kötüsü yapılanın yanlış olduğunu bilerek yapmak İslâma göre günahtır. Ancak onun hatalı veya haram olmadığını düşünmek, kişinin imanını kaybetmesine sebep olabilir.[14]

Günah olan bir iş, bir eylem (seyyie amel) nefiste bir iz ve bir eser meydana getirir. Nefis giderek bu kötü eylemlerle adeta şekillenir. Böyle olunca da o nefsin sahibi hak önünde durduğu halde onu idrak etmekten mahrum kalır. Buna karşın nefis tabii olarak saf, cilalı tertemiz olmalı ki hak ile bâtılın, takva (sorumlu davranma) ile fücurun (günah işlemenin)  arasını ayırdedebilsin.[15]

Kalp, insanı ifade eden, insanın hakikati olan ilahi bir cevherdir. Bilen, tanıyan, algılayan, sorumlu ve yükümlü olan, hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ayırt eden, insan, sevgi ve şefkat mahalli olan manevi merkezdir. Kalbin de beden gibi amelleri vardır. Unutmamak gerekir ki insanın hesaba çekilmesinin gerektirecek ameller (işler) kalpte başlar. Buna göre insanın kalbinden geçirdiği şeyler, eğer özellikle tasarladığı şeyler ise, bunlar da Âhiretteki hesabın konusudur.

Bu konuda Kur’an şöyle diyor: “Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’a aittir. Siz içinizdkileri açıklasanız da gizleseniz de, Allah sizi ondan dolayı hesaba çekecektir. Ardından dilediğini bağışlar istediğine azap eder. Allah her şeye kadirdir.” (Bekara 2/284)

Bu âyetle ilgili sahabenin tutumuna dair bir rivâyet var. Bu rivâyet âyeti nasıl anlamamız gerektiğine ışık tutmaktadır.

Bu âyet nâzil olunca sahâbeye ondan anladıkları ağır gelmiş, Allah’ın Elçisi’nin huzuruna gelerek “Ey Allah’ın elçisi! Namaz, oruç, cihad, sadaka (zekât) gibi gücümüzün yettiği amellerle yükümlü kılındık (bunlara bir diyeceğimiz yok). Şimdi ise size bu âyet geldi; buna uymaya gücümüz yetmez!” demişlerdi. Peygamber;

Sizden önceki iki kitabın tâbileri gibi siz de ‘Duyduk ve uymadık’ mı diyeceksiniz? Oysa ‘Duyduk, itaat ettik. Senin bağışlamanı dileriz ey rabbimiz, gidiş sanadır” demeniz gerekir” dedi.

Onlar da aynen böyle söylediler, bu cümleyi tekrarladıkça dilleri de buna alıştı. Bunun üzerine onların bu tutumunu öven 285. âyet, daha sonra da 284. âyete açıklık getiren ve bir bakıma sahâbenin bu âyetle ilgili yukarıdaki anlayışlarını düzelten “Allah hiçbir kimseyi gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz...” meâlindeki 286. âyet nâzil olmuştur.”[16]

Bazen insanın elinde olmadan, tasarlamadan aklına bazı olumsuz düşünceler gelebilir, bu durumda devreye -hadiste geçtiği gibi- (Bekara 2/286) âyeti girer. 

Bu konu ile ilgi şu hadisleri de hatırlamakta fayda var: “Allah ümmetimin içinden geçirdiklerini –söylemedikçe ve yapmadıkça– bağışlamıştır.”[17]

Bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: “Kulum iyi bir şeyi yapmaya niyetlendiği zaman ona bir sevap yazarım, onu yaptığı zaman ise ondan 700’e kadar katlayarak sevap yazarım. Kötü bir şey yapmaya niyetlenip de onu yapmadığı zaman günah yazmam, yaptığı takdirde ise bir günah yazarım.”[18]

Kalbin kazandığı şeyler, sorumluluğun başladığı şeyler olduğu konusunda bir başka ayet  daha var: “Allah, düşünmeden yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin aldığı tavırdan sorumlu tutacaktır.” (Bekara 2/255. Bir benzeri: Mâide 5/89)

Buna göre bir niyetle değil de ağız alışkanlığı söylenmişse sorumluluk gerektirmez. Ancak kalbin bir onayı ve kararı varsa sorumluluk başlar. Demek ki sorumluluk niyetle ilgilidir.

