Kur’an’ın önemli kavramlarından biri olan, ‘sünnetullah’ kelime anlamı olarak ‘Allah’ın sünneti’ demektir.

Kur’an’da yedi yerde ‘sünnetullah’ şeklinde, bir yerde de ‘sünnetünâ-bizim sünnetimiz’ şeklinde geçmektedir.

Bu kavramın ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için ‘sünnet’ kelimesinin manalarına, bunun yanında bu kavramın Kur’an’da nasıl kullanıldığına bakmak gerekir.

-Sünnet ne demektir?

Sünnet kelimesi Kur’ân’da ikisi çoğul olmak üzere (sünen) on altı yerde geçer. Bunların dokuzu Allah’a veya O’nun yerini tutan zamire izâfe edilerek “Allah’ın sünneti” mânasını taşır. Diğerleri, “Allah’ın geçmiş ümmetlere veya onlara gönderdiği peygamberlere uyguladığı nizam” anlamındadır.[1]

Sünnet kelimesinin aslı olan ‘sen-ne’ fiilinin anlamlarından biri; suyu yüze dökmek demektir. Dökülen suyun damlalarının birbirini izlemesinden hareketle bir şeyin birbiri ardına yapılması manasına ulaşılmış.[2] 

‘Sen-ne’, doğru yolda olmak, övülmüş bir istikamette bulunmak, kişilere hidâyet icin hatırlatmalar yapmak, deveyi en güzel şekilde gütmek demektir. Ayrıca dökmek, sivriltmek, sürmek anlamlarına da gelir ki bunlarda da süreklilik unsurunu görmek mümkün. Nitekim sünnetin işlek yol manasında kullanılması da buradan gelmiş olsa gerek.[3]

Sünnet masdar olarak sözlükte; yol, hüküm, kanun (yasa), âdet edinilen şey gibi anlamlara gelir. Ayrıca şekil ve sûret anlamında kullanılan tabiat sözcüğünün de karşılığıdır. (İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, s. 812-813)

Sünnet, normal yol, ya da övülen ve dosdoğru yol manasına da gelir. Nitekim ‘ehl-i sünnet’ tabiri bu doğru yola gidenler hakkında kullanılır olmuş.

Sünnet, tabiat (huy), cihet (yön), üzerinde yürüdükleri yol[4],  tarik, siyret, tavır, âdet, gidişat manalarına da gelir.[5]

Bir kimsenin –iyi veya kötü- alışkanlık haline getirdiği davranışlardır.

Sünnetin manalarından bir tanesi de; bir şeyi âdet olarak ihdas etmek, örnek olarak ortaya koymaktır.[6] Nitekim aynı anlam hadislerde kullanılıyor.[7]

-Kavram olarak sünnet

Sünnet, orijinal, sürekli ve belli ki ölçüye oturmuş (iyi-kötü) davranış biçimidir.

Bu kelime Allah’a nisbet edildiği zaman şöyle demek mümkündür: Allah’ın ötedenberi süregelen ve sürecek olan, kendine özgü, değişmeyen davranış biçimi, Allah’ın hükmü, Allah’ın kanunu demek olur.

Sünnet  kelimesinin sözlük anlamına baktığımız zaman onun Kur’an ve hadislerde sosyolojik bir içeriğinin olduğunu, sosyal olayları Tevhid açısından değerlendirmekte kullanıldığını görürüz. İnsan topluluklarının yaşama biçimleri, hayat anlayışları, âdetleri kültür ve medeniyetleri ‘onların sünneti’ kelimesiyle ifade edilmektedir. Bir âyette şöyle buyuruluyor:

“Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler (uygulamalar) gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonuç nasıl oldu bir görün.” (Âli İmran 3:137)

Burada sünnet kelimesi çoğul olarak; ‘sünen-sünnetler’ şeklinde geçmektedir. Sünnet, sürekli değişmeye rağmen her zaman aynı kalan bir hayat tarzını ifade eder. Bu âyetteki sünnet kelimesi, hayat tarzı, yaşama biçimi, geçmişlerin şeriatı veya geçmiş ümmetlerin iyi ve kötü gidişatı, sünnetullah, önceki ümmetlere yapılan uygulamalar veya onlar hakkında gerçekleşen hükümler anlamında tefsir edilmiştir.

Kur’an’da genellikle değişmez kanunlar ve hükümlere ‘sünnet’ denilmektedir.

‘Sünnet’, bir anlamda devamlı yapmayı, âdet haline getirmeyi ifade eder. Öyleki ister olumlu isterse olumsuz olsun, kişilerin veya toplumların yapmaya devam ettikleri gidişattır. Buradan şu sonuca ulaşmak mümkün: Kelime manasıyla sünnet “orijinal, sürekli ve belli bir standarda oturmuş (iyi-kötü) davranış biçimidir.”[8]

Kur’an’da genellikle değişmez kanunlara ve hükümlere ‘sünnet’ denilmektedir. (Rasulüllah’ın islâmî hayatı ve şeriatin delillerinden olan  Sünnet kavramı konumuz dışı.)

-Kur’an’da sünnet

Sünnet kelimesi Kur’ân’da ikisi çoğul (sünen) olmak üzere 16 yerde geçiyor.

Bunların sekizi Allah’a veya O’nun yerini tutan zamire izâfe edilerek “Allah’ın sünneti” formunda, diğerleri, “Allah’ın geçmiş ümmetlere veya onlara gönderdiği peygamberlere uyguladığı nizam” anlamındadır.[9]

-İyi veya kötü cığır (adet) olarak sünnet:

‘Sünnet’, bazı hadislerde sözlük anlamıyla iyi ve kötü çığır, iyi veya kötü adet anlamında kullanılmıştır. Şu örnekler bu anlamı belirleme açısından oldukça dikkat çekicidir:

“Kim İslâmda ‘hasene bir sünnet-iyi bir çığır’ yaparsa-başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk yapana ecir (sevap) yazılır. Buna karşı o sünneti yapanların sevaplarında bir eksiklik olmaz. Kim de İslâmda ‘seyyie bir sünnet-kötü bir çığır’ başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk başlatana günah yazılır. Buna karşı o kötülüğü yapanların günahlarında bir noksanlık olmaz.” (Müslim, Zekât/69 no: 1017. İbni Mâce, Mukaddime/14  no: 207)

Peygamberimiz (sav) ümmetine şu tavsiyede bulunuyor:

“Benden sonra size sünnetimi ve reşid, hidâyete ermiş halifelerimin sünnetini (benim ve onların yolunu) tavsiye ederim.” (Ebu Dâvûd, Sünnet, no: 4607. İbni Mâce, Mukaddime/6 no: 42. Darimí, Mukaddime/16 no: 96)

