Kuds/kudüs ve mukaddes kelimeleri;Türkçe’ye ‘kutsal’ olarak açıklanıyor. Ancak bu çevirinin eksik olduğunu söylemeliyiz.

 

Bu üç kelimenin kökü Arapça’da ‘ka-du-se’ fiilidir. Bu da sözlükte temiz, nezih, arı-duru olmak demektir. 

Kur’an’da fiil hâlinde bir âyette, ‘kuds/kudüs’ olarak dört âyette, ‘mukaddes’ olarak üç âyette, ‘kuddûs’ olarak da iki âyette geçmektedir.

Aynı fiilin tef’il kalıbında ‘kad-de-se’ ve bunun masdarı ‘takdîs’; temizlemek, nezih yapmak ve bereketlendirmek demektir. Özel olarak Allah’ın tenzîh edilmesidir. el-Kuddûs de aynı manada kullanılır.

 “kaddese fi’l-ard” denildiği zaman “oradan gitmek, ayrılmak ve uzaklaşmak” kasdedilir. Tıpkı “yerde veya suda hızlıca yüzdü” manasına gelen ‘se-ba-ha’ fiili gibi...

Bu sebeple Allah’ı tesbîh ve takdîs etmek demek, O’nu her türlü eksikliklerden beri ve uzak kılmak, arındırmak demektir.

Takdîs sözcük anlamıyla; bir şeyi ona uygun olmayan şeyden tenzîh etmek (uzak bilmek), temizlemek demektir.”[1]

Takdîs aynı zamanda; Allah için kalbi temizlemek, Allah’ı büyüklemek, ta’zim etmek ve ululamak anlamlarına gelir.[2] 

Takdîs etmek kökü hangi kalıbta kullanılırsa kullanılsın, manası te­mizlemek ve arındırmak ile ilgilidir.

“kaddese lilllahi”; Allah için kalbini temizlemek, ya da Allah için namaz kılmak,

‘kaddesallahe’; Allah’ı büyüklemek, Allah’a ta’zim etmek (mutlak saygı göstermek), Allah’ı O’na yakışmayan sıfatlardan tenzîh etmek anlamındadır.

“kaddesallahu fülânun” ile Allah’ın birini mübârek kılması, arındırması anlatılmış olur.

‘kaddese’nin tümleci (ism-i mef’ulu) olan ‘mukaddes’; temiz ve mübarek (bereketli) kılınmış, arı-duru yapılmış demektir.

“kaddese-takdîs” fiil olarak bir âyette, meleklerin Allah’ı tenzîh etmelerini ifade etmek üzere geçiyor: Şöyleki:

“Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbîh ve takdîs ediyoruz” demişler.

Allah da “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.” (Bekara 2/30)

Âyette “nahnu nukaddisu leke-biz seni takdîs ediyoruz” şeklinde geçiyor. Âyetin bu kısmı tefsirciler tarafından farklı açılardan yorumlanmış.

O yorumlardan bazıları:

Burada takdîs ve tenzîh (tesbîh) beraber gelmiş. Takdîste ta’zim, tesbîhte ise tenzîh manası vardır. Ki bunlar birbirlerini bütünler.

Takdîste; Allah’ın nitelendirildiği temizlik, izzet, büyüklük gibi sıfatların Ona verilmesi ve ilan edilmesi,

tesbîhte ise; Allah’ın, küfür, şirk ve sapıklığı din edinenlerin, O’na isnat ettikleri ama O’na yaraşmayan şeylerden tenzîh edilmesi anlamı yoğundur.[3]

Takdîs; Ahzab 33/33 âyette söz konusu edilen manevi olarak tathir-temizleme gibidir. Ancak bu görünebilir maddi bir kiri/pisliği temizlemeden (taharetten) çok daha üstün manevi bir temizlemedir.[4]

Aynı kökten gelen ‘tekaddese’; tetahhara gibidir. Yani ziyadesiyle pak olmak, arı ve pak eylemek, temizlemek demektir. Mesela; “tekaddesallahu-Allah noksan ve ayıplardan beri oldu” şeklinde kullanılır.[5]

“el-kuds veya el-kudüs”; aslında isim ve masdar olarak bereket, temiz demektir.[6] Her ikisi de manevi arılığı, duruluğu ve bereketi ifade ederler.

‘el-mukaddes’ veya (dişil formuyla: mukaddese); mutahhara-temiz ve mübarak kılıhmış demektir.

“Arzu’l-mukaddese”; yani mutahhar-temiz kılınmış yer...

‘el-Kuds veya el-kudüs’ özel isim olarak; Uruşelim, Kudüs...

