1-Tağutun Evliyası

‘Tağutun velileri-evliyâu’t tağut’ Kur’an’da bir âyette yer almaktadır.

Bu tabir inkârcılıkta direnen kâfirlerin, küfürde isyanda, haddi aşmakta ileri giden daha azgın, daha saptırıcı ve daha da yoldan çıkmış kimselerle veya güçlerle olan dostluklarını anlatıyor.

Onların azgınlıkta kimlere yakın olduklarını, kimlerden dostluk ve yardım beklediklerini dile getiriyor.

Allah’a rağmen böyle bir yakınlığın, böyle bir dostluğun insana neler kaybettirdiğine dikkat çekilmekte, Allah’tan başkasını ilâh edinmenin üzücü sonucu haber verilmektedir.

Tağutun velilerinin kim olduklarını ve özelliklerini anlayabilmek için bu kelimenin türediği ‘tuğyan’ masdarını açıkladık. Sonra da tağutun ne manaya geldiğini, Kur’an’da tağutun kullanılmasını söz konusu ettik. Daha sonra da tağutun velilerini tesbit etmeye çalıştık, tağutluk ile inkârcılık arasındaki ilişkiye, günümüz tağutlarının ve onların dostlarının faaliyetlerine dikkat çekmeye gayret ettik.

A-Tağut Kelimesinin Masdarı ve Türevleri:

‘Tağut’u iyi anlayabilmek için, bu kelimenin türemiş olduğu ‘tegâ’ fiilini ve bu fiilin masdarı olan ‘tuğyan’ı biraz açıklamak gerekir.

‘Tağa’; tuğyanda ileri gitmek, buradan hareketle isyanda sınırı aşmak demektir. (R. Isfahâní, Müfredât, s. 454. Ebubekr er-Râzi, Muhtaru’s Sıhah, Kahira, trh. s.393) Kabul edilebilir (makbul) sınırı aşmak, hududa tecavüz etmek manasındadır. (Heyet, Mu’cemu’l Vasít, İst. 1992, 2/558)

‘Tağâ el-bahru’; denizin çoşup dalgalanması,

‘Tağâ el-mâu’, sel sularının taşması, (Kur’an Nuh tufanı hakkında şöyle diyor: “Gerçek şu ki sular taştığı zaman (tağâ’l mâu), o gemide biz sizi taşıdık.” 69 Hâkka/11)

‘Tağâ fülân’, isyanda ileri gitmek, ceberrutlukta ve zulümde aşırı olmak demektir. (E. Er-Râzi, M. Sıhah, s: 393. Heyet, M. Vasít, 2/558)

Ölçüde ve tartıda taşkınlık yapmak, adaletsizliğe meyletmek te bu kelime ile de anlatılıyor. (55 Rahman/8-9)

Bu fiilin faili olan ‘tâğ’ (çoğulu: tâğín), azan, haddi aşan, sınırı tecavüz eden demektir. 

‘Tağvâ’, aynı kökten türeyen bir isimdir ve ‘tuğyan’ gibi azgınlık, isyanda ileri gitmek demektir. Kur’anda şöyle deniliyor: “Semud kavmi azgınlığı dolaysıyla yalanladı...” (91 Şems/11) Semûd kavminin, azgınlıkları sebebiyle azabı uğratılacakları hususunda korkutuldukları zaman bu korkutmaya inanmadıklarına işaret edilmektedir. (R. Isfahâní, Müfredât, s: 454)        

‘Tağiye’ (çoğulu: tevâği), teğâ kökünden gelen bir başka kelimedir ve sözlükte azıp kuduran bir tabiat kuvvetini (azgın bir kasırgayı, ya da şiddetli bir sarsıntıyı) ifade etmektedir.

Fiziksel güçlerin normal sınırları aşacak şekilde faal hale gelmeleri de tuğyanla ifade edilir. Nitekim daha zalim ve daha azgın (atğâ-tuğyanda daha da ileri gitmiş) (53 Necm/52) Nuh kavmine verilen tûfan cezasında suların köpürüp azması da ‘tağâ’ fiili ile anlatılmaktadır. (69 Hâkka/11) Burada insan tuğyanının tabiata ait bir tuğyan ile cezalandırılmasındaki varlık prensibi dikkat çekicidir. Bu da Kur’an’ın kelâm mucizelerinden biridir. (Y. N. Öztürk, K. Temel Kavramları; İst. 1993, s: 559)

1-Tuğyan Ne Demektir?

Tağâ fiilinin masdarı olan ‘tuğyan’, sadece insanlara mahsus olmayan her tür sınırı aşmayı ifade eder. (R. Isfehâní, Müfredât, s: 454) İsyan, günah ve zulümde, sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmek, azmaktır. Aynı zamanda istiğna duygusudur (kendini yeterli görmektir).

‘Tuğyan’ istikamet’ten (dosdoğru bir yürüyüşten), hak bir gidişten, adil bir anlayıştan sapmadır. Bu yanlışlığın içine düşenler, hak ölçüyü tanımadıkları için fikirde, davranışlarda, eylemlerde, insan ilişkilerinde en iyiye (ma’rufa), en doğruya ve en adaletli olana ulaşamazlar.

Kur’an, tuğyan ahlâkının istikametten sapma olduğunu hatırlatarak, Hz. Muhammed’in şahsında bütün insanlara şöyle demektedir:

“Seninle birlikte tevbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi istikamet üzere ol (dosdoğru davran). Aşırı gitmeyin (tuğyan etmeyin). Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.” (11 Hud/112)

Tuğyan edenler sınırları aşarlar, iyi olan şeylere destek olmadaki duyguyu yitirirler, manevi hayatın dengesini bozarlar, ölçüyü kaçırırlar. Sonra da kendilerine ve etraflarına zarar vermeye başlarlar. Tıpkı yatağından taşan ve sınırları aşan, bundan dolayı da etrafına zararlı olmaya başlayan su (tağiye) gibi.

2-Tuğyanın Mahiyeti:

‘Tuğyan’ mantığı, insan heva ve hevesinin (aşırı istek ve tutkularının) ilâhlaştırılmasıdır. Kimileri bazı nimetleri elde ettiği, ya da istediğini yapabilecek bir güç ve kuvvete sahip olduğunu sandığı zaman kendini müstağni görür, artık Allah’ı da unutur. Gerçek ilim, güç ve istediğini yapabilme kuvvet ve iradesinin sadece Allah’a ait olduğunu aklından çıkarır. İşte bu aldanış insanda tuğyan’a kapı açar. Bu noktadan sonra o dilediğini yapmaya koşar. Hak ve hukuk ve uyulması gereken sınırları tanımaz. Allah’a ortak koşmaya başlar. İlâhi ölçüler yerine kendi keyfinin getirdiği şeylere uyar, arzularının peşinden gider. (A. Ünal, K. Temel Kavramlar, İst. 1986, s: 355-356)

Esasen insanın yaratılışında ‘tuğyan’ ahlâkı vardır. Bunun sebebi insanın kendini ‘müstağni’ (çok zengin, yeterli ve güçlü) görmesidir.

“Hayır, gerçekten insan, mutlaka tuğyan eder (haddi aşar). Kendini müstağni (gücünden dolayı kimseye muhtaç olmayan biri olarak) gördüğünden.” (96 Alak/6-7, ayrıca bak. 92 Leyl/7-13)

Âyette geçtiği gibi insanlardan kimileri ya mallarına, ya ellerindeki siyasi güce, ya adamlarının çokluğuna güvenerek, kendilerini çok zengin sanarlar. Kibirlenir, her şeye tepeden bakmaya başlarlar. Bu gurur böylelerini Allah’tan gelen ölçülere baş kaldırmaya sürükler. Öyle olunca da daha bir büyük gücün önünde eğilmeyi nefislerine yediremezler. Kendilerini Allah’a ve O’na ibadetten müstağni görürler. 

İşte tuğyanın başlangıç noktası budur. Tuğyan, insanın kendi benliğini ilâhlaştırması, her şeyin ve herkesin üstünde görmesi halinde ortaya çıktığında zirve noktadadır. Bu noktada tuğyan’ın tipik temsilcisi firavun’dur. (Y. N. Öztürk, K. T. Kavramları, s: 560)

“Firavun’a git, çünkü o tuğyan etmiş (azmış) bulunmaktadır.” (20 Tâhâ/24. ayrıca bak. Tâhâ/43. 79 Naziât/17)

‘Tuğyan’ aynı zamanda bütün toplumsal çöküşlerin ve uygarlıkların yıkılış sebebidir. Evet şımaran, azan ve sınırları aşan topluluklar, tarihin değişmez prensibi ve ‘sünnetullah’ın bir gereği olarak çökerler veya cezaya uğratılırlar. Bunun sebebi ise istikbar (büyüklenme) duygusu, maddeye aşırı bağlılık ve bununla aldanma, maddeden üretilen değerlerin kutsallaştırılmasıdır. Nitekim dünya hayatını ahiret hayatına tercih etme ile, ‘tuğyan’ etme, azıp-şımarma arasında ilginç bir bağlantı vardır.

“Artık kim taşkınlık edip-azarsa (tağâ),

Ve dünya hayatını seçerse,

Hiç şüphesiz cehennem, (onun için) barınma yeridir.” (79 Naziat/37-38)

Tuğyan’a düşenler gerçek ölçüyü kaybederler. Kendi zulümlerini adalet,  güzeli çirkin, çirkini güzel, karanlığı ışık, ışığı karanlık zannederler. Kuruntu ve hayal içerisindedirler. Onlar kendi azgınlıkları içerisinde oyalanan gafillerdir.

“Biz onların kalplerini  ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terkederiz. (6 En’am/110)

“Allah’ın saptırdığı kimseye artık hidayet vercek yoktur. Ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.” (7 A’raf/186)

Mü’minler ile ‘biz de müslümanız’ diye alay eden münafïkların kim olduğunu Allah (cc) bilmektedir.  Asıl O, onlarla alay ediyor ve onlara tuğyanları ile beraber zaman ve mühlet tanıyor. Belki akıllarını başlarına alırlar. (2 Bekara/15. Ayrıca bak. 10 Yunus/11. 23 Mü’minûn/75)

Kendilerine kitap verilenden bazıları Allah’ın Hz. Muhammed’e indirdiklerini kabullenmede aşırı bir inat içindedirler. Böyleleri her ne kadar kendilerinin doğru yolda olduğunu iddia etseler de Kur’an onları yalanlıyor. Kur’an okunduğu zaman bu, onların azgınlıklarını daha da artırır:               

“De ki: ‘Ey kitap ehli, Tevrat’ı, İncil’i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiç bir şey üzerinde değilsiniz.’ Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve küfürlerini artıracaktır. Sen kâfirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.” (5 Maide/68. Ayrıca bak. Maide/64)

2a-Tuğyanın Cezası:

Kur’an, Semûd kavminin tuğyan ettiğini (91 Şems/11), onların bu azgınlıklarının, isyanda ve zulümde ileri gitmelerinin karşılığı olarak bir ‘tağiye’ ile cezalandırıldığını söylüyor. (69 Hakka/5)  Tuğyan eden azgınlar, tağiye olan’, yani azıp-kuduran bir tabiat kuvvetiyle karşılık bulurlar.

‘Tağiye’, tuğyan edenleri cezalandırmak için Yaratıcı tarafından devreye sokulan tuğyan eden bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir. Bu âyette cümle o şekilde düzenleşmiştir ki, ‘tağiye hem Semûd kavmini helâk eden kuvveti, hem de bu kavmin helâkine sebep olan tavrı aynı anda anlatmaktadır. Bu üslûp harikasını dikkate alarak âyetin tercümesini şöyle yapmak mümkündür:

“Semûd kavmine gelince, onlar tağiye (tuğyan eden, azan) bir topluluk oldukları için tağiye ile (azıp kuduran bir tabiat kuvvetiyle) mahvedildiler.” (69 Hâkka/5) (Y. N. Öztürk, K. T. Kavramları, s: 559-560)

‘Tuğyan’ eden şaşkınların ölümden sonra cezaları da ateşin en tuğyan etmişi, azmışı cehennemdir. Azıp, sınırı taşan bir takım kişi ve topluluklara yine azgınlaşan tabiat kuvvetleriyle ceza verildiği gibi, bazılarına da ahiret hayatında cehennem verilecektir. (79 Naziat/39) Cehennem bir gözetleme yeridir ve ‘tâğín-tuğyan edenler’ için hazırlanmıştır. (78 Nebe’21-23)

Kur’an, insanları uyararak ‘tuğyana’ düşmemelerini, ilâhí sınırlara tecavüz etmemelerini söylüyor. Ahirette ‘tuğyan’ edenlerin sonlarının nasıl olacağını gözler önüne seriyor. (50 Kâf/23-30. 38 Sâd/55-61)

3-Tağut Nedir?