Bir başka hadiste Allah’ın nefret ettiği üç sınıf insandan birisi, müslüman olduktan sonra tekrar “câhiliyye sünneti”ne dönen kimse olduğu söylenmektedir. (Buhârí, nak. el-Medhal li-Dirâseti’s Sünne, s: 7)

Peygamberimiz (sav) müslümanların gelecekte “öncekilerin sünneti”ni; âdetlerini veya gidişatlarını adım adım takip edeceklerini söyleyip onları sakındırmıştır. (Buhârî, Enbiyâ/50 No: 3456, İ’tisam/14 no: 7320. Müslim, İlim/6 no: 2669. İbni Mâce, Fiten/17 no: 3994.  Buhârî, Ahmed b. Hanbel, nak. el- Medhal li- Diraseti’s Sünne, s:7)

Görüldüğü gibi gerek âyetlerde gerekse hadislerde ‘sünnet’ sözlük anlamıyla, yol, âdet, gidişat, çığır veya hüküm olarak kullanılmıştır.

-İyilerin yolu olarak sünnet

Öncekilerin sünneti deyimi bir âyette olumlu anlamda geçiyor. Allah (cc) evlilikle ilgili bazı ölçüleri bildirdiklten sonra şöyle buyuruyor:

“Allah, size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden önceki iyilerin yollarını (sünen’i) göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ 4:26)

Önceden gelip geçmiş iyilerin âdeti, yolları, tavrı; Tehid inancı üzere olmaktır. Onlar peygamberleri ümmetlerine gösterdiği yoldan gitmişler, Allah’ın koyduğu ölçülere uygun yaşamışlar, ilâhi daveti güzel temsil etmişlerdir. Tevhide dayalı bu inanç ve yaşayış biçiminin büyük bir kısmı evrensel ve tarih üstüdür. İsa’nın (as); “Benden önce gelen Tevratı doğrulayıcı olarak gönderildim...” (Âli İmran 3/50), Rasûlüllah’ın (sav); “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta, H. Hulk/8) demesine bu açıdan bakılabilir.

-Kanun (hüküm) olarak sünnet:

Aynı tavrı gösteren kişi ve topluluklara aynı ‘sünnet’, yani aynı geçerli hüküm yine uygulanır.

Kâinatın sahibi, hem genel anlamda bütün evrene, hem de canlı cansız bütün varlıklara ‘bir yol’ çizmiştir, bir ölçü belirlemiştir. Bütün varlıklar Allah’ın takdirinin doğrultusunda işlevlerini yerine getirirler. (A’lâ 87:2-3)

İnsan, ve onun içinde yaşadığı toplum da bu durumun dışında değildir. İnsanın da yolu çizilmiştir. Ancak insan ‘irade’ sahibi olduğu için bu yolda dilediği gibi ilerler ve hareketlerinden sorumlu olur.

Allah (cc) elçileriyle yolun doğrusunu ve yanlışını gösterir. Nasıl hareket ederlerse, nelerle karşılaşacaklarını kendilerine haber verir. Onlar durumlarını değiştirmezlerse Allah da onların iyi ve kötü durumlarını değiştirmez. (13 Ra’d:11)

İşte insanların ve toplulukların amellerine (yaptıklarına) karşılık görecekleri şey, onlar hakkında konulan ‘sünnettir’. Onlar kendilerini değiştirip Tevhid inancını seçerlerse, bâtılın peşine gidip azanlara gönderilen “sünnetten-ceza hükmünden” uzak kalırlar.

-Sünnetullah-Allah’ın sünneti

“Sünnetullah” deyimi, Kur'an'da sekiz yerde geçmektedir.

İlgili âyetler daha çok Allah’ın geçmiş toplumlar üzerindeki uygulaması hakkındadır. Sünnet ve Allah lafızlarından oluşur.

Allah’ın sünneti (sünnetullah); Allah'ın yolu yöntemi, kişi ve toplumlar (bazılarına göre evren) hakkında koyduğu kuralları, kanun özelliği kazanmış nice olayları ifade eden bir Kur’ânî terimdir.

Sünnet ve Allah kelimeleri câhiliye döneminde bilinmekle beraber ‘sünnetullah’ Kur’an’a has bir tabirdir.

Kur’an’da sünnet kelimesindeki “sürekli, düzenli ve özgün uygulama” anlamı Allah’a nisbet edilmek sûretiyle Allah’ın yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamasının bulunduğuna işaret edilmiştir.[10]

Allah’ın sünneti değişmezdir, evrenseldir ve adalet anlayışına uygun olarak gerçekleşir. Bazen de Allahın hikmet yolunu ve itaat yolunu ifade etmek için kullanılır. (Fetih 48:23)

‘Sünnetullah’, öncelikle özel olarak kendilerine gönderilen paygambere inanmayan, Hakka karşı tuzak kuran geçmiş ümmetlere verilen bir karşılık, onlar hakkında gerçekleşen bir cezadır veya geçerli kuraldır. İtaatsizliğin, Hakka karşı hile kurmanın karşılığı böyledir. 

Doğuştan medenî bir varlık olan insan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur’an’da bu kanunlar geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla ortaya konmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildiğini, bunlara göre yaşayan toplulukların mutluluğa erdiğini, kanunları çiğneyenlerin ise ceza aldıklarını haber vermektedir. 

Kur’an bu ilâhi yasaların (sünnetullah’ın) baskı niteliğinde olmadığını bildirmek için onu bazan insana, bazan Allah’a nisbetle, şartlı önermeler şeklinde anlatıyor.

“Bir kavim kendi tutum ve davranışını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” (Ra‘d 13:11) âyetinde değişim insan fiillerine, Allah’ın bir beldeyi yok etmek istediği zaman o ülkenin şımarmış zenginlerine yola gelmelerini emrettiğini, fakat onların kötülük işlemeyi sürdürdüklerini ve bu yüzden helâk edildiklerini bildiren âyette ise (İsrâ 17/16) Allah’ın iradesine bağlanmıştır.[11]

İnsanı kulluk için yaratan Allah (cc) ona takvayı da, fücûru da öğretmiştir. (Şems 91:7-10) İnsan kendisine verilen bu seçim hakkıyla hem ‘ıslah’ edebilir, hem de ‘ifsad’ edebilir. ‘Rüşd/aklı başında olma’ yoluna girebildiği gibi ‘ğayy/sapıtma’ yoluna da girebilir. Bu denemenin sonucu olarak insan, yaptıklarını karşılığını alır. İnsana yaptıklarının karşılığını göstermek, ona hak ettiğini vermek; yahutta dünya hayatında seçtiği yolun sonucunu ona göstermek Allah’ın öteden beri yaptığı uygulama bir anlamda O’nun sünnetidir. Ya da Allah’ın ötedenberi süregelen ve sürecek olan, kendine özgü, değişmeyen davranış biçimi, kuralı.