Mesela, kişi kalbinden inanmışsa, diliyle bunu söylemese de imanlıdır. Aynı şekilde kişi kalbinden inanmamışsa fakat diliyle inandığını söylüyorsa, o da Allah katında gerçek bir mü’min sayılmaz. Niyet etmeden abdest alan sadece organlarını yıkamış olur. Ramazanda yeme içmeden uzak kalan kişi bunu ibadet niyetiyle yaparsa oruç turmuş olur. Aksi halde aç ve susuz kalmış olur.[19]

Âyette yalanlama konusu ve yalanlayanların gerçek içyüzleri belli. Şüphesiz ki Kıyamet günün vahyin yalan sayanlardan, azılı günahkarlardan başkası inkar etmez. Buna göre böylelerini bu inkara sürükleyen sebep onların azgınlığı ve aşırı günahkarlığıdır. Hakikatin ta kendisi olmasına rağmen onlar Allah’ın ayetlerine “eskilerin masalları” diyenler hakikate saygısızlık yapmış olurlar.

Görüldüğü gibi bu inkâr ve aldırmazlık haberinin  arkasından bir uyarı ve azarlama geliyor: “Hayır, durum sizin sandığınız gibi değil.” Böylelerinin yürekleri yanlış tercihleri, kendi elleriyle kazandıkları yüzünden pas turtar, kararır, üzerini görünmez bir perde örter. İlâhi nurun oraya girmesine ve oranın nurlanmasına engel olur. Böyle bir kalp yavaş yavaş hassasiyetini kaybeder.[20]

Gerçeklere karşı kulakların sağır, gözlerin perdeli olması kalbe giden yolların tıkanması demektir. Bu sonuç kalbin paslanmasına kadar gider. Ancak buna sebep olan kişinin tercihi, hakka karşı gösterdiği inat, düşmanlık ve saygısızlıktır.

Bir görüşe göre âyet, sürekli günah işleyip sonra tevbe ve istiğfar yapmadan ölenler bu yaptıkları hatanın karşılığı Kıyâmette “paslanmış bir kalple diriltilmeleri” olacaktır.[21]

Demek ki kalpler de tıpkı demirin pas tutması gibi kirlenirmiş. Şüphesiz ki kalpleri paslandıran, kirleten, karartan şey kişinin yanlış tercihidir. Allah’ın ayetlerine karşı kör ve sağır olmak kalbin hakikate kapanmasıdır. Bu da Kur’an deyişi ile kalplerin mühürlenmesidir.

Kur'ân'da kalbin mühürlenmesi anlamında “hatm ve tab'” kelimeleri kullanılmaktadır.

Konumuz olan âyetle ilgili yorumlara bakacak olursakrâ-ne” fiilinin “paslanmak ve mühürlenmek” anlamının öne çıkartıldığı görülür. Kalbin mühürlenmesi, kişinin küfürde ısrarının sonucu gerçekleşen bir onay işlemidir.

Kur’an’da sebep sonuç ilişkisi çerçevesinde ele alındığında, konuyla ilgili âyetlere bakıldığında, mühürlenmenin küfür, isyan ve nifakın sonucu olduğu rahatlıkla görülebilir. (Kalbin mühürlenmesi ile ilgili bkz: Bekara 2/7. A’raf 7/100, 101. Tevbe 9/87, 93. Yûnus 10/74. Nahl 16/108. Rûm 30/59. Mü’min 40/35. Câsiye 45/23)

Zaten Mutaffifîn 14te kalplerdeki paslanmanın veya lekelenmenin sebebinin “kazandıkları şeyle” ifadesi gereği, insanların dünyada yaptıkları eylemler olduğu açıkça dile getirilmektedir.”[22]

Kalbin yaratılış gereği işlevi var. Kişi inkârı tercih ederse veya sürekli günah işlemeye devam ederse kalp asıl işlevinden uzaklaşır. Kalbin şeytanî işlere meyletmesi, günah olan eylemleri sevmesi, Allah’ın âyetlerine karşı kör ve sağır olması, bir de onlarla “eskilerin masalları” diye alay etmesi kişiyi hak yoldan (sırat-ı müstakim’den) uzaklaştırır.

