Yolu bir şekilde hapishâneye düşenler için Türkçe’de üç kelime var. Biri şimdilerde pek kullanılmayan ‘maznun’, ‘mahkûm’ ve ‘mahpus’.

Maznun, zanlı veya tutuklu demektir. Bunlar henüz suçu sabit görülmemiş, mahkum olmamış şüphelilerdir. Mahkûm ise, mahkeme sürecinden sonra cezası kesinleşmiş, hüküm giymiş kişilerdir. ‘Mahpus’ da hapiste olan, hapis cezası alan demektir.

Bunların Hollandaca karşılığı ‘verdachte’ ve ‘gevangene veya gedetineerde’dir.

Suç işleyenlerin ceza alması, suçluların engellenmesi adaletin gereğidir. İnsan haklarının korunması, toplumsal huzurun ve güvenliğin sağlanması da ülkeyi yönetenlerin ve ilgili kurumların görevidir. Bir ülkede –iyi veya kötü- yasaların, kuralların, sınırların, kırmızı çizgilerin olması, düzen ve huzur için gereklidir. Bu kuralları çiğnemek, yasalara aykırı hareket etmek bütün ülkelerde suç sayılır.

Bir toplumda herkes istediğini yapmaya kalkışırsa, suçlulara ceza verilmese; kaos olur, düzen kalmaz, insanlar mağdur edilir, insan hakları tehlikeye düşer.

“Ben canımın istediğini, hoşuma gideni, ya da çıkarıma uygun olanı yaparım, bana kimse karışmasın” anlayışı, hem sorumsuzluk, hem de pratik hayatta karşılığı olmayan boş bir iddiadır. Halbuki insan sonsuza dek özgür, serbest, başıboş değildir.

İnsanlar toplu hâlde yaşarlar. Bundan dolayı yaptıkları işler, eylemler başkalarını da ilgilendirir. Kişinin evinde, bir köşede yaptığı bazı davranışlar kendisiyle sınırlı kalır. Ama toplum içinde bir şey yapıyorsa, bunun bir ucu başkalarına ulaşır. Eylem doğru, iyi, yarayışlı ise, onu yapan topluma faydalı olmuş sayılır. Yapılan davranış, kötü, yanlış ve zararlı ise, bundan başkaları da zarar görür. Böyle davranışlar/eylemler suç da olabilir. Ortada suç varsa tutuklanma, yargılanma, mahkûmiyet, yani hapis veya para cezası gündeme gelir.

 Uyuşturucu kullanan birisi, ‘kime ne, başkasını ne ilgilendirir benim kafayı bulmam? Kimse, devlet bile bana karışmamalı” diye düşünebilir. Halbuki bunun kişisel özgürlükle alakası yok. Uyuşturucu kullanan kendine mutlaka zarar verir. Akli ve bedeni dengesi, sağlığı bozulur. Belki çalışacak durumu kalmaz. Fikir, düşünce üretemez. Kendisi ve toplum için yararlı faaliyetler, üretim ve icat yapamaz. Düzenli bir hayat sürdüremez. Varsa ailesi dağılabilir. Eşi ve çocukları perişan olabilir. Yeterli geliri yoksa uyuşturucu temin etmek için dilencilik, hırsızlık, soygun gibi yollara başvurabilir. Uyuşturucu çetelerinin ağına düşebilir, bu yolda kriminel olabilir. 

Böyleleri, kendisi için sorun olduğu gibi, ailesi, toplum ve devlet için de sorun olur. Bunları tedavisi, rehabilite edilmeleri, topluma zarar vermesinler diye gözetim altında tutulmaları; hepsi bir mesele, hepsi ülke için bir külfettir. Halbuki iyi insana yakışan topluma, başkalarına yük olmak değil, toplumda gücü yettiği kadar yük almaktır. Başkalarına zarar değil, yarar taşımaktır.

Bunların bu hâle düşmesine sebep olan uyuşturucu tacirleri suç işlemiş olurlar. Otorite bu ve benzer suçluları yakalamasa, engellemese kötülükler, hak ihlâlleri, mağduriyetler artar.  

Hollanda adalet sistemi de bu anlamda görevini yapıyor. Suç ve suçlu olduğu sürece de hapishâne, mahpusluk, mahkûmiyet olacaktır.