Sünnetin uygulama, tarz, yöntem, usul anlamıyla Allah’ın da sünneti vardır. Sünnetullah, yani O’nun kanunu, tasarruflarındaki usulü, tarzı demektir. “Allah’ın sünneti değişmez”. Yani O rasgele hareket etmez. Kullar O’nun neyi nasıl yapacağını bütünüyle bilemeseler bile, sünnetullah’ı kavradıkları ölçüde anlayabilirler. Demek ki anlamadıklarımızın da sebepleri, kanunları vardır. (Beşer, F. Yeni Şafak 17.12.2021)

Sünnetullah kavramı tıpkı ‘sünnet’ kavramının taşıdığı, süreklilik, değişmez oluşu gibi özellikleri aynen taşımaktadır.

Kur’an, Allah’ın sünnetinin nasıl işlediği hakkında örnekler veriyor.  

-Öncekilerin sünneti

Sünnetullah, önceki ümmetlere yapılan uygulamalar veya onlar hakkında gerçekleşen hükümler olarak da tefsir edildi.

Sünnetullah’ın tarihte kişi ve toplumlar hakkında uygulaması dört âyette, ‘sünnetü’l evvelîn-öncekilerin sünneti’ şeklinde ifade ediliyor.

Bu da olumlu anlamda Peygamberlere itaat edenlerin yolunun doğruluğu ve onlara nimet verilmesi, olumsuz anlamda peygamberlere itaat etmeyen topluluklar hakkında gerçekleştirilen hükümdür.[12]  

‘Öncekilerin sünneti’ diye ifade eden ceza hükmü, onlarla ilgili geçerli uygulama şeklinde anlaşılmış ve bu aynı âyet içerisinde ‘sünnetullah’ diye açıklanmıştır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/422)

“Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu (sünnetü’l-evvelîn’i) bekliyorlar. Sen Allah’ın yasasında (sünnetüllah’ta) hiç bir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın.” (Fatır 35:43)

Özellikle Kur’an’ın ilk muhatapları geçmiş ümmetlere inen azap gibi azap mı inmesini bekliyorlar? Halbuki hak edene ceza verme konusunda Allah’ın kuralında bir değişiklik olmaz. Birisi azabı hak etti mi o gerçekleşir. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/81)

Bazı insanlar Kur’an ve Rasûlle hidâyet gelmesine rağmen bundan yüz çevirirler. Bunun sebebi öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelme beklentisidir. (Kehf 15:55) Nitekim hem diğer peygamberlere, hem son elçiye kavimleri “tehdit ettiğin azabı getir” dediler. (Hûd 11:32. A’raf 7:70. Ahkaf 46:22.v.d.)

Allah (cc) Elçisine; “İnkâr edenlere söyle: Eğer (düşmanlık ve savaştan) vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır. Eğer (düşmanlık ve saldırganlığa) dönerlerse, öncekilere uygulanan ilâhî yasa (sünnetü’l-evvelîn) (onlar için de) geçerli  olacaktır.” (Enfâl 8:38)

Kur’an’ın gelmesinden sonra da azgınlığa devam eden kişi ve toplumlara da öncekilerin başına gelen ceza, felaket, musibetler kaçınılmazdır.

Vahiy münafıkları, toplumda çirkin işlerin yayılmasına sebep olanları, toplumu ifsat edenleri, bu kötü huylarından vazgeçmelerse ceza ile tehdit ediyor. Arkasından; “Allah’ın öncekiler  için geçerli olan uygulaması budur; ve sen Allah’ın sünnetinde hiç bir değişiklik bulamazsın” deniyor. (Ahzab 33:62. Bir benzeri: Fetih 48/23)

İlȃhȋ tatbikat, yasa, kural, ya da ölçü her zaman aynıdır; zamanın değişmesiyle değişmez.

Demek ki ‘Sünnetullah’, kendilerine gönderilen paygambere inanmayan, Hakka karşı tuzak kuran geçmiş ümmetlere verilen bir karşılık, onlar hakkında gerçekleşen bir cezadır veya geçerli kuraldır. Hakka karşı çıkmanın, azgınlığın karşılığı böyledir. 

İnsanın hayatı ve ölüm için biyolojik yasalar olduğu gibi toplumların yaşaması için de sosyal yasalar vardır. Hatta toplumların helâki de belli şartlara bağlıdır. Mesela Allah (st) durup duruken bir kavmin durumu degiştirmez, onlara hak etmedikleri cezayı vermez. (Ra’d 13/11)

Sözü edilen bu yasaların sonuçta Allah’ın iradesine bağlı olduğunu unutmamak gerekir.

Vahiy kişi ve toplum bünyesindeki ilâhi yasalara ‘sünnetullah’ diyor. Elçilerin ve kitapların da bunu açıklamak için gönderildiğini haber veriyor.

Bu yasalara uymayan ve ceza alan kavimlerden örnekler vererek  Kur’an’ın muhataplarını uyarıyor.

Vahiy özellikle şunun altını da çiziyor: Allah’ın koyduğu yasaları yürüten yine O’dur. Bunlara uyanlar iki dünyada da mutluluğa erer. Uymayanlar ise iki dünyaya da zarara uğrar, bedbaht olur.   

 

-Peygamberler ile ilgili sünnetullah

İnsanlık tarihi boyunca gelen peygamberler insanları uyarmış, onları hidâyete davet etmiş ve itaatsizliğin sonuçlarını onlara haber vermişlerdir. Ancak bir çok kavim bütün uyarılara rağmen azgınlığa ve isyana devam etmişlerdir. Allah (cc) da onlara, bu kötülüklerinin karşılığı olan cezayı göndermiştir.

İşin böyle olması Allah’ın değişmez sünnetidir. 

Allah’ın gönderdiği peygamberler, onlara inanmaslar bile, isyancılar veya inkârcılar karşısında çalışmalarıyla zafere ulaşır, kazanırlar. Çünkü peygamberlerin üstün olması Allah’ın sünnetidir, yazgısıdır. (Mücâdile 58:21)

İslâm öncesi câhiliye insanları birini evlatlık aldıkları zaman onu kendi öz çocukları sayarlardı. Allah (cc) bu yanlış uygulamayı yasakladı. Bunu fiilen yürürlüğe koymak için de Paygamber’e eskiden evlatlığı olan Zeyd’in boşadığı hanımı ile evlenmesini emretti. Müşrikler bunu dillerine doladılar. Vahiy Rasûlüllah’ı teselli ve yaptığının dosdoğru olduğunu te’yid etti.