‘Tağut’ kelime anlamıyla ‘tuğyan eden, ya da tuğyanda aşırı olan demektir. Her türlü azgını ve Allah’tan başka mabud (tapınılan) haline getirilen her şeyi anlatan bir kelimedir. (R. Isfehâní, Müfredât, s: 454. Heyet, M. Vasít, 2/558)

“Tağut” tuğyan kökünden mübalağa kipiyle bir cins ismidir ki aslı ‘ceberût-zorbalık’ gibi ‘tağavût’ olup, yer değiştirmekle ‘tağût’ yapılarak ‘vav’ ‘elif’e çevrilmiştir. (R. Isfehâní, Müfredât, s: 454)

Tağut, kelimesinin Arapça asıllı olmadığı da söylenmiştir. 

3a-İslâm Alimlerine Göre Tağutun Tanımı:

Ebu İshak şöyle der: “Allah’tan gayri ibadet edilen her şey cibt ve tağuttur.” (Lisanu’l Arab, 15/9. nak. A. el-Kattan-M. Ez-Zeyn, Tağut, çev. K. Yalçın, Konya 1989, s: 14)

Cevheri’ye göre tağut, kâhin (ğayb’dan haber veren), şeytan ve sapıklığa çağıran her lider veya önderdir.

İbni Cerir et-Taberí, tağutu şöyle tarif ediyor: Allah’a karşı isyankâr olup zorla, baskı ile veya gönül rızasıyla kandisine tapınılıp mabud tutulan; insan, şeytan, put, dikili taş veya bunlara benzer herhangi bir şey demektir. (Taberi, Tefsir, 3/13. nak. Elmalılı, Tefsir, 2/171. A. el-Kettan-M. Ez-Zeyn, Tağut, s: 15)

         Tağut, şeytanlar ve putlardır. Ya da Allah’ın dışında ibadet edilen, insanı Allah’a ibadetten engelleyen her şeydir. (Beydaví, Envâru’t Tenzil ve Esrârru’t Te’vil, 1/135)

Tağut, Allah’ın dışında ibadet edilen şeytan ve putlar gibi şeylerdir. (Bağaví, Meâlimu’t Tenzil, 1/230. İbni Tesir, Muh. Tefsir, 1/232.  M. A. es-Sâbûní, Safvetü’t Tefâsir,  1/163)

Kimilerine göre tağut, şeytanlardır. (Ö. B. Muhammed Zamahşerí, el-Keşşâf, Beyrut 1415-1995, 1/300. A. b. Muhammed en-Nesefí, Medâriku’t Tenzil ve Hakâik’t Te’vil, Dimeşk 1419-1998, 1/211. Bağaví, Tefsir, 1/230) İbni Kesir diyor ki tağutun şeytanlar olduğuna dair görüş cidden kuvvetlidir. Çünkü o, putlara tapmak, onlardan kaynaklandığı zannedilen hükümlere uymak, onlardan yardım istemek gibi cahiliyyeye mensup kimselerin üzerinde bulunduğu her şeyi anlatmaktadır. (İbni Kesir, Muh. Tefsir, 1/232)

Nisa Sûresi 76. âyette tağut için çalışanlarla şeytanın dostları arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor. Mü’minler Allah (cc) yolunda, O’nun rızasını kazanmak için cihad ederler (çalışırlar). Kâfir olanlar ise tağut uğruna, tağutun sistemi hakim olsun diye  savaşırlar. “...Öyleyse şeytanın velileri (dostları) ile savaşın...” Tağut uğruna savaşanlarla, kendileriyle mücadele edilmesi gereken şeytanın velileri (dostları/yakınları) aynı gruptan insanlardır. Onlar da inkârcı kâfirlerdir. İnkârcıların tağut uğruna savaştıkları söylendikten hemen sonra, ‘şeytanın dostlarıyla mücadele edin’ denilmesi, bu âyette tağutun şeytan anlamında kullanıldığını gösteriyor.    

Hz. Ömer’in şöyle dediği rivâyet edilmektedir:

“Cibt; sihir, tağut da; şeytandır. Kişinin keremi (kerâmeti/değeri) dinidir, üstünlük ölçüsü ise ahlâkıdır. İster Farisí olsun, isterse Nebâtí.” (nak. İbni Kesir, Muh. Tefsir, 1/232)

Tuğyanın (azgınlığın) kendisi kesilmiş, isyankâr, azgın, azman, azıtgan demek gibidir. (Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, sad. Heyet, İst. trh. 2/170) Allah’a karşı azan, başkalarını da azdıran her şey tağuttur. Asıl azdırıcı şeytan olmakla beraber, kendisini tanrı tanrı yerine koyan, insanları yanlış yollara sevkeden kötü kişiler ve kendisine tapınılan putlar da tağutun anlamı içine girerler. (S. Ateş, Yüce Kur’an’ın çağdaş Tefsiri, Yersiz. Trh. 1/456)

Her türlü azgının yerine kullanılmakla beraber; kâhinlere, sihirbazlara, cinlerden saptıcı olanlara ve insanları doğru yoldan ayıranlara da ‘tağut’ denmiştir. (R. Isfehâní, Müfredât, s: 454)

“Tağut, her devirde, firavun ruhlu kişilerle, onların yardakçıları olan gürûhun genel adıdır.” (Y. N. Öztürk, K. T. Kavramları, s: 562)

Sapıklıkta baş (lider) olan herkes için kullanılır. Çoğulu ‘tevâğit’ olarak gelmektedir. (E. er-Râzi, M. Sıhah, s: 393. Heyet, M. Vasít, 2/559)

Tağut, tekil, çoğul, eril ve dişil hakkında aynen kullanılır. (Bazıları göre ise yalnızca tekil ve eril olan varlıklar hakkında kullanılan bir cins ismidir. Ebu’s Suud, İrşadu Akl-ı Selim,  1/290)

Kur’an-ı Kerim’de tekil, çoğul ve dişil olarak kullanılmıştır.

Tekil olarak kullanıldığına örnek:

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten iman ettiklerini öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağut’un önünde muhakeme olmayı istemektedirler. Oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.” (4 Nisa/60)

Çoğul olarak kullanıldığına örnek:

“...İnkârcıların velileri (yakınları/dostları) tağut’tur. Onlar da onları nur’dan karanlıklara çıkarırlar...” (2 Bekara/257)

Dişil olarak kullanıldığına örnek:

“Tağut’a kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır. Öyleyse kullarıma müjde ver.” (39 Zümer/17)

a-Tağutun Mahiyeti:

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd) sapıklıktan (ğayy’dan) apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp (şeytaní güçlere ve düzenlere uymayı reddedip) Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah işitendir, bilendir.” (2 Bekara/256)

Yani kim hakkı ve batılı ayıredici bir amel işlerse, şeytan, put ve Allah’ın dışında ibadet edilen, O’na kulluktan alıkoyacak her şeyi terkederse, arkasından da Allah’a iman ederse sağlam bir tutamağa yapışmış olur. (Ebu’s Suud, İ. Akl-ı Selim, 1/290) (Âyetteki ‘urvetü’l vüskâ’ dinde sağlam akide (inanç esasları) demektir. Bazılarına göre o, kişiyi Allah rızasına ulaştıran sebeptir. Bağaví, Tefsir, 1/230)

Kur’an, tağut’u, tuğyanı yaşayan ve yaşatan kişi ve kudret anlamında kullanır ve Allah’a imanın gerçek anlamına ulaşması için tağuta karşı çıkmanın zaruretine dikkat çeker. Nisa Sûresi 51. âyette cahiliyye âraplarındaki okuma –yazma bilenlerin (aydınların) ‘cibt’ ve tağuta inandıklarını ve mü’minleri onlara inananlardan aşağı gördüklerini söyleyerek bunu kınıyor.

Bu âyette tağut, ruhsuz putlara ad olan cibt’e karşılık, ruh ve şuur sahibi put yani ilâhlaştırılmış, putlaştırılmış insan anlamında kullanılıyor. (Y. N. Öztürk, K. T. Kavramları, s: 558)

Tağut, hakka, gerçeğe ve islâmí imana karşı çıkan, Allah’ın kulları için uygun gördüğü nizamı ve çizdiği sınırı tecavüz eden her şeyi kapsar. Put ile anlatılan tağut, bir kişi olabileceği gibi, Allah’ın ölçülerinden alınmamış her türlü sistem de olabilir. (S. Kutub. Fi-Zılâli’l Kur’an, 1/292)   

Tuğyan; isyan ve günahta sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmek olduğuna göre isyanda ve günahta ileri giden, ilâhí ölçüleri tanımayan bütün güç odakları, bütün kişi ve kuruluşlar tağut’tur. Tağut, insanları Allah’a iman ve O’na ibadetten alıkoyan bütün güç sahiplerini kapsar. Bunu yalnızca put veya şeytan olarak anlamak tağut’un ifade ettiği olumsuz anlamı karşılamaya yetmez diye düşünüyoruz.

Bazı insanların tuğyan etmelerinin sebebinin istiğnâ (kimseye ihtiyaç duymama) duygusunun yattığını ve bunun da insanların dünyalık zenginlik ve güce meyletmeleriyle olan ilgisini düşünürsek; tağut olayında güç ve kuvveti, zenginliği ve iktidar sahibi olmayı da hesaba katmamız gerekiyor.  

Taberíden nakledilen bir tanım tağut kavramını daha iyi anlamımıza yardımcı olacak bir niteliktedir. “Allah’ın indirdiği hükümlere karşılık olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.” Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında başka bir şey olması mahiyetini değiştirmez. (Y. Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İst. 1997, s: 316)       

Muhammed Esed tağutu, şeytaní güç ve düzenler şeklinde açıklıyor ki cidden bu, tağut’un kimler olduğu konusunda en tatmin edici açıklamalardan biridir. O şöyle diyor:

“Tağut, öncelikle, Allah’tan başka ibadet edilen her şeyi ve böylece insanı O’ndan uzaklaştıran ve şeytana yönelten şeyleri ifade eder. Bu terim, hem tekil hem de çoğul bir anlama sahiptir. (F. Râzí’den) Bundan dolayı, en doğrusu ‘şeytaní güçler’ şeklinde çevrilmelidir.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, çev. C. Koytak-A.Ertürk,  İst. 1417-1996, 1/77)

Kur’an, tarihte azmış, isyanda ileri gitmiş, kendilerine gönderilen peygamberlere karşı büyüklük taslamış ve yoldan çıkmış bir çok azgın kişi ve toplulukların durumunu bu kelime ve bunun türevleri ile anlatmaktadır.

‘Tağut’, sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes ve her şey hakkında kullanılabilir. Kur’an ise bu kötü sıfatı Allah’a isyan eden, O’nun kullarının hakimi ve sahibi olduğunu iddia eden ve onların kendi kulu olmaya zorlayan kimseler ve güçler için kullanmaktadır.

Allah’a isyan üç derecede olabilir:

1-Eğer bir kimse Allah’ın kulu olduğunu kabul eder, fakat pratikte O’nun emirlerinini aksini yaparsa buna fasık denir,

2-Bir kimse Allah ile irtibatı koparır ve başka birisine bağlanırsa o zaman kâfir olur.