“Kitabu’l-mukaddes veya Kitab-ı mukaddes”; Tevrat-Zebur-İncil’e verilen sıfat. (Şimdilerde bunun Türkçe çevirisine Kutsal Kitap diyorlar.)

“Ruhu’l-kuds”: Hiristiyanlıkta üç inanç esasından biri... (Kur’an’da başka anlamda geçiyor)

“el-Kuddüs”; Kur’an’da Allah’ın güzel isimlerinden biri...

 

-Kur’an’da mukaddesler

Kur’an’da bir kaç şeyin ‘mukaddes’ sıfatıyla geçtiğini görüyoruz.

‘Kuds veya kudüs’, kendisi tertemiz, nezih ve mübarek olan,

‘mukaddes’ ise, tümleç ismi olup, nezih yapılmış, mübarek ve temiz kılınmış anlamınadadır. Mesela;

 

-Tuvâ vâdisi

İki âyette “mukaddes tuvâ vadisi” şeklinde geçiyor. Şöyleki:

Musa (as) Medyen dönüşü Tuvâ vadisinde ilâhi vahye mazhar oldu ve Peygamber olarak seçildi. Ona bulunduğu yerin mukaddes bir vadi olduğu, peygamber olarak seçildiği, Firavun’a gitmesi gerektiği söylendi.

 “Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan): Ey Musa! diye seslenildi: “Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabını  çıkar. Çünkü sen “mukaddes vadi” Tuvâ’dasın.” (Tâ-hâ 20/12)

“(Ey Muhammed!) Mûsâ’nın haberi sana geldi mi? Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti: “Haydi Firavun’a git! Çünkü o azmıştır.” (Naziât: 79/15-17)

Genelde müfessirler Tuvâ'nın normal bir vadi olduğu görüşündedirler. Fakat bazılarına göre "o an için mukaddes hâle getirilen bir vadi" anlamına gelir.[7]

Vadi’l-mukaddese; yani temizlenmiş, pak edilmiş vadi... Tuvâ ise bu vadinin ismidir.[8] Ya da mübarek Tuvâ vadisi...

Ferrâ’ya göre Tuvâ vadis Medine ile Mısır arasında bir yerdedir.[9] 

Elmalılı’ya göre ise; “Mukaddes vadi, Şam çölünde Tûr-i Sinâ dağının eteğinde bir vadidir. "Tuvâ, bu vadinin ismi ve onun açıklamasıdır. Temiz ve mübarek demek olan ‘mukaddes’ sıfatıyla nitelenmesi ilâhî feyiz ve bereketin önce temiz kalplere geleceğine dikkat çekmektir.”[10]

Müfessirler, bazen kendi tercihlerini belirterek, bazen belirtmeden Tuvâ’nın bir vadi ismi olduğunu naklediyorlar.

“Bazıları bu kelimeyi ‘iki kez’ mânâsına alarak "iki kat mukaddes kılınmış vadi" demek olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda "iki defa takdîs" yapılmış olur.”[11]

Zemahşerî; Tuvâ’nın yer adı olduğu görüşünü naklettikten sonra, bu kelimenin “iki defa manasına da geldiğini” ekliyor. Ayrıca “Musa’ya iki defa seslenildiği” yorumuna da yer veriyor.[12]

Âyette Musa’nın pabuçlarını çıkarması istenmekte... Bu konuda da farklı yorumlar var. Bu mukaddes kılınan yere bir saygı olabilir. Öyle ya burası bir peygamberin ilk defa vahiy aldığı ve bizzat Allah tarafından mukaddes kılınan bir yerdi. Burada peygambere düşen, ilâhi bir tasarrufla değerli ve şerefli kılınan bu mübarek yere uygun davranması, daha özel bir saygı göstermesidir.

Buradan Allah tarafından mukaddes ve muhterem kılınmış şeylere mü’minlerin de özel bir saygı göstermeleri gerektiğini anlayabiliriz.[13]

Hüseyin K. Ece

        22.10.2023

Zaandam

 

[1] Ebu Bekr el-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsir, s: 30

[2] Cevherî,. es-Sihah Tâcu’l-Lüğa, 3/135. Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît. s: 564. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/248

[3] Yıldırım, S. Kur’an’da Ulûhiyyet, s: 267

[4] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 598

[5] Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît. e: 564

[6] Cevherî, es-Sihah Tâcu’l-Lüğa, 3/135. Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît. s: 564

[7] Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an, 3/240

[8] Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 2/325

[9] Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1962

[10] Elmalılı H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/514

[11] İbni Atıyye, A. el-Muharriru’l-Veciz, s: 1247. Elmalılı, H. Y.. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/514

[12] Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/53

[13] Güç, A. http://www.birlikvakfi.org/esma/yazilar/Kuddus.html