Hollanda’da görev yapan imamlarla ilgili son tartışmalar ve sorular şunlar: Kimin adına çalışıyorlar? Entegrasyona engel oluyorlar (mı)? Radikaller mi veya radikal söylemleri buraya mı taşıyorlar?

Burada karşımıza iki önemli kavram çıkıyor: İmam ve entegrasyon. Önce kısaca Türkçe’de imam ne demektir ona bakalım.

İmam kelimesinin aslı sözlükte; “bir şeye yönelmek”,  (İbni Manzur, Lisânul-Arab 1/156), ya da “öne geçmek, sevk ve idare etmek” demektir. (Küçükaşçı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/179)

Aynı kökten gelen ümmet; -aynı din, aynı zaman, ya da aynı mekân olsun- herhangi bir şeyin kendilerini biraraya getirdiği her çeşit cemaat, topluluk demektir. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 28) Ümmet din dilinde kendisine hidâyet açısından uyulan örnek toplum demektir.

İmam (çoğulu; eimme), önde olan, kendisine iktida edilen (uyulan), örnek alınan kişi ya da şeydir. Bu; sözü veya fiili örnek alınan bir insan da, -hakka veya bâtıla götürürsün-, bir kitap ya da benzeri bir şey de olabilir. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 28. İbni Manzur, Lisânul-Arab 1/157)

“İmam” kelimesi Kur’an’da yedi âyette tekil, beş âyette de çoğul (eimme şeklinde)  olmak üzere toplam oniki yerde ve bir kaç anlamda geçmektedir.

İmam, Kur’an’da hz. Musa’ya indirilen Tevrat (Hûd 11/17. Ahkaf 46/12), imam-ı mübin (apaçık imam); yani apaçık bir önder, yol gösterici, birleştirici, önde olan (Yâsîn 36/12. Hıcr 15/79), âhirette hesap yerine herkesin birlikte çağrılacağı lider, önder, başkan, peygamber (İsrâ 17/71. Yûnus 10/47. Kasas 28/41), hz. İbrahim (as) ve onun peygamber olan oğulları (Enbiyâ 21/73), insanları cehenneme davet eden, cehennemlik işler yapmalarını sağlayan lider, akıl hocası, yönetici  (Kasas 28/41-42), İslâmın inkarcılık dediği konularda insanlara öncülük edip İslâm ve müslümanlarla mücadele etmeye, savaşmaya çalışan kimse (Tevbe 9/10-12)  anlamlarında kullanılıyor.

İmamlık; imamın üzerine aldığı görev demektir. İmam “kendisine uyulan kimse” demek olduğuna göre toplumun başında, cemaatin önünde bulunan ve fertleri yönlendiren kişiler imam diye isimlendirilir. Bu nedenle müslümanları yöneten yöneticilere ve halifelere de imam denilir. (Küçükaşçı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/179)

İnsanların kendilerine uyup, ilimlerinden ve ictihadlarından faydalandıkları büyük âlimlere de ‘imam’ denmiştir. İmam Ebu Hanife, İmam Ahmed b.Hanbel, İmam Şafiî gibi.

Ayrıca hadis ilminde otorite olan, bu ilimde peşinden gidilen büyük âlimlere de hadiste ‘imam’ denilmiştir. İmam-ı Buhârî, İmam-ı  Müslim gibi.

Hz. Muhammed’in (sav) kızı Hz. Fatıma (r. anha) ile Hz. Ali’nin (ra) soyundan gelen önderlere de ‘imam’ adı verilmektedir. İmam-ı Ali, İmam-ı Zeynelabidin, İmam-ı Cafer-i Sâdık gibi.

Dikkat edilirse, bunların tümünde bir önderlik ve peşinde olan bir cemaat olgusu (ümmet) söz konusudur.

İmam kelimesi zannedildiği gibi, sadece cami imamlığı değildir. Fıkhî ve siyasî, hatta kültürel boyutu, hem olumlu hem olumsuz işlevi olan, önderliğe, liderliğe ve örnek olmaya vurgu yapan, bir açıdan da övücü bir sıfat olarak kullanılan, peşlerine gidenler açısından da uyarıcı bir kavramdır.

Günümüz Türkçesinde, imam kavramının diğer bütün anlamları kaybolmuş ve yalnızca camii imamlığı manası kalmıştır. Galiba Hollanda’ya da bu anlam taşındı.

Anadolu’nun her yerinde imamlara “hoca” da denir. Ya da birazcık dinî bilgisi olanlara, hatta dinini yaşamaya çalışanlara bile hoca derler. Halbuki ikisi ayrı kavramlardır.