Hollanda’da müslümanların oranı yüzde beş’ten biraz fazla. Ama  hapishânelerindeki müslüman mahkûmların oranı şimdilerde yüzde yirmibeşi geçmiş durumda. Bu demektir ki müslümanlar mahkûmlar Hollandalılara göre dört kat daha fazla. Onlar diğerlerine göre dört kat daha suçlu.

Bu burada yaşayan müslümanlar açısından son derece üzücü bir sonuç. Bazıları, “iyi ama yetkililer ayrımcılık yapıyorlar, müslümanlara daha fazla ceza veriyorlar, Hollandalıları tutuklamıyorlar” diyebilirler. Bir; bu iddiaların isbat edilmesi zordur. İki; bu iddialar müslüman mahkûmların sayısını azaltmıyor.

Keşke tersi olsaydı. Keşke gençlerimiz daha olumlu düşünseler, kimliklerine uygun yaşasalar, yasalara uysalar... Hani iddia ediyoruz ya, “müslüman iyi insan olmalıdır”, “iyi müslüman, başkasının onun elinden ve dilinden zarar görmediği kişidir” diyoruz ya. Müslüman mahkûmların hepsi belki ağır suçlu değil. Ama ne olursa olsun yasalara göre suç işliyorlar ve az veya çok ceza alıyorlar. 

 Hollanda’da yaşayan müslümanlar olarak bu gerçeğin farkına varmalıyız. Bu bizim için ciddi bir sorun. Buna karşı aileler, ebeveynler, camiler, sivil toplum kuruluşları ne yapabilirler? Yeniden düşünmeliyiz. 

Müslümanlar –özellikle gençler- neden hapse giriyolar. Bize göre başlıca sebepler şunlardır:

-Ailevî sebepler. İyi yetiştirememe, aile içi şiddet, geçimsizlik, iletişimsizlik, boşanmalar ve sahipsizlik, pek çok çocuğu, genci suça, sokağa sürüklüyor.

-Sağlam bir inanç ve inanca uygun yaşama eksikliği. Sağlam iman sorumluluğu beraberinde getirir, bir çok yanlışa engel olur.

-Temel dinî bilgilerin eksikliği. Bu da bazılarını sorumsuz yapıyor. Bazı yanlışları veya haramları normal kabul etmelerine sebep oluyor. Mesela, uyuşturucu satmayı ticaret saymaları gibi.

-Bazı gençler ihtiyaçlarının yeterince karşılanmadığını düşünerek yasa dışı yollara başvururlar.

-Boş vermişlik, umursamamazlık, başıboş olduğunu düşünmek. Ya da nefsinin arzusunun peşine takılıp, aklını kullanmamak. Bunu da mutluluk zannetmek.

-İrade zayıflığı. Kârını ve zararını iyi hesap edememek. İsteklerine yenilmek ve başkalarının güdümüne girmek.

-Kötü kişilerle arkadaş olmak. Kötü, pis, eğlence yerlerinde çok bulunmak.

-Kendilerine göre daha ilerde olduğunu düşündüklerini taklit etmek. Onlar gibi olmaya kalkışmak.

-Çalışmayı, ter dökmeyi sevmemek, buna karşın kolay yoldan çok para kazanma arzusu. Bu saplantı aklı kullanmayı perdeliyor.

-Dış hayat, başkalarının çılgın yaşayışı, avrupalıların lüks yaşantısı kimileri için çok çekici. Buna ulaşabilmek için de suç olan işlere bulaşabiliyorlar.

-Aç gözlülük, zevk, para ve mal hırsı. Bu duyguları kontrol edememek.

-Yanlış din anlayışı. Bu açıdan bazı yanlış işleri din adına yapmaya kalkışmak, ya da dinden, dinin kurallarına uymaktan soğumak.

-Allah, âhiret ve hesap verme inancının zayıflığı. Buna takva, yani sorumlu davranma bilincinin azlığı diyebiliriz. Bir kişide «Allah korkusu ve sevgisi» yoksa kötü olabilir, suç işleyebilir.

Hüseyin K. Ece

18.08.2020

Zaandam