“Allah’ın, kendisine farz kıldığı şeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere bir vebâl yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın sünneti (uygulaması) böyledir. Allah’ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür.” (Ahzab 33:38. Ayrıca bkz: Âli İmran 3:137)

Herhangi bir elçi Allah’ın kendisine helâl kıldığına uymakla bir hata etmiş olmaz. Son Elçi insanlardan çekinerek Allah’ın helâl kıldığına uymamazlık etmez. Önceden gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın hükmü böyle idi. Bu âyetteki Allahın sünneti’ni Allah’ın (tanrılık) hakkıdır diye de anlamak mümkün. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/304)

İsrâ 17:75. âyetinde mü’minlerin unutmamaları gereken önemli bir uyarı var: Eğer davetini kabul edip hükümlerine uyup yolundan gittikleri sürece Allah onlara bildiği gibi yardım eder, destekler. Eğer inkârcıların peşine takılır, Allah’ın uyarı ve nasihatlerini unuturlarsa, O’nun rızası yerine inkârcıları memnun etmeye çalışılarsa O da yardımı çeker. Üstelik O’nun verebileceği cezayı da kimse önleyemez. Mü’minler iyinin, faziletin, faydalının, adaletin yanındadır. Kimden gelirse gelsin. Ancak imandan, kulluk, ahlâk ve karakterden taviz anlamına gelebilecek tavırlara itibar etmezler. Hele hele çıkarları için iki yüzlü, iki dinli davranmazlar. (Komisyon, Kur’an Yolu, DİB, 3/440) Arkasından Rasûlüllah’a hitaben şöyle buyuruluyor:

Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. 

Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın. (İsrâ 17:76-77)

Tarihen sabittirki Mekkeli müşrikler Muhammed’in (sav) elçiliğine karşı çıktılar. İslâmî daveti önlemek için ellerinden geleni yaptılar. Müslüman olanlara baskı ve işkence uyguladılar. Buna rağmen Rasûlüllah Mekke’yi terketmedi. Taki Allah’ın emri gelinceye kadar. Âyet, elçiyi zorlayanları uyarıyor. Nitekim Hicretten bir müddet sonra müşrikler zayıfladılar. Mekkenin fethiyle oradaki saltanatları sonsuza kadar bitti. Böylece Allah’ın diğer elçilerle ilgili sünneti (yasası) gerçekleşti. O da; “bir peygamber hicret etmeye mecbur bırakıldığı yer, onu oradan çıkaranlara yurt olmaz” hükmüdür. (Komisyon, Kur’an Yolu, DİB, 3/440)

-Kişi ve toplumlar ile ilgili sünnetullah

Kur’an’da hem tabii varlıklar hem tarihte olmuş hadiseler alanında geçerli olan ilâhî kanunlara vurgu yapılıyor ve her iki konuda da sistemin belli bir düzen ve kural çerçevesinde işlediği belirtiliyor. (Çelebi, İ. İslâm Ansiklopedisi TDV, 38/160)

Rabbimiz ilk müslümanları ve sonrakileri karşılaştıkları zorluklar, uğradıkları haksızlıklar konusunda teselli ediyor:

 “Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler (sünen) gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da (hakkı) yalanlayanların sonu nasıl oldu bir görün.” (Âli İmran 3:137)

Bu âyette çoğul olarak geçen ‘sünen-sünnetler’; Âd, Semûd, Eyke gibi önceki ümmetlere yapılan uygulamalar veya onlar hakkında gerçekleşen hükümlerdir. Son örnek de Uhud’tur. Her ne kadar Uhud bir yenilgi gibi görünse de Allah azgın inkârcılara bir müddet mühlet verir. Sonunda Allah’ın Elçisine ve müslümanlara vadettiği yardım, zalim inkârcılar için hükmettiği helâk gerçekleşir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/738)

İşte bu öteden beri Allah’ın devam eden bir uygulaması, kuralıdır.   

Buradaki sünen; önceden geçmiş toplulukların iyi ve kötü gidişatı anlamında tefsir edilmiştir.

Bazı toplumlar maddi ve siyasi güçlerine güvenerek azgınlaşırlar, zulüm yaparlar, İlâhi davete düşmanlık ederler. Tarihte böyle olan nice topluluklar bu azgınlığın kendilerine fayda vermediğini gördüler. Helâk olacaklarını anladıkları zaman görünürde ‘inandık’ demeleri de kendilerini kurtarmadı.

İşte bu kural (sünnet) öteden beri uygulanan ilâhi yasadır. Aynı durumda, aynı tavırda, aynı şirretlikte olan kişi ve toplumlar hakkında hâlâ geçerlidir.

“Fakat azâbımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunudur (sünnetidir). İşte orada inkârcılar hüsrana uğradılar.” (Mü’min 40:85)

“Bu örnekte Sünnetullah; gerçek bir iç aydınlanmadan doğmadıkça inancın manevî bir değer taşımayacağı şeklindeki kuralı gösterir.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/969)

-Sünnetullahın benzerleri:

Allah’ın insan ve toplumlara/varlığa uyguladığı genel hüküm, karar ve prensip manasına gelen ‘sünnetullah’ın Kur’an’daki benzerleri; ‘kavl, hak, kelimetullah, kelimetü rabbi, eyyâmullah-Allah’ın günleri’dir. Ayrıca Kur’an’da olmayan âdetullah var.

Bu gibi kavramları Kur’an bütünlüğü içerisinde, kendi bağlamında ve Kur’an’ın maksatları doğrultusunda anlamak sünnetullah’ın anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Kur’an ifadelerini ve konularını incelerken veya anlamaya çalışırken, bunların tarih boyunca mezhep, meşrep, tarikat, kültür ve geleneklerden etkilendiğini, hatta çok farklı manalar ve formlar kazandığını hesaba katmak gerekir.  

1-Sünnetullah ve âdetullah ilişkisi

“Hikmeti gereği Allah (cc), yarattığı her şeye bir ölçü koymuştur. Varlıklar için bir yol çizmiştir. Canlı veya cansız bütün varlıklar konulmuş olan bu ölçüye uyarlar. Her bir varlık, kendisi için konulan düzlemde, kendisine verilen özellikleri gösterir, bir anlamda görevi bitince hayat sahnesinden çekilir. 

İşte varlıkların sahip olduğu özellikler ve onların bağlı olarak meydana gelen olaylar, Allah’ın onlar hakkında koyduğu ‘sünnettir/yasadır’.  Bu da Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar manasına gelir.[13]

Bu ölçüye göre –sünneti kanun/hüküm manasında alırsak- varlık âleminde yürürlükte olan nizama, kurallara, fıtrata sünnetullah-Allah’ın sünneti diyebilir(miy)iz?  