Kalb bir aynaya ya da kristal bir cama benzetilir. Cam ne kadar kristalize ise o kadar ışığı yansıtır. Elmasın değeri de bu özelliğinden kaynaklanır. Günahlar kalp aynası üzerinde birer siyah leke gibidir. Bu lekeler silinmez ise ayna simsiyah hale gelir, aynalık vasfını kaybeder. Tıpkı bunun gibi, kişi inkârdan imana dönmezse, ya da işlenilen günahlara tevbe edilmezse kalpte aynadaki lekeler kirler birikmeye başlar. Lekeler arttıkça ayna tümüyle paslanır ve devre dışı kalır.

Kalpler de böyledir. 

Bu âyet nazil olunca bazı sahabiler bu mecazi vurguyu anlamakta güçlük çektiler. Kalbin pas tutması ne demektir? İnsan vücudunda en yumuşak, en latif organ olan kalp nasıl olur da pas tutar? İnsanın yaptığı işler, işlediği ameller kalbin paslanmasına nasıl yol açar?

Bunun üzerine  Ebu Hurayre’nin naklettiğine göre Allah Rasûlü şöyle buyurdu:

“Kul, bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta oluşur. Tevbe ettiği takdirde cilalanıp silinir. O günahı tekrar işlediği/günaha devam ettiği zaman, o siyah nokta da  gittikçe büyür, kalbi istila eder. İşte  bu husus; “Bilakis işledikleri günahlar, onların kalplerini paslandırdı” (Mütaffifîn, 83/14) şeklindeki beyanında yer alan kir ve pas bundan ibarettir”.”[23]

Hadis olarak bir başka rivâyet şöyle:  

“Şüphesiz ki demirin pas tutması gibi kalplerde pas tutar.” Ey Allah’ın Rasûlü kalplerin cilası nedir? denildiğinde: “Allah’ı zikretmek ve Kur’an okumaktır.”[24]

Diğer bir hadiste bu tür bir kalp, içine konulan şeyi tutmayan devrik testiye benzetilmiştir.[25] Mümin, işlediği küçük bir günahı bile tepesinde dikilip üzerine düşeceğinden korktuğu bir dağ gibi görür.[26] 

Kur’an’da gerçeğin ve iyinin ne olduğunu anlayıp kavrama merkezi olan manevi anlamdaki kalbin belirtilen fonksiyonunu yitirmesiyle ilgili olarak “kalplerin paslanması” yanında başka olumsuz hallerinden de bahsediliyor. 

Mesela; kalbin kilitlenmesi (Muhammed 47/24),

kalbin sertleşmesi katılaşması, taşlaşması (Bekara 2/74),

kalbin bağlanmasından (A’raf 7/100),

kalbin kapanması (Fussılet 41/5),

kalbin kılıfla örtülüp kapanması/perdelenmesi (Bekara 2/88. En’am 6/25. İsrâ 17/46. Kehf 18/57)  

kalbin hastalanması (Bekara 2/10),

kalbin basiretini kaybedip körleşmesi (Hac 22/46)

ve sonunda mühürlenmesi (Bekara 2/7. En’am 6/46. Câsiye 45/23) birer gerçektir.

“Rayn” kalbin günahlardan ötürü paslanması, kararması;

“tab’” kalbe mühür vurulması demektir ki bu rayn’dan daha ağırdır.

Kalbin “ikfal”i (kilitlenmesi) ise bu ikisinden de daha ağır bir sonuçtur.

 

-Sonuç yerine

Kişiye düşen kalbi paslanadıracak ve kendisini hakikatten uzaklaştıracak şeyler yapmamasıdır. Zira bu dünyada paslı yüreğe sahip olanlar, Âhirette de o paslı yürekle gelebilirler. Bu da onlar için felakettir.

Buna karşın Kur’an şöyle diyor:

O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur)” (Şuarâ 26/83-89)

İnsana doğru yolu bulduracak ve ona dünya ve Âhiret saadeti kazandıracak olan ancak “selim bir kalp”, ya da “akleden bir kalp”tir. (Hacc 22/46. A’raf 7/179. Bekara 2/269. Sâd 38/29: Âli İmran 3/13. Tâhâ 20/53-54)

Selim kalp, manevî hastalıklardan özellikle de küfür, nifak, şirk, riya ve gaflet gibi marazlardan uzak olan yürektir. Tedavi edilemeyen bedeni hastalıklar insanı mutsuz ettiği, ölüme götürdüğü gibi tedavi edilmeyen manevi hastalıklar da kalbi paslandırır, sonunda manen öldürür. 

