Kur’an bir âyette emânetten söz ediyor: “Şüphesiz Biz ‘emânet’i göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok câhildir.” (Ahzab 33/72)

Buradaki emânetin ne oldugu hakkında Kur’an yorumcularının farkli açıklamaları var.

Emânet; -maddi olsun  manevi olsun- bir şeyi, bir değeri gönül huzuru ve güvenle başkasına teslim etmek ve aynı gönül huzuru ve eminlikle geri almaktır.

‘Emânet’ olayında iki taraf söz konusudur: Birisi, kendisine güvenilen, itimat edilen, emin olan taraf; diğeri de ona herhangi bir şeyi gönül huzuruyla, güvenerek veren taraf. Emâneti veren de, kendisine emânet edilen de bu işin şuurundadır.

Bazıları ‘emânet’i inanç (akide), ahlâk ve sorumluluk açısından üçe ayırırlar. Onlara göre inanç açısından emânet; Tevhid kelimesi ve onun gerekleridir. Tek Allah’a iman ve yalnızca O’na kulluk yapmak veya halifelik görevidir. Allah’ın hakkını ve insanların hakkını İslâm’ın ölçleriyle korumaktır. Çünkü Allah insanları bunun için yarattı. (bkz: Zariyât 51/56)

Ahlâk açısındanda emânet’in geniş bir çerçevesi vardır. İnsanın güvenilir olması, kendisine bir şeyin korkusuzca teslim edilebilir olması demektir. Kişi İslâma iman eder ve mü’min olur. Mü’minin kelime anlamı güvenen ve güven veren demektir. Güvenendir, yani Kur’an’ın Allah’tan geldiğinden, Kur’an’ın hak kitap, hz. Muhammed’in hak ve son peygamber olduğundan emindir. Güven verendir, yani imanından aldığı şuur ve anlayışla kendisi de emin, özünde, sözünde, işinde doğrudur. Böylece emin olan mü’min âyette geçen emâneti taşıyabilir, gereğini yapabilir.

Allah’tan gelen ‘emânet’i yüklenerek mü’min sıfatı kazanan müslüman dininden aldığı bilinçle bu ‘emânet’i korumalı. İnsanlar arasında ‘emanet’ sahibi, yani emin kimse olarak güzel örnek olmalı. Mü’min, diğer insanların onun elinden ve dilinden emin olduğu, herkesin ve her şeyin hakkını veren, kendisine her konuda güven duyulan kimsedir. (bkz: Müslim, İman/64-66 no: 40-42)

Sorumluluk açısından emânet; kendisine emânet olarak verilen ne varsa, onları korumak, hakkını vermek ve emânete hiyanet etmemektir. ‘Emânet’ kişinin bulunduğu yere, imkanlara, üzerine aldığı işlere, yetkilere göre bir anlamda sorumluluktur. İnsan önce Yaratıcıya karşı, sonra kendine karşı, sonra da diğer insanlara karşı ‘emin-güvenilir’ olmak görevindedir. Yani her türlü emâneti taşıyabilecek bir özellikte olması gerekir. 

‘Emanet’ sahibi (güvenilir) olmak toplumsal barışın ve huzurun en önemli garantisidir. Emânet duygusunun yok olması bir toplumsal felakettir.

"Emânet kaybedildiği zaman yani -işler ehli olmayanlara verildiği zaman- kıyâmeti bekle." (Buhârî, İmân/1) 

Peki, en önemli emânetler nelerdir? İslâm büyük ve ilahî bir emânettir. İslâmî hayat da öyle. Ki insan bununla hem dünya hayatını düzene koyar, hem dareyn saadeti kazanır. Hayırlı ümmet arasına karışır. (Âli İmran 3/110)

Elimizdeki imkanlar, mal, mülk, yiyecek ve icecekler, bunların elde edildiği kaynaklar, yer gök, tabiat ve üzerindeki her şey emânettir. Çocuklarımız, eşlerimiz, anne-babamız, bakmakla yükümlü olduğumuz kimseler, yetimler, yardıma muhtaç göçmenler, özürlüler… Hepsi bize emânettir.

Üzerimize aldığımız görev, sorumluluk, bize geçici olarak teslim edilen her şey, akrabaların, dostların sırları; iffet, şeref ve namus, hânemiz bize emânettir.

Bedenimiz, aklımız, beden ruh ve akıl sağlığımız, ilmimiz, yeteneklerimiz  emânettir. Hele hele sağlımız. “Sağlık her şeyin başı.” Akıl ve beden sağlığını tehlikeye düşürecek şeylerden uzak kalmak, her türlü tedbiri almak gerekiyor. Hasta olmamaya çalışmalı; olunca da tedavi olmanın imkanları aranmalı. Piyasa da bu emânetleri tehlikeye atacak çok şey var. Onlara karşı dikkatli olmak lazım.  

İman ile emin olması istenen mü’min bu emânetleri iyi korumalı. Emânetlere hiyanet etmemeli. Zira kişi bu emânetlerin hesabını vermeden âhirette Hesap’tan kurtulamaz. (bkz: Tirmizî, Kıyâme/1 no: 2416)

Hüseyin K. Ece

07.03.2020

Zaandam