-Âdet; sözlükte ‘âdet’; eski duruma dönmek; geri çevirmek, bir şeyi tekrarlamak, üst üste yaparak alışkanlık hâline getirmek gibi anlamlara gelen ‘avd’ kökünden türemiştir.

Âdet, alışılmış, alışılagelen ve aynı tarzda devam eden manalarına gelir. (Topaloğlu, B.-Çelebi, İ. Kelâm Terimleri Sözlüğü, s:)

Bir yoruma göre âdet; sağlam karakterli kişilerin kabul ettiği, doğru bulduğu, devamlı yapıldığı için insanların içine yerleşen, tekrar edilen şeylerdir. (et-Tehânevî, Keşşâf-u Istılâhâti'l-Fünûn, 2/958)

-Âdetullah ne demektir?

Adet ve Allah kelimelerin oluşan bu kalıp ifade, Allah’ın insan bünyesinde ve evren düzeninde var olagelen, değişmeyen düzeni anlamına gelir.

Tabiat olayları arasındaki sebep-sonuç ilişkisine İslâm düşüncesinde “âdetullah-Allah’ın âdeti, prensibi, kanunu” denilmiş.[14]

Tabiatta gözlenen düzenli işleyiş, etki-tepki mekanizması içinde kendi kendine bir süreklilik ve tekrarlanış gibi görünürse de gerçekte düzeni kuran ve işletenin Allah olduğu inancının sonucu olarak İslâmî terminolojide fizik âlemi idare eden ilâhî kanuna “âdetullah” veya kısaca “âdet” denilmiştir. Aynı mânaya gelen “sünnetullah” ise Kur’an’da sosyal hayatı idare eden ilâhî kanunu ifade etmek üzere kullanılmıştır.[15]

Kâinatta meydana gelen olaylar Allah'ın koyduğu birtakım kurallara, kanunlara tabidir; her şeyde bir sebep sonuç ilişkisi vardır. Evrenin yaratılışından kıyâmete kadar tabiat olayları bu kanunlara bağlı olarak gerçekleşir.[16] 

Kişilerin hayatı için biyolojik yasalar olduğu gibi, toplumların düzen ve güven içinde yaşamaları da belli kurallarla mümkün olur. Bir toplumun helâkı, bozulması veya cezaya çarptırılması da belli yasalara bağlıdır.

Kur’an tabiat kanunları ile sosyal kanunlar arasında bağ kurarak sosyal kanunlara uyulmaması halinde tabiat kanunlarının devreye girip helâkı hazırladığına işaret ediyor.[17]  

İnsanların yapageldikleri, tekrar ettikleri davranışların, aynı şekilde sürdürdükleri eylemlerin adı olan âdet kelimesi Allah için kullanılabilir mi? Kur’an’da bu şekilde geçmediği hâlde.

Bazı yorumculara göre kullanılabilir. Evrendeki fizikî ve biyolojik sistem ve olaylar hakkındaki ilâhi irade, yasa, uygulama için ‘sünnetullah’ yerine ‘âdetullah’ denilebilr. Zira Kur’an sünnetullah’ı daha çok kişi ve toplumlar, onların tutumları ile ilgili kullanıyor.

Bazıları sünnetullah ile âdetullah arasında bağ kuruyorlar. Ya da her ikisine de Allah’ın yasası, hükmü, prensibi anlamını verip ikisini birbirlerinin yerine kullanıyorlar.

Mesela bir görüşe göre; âdet, Kur’an’da, “sünnet” lafzı ile ifade buyrulmuş olup müfessirler tarafından da kanun ve düstur olarak ifade edilmiştir. Bu da Allah'ın ötedenberi süregelen yasasıdır. (el-İsfahânî, R. el-Müfredât, s: 357)

Allah (st) belli kâinatı ve insanı bir amaç için yarattı. Bu amacın gerçekleşmesi için de yeryüzünde olanları insana tahsis etti. (Bekara 2/29) İnsanın kullanımına sunulan her şeyi de belli yasalara ve kurallara bağladı. Bunlara âdetullah diyebiliriz.

İnsanın bünyesinde ve sosyal hayatta Kur’an’ın sünnetullah dediği yasalar geçerli olduğu gibi evrende de –bazıları bunlara tabiat kanunları dese de- sayısız ilâhi yasa geçerlidir.

Şunlar âdetullah’a, Allah’ın prensiplerine örnek olabilir:

Allah (cc) müjdeleyici ve uyarıcı elçi göndermedikçe kimseye azap etmez. (İsrâ 17:15)

Allah (st) bir topluma verdiği nimeti, onlar kendilerinin (iyi) hâlini bozmadıkça onlardan almaz. (Ra'd 13:11)

Allah (st) elçilerini kişilere değil toplumlara gönderdi. (Hûd :25)

Allah (st), cihad (kendi yolunda yoğun çalışma, gayret etme) çağrısını işitmeyen, gereğini yapmayan toplumun yerine başka bir kavmin gelmesini takdir eder. (Tevbe 9:38-39)

Servetin zenginler arasında dolasan bir güç olmaması için onların zekât ve sadaka vermesi, -varsa- ganimetten muhtaçlara da bir pay verilmesi gerekir. (Haşr 59:7)

Allah va’dinden dönmez. (Hacc 22:47. Rûm 30:6. Âli İmran 3:6.v.d)

“Hikmeti gereği Allah (cc), yarattığı her şeye bir ölçü koymuş, bir yol çizmiştir. Canlı veya cansız bütün varlıklar konulmuş olan bu ölçüye uyarlar.

Her bir varlık, kendisi için konulan düzlemde, kendisine verilen özellikleri gösterir, bir anlamda görevi bitince hayat sahnesinden çekilir.

Evrende olan bütün varlıklar ve olan olaylar arasında bağlantı vardır. Her biri bir kanuna göre olmaktadır. İnsanlar, bunların bir kısmını bilimsel araştırmalarla öğrenebilmişlerdir. Bilim adamları bu öğrendikleri gerçekleri fizik, kimya, biyoloji kanunları diye fomülleştirmişlerdir.,

İşte varlıkların sahip olduğu özellikler ve onların bağlı olarak meydana gelen olaylar, Allah’ın onlar hakkında koyduğu ‘sünnet’tir, yasadır, ya da canlı cansız bütün varlıklara verdiği şekil, biçim ve yapı anlamında fıtrat denilebilir.

Ancak ‘sünnetullah’a yalnızca tabiat kanunu demek uygun değildir. Çünkü bu ifade başka anlamları da içerisine almaktadır.