3-Eğer bir kimse Allah’a isyan eder ve O’nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağuttur. Böyle bir kimse şeytan, rahip, diní veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağut’u reddetmedikçe Allah’a inamış sayılamaz. (Mevdudi, Tefhimu’l Kurân,  1/202)

Tefsirciler bu âyette geçen tağut’a; şeytan veya sihirbaz, kâhin ya da insanlardan ve cinlerden, inad edip büyüklük taslayanlar demişler. Onlara göre Allah’ın yarine mabud (ilâh) olarak tanınıp razı olan firavun ve nemrut gibiler ve putlar da tağutturlar. Ebu Hayyan; bunların her birinin tağut olması mümkündür. Çünkü tağut kelimesi hepsini içerisine alacak şekilde kullanılmıştır. (Ebu Hayyan’dan, nak. Elmalılı, 2/171)

Beydaví, ‘Allah (cc) yolundan alıkoyanlar’ tanımını da eklemiştir ki bu, daha kapsamlı bir tariftir. (bak Beydaví, 1/135)  İnsanları Allah (cc) yolundan alıkoyanlar, her zaman mabud (ilâh) tanınmış olmayabilir. Ancak böyleleri de (45 Casiye/23) âyeti gereğince kendi hevâsına (istek ve tutkularına) uyup onu ilâh sayabileceği düşünülürse önceki tarife dahil olur.

Elmalılı böyle bir açıklamadan bir kaç fayda elde edilebileceğini söylüyor:

Öncelikle bu açıklamalar, tağutu tanıtıp çeşitlerini gösterdiği gibi; “şeytan, sihirbaz, kâhin, batıl mabud, insanların ve cinlerin büyüklük taslayıp inat edenleri” kelimelerinin de tağut kelimesine karşılık ve ona uygun düşecek bir tarzda kullanıldığını ortaya koyuyor. Bunlar tağutun tam eş anlamlısı değilseler bile birbirlerine yakın veya birbirini gerektiren şeyler olarak kullanılırlar.

İkinci olarak demek oluyor ki, tağutun açığı da gizlisi de, görünür ve görünmezi de vardır.

Üçüncü olarak, tuğyan (isyan, azgınlık) kavramından anlaşılıyor ki, putlar ikinci derecede tağutlardır. Aslında akıl sahibi olmayan putların ve dikili taşların tağutlardan bile sayılmaması gerekirdi. Çünkü bunların kendileri Allah’a karşı bir azgınlığa sahip olamazlar ve azgınlığa rıza gösteremezler. Fakat red de edemezler. Ancak azgınlık (ve sapıklık) sebebi olabilirler. Böyle bir sebebi de tuğyan edenler her zaman bulabilirler.  Putlar, asıl tağut değil, tağutların temsilcileridir.

Böylece ‘kim tağutu inkâr ederse...’ ifadesi şunu bildirmiş oluyor ki, tevhid emrinde ilk iş; putlardan önce ona sevk eden azgın isyankârlara küfretmek (onları inkâr etmek)tir.

Dördüncü olarak, Allah’a karşı isyankâr olmayan ve şirke razı olma ihtimali bulunmayan ve bununla beraber hırıstiyan ve yahudiler tarafından ilâh (Allah’ın oğlu) diye kabul edilen Hz. İsa ve Hz. Üzeyr gibi büyük insanların kendileri tağutun tarifi dışındadırlar. Tevhid emrinde ‘lâ ilâhe-başka ilâh yok’ derken bunların ilâhlığını da olumsuz kılıp inkâr etmek gerekir. Ancak onlara peygamber olarak inanmak imanın şartlarındandır.

Âyette çok önemli bir noktaya işaret edilerek; “kim tağutu inkâr ederse...” buyurulmuş da diğerlerini inkâr şart koşulmamıştır. Demek ki tevhidin şartı Allah’tan başkalarını inkâr etmek değil, Allah’tan başkalarının ilâhlık vasfını kaldırmak ve bu arada tağutları inkâr etmek, yani onları hiç tanımamaktır. "Kim “tağutu inkâr ederse..." şunu kesinlikle isbat ediyor ki, mü’min olmak için, Allah’a imandan önce küfre tevbe etmek şarttır. Bu tevbenin şartı da tağutları tanımamaya kesin karar vermektir.

Bu durumda “kim tağutu inkâr eder de Allah’a iman ederse...” ifadesi “lâ ilâhe illallah”ın (kelime-i tevhidin) tefsiri  demektir. İşte böyle içi ve dışı ile iman eden mutlaka sağlam kulpa yapışmış olur ki, buna tutunanların Allah’ın Kürsisine, cennetin en yüksek tabakalarına doğru çekilip götürülecekleri ve giderken (Allah’ın ipini) bırakanların da dehşetli bir şekilde düşecekleri kelâmın manasından anlaşılıyor. (Elmalılı, Tefsir, 2/171-172)    

Tağutlar, yalnızca azan (tuğyan eden), insanlara tahakkim eden zorbalar değildir. Onların asıl en önemli olumsuz karakterleri, ilâhí din yerine topluklar için batıl dinler uydurmalarıdır. Din; insanların kendilerinden üstün ve güçlü saydıkları herhangi bir otoriteye itaat etmesi ve o otoriteden gelen ölçüleri, hükümleri ve yaşama biçimini benimsemesi demektir. Bu anlamda tağutların ölçülerini ve dayattıkları hayat tarzını benimseyenler onları tanrı sayarlar ve onların uyduruk dinlerine iman ederler. Kur’an’a göre böyleleri tağuttur. 

b-Tağut ve Tağiye: 

Yukarıdaki tariflere göre tağut, azgınlıkta sınır tanımayan ve Allah’ın kanunlarına bilerek karşı çıkan, dolaysıyla kendisinde ilâhlık var zanneden kişi ve güçler ile, insanların Allah’ın bırakıp ta taptıkları her şeydir.

Tağiye ise azıp kuduran bir tabiatını ifade ettiği gibi, azgınlıkta ve zulümde ileri gitmiş zalimleri, diktatörleri ve baskıcıları da anlatır.

         Tağiye bir anlamda inatçı zorbadır. İstikbar eden (büyüklük taslayan) bir zalimdir. Yaptığı işlerin doğru mu yanlış mı olduğuna bakmaz. Sakınma duygusu olmadığı gibi korkmaz da. İnsanların mallarını haksız yere ellerinden alır, onlara haksızlık eder. İnsanları ezer, onları adam yerine koymaz, onlara karşı kibirlidir. Böyleleri insanların acılarından etkilenmez. Merhamet duyguları yoktur.

Tağut ile tağiye arasında küçük bir fark vardır. ‘Tağiye’ olan kimse, insanların kendisine tapmalarını emretmez. Kendisi Allah’a ortak koşmaz ama elinin altındakilere zulmeder.

Heva ve hevesinin istediği gibi hükmeder ama Allah’ın hükümlerine aykırı davrandığı zaman bu hatasını bilir. Ancak hükmetme ve dünyalık elde etme hırsı sebebiyle bu yanlışlıklara devam eder.

Böyleleri müslümanlar arasında her zaman bulunurlar. Tarih boyunca insanlar bu gibi müslüman kılıklı zalimlerden çok zarar gördü ve hâlâ da görmektedir. Bunlar çoğu zaman İslâm adıyla ortaya çıkarlar. Sonra da ellerindeki yetkilerle halka zulmederler. Modern zamanlarda İslâm ümmeti bu azgın yöneticileri daha da çok gördü. Bunlar hile ve desiseyle iş yaparlar, yalan ve dalavere ile başta dururlar, yaptıklarını büyük ve süslü göstererek halkı kandırırlar.

Bunlar hürriyet hürriyet çığlıklarıyla ümmetin gerçek hürriyet duygusunu öldürdüler. Medeniyet ve çağdaşlık adına modern cahiliyyeye kucak açtılar. Dine ve dinden kaynanlanan her şeye irtica, çağdışılık damgası vurup, insanları dinlerinden ve kimliklerinden koparmaya çalıştılar.

Bu tağiyeler, düşman önünde pısırık, korkak ve aciz; kendi halkları önünde azgın bir aslan gibidirler. Bunların yüzünden İslâm ümmeti uzun zamandan beri zillete ve sefalete mahkûm oldu.

Bunlar, Allah’ın indirdiklerine karşı çıkıp, onun yerine yandaşlarıyla beraber hükümler koyuyorlarsa tağut olurlar. Onlarla mücadele etmek Kur’an’ın müslümanlara yüklediği bir görevdir.

Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde günah işlemeye ve zulmetmeye, işlerin başına ehil olmayanları getirerek halkın hakkına tecavüz etmeye devam ederseler; onlar tağiye’dir ve günahkârdırlar. (özetle, A. el-Kettan-M. Ez-Zeyn, Tağut, s: 22-24)

c-Hadislerde Tağut veya Tağiye:

Tağut ve tağiye kelimeleri bazı hadislerde aynı anlamda geçiyor. Şimdi onlardan bir kaç örnek verelim:

Peygamber (sav) tağiyelerin (tuğyan edenlerin) adına yemin etmeyi yasaklamıştır.

Abdurrahman b. Semüra (ra) Rasûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Tağiyelerin ve atalarınızın adıyla yemin etmeyiniz.” (Müslim, Eyman/6, Hadis no: 1648, 3/1268)

İmam-ı Buhârí,  ‘Lât, Uzzâ ve Tağutlar Adına Yemin Edilmez’ adıyla açtığı başlıkta (bab’da) şu hadisi rivâyet ediyor:

Ebu Hureyre’den: “Kim Lât ve Uzzâ adına yemin etmişse, ‘Lâilâhe illah’ desin...” (Buhari, Eyman/5, 8/165)

Tağutlar kendi velileriyle birlikte cehennem ateşini hak ederler.

Ebu Hureyre (ra) şöyle anlatıyor:

Bazı insanlar Peygamber’e; “Ya Rasûlellah, kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?” diye sordular.     

Rasûlüllah (sav); “Ayın öndördünde Ayı göreceğinde bir şüpheniz var mı?” diye sorunca; “Hayır, ey Allah’ın elçisi” dediler. Peygamber:

“Bulut olmadığı bir günde Güneş’i görmekte bir şüpheniz var mı?” Onlar, “Hayır, bir şüphemiz yok ya Rasûlellah” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber:

“Siz de Rabbinizi öyle göreceksiniz. Allah (cc) insanları toplar ve onlara: “Kim bir şeye tapıyor idiyse onun peşine düşsün” buyurur. Artık kim Güneş’e tapıyorsa Güneş’e uyar, kim Ay’a tapıyorsa Ay’a uyar. Kim de tağutlara tapıyor idiyse tağutlara uyar...” buyurdu. (Müslim, İman/81, Hadis no: 182, 1/63)

                       

4-Tağutluğun İşleyişi:

‘Tağutluk’ iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda geçtiği gibi,  bazı insanlar veya topluluklar, istikbar veya istiğna (kendini zengin ve yeterli görme) duygusuyla ‘rabb’liğe kalkışır. Allah’ın davetine kulak asmaz, ama kendi heva ve hevesinden (kafalarından) hükümler koyarlar. Sonra da kanun ve din haline getirdikleri bu ilkeleri insanlara dayatırlar.

İşte bu gibi kişi, kurum ve güç toplulukları ‘tuğyan’ içinde olanlar, ya da kendilerini ‘tağut’ haline getirenlerdir.

İkinci olarak, kimi insanlar da bu ‘tuğyan’ eden kişi veya güçleri ilâh veya rab gibi bilip onlara tabi olurlar. Onların hükümlerini ve dinlerini kabul ederler. Allah’ın ne dediğine kulak asmazlar. Böyleleri şüphesiz Allah’ı bırakıp ‘tağutları’ ilâh edinen müşriklerdir.

‘Tağut’ kavramı ‘tuğyan’ edip, insanlar üzerine rab’leşen bütün kişileri ve güç odaklarını içine alır.