Hoca kelimesinin aslı aslı Farça “hâce”dir. Bu da Farsça’da efendi demektir. (Bkz: Olgun, İ.-Drahşan, C. Farsça-Türkçe Sözlük,  s: 142) 

Hâce Osmanlı Türkçesinde ek anlamlar kazandı. Osmanlıca ve Türkçe sözlükler hâceyi şöyle açıklıyorlar. Hâce: Efendi, ağa, muteber kimse, ailenin büyüğü, tüccar, mal sahibi,ihtiyar, müderris, bilgin, molla, üstad, hoca, muallim, öğretmen, profesör. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 631. Devellioğlu, F. Osmanlıca Sözlük, s: 305)

“Hâce” zamanla telaffuz değişikliğine uğradı ve karşımıza bugün bildiğimiz “hoca” kavramı çıktı. “Hâce”nin Türkçede kazandığı manalara bakarsak imamla, imamlıkla ilgisinin olmadığını görürüz. Belki bilgin, efendi, üstad manalarıyla bir ilgi kurulmuş oabilir.

Türkçe “hoca” olan “hâce’nin ağırlıklı anlamının ders veren olduğu görülmektedir. Öyleyse galat-ı meşhur olan “hoca” öğretmendir, muallim, doçentdir. Yani ders veren herkes, hangi dersi verirse versin, nerede verirse versin “hoca”dır. 

İmamlar/hocalar hakkın ön yargıların olduğu bilinmektedir. Bu önyargıların yanlış bilgiden, dini onlar temsil ediyor diye İslâma karşı olan tepkiden,  ya da kavramların yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

İmamı Hollandaca sözlük şöyle tanımlıyor: 1.Opperste, eerste, 2.wereldlijk en geestelijk hoofd in het islamitische theoratische systeem, titel van de kaliefen,3.voorganger in het rituele gebed, hoofd van een moskee. (Van Dale, Groot Woordenboek Hedendag Nederlands, s: 537)

Hollandada cami görevlilerine imam denildiği gibi, hastahâneler, hapishâneler ve orduda müslümanlara dinî rehberlik hizmeti veren geestelijke verzorger’lara da kısaca “imam” deniyor. Bunların bir kısmı burada yetişse de, bir çoğu hâlâ yurdışından; Türkiye, Fas, Pakistan veya diğer İslâm ülkelerinden geliyor.

Konumuzla ilgili ikinci kavram entegrasyon. Entegrasyon: Sözlükte bütünleşme, birleşme demektir. (http://www.nedirnedemek.com/entegrasyon-nedir-entegrasyon-ne-demek) Fransızca integration kelimesinden gelir. İnsanların bir toplumla bütünleşmesini, uyumunu anlatmak için kullanılmaktadır. (http://www.uludagsozluk.com/k/entegrasyon/)

Hollandaca sözlükler entegrasyonu şöyle açıklıyor. İntegratie: het integreren, het maken tot of opnemen in een geheel. De binding van personen tot groepen of van kleinere sociale groepen tot grotere. (Oosthoeks, Handwoordenboek Der Nederlanse Taal, 1/794. Van Dale, Groot Woordenboek Hedendag Nederlands, s: 557)

Buna göre entegrasyon kendi kimliğini, kendi değerlerini koruyarak, çevresi ile bütünleşmek, bir anlamda uyumlu yaşama ise, Hollanda’da görev yapan imamların büyük bir kısmı buna katkıda bulunuyorlar diyebiliriz.  Kim ne derse desin bu anlamda imamlar olumlu rol oynuyorlar.

Çünkü onlar vaazlarında, hutbelerinde ve derslerinde insanlara iyi ahlâklı olmalarını, elden geldiği kadar herkese iyilk etmelerini, başkalarına zarar vermemelerini, kul hakkının büyük vebâl olduğunu anlatıyorlar.  

Onlar başkalarının gıybetini yapmanın, aleyhinde çalışmanın, onlara dil ve el ile kötülük yapmanın haram olduğunu anlatırlar. Toplumda yaşayan herkesin hesaba katılmasını, herkesin eşit haklara sahip olduğunu, bu haklara saygı duymanın, toplumsal ahengi korumanın dinî bir görev olduğunu telkin ederler.

Onlar İslâmı Kur’an’da yer aldığı, hz. Muhammed’in (sav) öğrettiği gibi anlayıp anlatmanın çabasındadırlar. Onlar radikal, yani “müteşeddid” değil, orta yolu izleyen, Kur’an’ın “vasat ümmet/mutedil, dengeli, adaletli” diye övdüğü (Bekara 2/143) mü’minlerden ve bu konuda örnek olma gayrentidedirler.

Onların hareket noktası İslâmın evrensel değerleridir. İslâmın evrensel değerleri de öncelikle sadece Allah’a kulluktur; barıştır, haklara saygıdır, güzel ahlâktır, güzel örnekliktir, başkalarını da hesaba katarak yaşamaktır. Onlar İslâmı başkasına anlatmanın en güzel yolunun iyi ve ahlâklı müslüman olmak” olduğu prensibinden hareket ederek cemaate iyi insan olmalarını öğütlerler.

