(Başımıza gelenlerin ya da karşılaştığımız şeylerin kaynaklarını anlatmaya devam ediyoruz.)

-İnsanın başına gelen şeyler başkaları tarafından olabilir

Kişi başkaları yüzünden, yani onların yanlışları, kandırmaları, fitneleri, zulümleri sebebiyle zarara uğrayabilir, rahatsız edilebilir, haksızlığa uğrayabilir.

Onlar komşusu, arkadaşı, iş ortağı veya herhangi biri olabilir. Zalimler, yaramazlar, çıkarcılar, kıskançlar, akılsızlar, câhiller olabilir.

Kişinin koruduğu malını hırsız çalıyorsa, suçlu olan odur. Bir zalimin zulmüne uğrayan kişinin çektiği sıkıntılar kendi tercihi sebebiyle değildir.

Bazen toplumun bir kesimi ciddi bir hata yapar, onların yüzünden toplumun diğer kesimleri de zarar uğrar. Bazen de toplumlar toptan cezalandırılır. Bazılarının cezası başkalarına ödetilir. Böyle bir durumda suzçsuzlar da eziyet görür, sıkıntı yaşar, zarar ve belâya uğrar.

Yapılan dedikodulardan, gıybetlerden, iftira ve hasetliklerden nice insanın rencide olduğu, zarara uğradığı bilinir. Bu yüzden akrabalar, arkadaşlar arasında kırgınlıkların, kavgaların, ilişki kesmelerin olduğu bilinen bir şeydir.

Siz arabanızı kurallara uygun kullanırsınız da delinin biri kurallara uymaz, kazaya sebep olur ve size zarar verebilir.

Siz sokakta, evinizde, iş yerinizde sakin bir şekilde, kimseyi incitmeden yaşarsınız ama dengesizin, yaramazın biri sizi bir şekilde rahatsız edebilir. 

Savaşları düşünelim: Birileri çıkar, ganimet, işgal, sömürü için savaş çıkartırn, olan garibanlara, sıradan vatandaşlara olur. Kimisi ölür, kimisi yaralanıp sakat kalır. Kimisi düşmanı eline geçer. Kimisinin serveti elden çıkar, değerleri yağma edilir. Kimisi evini, barkını, çoluk çocuğunu, yurdunu terketmek zorunda kalır.

Kendi dahli olmayan bir savaşın ortasına düşen zayıf bırakılmış  bir kişi (müstez’af) ne yapsın? Aşağılık menfeatleri uğruna birbirleriyle çarpışan müstekbirlerin kurbanı olan mazlumlar ne yapsın?

Karşısına çıkan ceberrut veya silahlı birisi; “bizden misin, karşı taraftan mı” dese, yalnız, çaresiz, arkasız kişi ne yapsın?

Bazı ülkelerde, bazı durumlarda karar verenler adâletsiz davranırlar, birilerini mağdur ederler, haksız hapis ve para cezaları verirler. Onların yanlış kararları yüzünden pek kişi mağdur olur.

Akrabalar, arkadaşlar, cemaat arasında hır-gür, çekişme, kavga olabilir. Hatta kimileri ağzını bozabilir, çok ileri gidebilir. Böyle bir şeyle karşılaşan karşı taraf incinebilir, öfkelenebilir.

Kardeşimizin, çocuğumuzun, torunumuzun, eşimizin veya akrabalarımızın evde veya dışarıda yaptıkları yüzünden üzülebilir, zarara uğrayabilir, strese girebiliriz.

Bazı yerlerde bazıları müslümanları rahatsız edebilir. Ellerindeki imkanlarıyla müslümanlarla alay edebilir, hakaret edebilirler,  aşağılayabilirler. Ev, işyeri, mabed yakma, darpetme, köşeye sıkıştırma gibi fiziki rahatszılıklar verebilirler. Aleyhlerinde konuşabilir, yazabilirler. Ellerine fırsat geçtiği zaman haklarını kısıtlayabilir, ayrımcılık yapabilir, ayaklarını kaydırmak için her türlü hileye başvurabilir, tuzak kurabilirler.

Bütün bunlar başkaları tarafından diğer insanlara, içinde yaşadıkları topluma ve tabiata, diğer canlılara karşı işledikleri suçlar, yaptıkları haksızlıklar; karşı tarafın da onlar yüzünden uğradığı zararlardır. Bu aynı zamanda kişi ve kamu haklarının ihlâlidir.