Tanrılık iddiasında bulunup insanları zorla kendine itaat ettiren bütün zorbalar, bütün diktatörler; Allah’ın âyetlerine dayanmayan bütün sistemler tağuttur. İslâmí hükümleri hiçe sayıp, onlara ‘çağdışı’ deyip, kendi kafalarından helâl ve haram, yasak ve ceza ölçüleri, dünya görüşleri ve ilkeler koyan bütün güçler tağutun tanımına uymaktadır ve onun işlevini görmektedirler.   

Bu bağlamda kim olursa olsun; ‘Kur’an’a saygı duyuyoruz’ iddialarına rağmen Allah’ın indirdiklerini bir tarafa atanlar, Allah’ı kişi ve toplum düzeninde hesaba katmayanlar da tuğyan içindedirler.

Günümüzde pek çok kişi, topluluk ve düzenler firavunun karakterini  taşımaktadır. İslâma düşman uluslarası istikbar güçleri, Kur’an’ın ilkelerine aykırı kurulan yapılar ve sistemler, Allah’ın hükümlerine zıd kararlar alan meclisler, kuruluşlar, ölüler adına uydurulan bütün zulüm düzenleri, kendi heva ve hevesiyle hükmeden zorba kişi ve güçler birer tağut, onları destekleyenler de Kur’an’ın deyişi ile onların velileridir. “Dolaysıyla Vahyi inkâr edip Allah’ın hükmüne aykırı kurulan ve yürüyen bütün düzenler tağutí  özellik taşırlar.  Bu durum, İslâma aykırı, insan kafasının ürünü bütün ideolojik sistemler için geçerlidir.” (Y. Kerimoğlu, K. Kavramlar, s. 317)

‘Tuğyan’ eden kimseler ve özellikle onların elebaşıları, kendilerinin haklı olduklarını düşünürler. İnsanlar üzerinde tıpkı firavun gibi rabb’lik iddia edip, onların hayatlarını düzenlemek için hükümler koyarlar. Diğer insanlar da isteyerek veya zorla bu hükümleri kabul ederler. Allah’ın hükümlerini bir tarafa bırakıp, hayatlarını onların koyduğu ölçülere göre yaşamaya başlarlar.

Böylece insanlar bu tuğyan edenleri ilâh edinip onlara karşı bir çesit ibadet içine girerler.

İnsanlardan bazıları bir putu, şeytanı, bir kişiyi, bir gücü veya bir kurumu tanrı haline getirebilirler ve onlara her konuda itaat edebilir. O boyun eğdiği şeyden kaynaklanan hükümleri Allah’ın  indirdiklerine aykırı olmasına rağmen kabul ettiği zaman onu tağut haline getirmiş olur.

‘Tağut’, her devirde olabilecek firavun tipli kimselerle, onların şeytaní düzenlerinin (güçlerinin) genel adıdır. Bir Allah’a kulluktan kaçınan bazı kimseler, ilâh haline getirdikleri bir sürü efendi bulurlar, ilâhlık özelliği verdikleri bu efendileri memnun etmek için oyalanır dururlar. Bu özellikleri taşıyan her yalancı ilâh onlar için bir tağuttur.

İnsan ya âlemlerin Rabbi Allah’a ibadet ederler, ya da onun dışındaki ilâhlara. Ya Allah’ın insan üzerindeki otoritesini kabul eder, ya da tağutların. Kim, kimi kendi üzerinde mutlak otorite sayarsa onu ilâh haline getirir.

Allah (cc) ise kendine ibadet için yarattığı kullarının tağuta kulluk yapmalarından asla razı değildir. Bundan dolayı onlara sürekli görevlerini hatırlatacak elçiler göndermiştir:

“Andolsun Biz her ümmete; ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ yapması için) bir peygamber gönderdik…” (16 Nahl/36)

Kur’an’ın ifadesine göre; rüşd (doğruluk) sapıklıktan (ğayy’dan) ayrılmıştır. Tağut’u, onların düzenlerini ve dinlerini inkâr edip Allah’a iman edenler; kopması mümkün olmayan bir kulp’a yapışmış olurlar. Bunun anlamı şudur: Hangi devirde ve hangi adla olursa olsun insanların karşısına çıkan tağutlar, onların hükümleri, ölçüleri, düzenleri reddedilmeden sağlam bir imana ulaşmak mümkün değildir. (2 Bekara/256)

Görünen o ki, tağut kelimesi tekil veya çoğul olarak kullanıldığına göre, o her devirde tek bir varlık olabildiği gibi, birden fazla güçler de olabilir. Bir kişi olabildiği gibi birden çok şahıs, zümre, topluluk, aile ve hatta uluslararası bile olabilir. Bunlar birbirlerinden habersiz faaliyet yaptıkları gibi, işbirliği yapmış, teşkilatlanmış ta olabilirler. Hepsinin ortak özelliği Allah’ın dinini tanımamak, O’nun hükümlerini beğenmemek ve onların yerine, insanların hayatına yön veren hükümler koymak. Sonra da insanları o hükümlere uymaya davet etmek, ya da ellerindeki gücü kullanarak insanları zorla o kurallara itaat ettirmektir.

Böyle yapanların Kur’an’daki adı tağuttur. Kim de onların davetine uyarak onların hükümlerini, ölçülerini, haram ve helâllerini kabul edip benimserse, kim onların düzenlerine gönülden itaat ederse; şüphesiz ki böyleleri onları tanrı edinmiş ve onlara tapmaya başlamış demektir. İsterse önlerinde secde etmesinler, isterse onların mabedlerinde belli kural ve şekillerde ibadet yapmasınlar. Sonuç aynıdır. Değil mi ki bunlar, tağutların görüşlerini, kurallarını, kanunlarını, Allah’ın gönderdiği ölçülere tercih ediyorlar... Değil mi bazıları tağutların çizdiği yolun, önerdiği yaşama biçiminin, koyduğu hükümlerin, İslâmın hükümlerinden daha iyi ve daha çağdaş olduğunu iddia ediyor veya benimsiyor...

5-Kur’an’a Göre Tağutların Çeşitleri:

Tağut kelimesi şu beş mana çerçevesinde özetlenebilir:

1-Şeytan: Şeytan Rabbine karşı isyan etti ve kafirlerden oldu.  Ademoğullarını doğru yoldan saptırabilmek için Allah’tan izin aldı. Ona itaat eden, onun her dediğini yapan onu tağut haline getirir.

“Ey Âdemoğulları, ben size yemin vermedim mi ki; şeytana tapmayın (itaat etmeyin), çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.” (36 Yasin/60)  

“Andolsun ki senden önceki milletlere de elçiler gönderdik; şeytan onlara yaptıkları işleri süsledi. O, bu gün de onların velisidir. Onlar için acı bir azap vardır.” (16 Nahl/63)

2-Kâhinler, müneccimler, falcılar, sihirbâzlar ve ğayb ilmini bildiklerini iddia edenler. Bunlar kendilerine uyanlar tarafından tağut haline getirilebilirler.

Şeytan kâhinlere bazı bilgiler aktarır. Onlar da bunun yanına bir sürü yalan katarak peşlerine takılanlara söylerler. İnsanlar da kâhinlerin söylediklerini tasdik ederler. Böylece Hz. Muhammed’e indirleni inkâr etmiş ve onları tağut haline getirmiş olurlar.

“...Kim kâhine gider de onun söylediklerini doğrularsa Muhammed’e indirilmiş olanı (Kur’an’ı) inkâr etmiş demektir.”  (Ebu Davud, Tıbb/, Hadis no: 3904, 4/15. Tirmizí, Tahâra/102, Hadis no: 135, 1/242. İbni Mace, Tahâra/122, Hadis no: 639, 1/209. Darimí, Tahâra/113, Hadis no: 1141, 1/207)

Cabir b. Abdullah, tağutların ğaybden haber veren kâhinler olduğunu ve şeytanın diní konularda onların yanına geldiğini söylemiş. (A. b. El-Kettan-M. ez-Zeyn, Tağut, s: 209)

Ğaybı yalnızca Allah (cc) bilir. Ğayb’ten haber verenler yalancıların ta kendileridir. “Ğaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları O’ndan başka kimse bilemez. O karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen yaprağı da mutlaka bilir. Yerin karanlıkları içine gömülen tane, yaş kuru hiç bir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın.” (6 En’am/59)

3-Put, heykel, Güneş, ateş, insan veya hayvan gibi, Allah’tan dışında tapınılan, kendisi de bu tapınmaya razı olan canlı veya cansız her şey.

“Onlardan her kim ; ‘Ben de O’ndan başka bir tanrıyım’ derse onu cehennemle cezalandırırız. (Çünkü) Biz zalimleri böyle cezalandırırız.” (21 Enbiya/29)

4-Kanunlarında Allah’ın dinine karşı sınırı aşan ve Allah’ın indirdiği hükümleri bırakıp başka hükümlerle hükmeden kişiler ve güçler.

“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerdir...fasıklardır... kafirlerdir.” (5 Maide/44-45, 47)

Tağutun velileri (dostları ve yakınları) Allah’ın indirdiği ölçülere uymaya çağrıldıkları zaman, bu davetten yüz çevirirler ve işlerini tağutların ölçülerine göre görürler, değer yargılarını onların hükümlerinden alırlar. (4 Nisa/51) Buna göre Allah’ın hükümlerine karşı çıkan ve kendi görüşünü insanlara dayatan bütün kişi ve kurumlar tağuttur.         

5-Tağuttan ve onun ölçülerinden razı olup ona bağlanan, tağuta kulluğa çağıran, tağutun davet ettiği şeye sahip çıkan da kendi sapıklığı içinde tağuttur, tuğyan edendir.

Nitekim Kur’an böylelerine tağutun velileri diyor. 

Kur’an firavun’u  tağutların tipik bir örneği olarak tanıtıyor. Çünkü o, insanın kendi heva ve hevesini ilâhlaştırmasının, kendini her şeyin üstünde görmenin ve Allah’ın hükümleri yerine başka hükümler koymanın da açık bir örneğidir. (20 Tâhâ/24, 43. 79 Naziat/17)

Firavun ve benzerleri tağutların meydana getirdikleri uygarlık ve düzen gerçekte bir tuğyan düzenidir. Onlar, hükmettikleri beldeleri ‘tuğyan’a boğdular, kendileri sapıttığı gibi peşlerinden gidenleri de sapıttılar. Islah halinde yaratılan yeryüzünde fesat çıkardılar. Allah da onları azabıyla yakalayıverdi. (89 Fecr/11-13)

Tuğyan ederek kendini ilâh ilan eden firavun’un ezdiği İsrailoğullarına Allah (cc), “size rızık olarak verdiklerimizden temiz olanlarından yeyin, bu konuda ‘tuğyan etmeyin” buyurduğu halde, işin garibi onlar söz dinlemediler, firavun ve kavminin tuğyanlarına karşılık hak ettikleri cezalardan ibret almadılar ve ‘tuğyana’ düştüler. (20 Tâhâ/81-87)

Nuh (as) kavmi (52 Zariyat/53) ve Salih’in (as) elçi olarak gönderildiği Semûd  kavmi de tuğyan etmenin örneğidir. Onlar da tıpkı Nûh (as) kavmi gibi zenginlik ve refah içinde yaşarlarken, kendilerini ‘müstağni’ görmeye başladılar. Allah’ın dininden yüz çevirdiler ve şirk koştular. Peygamberi dinlemedikleri gibi, ilâhí tehditlere de kulak asmadılar. (91 Şems/11-14)

Ad kavmi de tıpkı onlar gibi, sadece dünyada yaşayacaklarını sanarak, Allah’a kulluktan yüz çevirdiler. Zayıflara zulmetmeye, yeryüzünde fesat çıkarmaya devam ettiler. Kendilerini çok güçlü ve üstün gördüler. Mü’minlere tepeden baktılar, onlara ayak takımı, akılsızlar dediler. Gönderilen peygamberleri dinlemediler, hatta onları öldürmekle tehdit ettiler. Hak’tan gelen davetlere karşı kulaklarını tıkadılar, duymamazlıktan geldiler. Böylece yaşadıkları beldelerde ‘tuğyan’ ettiler, ‘zalim’ oldular. (7 A’raf/65-72)

Bu ve bunlara benzer örnekler Kur’an’ın ‘tuğyan’ eden kişi ve topluluklarla ilgili olarak verdiği tipik örneklerdir. Şüphesiz ‘tuğyan’ mantığı her devirde aynıdır. Allah’ın koyduğu sınırları, gönderdiği kulluk ilkelerini tanımayan, o sınırları aşıp isyan eden kişilerin bu tutumu ‘tuğyan’dır.

