Tabii (doğal) âfetler bir sebebe bağlı olarak meydana gelen kainat düzeninin parçası olaylar. Deprem de öyledir. Yaratan yarattığı her şeyi takdir eder, yani kaderini (ölçüsünü) belirler ve ona bir yasa koyar. (Ra’d 13/8) Herhangi bir eşya, yani canlı cansız, hayvan insan; bütün varlıklar için bu ölçüye bağlı olarak belirlenen biçime, özelliklere, işleve ‘fıtrat’ diyoruz.
Bu her varlıktaki doğal yetenektir. Kendini yaratanın veya yapanın ona verdiği şekildir.
Evrende her şey el-Fâtır olan Allah’ın kendisine verdiği özellik üzeredir. Bu ilâhi yasa her şey için geçerlidir. Hiç bir varlık bu fıtratın dışına çıkamaz. Yani her şey Yüce Yaratıcının verdiği özellikleri taşır, koyduğu yerde durur, verdiği vazifeyi yapar. Evrendeki her olay bu ilâhi takdir ve yasa üzere gerçekleşir ve yürür
“Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)
Doğal âfetler, özelde deprem de böyledir. Deprem Rabbimizin yere (arda) koyduğu bir özelliktir, yasadır. Şartlar oluştuğu zaman gerçekleşir. Böyle bir olayı Allah’tan bağımsız düşünmek ancak seküler anlayışın sonucudur. Böyleleri deprem “doğa olayıdır” diyebilirler. Biz de deriz ki, elbette deprem doğada (yerde) olan bir olaydır. Ancak bu yerin kendi mahareti değil, onun yaratanın tasarrufudur. Bunun da yasasını koyan O’dur. Evrendeki diğer her şeyin yasasını koyduğu gibi...
Doğal afetlere bir de Kur’an’ın ‘âyet’ diye nitelendirdiği açıdan bakmak gerekir. 'Âyet' sözlükte, bir şeyin ve bir amacın varlığını gösteren açık alâmet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret demektir.
Açıkça ortada görülmeyen şey âyetiyle, izi ile bilinir ve tanınır. Bir yolu bilmeyen, o yola ait alâmetleri bilirse, yolu tanr.
Âyet, duyuların, düşüncelerin veya akılla bilinen şeylerin dışa vurmuş şeklidir denilebilir. Yüzü kızaran bir kimsenin kızdığını veya utandığını anlarız. Yüzü kızarmak kızgınlığın (sözlük anlamıyla) âyetidir.
Kur’an âyetlerinin her biri Allah’a ait alâmetler, delillerdir. Bununla beraber Allah’ın yüceliğine sonsuz kudretine işaret ederler.
Kur’an’da âyet ve bu kökten gelen kelimeler; Delil, alâmet, nişan, acayip iş, ibret, ilâhi kanun (yasa), kıyâmet alâmeti, risâlet, Kur’an’ın tümü veya belli bölümleri (Kur’an’ın tümü âyet olduğu gibi, her sûrenin belli/numaralı bölümleri de âyettir), mucize anlamında geçiyor.
Kur’an, Allah (cc) kendi seçtiği elçileri desteklemek için verdiği olağanüstü olaylara da ‘âyet’ demektedir.
Âyetlerin özelliği şu: Herbiri Allah’ın gücünün, iradesinin, her şeye müdahil oluşunun isbatı, belgesi, işareti, alâmetidir. Âyetler kişiyi onları yapana götüren izlerdir. Onlar aynı zamanda mu’cizedir. Yani insanlar ne kadar bilgili, ne kadar zengin, ne kadar imkana sahip olsalar da bu âyetlerin benzerini yaratamazlar.
İslâm âlimleri, aklı, yani insanı Allah’ın varlığına ve birliğine ulaştıran âyetleri ‘kevnî ve kavlî’ olmak üzere ikiye ayırırlar.
a-Kevnî âyetler (tekvînî kitap):
Allah’ın Tekvîn sıfatıyla evrende yarattığı her şey. Kâinat da Tekvîn sıfatıyla yaratıldı ve o da bir âyettir.
Evrendeki sayısız varlıklar, sayısız tabii kanunlar, düzen ve ahenk, güzellik ve hayatın kaynağı olarak hepsi birer âyettir.
Kevnî âyetler nerededir?
Bu âyetlerde ya âfakta, ya da enfüstedir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Biz âyetlerimizi hem âfak’ta (insanın dışında), hem de enfüste (kendi nefislerinde) onlara göstereceğiz; öyleki şüphesiz onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun. Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şâhit olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53)
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hacc 22/46)
Kur’an, âyetlerden meydana geldiği gibi kâinat da âyetlerden meydana gelir. Çevremizde gördüğümüz her şey, Allah’ın birer âyetidir. Bütün varlıklar, bütün olaylar Allah’ın ‘ol’ emriyle meydana çıkmış kelime’leridir. (Kur’an’da bunların pek çok örneği var.)
b-Kavlî (sözlü) âyetler (tenzîlî kitap):
Peygamberlere indirilen (tenzil edilen) bütün ilâhí kitaplar da ‘kavlí’, yani sözlü âyetlerdir. Bu kitapların gönderiliş şekli olan vahy bir âyet olduğu gibi, bu kitapların anlattığı her şey de birer âyettir.
Kur’an ve içindeki âyetler Allah’ın insanlara gönderdiği apaçık belgeler ve delillerdir. Bu belge ve deliller hem Allah’ın ilâhlığının isbatlarıdır, belgeleri, alâmetleri; hem de insanları doğru yola/yöne/hedefe götürecek iz ve işaretlerdir.
Kur’an, Hz. Muhammed’e indirilen Kitab’ın insanüstü olduğunu bildirdikten sonra, bundan şüphe edenleri, “haydi bakalım, bunun gibi bir kitap, ya da bunun sûrelerine benzer sûreler yazıp getirin” diye meydan okumaktadır. (Bkz: Bakara 2/23-24. Ankebût 29/50-51. İsrâ 17/88. Hûd 11/13)
Deprem de Allah’ın âyetlerinden bir âyettir. Kişilerin veya toplumların azgınlığı sebebiyle gerçekleşmez. Tarihte bazı kavimlerin deprem, kasırga, taş yağmuru, tufan ile cezalandırıldığını biliyoruz. (Bkz: Araf 7/84. Enfal 8/32. Hûd 11/94. Yâsin 36/29. Ankebût 29/14 ve d.) O kavimler toptan ilâhi davete karşı geldiler, toptan azdılar, Allah’ın va’dini hatırlatan elçilere meydan okudular.
Kahramanmaraş Depremin vefat eden 35 bini aşkın insanımızın bu kavimler gibi azgın olduğunu kim iddia edebilir? Bu açıdan depremi Allah’ın âyeti gibi okumak, ibret ve gereği gibi tedbir almak gerekir.
Bu deprem birileri için ceza da olabilir. Mesela, kendi yaptığı çürük binanın altında kalanlar ve bu yüzden zarara uğrayanlar, hayatta kaldılarsa mahkemelerde hesap verenler için...
Depremin sebep olduğu yıkım, can kayıpları beşeri hatalardır. Allah’ın ayetlerini hakkıyla okumaktaki ihmal ve dikkatsizliktir. Zira insanların hataları sebebiyle yeryüzünde zarar, fesat, düzensizklik olur. (Rûm 30/41)
Hüseyin K. Ece
15.02.2023
Zaandam