İnsanı kulluk için yaratan Allah (cc) ona takvayı da, fücuru da öğretmiştir. (Şems 91:7-10) İnsan kendisine verilen bu seçim hakkıyla iyi de olabilir, kötü de... Bu denemenin sonucu olarak insan, yaptıklarını karşılığını alır. İnsana yaptıklarının karşılığını göstermek, ona hak ettiğini vermek; yahutta dünya hayatında seçtiği yolun sonucunu ona göstermek Allah’ın öteden beri yaptığı uygulama, bir anlamda O’nun sünnetidir.   (Enfal 8:38. Ğâfir 40:85)

 İslâmî terminolojide fiziki/kevnî âlemde geçerli ilâhi kanunlar genellikle “âdetullah”kelimesi ile ifade ediliyor. Sünnetullah kişisel ve sosyal hayatla ilgili ilâhi kanunları ifade etse de tabiatın bir parçası olan insan ve onlardan meydana gelen toplumlar için toplumsal yasa anlamında  sünnetullah ifadesi yerine tabiat yasaları anlamına gelen âdetullah kavramını da kullanmak mümkündür.

Bu anlamda bu iki kavramı birbirlerinin yerine kullanmakta bir sakınca yoktur. (Oksar, Y. Gazâlî’nin Nedensellik ve Âdetullah Düşüncesi, ÇÜİFD, cilt: 16/1, s: 277-303)

Her ne kadar bazıları sünnetullah ile âdetullah’ın aynı manaya geldiğini düşünseler de ikisinin aynı olmadığını söylemek mümkün. Âdetullah Kur’an’da geçmez. Daha sonradan, özellikle tabiat olaylarını açıklamak, “tabiat kendi kendine var oluyor” diyenlere karşı, onu da her şeye Hâkim olan Allah’ın yarattığını, yürüttüğünü, bunu da bir takım prensiplerle/kanunlarla yaptığını anlatmak üzere âlimler tarafindan geliştirilen bir kavramdır.

Sünnetullah’ın tabiat kanunları hakkında kullanılmasını isabetli değil. Belli ki fizik âlemde hakim olan yasalara, nizama doğrudan ‘sünnetullah’ diyemeyenler, sonrada üretilen âdetullah kavramını kullanmaya ihtiyaç hissetmişler. Daha sonradan bu ikisi aynı şey zannedilmiş, hatta tarihi süreçte ‘sünnetullah’ ile anlamdaş zannedilen ‘âdetullah’, sünnetullah’ı anlamada belirleyici olmuştur.[18]

Sünnetullah’ın Kur’an’daki kullanımı ve buna bağlı olarak ilk dönemelerdeki anlaşıldığı mana, daha sonrada kazandığı manalar arasında fark vardır. Sünnetullah’ta her ne kadar yasa (kanuniyet) anlamı ön plana çıksa da bu yasanın konusu olarak fizik alan değil, kişi ve toplumlardır.[19]

Görüldüğü gibi bazıları evrendeki yasalar âdetullah adı verdiler. Bazıları ise bunun âlemdeki sünnetullah olduğunu iddia ettiler. Kimileri de ikisinin aynı şey olmadığı görüşünü savundular.

Adına denirse denilsin şu mutlak bir gerçektir: Allah (st) hiç bir şeyi rastgele değil, bir ölçüyle (kaderle) yarattı.

(O), yaratan ve düzene koyandır. Ölçü koyandır ve yol gösterendir.  (A’lâ 87/2-3)

Buradaki yol göstermeyi hem insanlar, hem tabiat için yasa koymak, yaratılış amacını gerçekleştirmek üzere yol göstermek diye anlamak mümkün.

 

2-Hakk

Sözlükte fiil olarak anlamı uygun, muvafık, denk olmak demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 179) Ya da sabit olma ve varlığın gerçek olması, gerçekleşmesi  demektir. Bu da zihinde tasarlanan şey ve bilgi ile bilinenlerin birbirine uygun olması şeklinde anlaşılır.

Düşüncenin doğruluğuna, ya da bilinenin kararlı ve sabit oluşuna da hakk denilir. Eğer zihinde tasarlanan gözleme uygun ise buna isabet ve doğruluk; söz, fikir, karar ve iradenin amaca uygunluğu yönünden ise buna da adalet ve hikmet denir. Böylece hakk o işin sıfatı olur.

Gerçekleşen olaylar hakkında ‘tahakkuk etti’ denir ki bu, olayın hakk olarak, yerinde, bir gerçek olarak meydana geldiğini anlatır.

‘Hakk’, sözlükte, batılın zıddı, yerine getirilen hüküm, adalet, varlığı sabit olan, doğruluk, gerçeklik (hakikat), İslâm, yaraşır, kesin şey, pay manasındadır. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 234)

Bir kaç âyette kavlin ve kelimenin gerçekleşmesi, tahakkuk etmesi, ya da yerini bulması anlamında fiil olarak geçiyor. Mesela;

“(O grupların) her biri peygamberleri yalanladı da onları cezalandırmam hak oldu.” (Sâd 38:14. Bir benzeri: Zümer 39:71)

Allah (cc) her ümmete “uydurma tanrılara ibadet etmeyin” diyen elçiler gönderdi. Lakin kimisi kendi iradesiyle hidâyete uydu kimisi de uymadı. Bunlar için sapıklık hak oldu. (Nahl 16:36) Bu bir anlamda kendi tercihlerinin ve yaptıklarının sonucunu hak ettiler demektir. Kişi yaptıklarının karşılığını bir kısmını bu dünyada, bir kısmını âhirette alır. Zira işin tabiatı, ya da evrenin sahibinin hükmü/kuralı böyledir.

 

3-Kavl

Kavl; düzenli, tertipli söz, birileriyle ilgili bilgi, bir şeyle ilgili samimi endişe veya ilgi gösterme demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât,) Kavl, -konumuz açısından- hüküm, karar manasında da kullanılır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/223)

Hüküm anlamıyla kavl’in dünyalık ve ahiretlik iki boyutu var. Kur’an geçmiş kavimlerin hak etmeleri sebebiyle haklarında kavl’in gerçekleştiğini haber veriyor. Allah (cc) Nuh’a (as) tufandan önce yaptığı gemiye haklarında kavl/hüküm verilmiş olanların dışında her türden çift ve iman edenleri almasını emretti. Onun kavmi İslâmi davete ve elçiye karşı uzun süre karşı çıktılar, azgınlık ettiler. Sonuçta suçlarının cezasını bu dünyada tufanda boğularak çektiler. (Hûd 11:40. Mü’minun 23:27)

Allah (cc) herhangi bir beldeyi, oranın elebaşları, ileri gelenleri azgınlık yapmadan helak etmez. Ancak azgınlık edip, fitne ve zulme sebep olurlarsa onların da hakkında kavl/ilahi hüküm gerçekleşir. (İsrâ 17:16)

Kur’an’ın indirilme sebebi de azgın inkarcılar hakkında geçerli hüküm konusunda onları uyarmaktır. “Diri olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o kavl’in (azap sözünün/hükmün) gerçekleşmesi için Kur’an’ı indirdik.” (Yâsîn 36:70)

Buradaki kavl; inkârcıların veya Mekke müşriklerinin çoğu hakkında gerçekleşecek olan musibet gibi cezalandırma sözüdür. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/426. Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 3/81)

Bu da tıpkı sünnetullah gibi kişi ve toplumlar hakkında ilâhi kuraldır, yasadır.