6-Tağutun Velileri (Evliyâu’t-Tağut):

a-Tağutun Evliyası Nedir?

Allah’ın velileri yanında, şeytanın veya tağutun velileri. Allah’ın velâyetini kabul etmenin yanında, şeytanın veya tağutun velâyetini kabul etme... Allah’ı kendi üzerinde sonsuz kudret, sahip ve mâlik tanımaya karşılık, şeytanı veya tağutu güç, veli ve mâlik kabul etmek... Allah’ın ilâhlık otoritesini reddedip tağutların otoritelerini kabul etmek... Ne kadar garip... Ne kadar mantık dışı...

Ama bu bir gerçek.

İnsanlardan pek çoğu Allah’ın veliliğini bir tarafa atıp, şeytanın ve tağutun veliliğini tercih ederler. Allah’ın bunca iyiliğine şükretmeleri gerekirken, kulluğu canlı veya cansız, ama güçsüz varlıklar önünde aptalcasına yerine getirirler. Allah (cc) onlara şah damarından daha yakın olmasına rağmen yakınlığı tağutlarda ararlar.

Tağutun velileri. Yani dostları, yakınları, yandaşları ve destekçileri. Tağutun faaliyetlerini benimseyenler ve onlara yardımcı olanlar. Tağutu, emrine, hükmüne, düzenine itaat edilmesi gereken en üstün otorite kabul edenler. Tağutun sapıklık dinine candan teslim olanlar.

Bunlar kimlerdir? Özellikleri nelerdir? Tağutu veli edinmekle ne kazanırlar? Tağut onlara ne verebilir ki?

İşte Kur’an bu hazin gerçeği bir âyette özetliyor:

Tağutların evliyası (dostları) inkârcılardır. Onlar Allah’ı dost ve veli tutan müslümanların aksine olumsuz bir karakteri canlandırırlar. Kötü bir görevi yerine getirirler. Tağutlar kendi velilerini Kur’an’ın sapıklık (dalâlet) dediği karanlıklara davet ederler. Yaptıkları çalışmalar, yürüttükleri faaliyetler ve kurdukları düzenlerle onları ilâhí nur’un uzağında tutmaya çalışırlar.

Tağutlar kendi dostlarını, tıpkı iblis gibi isyana, fesada, fasıklığa (korkusuzca günâh işlemeye), inkâra ve nefsin keyfine uymaya çağırırlar. Dünyalıklarla ve ellerindeki gücün meydana getirdiği korkularla onları kendilerine bağlamaya çalışırlar.

Böyleleri nur yerine nar’ı, yani cehennem ateşini tercih ederler. Onlar aydıklıktan rahatsız olurlar, karanlığı seçerler. İnsanlara saadet yerine, şekâveti (bedbahtsızlığı ve azgınlığı) sunarlar.

Tuğyan edenlerin özellikle elebaşları ve önde gelenleri, tuğyanlarını haklı çıkarmak için insanlar üzerinde tanrılığa kalkışırlar. Onların dünya hayatlarına yön vermek isterler, uymaları için hükümler koyarlar. Bazıları da bu icraatlarını kabul ederler ve onlara tabi olurlar. Allah’ın ölçülerini reddedip, tağutların ölçü ve kurallarıyla hükmederler. Böylece hem onları ilâh kabul etmiş, hem de onlara veli (dost ve yakın) olmuş olurlar. (A. Ünal, K. T. Kavramlar, s: 357)

İman edenlerin dostu, yakını ve yardımcısı âlemlerin Rabbi, bütün canlıların rızkını yaratan, eşi ve benzeri olmayan, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah'tır. Yardımcısı, destekcisi ve dostu Allah (cc) olan, arkasını sağlam, vefalı ve karşılık veren sadık bir dosta dayamış olur. Ancak dost ve yakın olarak tağut’u ve şeytanı seçenler, örümcek ağının ince iplikleri kadar gücü olan bir desteğe sahip olurlar. (29 Ankebût/41)

Kur’an bu noktada hidâyet ve dalâletin nasıl olacağını canlı bir halde ortaya koyuyor. İman edenlerin velisi olan Allah’ın, onların ellerinden tutup nasıl zulumâttan (karanlıklardan) nur’a (aydınlığa) çıkardığını anlatıyor. İnkârcıların velisi olan tağutun da onları nasıl nur’dan zulumâta çıkardığını açıklıyor:        

“Allah, mü’minlerin velisidir (yakını ve yardımcısıdır). Onları karanlıklardan nûr’a çıkarır; oysa  kâfirlerin velileri, onları aydınlıktan çıkarıp derin karanlığa iten ‘tağut’tur (şeytaní güçlerdir): İçinde yaşayıp kalmak üzere ateşe mahkum olanlar da işte böyleleridir.” (2 Bekara/257)

Allah Teâla (cc), kendi rızasına uyanları kurtuluş yollarına hidayet edeceğine haber veriyor. Mü’min kullarını küfrün, şüphenin ve endişenin karanlıklarından, açık, berrak, kolay ve aydınlık saçan hak nuruna çıkarır.

Allah (cc) müslümanların yardımcısı, destekcisi ve onları sevendir. Kimileri göre Allah (cc) mü’minlerin başkalarının yüklenip halledemedikleri işlerinin velisi, yardımcısıdır. Tefsirci Hasen, burada Allah’ın veliliğinin, O’nun mü’minlere verdiği hidayet anlamında olduğunu söylüyor. (Bağaví, Tefsir, 1/241)

Âyette görüldüğü gibi nur tekil, zulumât, yani karanlıklar çoğul olarak gelmiştir. Çünkü hak bir tanedir, inkârcılık ise bütün çeşitleriyle beraber sayısızdır. Aşağıdaki âyette söylendiği gibi hepsi de batıldır, Allah’ın katında geçersizdir. (İbni Kesir, Muh. Tefsir, 1/232)

“Bu benim dosdoğru olan yolumdur, şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız.” (6 En’am/153)

Tağut kelime olarak tekil olmasına rağmen buradaki anlamı çoğuldur. Burada tağut; şeytanlar, ya da insan şeytanları veya onların benzerleri anlamında kullanılmış olabilir.  (Beydaví, Tefsir, 1/135) Çünkü Allah’ı inkâr eden kimse, sadece tek değil binlerce tağutun kölesi olur. Bunlardan birisi kişiyi sürekli yanlış yapmaya teşvik eden ve ayağını kaydıran şeytandır. Diğeri ise kişiyi kendi arzu ve şehvetlerinin kölesi yapan ve sapık yollara yönelten nefsidir. Daha sonra başkaları, mesela; sevdikleri, ailesi, politik ve diní liderler, siyasí yapılar gelir. Bütün bunlar -kişiyi Allah’a ibadetten koparıp başka tanrılara kulluk yapmaya götürürlerse;- o kimse için tağuttur ve onu kendi istek ve arzularının esiri yapmak isterler. Bu efendilerin kölesi (kulu) olan kimse, bütün hayatını imkânsız bir şey için, yani tüm bu efendilerin hepsini de teker teker hoşnut etme uğruna harcar. (Mevdudi, Tefsir, 1/202)  

b-Tağutun Velilerini Anlatan Âyetin Yer Aldığı Kur’anî Ortam:

Allah (cc) Bekara Sûresinin 255. Âyetinde kendine ait özellikleri kısa ve çarpıcı bir biçimde açıklıyor. O, Allah’tır ki O’ndan başka ilâh yoktur. O her zaman diridir, ölümsüzdür. Bütün mülk O’nundur. O’nun hakimiyeti yerleri ve gökleri, bu ikisi arasında olan her şeyi kuşatmıştır. O çok yücedir, çok uludur. O, her şeyi işitir, görür ve bilir.

O, kendini tanıttıktan ve insanları yalnızca kendine kulluk yapmaya, yalnızca kendi azameti önünde eğilmeye davet ettikten sonra, bu önemli ve şerefli görevin kulları tarafından nasıl üslenebileğine işaret ediyor. Bu yüce davetin insanlara zorla değil, ikna metodu ile ulaştırılmasını istiyor. Çünkü Kur’an geldikten sonra doğru yol ile sapık yollar, gece ve gündüz arası gibi, birbirine karıştırılmayacak kadar açıkça belli olmuştur. 

Bundan sonra kim, kendilerini ilâh zanneden, ya da başkaları tarafından ilâhlaştırılmış tağutları inkâr edip; sıfatları ve makamı anlatılan âlemlerin Rabbi Allah’a iman  iman ederse sağlam bir yere (kulpa) tutunmuş olur.

Bekara Sûresi 257. âyet ise bu noktadan sonra Allah’ın, o sağlam kulpa tutunan mü’minlerin yakını, dostu ve yardımcısı olduğunu haber vererek, inkârcıların kimlere veli olacaklarını ihtar ediyor. Allah’ın kendi velilerine nur (ışık/aydınlık) vereceği, Allah’ın dışında tanrı sanılanların ise kendi velilerine/yakınlarına karanlık (zulumât) ve sapıklık vereceğini bildiriyor.

Kur’an bunun arkasından da tanrılık iddia eden bir tağut’un (nemrud’un) Allah hakkında Hz. İbrahim ile olan tartışmasını ve karşıdakinin mağlubiyetini anlatıyor.

7-Tağut, Dostlarını Nur’dan Uzaklaştırır:

Kur’an’ın tağut dediği kişiler veya güçler soyut varlıklar değil, çalışan, faaliyette bulunan, eylemleri ile kendilerine uyanlara yön verenlerdir. Onlar boş durmamakta, bilakis fikir ve hareketleriyle, varlıkları ve siyasetleriyle, ya da onlar adına hareket edenler; insanlara yön verirler, onları bir şeyleri kabule zorlarlar.

Kur’an onların bu faaliyetleri tek bir cümlede özetliyor: Tağutlar kendi velilerini (dostlarını/yakınlarını) iman nurundan mahrum ederek, onları şüphenin ve sapıklığın karanlıklarına sürüklerler. (Nesefí, Tefsir, 1/212. M. Ali es-Sâbûní, S. Tefâsir, 1/163)

Onlar doğru yolda olduklarını, yaptıklarının en doğru olduğunu iddia etseler, kimseye hesap vermekten sorumlu olmadıklarını zannetseler de bu böyledir.

Tağutlar velilerine karanlıktan, kaostan, buhrandan, kafa karışıklığından başka ne verebilirler ki? Belki biraz korku, biraz dünyalık veya biraz nefse hitap eden şeyler verebilirler. Ancak bunun sonucu hüsran, pişmanlık ve yakıcı bir ateştir.

Âyette karanlık, kişinin doğru yoldan sapmasına tüm çaba ve enerjisini yanlış yollarda kullanmasına neden olan cahiliyye karanlığı anlamında kullanılmıştır. Bunun tersine ışık, kişinin gerçeği apaçık görmesini, hayatın gerçek anlamının farkına varmasını ve bilinçli bir şekilde, kararlı olarak doğru yolu takip etmesini sağlayan Hakk’ı görmeye yarayan ışık manasında gelmiştir. (Mevdudi, Tefsir, 1/202)

Tefsirci Vakıdí’ye göre En’am Süresi 1. Âyette geçen hariç Kur’an’da yanyana gelen bütün ‘nur ve zulumât’ kelimeleri iman ve küfür anlamındadır. Burada küfür karanlık diye nitelendirildi; çünkü küfür yolları karartır, karıştırır, insanların yolu şaşırmasına sebep olur. İslâm nur (ışık) diye isimlendirildi; çünkü İslâm insanın yolunu açık hale getirir, önünü aydınlatır. (Bağaví, Tefsir, 1/241)

Gerçekten iman yapısı ve özü yönünden bir nurdur. Küfür de bütün çeşitleriyle beraber karanlıktır. İmanın nur ile anlatılmasından daha derin ve kapsayıcı bir anlatım bulunamaz. İman gerçeğini ne güzel anlatıyor. Küfrün karanlık ile ifade edilişi de öyle.