Kur’an bazı eylemleri zulüm olarak niteliyor. Mesela;

Haksız yere adam öldürmek (Mâide 5/27-29),

Allah’ın koyduğu sınırları aşmak, böylece insanların hakkına tecavüz etmek (Talak 65/1),

başkasının malını bâtıl (haksız) yollarla almak (Nisâ 4/29-30. Sâd 38/24. Bekara 2/279),

ilâhlık taslayarak halka baskı ve işkence etmek (Ar’af 7/103),

müslümanlara baskı ve şiddet uygulamak, onları yaşadıkları yerden sürüp çıkarmak (Hacc 22/39. Nisâ 4/75),

çeşitli propaganda, hile, kurnazlık ve yollarla insanları hak yolundan saptırmak, ya da onların hak yoluna gelmelerine engel olmak (En’am 6/144. Hacc 22/25. Zuhruf 43/37-39), 

yetimleri, garibanların, güçsüzlerin malını bir şekilde ele geçirme (Nisâ 4/10)...  Bunlar ve benzerleri haksızlıktır, zulümdir.

Eğer insanlar üçüncü şahısların yaptıklarından dolayı zarar görüyorlarsa, haksızlığa uğrayanlar alacaklıdır demektir. 

İlâhî adâlet günün birinde, bu dünyada veya Âhirette herkesin hakkını herkese geri verir. Herkesin borcunu alacaklıya ödettirir.

Bunun bir kısmı dünyada gerçekleşir. Ama biz bilmeyiz, görmeyiz.

Kimsenin ahı yerde kalmaz. Her şeyi bilen, her şeyi kayıt altına aldıran, âdil olan Allah (st) eninde sonunda kullarının haklarını korur.

“... Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.” (Şuarâ 26/227)

“... Şimdi bak, zalimlerin sonu nasıl oldu!” (Yûnus 10/39)

Bazı kavimlerin/insanların dünyada karşılaştıkları cezalar, sıkıntılar, musibetler, dengesizlikler, zulümler, zorluklar ve huzursuzluklar kendilerine veya başkalarına yaptıkları yüzündendir. Kim ne yaparsa o günün birinde karşısına gelir. Herkes yaptıklarının karşılığını bir şekilde alır. Âhirette hesaptan sonra alınacak sonuç da amellerin (yapılan eylemlerin) karşılığıdır.

Bu kesinlikle Allah’ın ona uygun gördüğü veya önceden takdir ettiği bir sonuç değil; insanların hak ettiğidir.

“... Kim hıyanet ederse, kıyâmet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.” (Âli İmran 3/161. Ayrıca bkz: Câsiye 45/22. Âli İmran 3/181. Bekara 2/181)

Şurası da bir gerçektir ki, kötülük işleyen kimselerin huzur ve mutluluk beklentisi boştur. Başkasına haksızlık edenlerin rahat uyku uyuması hakkı değildir. Başakasını felaketi üzerine saadet bina etmek isteyenler, kafası çalışmayanllardır.  

Kişiliğini Kur’an’ın inşa ettiği mü’min, zulmeden, hak yiyen, rahatsız ve bîzar eden, huzursuzluk çıkaran; kısaca o eşrar (şerli) ve eşkıya (bedbaht olan ve bedbahtlık veren) değildir.

Tam tersine hayırhâhtır; yani insanların hayrına çalışır. En azından kötülüğünü onlardan uzak tutar. Bu durum da onun için mutluluk, huzur ve sevap kazanma sebebidir.

Başkalarından iyilik gelirse teşekkür edilir. Kötülük gelirse; eğer imkan varsa meşru ölçülerde, şartlar el verdiği ölçüde mücadele edilir. Yoksa sabredilir ve Allah’tan yardım istenilir.

Buna göre bir müslüman başkalasınıdan bir şekilde zarar görse, haksızlığa uğrasa, hatta bu yüzden mutsuz olsa bile intikam almaya kalmaz. Kendisi de haksızlığa misliyle karşılık vermez. 

Hani kisi de hoş değil ama haksızlık etmektense, haksızlığa uğramak daha hafiftir. Borçlu olmaktansa alacaklı olmak daha iyidir. Zalim olmaktansa, mazlum olmak daha ehvendir. Zira her zalim zulmettiğine, her haksızlık ve kötülük yapan haksızlık veya kötülük yaptıklarına borçludur.

Unutmamak gerekir ki, başkalarının yüzünden başımıza gelenler, kendi yaptıklarımız yüzünden gelenlerden fazla değildir. Belki hayatımızda az bir şeydir.

Hüseyin K. Ece

14.04.2023

Zaandam