Kur’an, azgın inkârcılar hakkında Hesaptan sonra gerçekleşecek olan kavl’i/hükmü hatırlatıyor. Zira böyleleri âhireti hesaba katmazlar, dünyada azgınlığa, aşırı günah işlemeye devam ederler. Ölümden sonra da ilâhi hüküm gerçekleşir, ilâhi yasa yürürlüğe girer.

İlgili âyetlerde kavl hakk fiili ile birlikte kullanılıyor.

Yaptıkları haksızlıktan ötürü, (azaba uğrayacaklarını bildiren) o söz gerçekleşmiştir; artık onlar konuşamazlar.” (Neml 27:85. Ayrıca bkz: Kasas 28:63. Secde 32:13. Yâsîn 36:7. Sâffât 37:31)

“İşte onlar (âhiret haberlerine eskilerin masalları diyenler), kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında o kavl’in (azap sözünün) gerçekleştiği kimselerdir. Şüphesiz onlar ziyana uğrayanlardır.” (Ahkaf 46:18. Bir benzeri: Fussilet 41:25)

4-Kelimetullah-kelimetü rabbi

Allah’ın kelimesi ve Rabbinin kelimesi demektir. Kelime aslında, işitme duyusuyla idrak edilen, iz bırakan söz demektir. Konumuz açısından kelime; Allah’ın va’di, sözü, hikmetinin gereği olarak önceden verdiği hükümdür. Bu anlamda Allah’ın sünnetinde değişiklik olmadığı gibi, O’nun kelimelerinde de bir değişiklik olmaz.  (el-Isfehânî, R. el-Müfredât,)

Kur’an’ın ilk muhataplarından önce geçen Nûh kavmi ve benzerleri elçileri yalanladılar. Hak davete karşı savaştılar. Allah da onlara hak ettikleri cezayı verdi. Bu dünyalık ceza aynı zamanda onların cehennemlik olduklarının da göstergesidir. (Mü’min 40:6. Yûnus 10:33) Kur’an’ın gelişinden sonra kim ve hangi topluluk ona karşı mücadele ederse ilahi hüküm onların hakkında da geçerli olur.

5-Ecel

6-Eyyamu’llah-Allah’ın günleri

Bu deyim Kur’an’da iki âyette geçiyor. Oldukça dikkat çekici, zira zaten bütün zamanlar ve mekanlara O’na ait. (Bkz. Hadîd  57:2. Câsiye 45:27. Fetih 48:14 v.d.) Bu deyimin de sünnetullah gibi geçmişte yaşamış kişilerin ve toplumların eylemleri ile ilgiliü Kur’an ilk ve sonraki muhataplarını uyarma amacında olduğunu görüyoruz.

-Eyyâmullah’ın geçtiği birinci âyet:

“Ve nitekim, Musa'ya âyetlerimizi gönderip kendisine: “Halkını kopkoyu karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın Günleri'ni (Eyyâmullah’ı) hatırlat!” diye (emrettik). Çünkü bu (hatırlatmada), darlığa sonuna kadar göğüs germesini ve (Allah'a) yürekten şükretmesini bilen herkes için mutlaka çıkarılacak dersler vardır.” (İbrahim 14:5)

Bu âyetten önceki âyet Allah’ın hidâyet konusundaki hükmünü açıklıyor. Allah (cc), mesajını açıklasınlar diye elçiler gönderdi. Elçi ve kitap gönderildikten sonra hidâyeti isteyenlere Allah bunlarla hidâyet verir, sapıklığı tercih edenlere de izin verir. 

Hitap  her ne kadar Musa’ya (as) yönelik olsa da, hem Rasulüllah’a hem de Kur’an’ın bütün muhataplarınadır. Zira Allah’ın günlerini hatırlamada zorluklara göğüs germesini ve sabretmesini bilenler için ibretler vardır.

Arapça’da “Eyyâm-günler” cahiliyye döneminde ve İslâmın ilk zamanlarında önemli tarihi olayları, Eyyâmu'l-‘arab (Arapların günleri) sözü de kabile savaşlarını ve fitneleri ifade eden bir deyim idi. (Taberî, İbni Cerir M. Câmiu’l-Beyân, 7/417. Zamahşerî, el-Keşşâf, 2/519. Kurtubî, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1723)

Bir kimse ‘eyyâmu’-l arab’ı/Arabın günlerini’ biliyor denilirse, bundan maksat onların başından geçen önemli olayları biliyor demektir. (Kurtubî, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1723. eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 868)

Allah (cc) Musa’ya; “Kavmini önceki ümmetlerden Nûh kavmi, Âd kavmi ve Semûd kavmi gibi toplumların başına gelenlerle uyar. Onlara Allah’ın affettiği kavimlerin durumu ile öğüt ver. Çünkü onlar “eyyâm” ile neyin kasdedildiğini biliyorlardı.” (Taberî, İbni Cerir M. Câmiu’l-Beyân, 7/417. Zamahşerî, el-Keşşâf, 2/519. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/290. el-Hâzin, Tefsir, 3/29)

Sanki şöyle deniyor: “Ey Musa, onlara korkutarak ve teşvik ederek, va’d ederek, azapla uyararak vaaz et olur.” Teşvik ve korkutma ifadesi; Allah’ın ceza vermesini, emrine muhalif olana karşı intikamının şiddetini ve bundan önce geçen günlerde  peygamberlere iman edenlerin durumunu onlara hatırlatma amacıyla kullanıldı. (Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 2/183. el-Hâzin, Tefsir, 3/29.   eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 868)

“Eyyâmullah’; geçmişte Allah’ın içinde günahkâr ümmetlerden (Nûh, Âd ve Semûd kavmi gibi) intikam alığı günlerdir. Musa’dan İsrailoğullarını bununla korkutması ve uyarması, onlardan öncekilere isabet eden şeyin onların da başına gelebileceğini hatırlatması isteniyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 7/418. Zamahşerî, el-Keşşâf, 2/519)

‘Eyyâmullah’ deyimi hakkındaki görüşleri üç maddede özetlemek mümkün:

Birincisi; ‘Eyyâmullah’; Allah’ın geçmiş ümmetlere ve özelde İsrailoğullarına Kur’an’da bir kısmı sayılan nimetlerdir. Ya da onları bu nimetlere kavuşturduğu güzel, sevindirici, mutlu edici günlerdir. Allah (cc), iman edenlere nimetlerini lutfettiği günleri kendine nisbet ediyor.

