Günümüzde ‘selefîlik’ diye bir olgu var. Tarihten beri müslümanların inançta ve amelde temel referansları ‘selef’ iken, bu kelime ‘selefîlik’ şeklini alarak nasıl ürkütücü oldu?

‘Selef’; sözlükte ‘önce gelmek, geçmek, geçmişte kalmak demektir. (el-IsfehânÎ, R. el-Müfredât. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/233) Kur’an’da bir kaç âyette bu anlamda kullanılıyor. (Bkz: Nisâ 4/23. Bekara 2/275. Mâide 5/95, Zuhruf 43/56.v.d) ‘Halef’ de, bunun zıddı olarak sonradan gelenler, arkadan takip edenler demektir.

‘Selefiyye’ sözlükte geçmiş insanlar, soy, fazilet ve ilimde önceden gelenler demektir.

Selefiyyeyi dört döneme ayırmak mümkün. Birincisi; terim olarak ‘selef’; ilim ve fazilet açısından müslümanların önderleri sayılan sahabeler ve onları takip eden tabiîler (1. ve 2. Kuşak) için kullanılır.

Bunlara İslâm ümmeti ‘selef’ der. Saygı duyar ve onların din anlayışını örnek alırlar, izlerler. Sonradan gelen pek çok âlim, Kur’an’da farklı yoruma açık âyetleri, hadisleri fazla yorum yapmadan “biz de selef gibi kabul ediyoruz” derler. Bu elbette anlaşılır bir şey. Her ne kadar sahabeler ve 2. Kuşak arasında görüş birliği olmasa da. Zira onlar Peygamber’e yakın yaşadıkları için Dini sonrakilerden daha iyi anlamışlardır denilir.

Bu tanıma 1. ve 2. ikinci kuşağın tümü değil, daha çok onların âlimleri, İslâmı en isabetli anlayıp yaşayanlar kasdedilmiş olmalı. Zira biz biliyoruz ki Peygamberin vefatından  sonra sahabeler ve 2. kuşak arasında anlaşmazlıklar çıktı. Hatta savaştılar bile. Bir çok farklı yorum, siyasi ve itikadi görüş/mezhepler 2.kuşak zamanında çıktı. 

İkincisi; 9. Yüzyılda yaşayan Ahmed b. Hanbel’e nisbet edilen, ondan sonraki asırlarda sistemleşen İslâm yorumu. Bu akımı benimseyenlere ‘selefiyye’; 1. ve 2. kuşağın görüşünü takip eden fıkıh ve hadis âlimlerinin yoludur. Bunlar kendilerine ‘hadis ehli, sünnet ehli, hak ehli’ de derlerdi.  

Bunların itikadî görüşleri ‘ehl-i sünnet’ diye anılan gruplarına yakındır. Ama Kur’an ve hadislerle birlikte, 1., 2., hatta 3. kuşağın söz ve yorumları kutsallık derecesinde önemseyen, onlardan gelen nakilleri esas alan,  akletmeye, te’vil ve tenkite fazla yer vermeyen bir yorum biçimidir. Onlara göre ilim/din bu üç kuşaktan nakledilenlerdir. (İslâmoğlu, B. facebook sayfası 05.12.2020)

Kendilerine göre o zamanki bid’at mezhepleriyle mücadele ettiler. Sert bir muhalefet yöntemi kullanarak Dinin kaynaklarının, Allah’ın sıfatlarının te’viline, felseye ve kıyasa karşı çıktılar. Bunların lafızları (sözlerini) ön plana çıkardılar. Onlara göre dinî hükümler de bu iki kaynaktadır. Bundan dolayı bazıları bu selefiliği mezheb değil, o dönemde inanç konularında farklı metod kullanan bir akım sayarlar. (Özervarlı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/399)

14. Yüzyılda yaşayan İbni Teymiyye ve takipçileri, müslümanların birliği ve güçlenmesi amacıyla Kur’an ve Sünnete dayalı aklı kullanmayı kabul ettiler. Tevhid ve şirk konularında daha titiz davrandılar. Bid’at ve hurafe dedikleri âdetlere karşı çıktılar. Felsefenin ve sufizmin getirdiği Tevhide aykırı görüşleri reddettiler. Bunlarınkine yeni bir selefi anlayış denilebilir.  

Üçüncüsü; 1792de Hicazda ölen Muhammed b. Abdulvahhab’ın öncülüğünü yaptığı ve Suud ailesiyle devlet olan selefiyye. Bunlar Tevhid inancını öncelediler. Şirk, bid’at ve hurafe olarak niteledikleri şeylere mücadele başlattılar. Kabir ve türbelere yapılan aşırı saygıları şirk sayıp kendi bölgelerindekileri tümüyle yok ettiler. Bunlara Vehhâbî de deniliyor. Ancak onlar kendilerini selefî sayarlar. Daha çok Hanbelî mezhebinin literal yorumuna bağlıdırlar. Ellerinde devlet imkanı olduğu için geniş tanıtım faaliyetleri yaparlar. Bütün İslâm dünyasında az da olsa etkileri var. Öncekilerden ayrımak için bunların görüşlerine selefiyye değil, selefîlik demek daha isabetli olur.

Dördüncüsü: Buna da ‘selefcilik’ demek gerekir. Bugün selefin yolunu izlediklerini iddia eden, katı, tek tipçi, kendileri gibi olmayanları dışlayıcı, İslâmı en iyi kendilerinin anladığını iddia eden, şekilciliğe takılıp kalan, sonradan ortaya çıkan dinî yorumları bid’at diye niteleyen, İslâmın ilk asrına dönmneyi hâyal eden, ‘müşrik, kafir oldu’ yaftasını kolay kullanan bir anlayış.

Bunlar saf selefi anlayışını bu tutumlarıyla ideoloji haline getirdiler. Bir şey ideoloji olunca, o kabul edilebilir bir yorum, saf bir kanaat, sağlıklı bir din anlayışı değil; propagandası yapılan, çıkara alet edilen, baskı aracı yapılabilen bir şeye dönüşür. Bir şeyin sonuna cı, ci, cu, cü geliyorsa, o şey kolaylıkla ideolojiye dönüşür. Selefin yolundan gitmek değil, selefçilik. Yani selefin adını kullanarak kendi görüşlerini meşrulaştırma. Bu hem sağlıklı değil, hem de müslüman kitleyi memnun etmiyor. Sanırım bugün kendilerine selefî diyenler bu açmazı yaşıyorlar.

Hüseyin K. Ece

09.12.2020

Zaandam