Onların bir prensibi de şu hadistir: “Mü’min başkalarıyla iyi geçinen ve kendisiyle de iyi geçinilen kimsedir. Başkalarıyla iyi geçinmeyen ve kendisiyle de iyi geçinilemeyen kimsede hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400)  Bu da uyumun (entegrasyonun) garantisidir. Madem ki entegrasyon uyum sağlamaktır, öyleyse kendisiyle hoş geçinilen insan en uyumlu insandır.

Toplumun kabul ettiği genel kurallar o toplumun güvenliğini, uyumunu, özgürlüğü ve huzurunu sağlar. İmamlar buna vurgu yaparlar ve cemaatlerine toplumun huzurunu kaçıracak, güvenliği tehlikeye düşürecek eylemlerden uzak kalmalarını, hatta ortak maddi çevrenin kirletilmemesini bile söylerler.  

Agrasif, kavgacı, dedikoducu, çıkarcı, hak yeyici, küfürbâz, arkadan kuyu kazıcı, ikiyüzlü, ödlek, yağcı, çıkarı için eğilip bükülen, yalancı, cimri kimseler kötü kimselerdir. Böyleri ailede ve toplumda yüktür, sorundur, belâdır, musibettir. İmamlar cemaatleri bu kötü karakterlerden sakındırırlar, iyi insan olmalarını tavsiye ederler.  

Başkasına iyilik eden, kendinden önce başkalarını düşünen, fedakâr, cömert, paylaşan, yüreğini ve imkanlarını başkasına açan, dürüst, dosdoğru, olduğu gibi görünen göründüğü gibi olan kişiler iyi insanlardır. İmamlar hitap ettikleri kimselere böyle olmalarını anlatırlar, öğrencilerini bu anlayışla yetiştirirler. Bunlar da uyuma ek güzel katkıdır.

İmamlar ne özelde ne de genelde hiç kimseye, hiç bir cemaate asla “hırsızlık yapın, gayr-i müslimlerin malına zarar verin, aldatın, haklarını kısıtlayın, saldırın, rahatsız edin, hile ile çıkar elde edin, burası daru’l-harptir, gayri müslümanlara ne kadar zarar verirseniz kârdır” demezler. Zira onlar İslâmı daha iyi bilen kimslerdir. İslâmın böyle demediğini, tam aksina Dinin dürüstlüğü ve haklara riayeti emrettiğini bilirler.

İmamlar yine bilir ki, bir müslüman bir kimse halkı müslüman olmayan bir ülkeye gidip oturum istediği ve oturum aldığı zaman zımnen o ülkenin otoritesiyle, kanunlarıyla bir anlaşma imzalamış olurlar. O anlaşmaya göre oturum alan kişi buradaki toplumsal kurallara uyacak, vatandaşlık görevlerini yerine getirecek; ondan sonra da her vatandaşın sahip olduğu haklara kavuşacak. İmamlar burada müslümanlara bu gerçeği ve yaptıkları sözleşmelere uymalarını hatırlatırlar.

Oturum alınan ülkedeki toplumsal kurallara uymak kendi kimliğini, dilini, kültürünü, ya da dini hayatını terk demek değildir. Eğer oturum veren ülke bunu istiyorsa orada entegrasyon değil, asimilasyon söz konusudur. Eğer entegrasyondan maksat asimilasyon ise, eğer “bize uyun” derken “kendi kültürünüzü, dilinizi, dininizi, yani sizi var eden, sizi bir kişilik olarak ayakta tutan değerlerden vaz geçip bizim gibi olun demekse” iste aklı başında herkes yabancı, her müslüman buna direnir.

Zira asimilasyon yok olmadır, varlığını, ağırlığını, kimliğini kaybetmektir. Bir şair der ki “batılıların (avrupalıların) en büyük gücü başkalarını değiştirmektir”. Onlar esir almak, manevi anlamda yok etmek, ya da kullanmak istediklerini önce değiştirirler, sonra da kullanıma hazır hâle getirirler. İnsanın kullanıma hazır olması kendi sağlam kimliğini değiştirmesi, yani asimile olması ile başlar. Asimile olan kimse ve grupların da varlığından söz edilemez.

Bu bağlamda Hollanda görev yapanların imamların çoğu entegrasyona (uyuma/bütünleşmeye) katkı sağlayan, asimilasyon gibi şeytanî planlara, uygulamalara, telkinlere direnen, hitap ettikleri kitlenin kimliğini koruyarak Batı toplumlarında onurlu bir hayat sürdürmelerine yardımcı olan kahramanlardır.

Bu anlamda genelde Avrupa, özelde Hollanda kamuoyu böyle imamlara her zaman muhtaçtır.

Hüseyin K. Ece

10.11.2016

Zaandam