İkincisi; ‘Eyyâmullah’, Allah’ın başta İsrailoğullarına zulmeden Firavun ve kavmi olmak üzere zalimlere ve peygamberin davetiyle savaşan azgın kavimlere verdiği ceza, belâ,  zorluk ve musibet günleridir. Nitekim bu kavimlerin bir kısmının adları ve hangi cezayı hak ettikleri Kur’an’da yer alıyor. ‘Eyyam’ kelimesin İslâmdam önce kullanıldığı anlam bu açıklamayı doğruluyor. Azgınlara ceza vermek, onları felaket ve sıkıntılara uğratmak Allah’a ait olduğu için, felaket günlerini de kendisine nisbet ediyor.

Üçüncüsü; ‘Eyyâmullah’; -Câsiye 45/14de işaret edildiği gibi- Allah’ın bütün insanları nihâî olarak hesaba çekeceği, hükmün/hakimiyetin sadece kendisine ait olduğu (İnfitar, 82/19) kıyâmet günüdür.

“Son tahlilde içinde ‘Eyyâmullah’ın geçtiği âyet Allah’ın zamana müdahil oluşunu, Allah’tan bağımsız bir gelecek tasarımının mümkün olamayacağı ebedî gerçeğini haber vermektedir.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/470)

-Eyyâmulah’ın geçtiği ikinci âyet:

“İman etmiş olan herkese söyle: Allah'ın Günleri'nin (Eyyâmullah’ın) geleceğini ummayanları (şimdilik) bağışlasınlar. Çünkü O bir toplumu (ancak) ısrarla yaptıklarından dolayı cezalandırır.” (Câsiye 45/14)

Casiye 13. âyette Allah (cc) lütfuyla yerde ve gökte olan her şeyin insanlara boyun eğdirdiğini söyleyip; “Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır” diye ekliyor. Sonra da Peygamberin mü’minlere: “Allah'ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar” diye söylemesini emrediyor.  

Herkes eninde ve sonunda Rabbine dönecek, iyi veya kötü, yaptığının karşılığını bu dünyada ve âhirette alacaktır. Allah’a ve âhiret gününe inansın inanmasın, ilâhi hükmü beklesin veya beklemesin... (Câsiye 45/13-15)

Bu âyetteki Allah’ın günleri deyimi dünyada gerçekleşen, ya da âhirette gerçekleşecek olan ilahi hüküm/kural olarak anlamak mümkün.

Allah'ın Günleri'nin geleceğini ummayanlar, yani o günlerin geleceğinden korkmayanlar demektir. Böyleleri önceki azgın ümmetlere verilen azabın kendilerine de verileceğini, Allah’ın dostlarına yardım edeceğini, düşmanlarına ise ceza vereceğini beklemezler. Ya da yeniden dirilişten korkmaz, Hesap Gününün geleceğini kabul etmezler. (eş-Şevkânî, Ali.b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1588)

Allah’ın nimetlerini veya intikam almasını, ya da Allah’ın mü’minlere edeceğini ve düşmanlarını cezalandıracağını ummayanlar, öldükten sonra dirilişten korkmayanlar şeklinde de anlaşılmıştır.”  (Taberî, Câmiu’l-Beyan, 11/257. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâm’il-Kur’an, 2/2803) Böyleleri hiç hesaptan korkmazlar, gaflet içerisinde canlarının istediğini yaparlar.

Âyet, gerek Mekke’deki müşriklerin eziyet ve baskılarından, gerekse her devirde olabilecek zalimlerin baskılarından bunalan mü’minlere bir çıkış yolu sunmaktadır. Bugünün yarını da var; herkes yaptığının karşılığını alır, Allah’ın va’di gerçekleşir. Zira O, kendi yoluna yardım edenlere yardım edeceğine, suçluları da cezalandıracağına söz vermiştir.

Bu da sünnetullah gibi kişi ve toplumlar hakkında yürürlükte olan ilahi yasadır, kuraldır.

-Sonuç

Sünnetullah, Kur’anî bir ifadedir ve Allah’ın insan ve toplumlar hakkında öteden beri –tabir caiz ise- prensip edindiği uygulamalardır.

Etki tepki yasası gereği, kişi ektiğini biçer. İyi işler yapanlar onun güzel sonucunu görürler, kötü işler yapanlar da onun cezasını çekerler.

Sünnetullah’a tabiat kanunları, âdetullah denmesi isabetli olmasa bile, hem evrende hem toplum ve insan bünyesinde belirli yasalar işlemektedir. Bu bu yasalarda keyfi bir değişme de söz konusu değildir.

Kâinattaki bütün canlı ve cansız varlıklar belli bir ilâhi yasaya tabi olduklarına ve nasıl yaratılmışlarsa, fıtratları öyle olduğuna göre, bu ilâhi yasaya aykırı tavırlar ters teper. 

Kişi ve toplumlar kendileri için konulan yasalara, sınırlara uyarlarsa, bünyelerine yerleştirilen ve ilk ahit (sözleşme) ile teyid edilen fıtratlarına uygun olan şeyleri yaparlarsa kurtulurlar, mutlu olurlar, görevlerini yapmış olurlar, hayat sınavın kazanırlar. Evrendeki yasaları anlar ve onlara uygun davranırlarsa da kazanırlar. Tersi insan, çevre ve toplum için zarar olur.

Hüseyin K. Ece

03.01.2022

Zaandam

[1] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[2] el-Isfehânî, R. el-Mufredât,  s: 357. Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 49

[3] el-Isfehânî, R. El-Mufredat, s: 356. Cevherî, İsmail B. Hammad, Es-Sıhah Tâcu'l-Luğa,  5/573

[4] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/270-271

[5] Cevherî, İsmail B. Hammad, es-Sıhah Tacu'l-Luğa, 5/572

[6] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 49

[7] Müslim, Zekât/69 no: 1017. İbn Mâce, Mukaddime/14 no: 207

[8] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 53

[9] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[10] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[11] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[12] Ece, H. K. İslâm’ın Temel Kavramları, s: 620

[13] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[14] Karaman, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/369

[15] Özvarlı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/181

[16] Bağçeci, M. Şamil İslâm Ansiklopedisi, 5/463

[17] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[18] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 36

[19] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 66