İman nuru önce mü’minin kalbinde parlar, sonra bütün varlığını kaplar. O iman nuru ile saflığa kavuşur; parlar, aydınlık olur ve çevresini de aydınlatmaya başlar. Bu iman nuru müslümana eşyanın gerçeğini keşfettirir, gerçek değerleri ona gösterir. O nurun aydınlığı ile mü’min her şeyi net görür, ölçü ve değerleri iyi tanır. Ayağı kaymadan, istikrarlı bir şekilde onlardan almak istediğini alır, terketmesi gerektiğini terkeder.

Küfür bütün sapıklık (dalâlet) çeşitleriyle karanlığın ta kendisidir. İstek ve tutkuların zulumâtı, kibir ve tuğyanın zulumâtı, şüphe ve buhranların zulumâtı... Sayılamayacak kadar çok karanlıklar. Allah’ın yolundan başka yollara sapıldığı, O’nun hükümlerinin yerine başka yerden ölçü alındığı, tağutí düzenlere uyulduğu zaman zulumâtlar daha da büyür. İnsan tek olan Allah’ın nurunu  kaybettiği an, bir yığın çeşitleri bulunan zulumât bataklığına yuvarlanır. (özetle, S. Kutub, fi-Zılâli’l Kur’an, 1/292-293)

Yeryüzünde pek çok karanlıklar vardır. Onları ortadan kaldıracak nur ise bir tanedir ki o da ‘O, göklerin ve yerin nurudur’ (24 Nûr/35) hükmü gereğince Hakkın nurudur. Yanında hakkın nuru bulunmayan kimseyi karanlıklar her taraftan kaplar. Yerler ve gökler, gece ve gündüz bir hiç, gündüzler zifiri karanlık, gözler kör, kulaklar sağır olur. Kalpler buhrana düşer, aranan bulunmaz, ne aranacağı bilinmez, çevreyi umacılar sarar.

Bir sebeple Hakkın nuru ortaya çıkınca da gökler güler, baharlar açılır, neşeler ve sevinçler çoğalır, sıkıntılar unutulur, gönüllere ferahlık gelir, var olmanın tadı duyulur. Zaten Hakkın nurunun parıltısının tadı adeta insana ‘hayat, hayat’ dedirtir. Bu tadı sonsuza kadar sürdürmek isteyenler akıllı kimseler Hakkın bu mutlu edici nuruna kavuşmak için O’nun sağlam ipine sarılırlar.

Bilindiği gibi her şeyin bir doğru yönü, buna karşılık sayısız batıl (yanlış) yön bulunur. Hak nuru olan ma’rifet (Allah’ı bilme) elde edilince karanlıklar dağılır ve hak yön bulunur. Nur var olmaya, karanlıkar (zulumât) yok olmaya adaydır. Allah’a iman, Hakkın nurunun, şüphesiz bir bilginin, mutlak ferahlığın doğmaya başlaması demektir. İman ve ma’rifetin zıddı olan zulumât; yokluk, ümitsizlik, inkâr, şüphe, kuruntu, sapıklık, cahillik, eksik bilgi, fasıklık, nefse uyma, nankörlük, ahlâksızlık ve tuğyandır.

İşte Allah (cc) iman eden kendi velilerininin ellerinden tutar, zulumâttan (karanlıklardan) çıkarır, yakín nuru (şüphesiz iman ışığı) ile işlerine başarı, ruhlarına terbiye, gönüllerine huzur verir. Doğru yoldan sonsuz mutluluğa erdirir.

“Onunla Allah, rızasının peşinde gidenleri selâmet yollarına iletiyor ve onları kendi izniyle karanlıklardan nur’a çıkarıp dosdoğru bir yola iletiyor.” (5 Maide/16)

“... O sağlam kulp’a yapışmayan ve tağutları inkâr edecek yerde Allah’ı inkâr eden kâfirlerin velileri ise tağutlardır...” Onların bir kısmı az çok Allah’a inansa bile, aynı zamanda tağutlara da inanırlar. Bir kısmı ise Allah’a inanmaz, tağutlara inanırlar. Bir kısmı da Allah’a da inanmaz, mevcut tağutlara da. Böyleleri tuğyan ederek ilâhlık taslarlar ve kendileri tağut olurlar.

İnkârcıların başlarına azgınlar çöker, zorlama, dayatma ile, hile ve aldatma ile her taraftan kıskıvrak bağlar, yularlarını ellerine alır. Sonra da onları nur’dan zulumât’a çekerler. Çünkü tağutlar dosdoğru aydınlıkta iş görmeyi istemezler. Tuttuklarını karanlığa, çıkmaz yollara sürüklerler. İlimden hoşlanmazlar, ahlâkı ifsat ederler, Allah’a ve Peygamber’e karşı gelirler. Keyflerini yerine getirmek için nerede Allah’tan korkmaz varsa peşlerine takar, sonra onları da karanlıklara, içinden çıkılmaz belâlara götürürler. (Elmalılı, Tefsir, 2/174-176)

“...Onlar ateşin arkadaşıdırlar ve orada temelli kalacaklardır.”  İşte tağutların ve onların velilerinin acı sonu budur. Onlar dünyada iken böyle bir sonuca inanmıyorlardı. Hatta bu günü kendilerine hatırlatanlara ya kızıyorlardı, ya da cezalandırıyorlardı.

Görülüyor ki, Allah’a iman etmeyen kâfirler, tağutları inkâr etmiş olsalar bile, yani hiç bir kulpa yapışmak istemeyip, kendi kendilerine kalmak isteseler bile, yine tağutların sataşmalarından kurtulamayacak, her halde tağutlara takılmaya mecbur olacaklardır. Çünkü insanın toplumsuz, emirsiz, yasaksız yaşaması mümkün olmadığından; Allah’ın emirlerini dinlemeyenler, mutlaka tağutların emirlerine mahkûm olacaklardır. “Dinde zorlama yoktur...” diyen dini tanımayıp, zor kullanan zorba tağutlara uyacaklar ve sonunda onlarla birlikte ebedí olarak ateşlerde kalacaklardır.  (Elmalılı, Tefsir, 2/176)

Tağutlar, kendilerini ilâh sayıp ta peşlerinden gelenleri nur’dan, yani haktan çıkarırlar. Bunun anlamı şudur: Onlar, kendi yandaşlarını nur’a girmekten alıkorlar. Buna hakları olmadığı halde. Bu bir anlamda birini bir şeyden çıkarmak demektir. Böyle bir hareket bir çocuğun, mülkün asıl sahibi olan babasını onun mülkünde çıkarmaya kalkmasına benzer. (Bağaví, Tefsir, 1/241)

8-Tağutun Velilerinin Faaliyetleri:

İslâmı inkâr ederek küfre düşenlerden kimileri ‘tağut’ olan ilâhlarını çok  severler. Onların uğruna mücadele ederler. Kurdukları ‘tağutí’ sistemlerin devam etmesi için onlara her türlü desteği verirler, ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Yaptıkları işi öylesine süslü ve doğru olarak gösterirler ki, arkadan gelen nesilleri çok iyi kandırırlar.

Veli kelimesinde sevgi unsuru da bulunmaktadır. Kişi kendine çok yakın birisine ancak sevgi ve merhametle yardım eder, destek verir. Tağutların velileri de kendi efendilerinin saltanatlarını sürmesi için onlara severek arka çıkarlar. 

Tağutlar ve onların yandaşları her zaman yalnız başlarına çalıştıkları gibi çeşitli şekillerde, farklı isimler altında bir araya gelebilirler. Bölgesel ve beynelmilel teşkilatlar kurabilirler. İlginçtir Muhamme İkbal, emperyalistlerin oluşturdukları sömürü düzeninin temsilcilerinin oluşturdukları organizasyonlara ‘iblisler parlementosu’ adını vermiştir. Bu gibi yapılanmalara ‘tağutların parlementosu’ da diyebiliriz. (Y. N. Öztürk, K. T. Kavramları, s: 562) Anlamaya çalıştığımız âyetteki ‘tağutların velileri’ deyimi oldukça manidardır. Tağutların velileri onların yakını, dostları, görev arkadaşları, yandaşları, destekçileri ve sevenleridir.

Allah (cc), insanları bu zararlı, sahte, vefasız ve faydaları olmayacak kimselere veli olmaktan sakındırıyor ve bütün insanlara şöyle diyor:

“Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Ne de az öğüt alıyorsunuz.” (7 A’raf/3)

Şeytana veya tağuta veli (dost/yakın) olmak insana zarardan başka bir şey kazandırmaz. Onlara dost olmanın sonu acı bir pişmanlık, can yakıcı bir azaptır.

Kimlerin veli edinileceği de gayet açıktır:

“Sizin veliniz ancak Allah, (O’nun) Rasûlü, rükû’ ediciler olarak namazı kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.” (5 Maide/55)                          

Tağutlar, iman etmeyenlerin velileri oldukları gibi şeytan da onların velisidir (dost ve yakınlarıdır). (7 A’raf/27) Birbirlerine ne kadar da yakınlar? Şeytan ve tağutlar. Ya da şeytan ve onun yeryüzündeki askerleri. Şeytan insanları saptırmak için işte kendini dost edinen bu gibi aracıları da kullanıyor. Ancak onun veliliğinin inkârcılara hiç bir faydası olmayacaktır. (16 Nahl/63)

9-Tağutun Velilerinin Özellikleri:

Şimdi de tağutu, yani şeytaní güçleri veli (dost/yakın) bilen, böylece nur yerine karanlığı, sağlam bir kulp yerine örümcek ağının iplikçiklerine tutunmayı, ebedí dost yerine vefasızları dost seçmeyi tercih kimselerin özelliklerini sıralayalım:

        

a-Onlar Tağutu Veli Edinirler:

Allah (cc), bütün kâinatın işini üzerine alan, her bakımdan kullarına yakın olup, onların ihtiyacını gideren, onlara yardım eden ve aynı zamanda da onların sahibi olduğu ve sürekli onlara iyilik ettiği için üzerlerinde otorite hakkı olan bir veli’dir.(13 Ra’d/11. 7 A’raf/155. 2 Bekara/107, 120. 42 Şûra/28. v.d.) Allah’tan başka veli aramak boş bir uğraştır. Çünkü O gerçek anlamda ve mutlak velidir. (42 Şûra/8-9)

İnsanlar, Allah’ın davetine uyarak iman etmeleri ve yalnızca O’nu veli bilmeleri gerekirken kimileri şeytanları, kimileri putları, kimileri inkârcı zalimleri, bazıları güç ve iktidar sahiplerini Allah’a rağmen veli kabul ederler, onlara yanaşırlar, onlardan yardım beklerler.

Bazıları da tağutları veli (yakın/dost/yardımcı) ve kendi üzerlerinde otorite sahibi olarak kabul ederler. Hep onların tarafını tutarlar, onlara destek olurlar, onlardan medet umarlar.

Âyette geçtiği gibi “...Küfredenlerin velisi (dostu/yakını) ise tağutlardır...”

İslâmı inkâr edip küfre düşenler şeytana da veli olurlar. (7 A’raf/29. 4 Nisa/119) Onların şeytana veya tağuta veli olmalarının; tağutun şeytan diye tefsir edilmesini düşünürsek pek fazla bir farkı yoktur. Tağutlar da şeytanın yandaşları değil mi? Onlar yeryüzünde iblise askerlik yapıyorlar. Şeytaní hayatlar ve şeytaní iktidarlar için hep birlikte çalışıyorlar. Küfre düşenler Allah’ın dostluğunu kaybedince; hem şeytana, hem de tağutlara yanaşırlar, onların dostluğuyla beraber onlardan yardım beklerler. Ya da onların kendileri için çizdiği hayat proğramından razı olarak yaşarlar.