Burada Peygamber’in (sav) sıkça yaptığı bir duayı hatırlamak gerekir.

Allah’ım senin katından öyle bir rahmet istiyorum ki o rahmet vasıtasıyla kalbimi doğru yoluna iletesin, işlerimi toplayasın, dağınıklıklarımı düzene koyasın, iç âlemimi düzenleyesin ve dış âlemimi onunla düzeltesin amellerimi onunla tertemiz edesin. Doğruluğu bana ilham edesin ve bna Senin katında yakınlık kazandıracak ve beni her türlü kötülükten koruyacağın bir rahmet istiyorum senden...”[27]

Şehr b. Havşeb anlatıyor: Bir grup olarak Ümmü Seleme’ye giderek dedik ki: “Ey Mü’minlerin annesi, Allah’ın Rasûlü senin yanında iken en çok hangi duayı yapardı?” Onun şu duayı çok yaptığını söyledi:

“Ey Kalpleri bir halden diğer bir hale çeviren Rabbim, benim kalbimi senin dinin üzere sabit kıl.” ben kendisine “Ey Allah’ın Rasûlü neden bu duayı çokça yapıyorsun.” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Hiç kimse yoktur ki onun kalbi Allah’ın parmakları arasında olmuş olmasın, dileyenin kalbini düzeltir, doğru yola kor, dileyenin de kalbini kaydırır, yoldan çıkar.”

Hadisin ilk râvisi Muaz sonra şu ayeti okudu: “Ey Rabbimiz bizi hidâyete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma katından bize rahmet bahşet. Şüphesiz sen bağışı en çok olansın.” (Âli İmran 3/8)”[28]

Pas tutan yürekler a’ma da (kör de) olur, fesada da uğrayabilir.

Nu’man b. Beşir’den rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: “... Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir.”[29]

Fesada uğrayan yürek de, tıpkı paslanan, kirli ve kapkara yürekler gibi sadece içinde bulunduğu cesedi ifsat etmez; içinde bulunduğu çevreyi de ifsat eder (bozar)/kokutur).

 

17.06.2017

Zaandam

 

 

[1] Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 2/352

[2] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 6/269. İbni Fâris, Mekâyîsu’l-Lüğa, s: 364

[3] Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 2/352

[4] Komisyon, DİB, Kur’an Yolu, 5/504

[5] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 33

[6] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3275-3276

[7] el-Ferrâ, Ebu Zekeriyya. Meâni’l-Kur’an, 3/246. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 12/491

[8] Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 9/69

[9] Komisyon, DİB. Kur’an Yolu, 5/505

[10] Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 2/352

[11] Zamahşerî, Ö. el-Keşşaf, 4/708

[12] Ahmed b. Hanbel, 1/402, 5/331

[13] İbni Mâce, Zühd/29 no: 4243. Darimî, Rikâik/17 no: 2729. Ahmed b. Hanbel, 6/70, 151

[14] Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 2/352

[15] Tabâtabâî, H. Muhammed. el-Mîzân, 20/349

[16] Müslim, İmân/57 (199-200) no: 329-330

[17] Müslim, İmân/58 (201-202) no: 331-332

[18] Müslim, İmân/59 (204-207) no: 334-337

[19] Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 2/354

[20] Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3857

[21] Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 2/354

[22] Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 2/353

[23] Tirmizî, Tefsir/83 no: 3334. İbni Mâce, Zühd/29 no: 4244. Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyan, 12/490

[24] Suyûtî, Câmiu’l-Ehâdis, no: 8007

[25] Müslim, İmân/231 (144) no: 369

[26] Topaloğlu, B. TDV İslâm Ansiklopedisi, 41/280

[27] Tirmizi, Daavât/30 no: 3419

[28] Tirmizî, Daavât/89 no: 3522

[29] Buharî, İman/39 no: 52. Müslim, Müsâkât/20 (107) no: 4094