Şeytan da kendi dostlarını etki altına alarak onların cahilliklerini ve sapıklıklarını süslü, doğru ve hak gösterir. (16 Nahl/63) Onları hak yoldan küfre ve hakka iftira etmeye çıkarır, onların ayaklarını kaydırır.

“Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle de onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar şeytanın hizbidir (taraftarıdır). Dikkat edin; şüphesiz şeytanın hizbi hüsrana uğrayanların ta kendisidir.” (58 Mücadile/19)

      

b-Tağut Uğruna Mücadele Ederler:

Mü’minlere düşen ‘tağut’ haline getirilen kişi ve düzenlere değil Allah’a ve O’nun şaşmaz ölçülerine itaat etmektir. Öncelikle tağutları ve onların düzenlerini reddedip, İslâmı hayat sistemi olarak yaşamaktır.

İman edenler hakkın ve adaletin yerleşmesi, hayırlı ve güzel olanların yaygınlaşması, ilâhi iradenin insan ve toplum hayatında hakim olması, zulüm, haksızlık ve fesatın sona ermesi, sömürü düzenlerinin yıkılması için uğraşırlar. Halbuki tağut’a iman edenler tağutí zulüm düzenlerinin saltanatı için onların uğruna mücadele ederler.

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, hakikati inkâra şartlanmış olanlar ise tağut (şeytaní güçlar) uğruna savaşırlar. Öyleyse şeytanın velilerine (dostlarına) karşı savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.” (4 Nisa/76)

“Allah katında iki tür savaşcı vardır: Birincisi Allah yolunda, yeryüzünde O’nun dinini ayakta tutmak için mücadele mü’minlerdir. İkinci grup ise tağutí bir nizam için savaşan kafirlerdir ve hiç bir mü’min bu kötü işde onlarla beraber olamaz.” (Mevdudî, Tefsir, 1/381)

İnkârcılar tağutlar için, yani şeytana itaat uğruna gayret gösterirler. (Bağaví, Tefsir, 1/452) Allah (cc) şeytandan başka velileri olmayan ve onun yolunda savaşan düşmanlarına karşı cihad konusunda müslümanları teşvik ediyor. Şüphesiz Allah’ın inkârcılar için kurduğu tuzakların yanında, şeytanın mü’minler için kurduğu tuzak gayet zayıf ve ehven bir şeydir. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 1/524) 

Tağutlar onları nur’dan karanlıklara çıkardığı, önlerini arkalarını kararttığı, onları kaosa, buhrana, çıkmazlara sürükledikleri halde, onları peşlerine takıp kendi emelleri uğruna yönlendirdikleri, çıkarlarına alet edip sömürdükleri, onları sapıklıklara çektikleri ve sonunda cehenneme götürdükleri halde; ilâhí uyarılara kulak asmazlar, Peygamberleri dinlemezler, bildikleri gibi hareket ederler. Bu kadar zarar yetmemiş gibi bir de tağutun uğruna, tağutí sistemlerin ayakta kalması, tağuti düzenlerin hakka karşı galip olması için onun uğruna, onun adına savaş yaparlar, mücadele ederler.

Ellerindeki bütün imkanları seferber ederler. Güçlerini bir araya toplarlar. Hakka karşı haksız bir tuğyana düşerler. Yeryüzünün her tarafında insanların hayatlarına hakkın hakim olmaması için çaba gösterirler. Siyaseti, medyayı, eğitim kurumlarını, beynelmilel organizeleri, müzik ve eğlenceleri, meclisleri, silahlı güçleri, hatta sporu bile bu amaç için kullanan tağutlara arka çıkarlar. Şeytan ve tağut gibi efendilerinin emirlerini yerine getirirler, çizdikleri plana göre hareket ederler. Sonra da onlardan görecekleri küçük bir iltifata, göz kırpmasına razı olurlar. 

Buna karşın iman edenler, gerçek Veli olan Allah’a güvenip dayanarak, sadece O’nun rızasını kazanmak için tağutlara ve şeytana, onların iki ayaklı şaşkın velilerine (yardakçılarına) karşı, onların kötülük ve ifsatlarını sona erdirmek; yanlışın, batılın, zulüm ve tuğyanın saltanatını sona ermesi için mücadele ederler. Hedefleri, çalışmaları ve çabaları bu yöndedir. Onlar inanırlar ki Allah (cc) güzellikleri, hak ve adaleti iman edenlerin çalışmalarıyla kulları arasında yaygınlaştırmak ve yaşatmak istiyor. Bu çaba ve gayret insanların karanlıklar kurtulmasına, nur’a kavuşmalarına, saadet bulmalarına sebep olacaktır.

c-Tağutun Hükmüne Uyarlar:

Tağutun velilerinin belirgin özelliklerinden biri de, davalarınının, problemlerinin çözümünü, tağuta şeytaní güçlere) havale etmeleridir. Onlar her zaman tağutu hakem yaparlar. 

Kur’an, mü’minlere Allah’a ve Rasulüne itaat etmeyi emrediyor. Bunun anlamı İslâmın hükümlerine uymaktır. Ancak bazıları Allah’ın kitaplarına inandıklarını söyledikleri halde ‘tağut’un hükümleriyle işlerini görmek istemektedirler.

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağutun önünde muhakeme olmayı istemektedirler. Oysa onlar onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.

Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve Peygambere gelin’ denildiğinde, o münafïkların senden kaçabilecekleri kadar kaçtıklarını görürsün.” (4 Nisa/60-61)

Bazılarına göre bu âyette geçen tağut, Kâ’b b. Eşref’tir. Bu adam aşırı bir azgınlık (tuğyan) ve Peygambere karşı şiddetli bir düşmanlık içinde idi. Cahiliyye döneminde kimileri onun yanına gider, aralarında hükmetmesini isterlerdi. Ancak o rüşvet alır ve haksız karar veririrdi. (Zamahşerí, el-Keşşâf, 1/514. Bağâvî, Tefsir, 1/446. Nesefî, Tefsir, 1/368)

Elmalılı şöyle diyor: Burada işaret edilen tağut Kâ’b b. Eşref olabilir. Şâ’bí’den rivâyet edildiğine göre bir yahudi ile sorunu olan bir münafık, hasmını Cüheyne kabilesinden bir kâhin’e gidelim diye davet etmiş, orada muhakeme olmuşlardı. Süddí’nin açıklamasına göre bu olay Kureyza oğulları ile Nadir oğulları arasında öldürülmüş olan birisi hakkında meydana gelmiş. Her iki taraftan da müslümanlar Peygamber’e gidelim, o davamızı görsün derlerken, onların içlerindeki münafıklar ısrar edince kâhin Ebu Berdetü’l-Eslemí’ye gitmişler. (Elmalılı, Tefsir, 3/22)

Bazılarına göre buradaki tağut, şeytandan teşbihtir. Ya da Allah’ın ve Rasûlünün dışında hüküm vermesi için başvurulan şeydir. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 1/514. Nesefí, Tefsir, 1/369)

Bu âyette tağut kelimesi, ilâhî olmayan hükümlere göre karar veren, Allah’ı ve Rasûlü’nü nihaî otorite olarak tanımayan hüküm sistemi anlamına gelir. Yani âyet göstermektedir ki bir kimsenin, prensip itibariyle tağutî olan bir merciye kendi ile ilgili kararlar vermesi için başvurması, o kişinin imanına ters bir davranıştır. Kur’an’a göre Allah’a iman, tağutu inkâr etmeyi gerektirir. (Mevdudí, Tefsir, 1/375)

Şu âyette açıklandığı gibi:

“Aralarında hükmetmek için, Allah’a ve Rasûlüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü:’ İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte kurtuluşa kavuşanlar bunlardır.” (24 Nûr/51)

“Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar, tağuta inanıyorlar ve diğer küfredenler için: ‘Bunlar, iman edenlerden daha doğru bir yoldadır’ diyorlar.

İşte bunlar Allah’ın kendilerine lânetlediğidir. Allah’ın kendisini lânetlediğine hiç bir yardımcı bulamazsın.” (4 Nisa/51-52)

Burada “...tağutun önünde muhakeme olmak istiyorlar...” ifadesini, tağutların otoritelerini tanımak, Allah’ın ölçülerini yerine onların ölçülerini kabul etmek, onları en adil, üstün ve biricik veli bilmek anlamında almak gerekir. Yoksa günümüzde ister istemez, gücü yetmediği, ya da hakkını almak için başka çaresi olmadığı için Kur’an’ın tağut dediği otoritelerin mahkemelerine her gidene tağuta itaat etti, tağuta tabi oldu dersek, yeryüzünde pek az müslüman kalır. Pek çok insanın mükemmel olmasa da elde ettikleri hakları bırakmalarını, elleri kolları bağlı çaresiz kalmalarını söylemiş oluruz. Müslümanlar ilâhí ölçülere uygun adil ve islâmí düzenler kuruluncaya kadar, mecbur kalırlarsa haklarını her yerde aramak durumundadırlar. Kaldı ki bugün herkes hukuken bir siyasi otoriteye bağlıdır. O siyasi otorite İslâma göre şekillenmemiş, İslâma göre faaliyet yapmıyor diye bütün haklardan vazgeçmek, hayatı çekilmez hale getirir.

Burada yasaklanan anlayış, tağutí otoriteleri meşru’ ve kendilerini itaat edilmesi gereken veli saymak, ya da Allah’ın indirdiklerinin yerine onların ortaya koydukları ölçüleri tercih etmektir.

Âyetin nüzul sebebi ile ilgili rivâyetler şüphesiz hükmü geniş açıdan almamıza engel değildir. Kur’an, yanlış bir zihniyetin, tanlış bir hüküm anlayışının, yanlış bir adalet ölçüsünün üzerinde duruyor. Tağuttan adalet beklenilmesinin tuhaflığını gündeme getiriyor. İnsanlar onu inkâr etmeleri, tanımamaları, reddetmeleri gerekirken, nasıl oluyor da bir de tağutun hükmünü benimserler? Nasıl olur da onları başlarına hâkim (otorite) olarak tanırlar? Nasıl olur da onların ilâhí ilkelere aykırı kararlarına doğru derler?

10-Tağutun Kulları:

a-Tağutun Kulu Ne Demektir?

İlginçtir, insanları yalnızca kendisine kulluk yapmak üzere yaratan Rabbimiz, insanlardan bazılarını ‘tağutun kulu’ olmakla suçluyor.

Kendilerine kitap verilenden bazıları, mü’minler namaz için ezan okudukları zaman onlarla alay ederler. Müslümanlardan hoşlanmadıklarını açıkça ortaya koyarlar. Onların iman edenlere karşı besledikleri bu düşmanca tutumlarına karşılık Kur’an, öğüt, uyarı ve ceza cinsinden şöyle diyor:

“De ki ey kitap ehli; Sadece Allah’a, bize ve bizden önce indirilenlere inandığımız için mi bizden nefret ediyorsunuz...” (5 Maide/59)

Bu nefretin sebebi nedir? Sevilmesi, takdir edilmesi gereken bu insanlara niçin kin duyulmakta, onlarla alay edilmekte, gittikleri yol küçümsenmektedir? Onlar ki Allah’a inanıyorlar, önceden gelen peygamberleri ve kitapları doğruluyorlar, temiz bir hayat yaşamaya çalışıyorlar.

Bu nefretin sebebi, ya müslümanların diğer dinleri de içerisine alan en son ilâhí dine inanmaları, ya da karşıdakilerin dünyalıklarının ellerinden çıkacağı endişesidir. Onların pek çoğu Kur’an’a göre doğru yoldan ayrılıp fasıklığa düşmüşlerdir. Bu fasıklık sebebiyle hak yolda olanları çekememektedirler.

Böyleleri hak davete uyacakları yerde, ham o davete, hem de o davete uyanlara düşman olurlar. Bu yetmemiş gibi onlarla alay ederler. Onları rahatsız etmek için ellerinden geleni yaparlar.  Güç yetirebilseler onları bir kaşık suda boğarlar.

İşte onların bu yanlış tutumlarına karşılık alacakları ceza pek kötüdür. Kur’an Peygamberin diliyle onlara şöyle diyor:

“De ki: Allah’ın katında, bunlardan daha şiddetli bir cezayı hak edenleri haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lânetledikleridir; onlar Allah’ın gazap ettikleridir, kendilerini maymuna ve domuza çevirdikleri, şeytaní güçlere (tağuta) tapanlar kıldıklarıdır: Bunlar durumu en kötü olanlar ve doğru yoldan (küçümser davranışlardan) daha da fazla sapanlardır.” (5 Maide/60)

 

b-Tağutun Kulu Olma Cezası:

Bu âyette tağuta tapanların acı sonlarını görüyoruz. Yaptıklarına karşılık aldıkları cezayı ibretle ve korkuyla izliyoruz. Maymuna ve domuza benzetilmek...Ya da tağutlara kul-köle olmak...

Korkunç bir sonuç. Çirkin ve ürkütücü bir tablo.

Onların pek çoğu, Allah’ın vahiy yoluyla indirdiklerine kulak asmazlar ve tağutların peşine giderler. Allah (cc) da onların bu kötü tercihlerini pekiştirir. Kendileri istemediği için onlara hidayet yollarını kapatır. Onlar, sevgileriyle, çabalarıyla, duygularıyla, itaat hisleriyle; isteklerini ve şehvetleri kamçılayan, kitleleri nefislerinden yakalayan ve kendilerine dünya zevklerini süslü gösteren pek çok tağuta kul-köle olurlar. Bir ömür boyu onların düzenlerine hizmet ederler. Onları memnun etmenin çabasında olurlar. Onlara öylesine mahkûm olurlar ki tağutî sistemlerin devamı için onlar uğruna mücadele ederler.

Allah (cc), acaba kendi ölçülerini korkusuzca çiğneyen mağrur kişileri görünüş olarak mı maymuna ve domuza çevirdi? “Maymun ve domuza yapılan bu göndermeyi söz anlamıyla alan bir çok müfessirin tersine tabií’nin meşhurlarından Mücahid, onu bu tür günahkârların maruz kalacağı ahlâkí çöküntünün mecazi bir tanımı (mesel) olarak açıklar: Onlar, maymunlar gibi ne yapacaklarını önceden tahmin edilemeyen ve domuzlar gibi şehvet kurbanı olurlar. (Menar Tefsiri, 6/448, nak. M. Esed, K. Mesajı, 1/204).

(Nitekim kendilerine yasaklanan şeyleri küstahça yapmaya devam edenlere Allah (cc) “Aşağılık maymunlar olun” dedi. (7 A’raf/166) Bu âyette geçen ‘maymunlar olun’ ifadesini tabiínden Mücahid şöyle açıklıyor: Onların yalnız kalpleri maymuna dönüştürüldü, yani, ruhen maymunlaştılar, bedenen değil. Bu, Allah’ın, onların durumunu tasvir etmek için verdiği bir örnektir. Tıpkı ‘sırtına kitap yüklenmiş eşekler’ (62 Cumua/5) örneği gibi. M. Esed, K. Mesajı, 1/308) 

Benzer bir görüşü savunan Elmalılı da şöyle diyor: “Mesh (çirkin bir şekle çevirme) hem sûrî (görünüş yönünden), hem de manevî olmak üzere iki çeşittir. Menavî mesh; ahlâkî düşüklük doğuran değişme, görünüş yönünden çevirme de ahlâkî düşüklükle beraber hayatî düşüklük doğuran değişmedir.  Şu halde ‘maymun ve domuza çevrildiler’ demek; tamamı sefalet içinde tükenmeye ve sonuçsuzluğa mahkûm oldular demektir.

Âyette lânetten gazaba, gazaptan maymun ve domuz ahlâkına çevirmeye, oradan tağuta kulluğa doğru giden aşıklamalar gösteriyor ki, bunların her biri bir şerdir. Bunların içerisinde en aşağısı lânet, en yukarısı tağutlara tapmaktır.” (Elmalılı, Tefsir, 3/275)  

Âyetteki ‘tağutun kulları’ ifadesini şeytana itaat edenler şeklinde de anlayanlar olmuştur. (bak. Zamahşerí, el-Keşşâf, 1/639. Nesefí, Tefsir, 1/458)

Maide Sûresi 59. Ve 60. âyetlerin yahudilerin Cumartesi günü yasağına uymamalarını ve buzağıya tapınmalarını, ya da Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu diyenleri hatırlatmak üzere onlar hakkında geldiği söylense de, işaret ettikleri gerçek geneldir. Allah’ın vahiyle gönderdiği dine, o dinin ölçülerine karşı geldikten sonra müslümanları aşağı görerek, şeytaní güçleri (tağutları) razı etme uğruna onlarla  alay ederse, Allah’ın ölçüleriyle mücadele etmeye kalkışırsa; alacağı karşılık budur:

Tağutların kulu ve kölesi olmak.  

B-Tağutlara Karşı Tavır:

Mü’minler, her şeyden önce tağutu, İslâmın genel ölçüleri çeçevesinde tanımak zorundadır. Tağut kimdir, ya da nedir? Kur’an’ın ‘tağut’ dediği şey kişi midir, kurum mudur, zihniyet midir, yaoksa azgın bir güç müdür?

Tağutluk nedir ve onun temsil ettiği anlayış nasıldır? Çağımızda bu Kur’an kavramını nereye oturtacağız? Ya da günümüzün tağutlarını Kur’an açısından nasıl tanıyacağız? Bu durun, onlara karşı alınabilecek tavrı belirlemede son derece önemlidir. Onlara karşı tavır almak, ya da Kur’an’ın deyimiyle ‘onları inkâr etmek’ bir iman sorunu olduğuna göre iş biraz daha önem kazanıyor.

Bilinen bir şeydir ki Kur’an iman konusunda net, aöık, anlaşılır vr boyutları belli ölçüler getirmiştir. Onun doğru dedikleri ve yanlış dedikleri vardır. Onun kabul edilmesini veya reddedilemsini istediği inançlar, anlayışlar ve ölçüler bulunmaktadır. Neyin kabul edilmesi, neyin de reddedilmesi gerktiği insanlara açıkça söylemektedir.

Tağut konusunda da aynı ölçü geöerlidir. İman edenler öncelikli olarak tağutları ve onlara ait bütün oluşumları, fikirleri, ölçüleri ve düzenleri iyice tanımak ve sonra da iman gereği olarak onları reddetmek durumundadır.

Kur’an’ın ölçüsüne göre her insan –kim olursa olsun, hangi devirde yaşarsa yaşaın- mutlaka ya Allah’a, ya da tağuta (tağutlara) kulluk yapar. İbadet konusunda üçüncü bir yol yoktur.

Allah (cc), tarih boyunca yalnızca Allah’a kulluk edilmseini, ama asla tağuta kulluk edilmemesini haber veren elçiler göndermiştir. İnsana düşen bu gerçeği açıklayan elçilere kulak vermektir. Tağut’u tanıyıp onun getirdiği kulluk ölçülerinden kurtulmaktır.

Kur’an, mü’minlere tağut’u ve ona ait özellikleri insanlara tanıtan bir nurdur. Yani neyin iyi neyin kötü olduğunu tanımamızı sağlayan bir aydınlıktır. O aydınlıkta kişi, karanlıkta ne yapacağını şaşıran kimse gibi olmaz. O aydınlık sayesınde yanlışı da görürü doğruyu da, hakkı da görürü, batılı da, kendine faydalı olanı da görürü, zararlı olanı da, doğru yolu da tanır, sapıklık yolunu da...

Kur’an’ın sunduğu nur’u alıp kabul edenler, ilâhí nurun bulunduğu yerden olanlar, o nurun olduğu yerden bakanlar tağutları tanırlar ve onların karanlıklarından kurtulular. Kur’an’ın ifadesine göre zaten tağutlar, kendi peşlerine takılanları ancak karanlıklara götürürler. Karanlıklta kalanlar ne yapacağını bilemedikleri gibi; doğru yolu da bulamazalar, ne yapılması gerektiğini de bilemezler.  

Kur’an kopmaz, kırılmaz, eğilip-bükülmez ve insanı hedefine götüren bir sağlam kulp’tur. Bu kulpa ancak tağutu bütün unsurlarıyla reddedebilen kimseler tutunabilir.

İman edenler her devirde ve her şartta, bütün meşru araçları kullanarak Allah’ın dinini yaşamaya ve ayakta tutmaya çalışırlar. Tağutların velileri nasıl kendi ilâhları uğruna savaşıryorlarsa; onlar da Allah rızası için cihad ederler.

Onlar veli olarak Allah’ı, Peygamberini ve ihlâslı müslümanları tanırlar ve bu veliliğin gereğini yaparlar. Onlar asla ne şeytana, ne de tağuta veli olmazlar. Onların davetlerini, ölçülerini, tuzaklarını ve kurdukları tuğyan olan düzenlerini tanımazlar. Günümüzde çeşitli kılıklarla, süslü ambalajlarla, aldatıcı sloganlarla insanlığın karşısına çıkan kurumlaşmış tağutlara karşı çıkarlar, onları dünya görüşlerini tanımazlar. 

Kur’an, tağuta kulluğu ve ona veli (dost ve yakın) olmayı yasakladıktan sonra inananlara şöyle bir müjde veriyor:

“...Ey kullarım ! Öyleyse, Bana karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun (ittika edin). Tağut’a kulluk yapma (eğilimin) den kaçınanlara ve Allah’a içten yönelenlere (mutluluk) müjdeleri vardır. Öyleyse bu müjdeyi kullarıma ver.

Şu söylenen her sözü (dikkatle) dinleyen ve onaların en güzeline uyan (kullarıma); (çünkü) Allah’ın hidâyetine mazhar olanlar onlardır ve onlar gerçek akıl/iz’an sahipleridir.” (39 Zümer/16-18)

“İşte kim Allah’ın dışındaki tanrılara kulluk yapmaktan kaçınır da Allah’a yönelirse  Yüce Allah onu hidâyete erdirebileceğini söylemektedir. Yine âyette belirtildiği gibi Allah’ın hidâyetine mazhar olanların bir vasıfları da onların her türlü sözü dinleyip en güzeline tabí olmalarıdır.” (doç. M. Güngör, Kur’an Araştırmaları 2, s: 203)

Tağut (şeytaní güçler) terimi, burada kişinin bütün manevî bağlarını kaybetmesine ve duygularının esiri olmasına yol açan, belli bazı şeytanî ihtirasların veya arzuların otorite tesisi peşinde koşmak, başkasını sömürerek servet edinmek, her türlü gayri ahlâkî aracı kullanarak sosyal gelişme ve ilerlemeyi sağlamak vb. Arzuların, ifsad edici gücünü anlatmaktadır. (M. Esed, K. Mesajı, 3/940)

“18. âyette geçen ‘sözün en güzeleine uyarlar’ ifadesi, Raziye göre; her diní yükümlülüğü (terimin en geniş anlamıyla) kendi akılları ışığında değerlendiren ve akıllarının geçerli veya mümkün gördüklerini kabul edip, akıllarına yatmayanları reddedn kişileri tasvir etmektedir. Yukarıdaki âyet, Razí’nin sözleriyel, ‘İnsanın, aklın sunduğu kanıtlara (hüccetü’l-akl) uymasının ve eleştirel değerlendirme (nazar) ve mantıksal çıkarımın (istidlâl) (bulgularıyla) uyumlu sonıuçlara varmasının yüceltilmesi ve övülmesini’ ifade etmektedir. Benzer bir yorum, daha basit terimlerle de olsa, Taberî tarafından da yapılmıştır.” (M. Esed, K. Mesajı, 3/940)

Diğer taraftan kim tağutu inkâr eder, Allah’a gerçekten iman ederse, o, kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. (2 Bekara/256)

Hüseyin K. Ece