Bizim insanımız genelde, başına bir musibet gelse, hasta olsa veya iyi ve kötü bir şeyle karşılaşsa bu konuda kendi rolünü unutup, konuyu kader’e bağlamayı pek sever.

“Eh ne yapalım takdir-i ilâhi”, “kaderim böyle”, “kader, elden ne gelir” gibi.   

Evet Allah’ın takdiri/kaderi var. Ama insanın da iradesi var, yaptıkları var. Allah’ın insanla ve toplumla ilgili takdiri sebeplere bağlıdır. Sebepleri atlayıp, sonuçları kadere bağlamak, kaderi yanlış anlamaktır. Söz gelimi, bir kişi aşırı terlese, sonra rüzgâra karşı dursa kesin hasta olur. Bu hastalık o kişiye önceden yazılmış bir şey değil, terli iken rüzgâra karşı durmanın sonucudur. Buradaki kader, Allah’ın tabiata, olaylara, sebeplere böyle özellik vermesi, yasasını böyle koymasıdır.

Korona günlerini yaşıyoruz. Bu salgın hemen bitecek gibi de gözükmüyor. Bunun nasıl ortaya çıktığı önemli değil. Uzmanların dediğine ve yaşanan tecrübeye göre çok çabuk bulaşan ve hızla yayılma özelliği olan bir virüs. Tabiî tedbir alınmazsa. Bu virüsün böyle olması kader olduğu gibi, insanların tedbir almaları, sakınmaları, hastalanınca da tedaviye baş vurmaları, derman aramaları da iyi olmanın kaderidir.

Bir müslüman için sağlığı korumak dini bir emirdir. Çünkü beden gibi sağlık da ona verilmiş bir emânettir. Hz. Muhammed (sav) her türlü hastalık için tedavi olmayı tavsiye ediyor. Birisi Peygamber’e şöyle sormuş: “Ey Allah’ın Elçisi, tedavi olalım mı? Evet, dedi, ey Allah’ın kulları tedavi olun. Zira Allah (cc) bir hastalık yaratmamıştır ki, dermanını, ya da şifâsını da yaratmamış olsun. Bir hastalık hariç.” Dediler ki: “O hangisidir, Ya Rasûlelleh?” dedi ki: İhtiyarlık (ve ölüm)”. (Tirmizî, Tıbb/2 no: 2038. Bir benzeri: Ebu Dâvud, Tıbb/11 no:3874, 3855. İbni Mâce, Tıbb/1 no: 3436. İbni Hıbban, Tıb/4 no: 6064)

Bu hadis bir atasözünde “derdi yaratan Allah dermanını da verir” şeklinde ifade edilir.

Bunun yanında Peygamber (sav) asırlar öncesinde korucu hekimliği tavsiye etmiş, bunu yapan mü’minleri övmüştür. Kendisi de her zaman hastalıklara karşı hep dikkatli olmuştur. O, yeterince uyumayı, dinlenmeyi, temiz olmayı, yeteri kadar yemeği, elleri ve ağzı temiz tutmayı, pis ve bayat yiyeceklerden uzak durmayı, yemek kaplarını kapalı tutmayı, sık sık duş almayı, tuvaletten sonra mümkün olduğu kadar temizlenmeyi tavsiye etmiştir.

Bu tavsiyeler bugün de geçerlidir. Uzmanların koronaya veya diğer hastalıklara karşı koruyucu tedbir tavsiyeleri de buna uygundur. Evet, hastalığın olması bir kader ise, hastalığı önlemek için tedbir almak da, hasta olunca tedavi olmak da başka bir kaderdir. Bu konuda tarihten ilginç bir örnek vermek istiyorum.

-Kaderden yine kadere

Kaynakların dediğine göre m. 639 yılındaki Suriye'de baş gösteren veba hastalığı 25-30 bin kişiyi öldürmüştür.  Abdullah ibni Abbas (ra) anlattı:

Hz. Ömer (ra) Şam’a doğru yola çıkmıştı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkumandanı Ebû Ubeyde ibni Cerrah ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona Şam’da veba hastalığının baş gösterdiğini haber verdiler.

Hz. Ömer Abdullah b. Abbas’a: -“Bana ilk Muhâcirleri çağır” dedi. Hz. Ömer onlarla oturup konuştu ve Şam’da veba salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onların bazıları: -“Sen belirli bir iş için yola çıktın, geri dönmeni uygun bulmuyoruz” dediler. Bazıları da: -“Müslümanların kalanı ve Hz. Peygamberin ashabı senin yanındadır. Onları bu vebanın üstüne sevk etmenizi uygun görmüyoruz, orada salgın hastalık var” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer:

-“Gidebilirsiniz” dedi.

Daha sonra Abdullah ibni Abbas’a: -“Bana Ensâr’ı çağır” dedi. Onlar da Muhâcirler gibi benzer sözler söylediler. Hz. Ömer: -“Siz de gidebilirsiniz” dedi. Abdullah’a tekrar: -“Bana Mekke’nin fethinden önce Medine’ye hicret etmiş olan Kureyş Muhâcirlerinin yaşlılarını çağır” dedi. Onların hepsi: -“İnsanları geri döndürmeni ve bu hastalığın olduğu yere gitmemeyi uygun görüyoruz” dediler. Bu defa Hz. Ömer herkese seslenerek: -“Ben sabahleyin dönüş hazırlığına başlıyorum, siz de hayvanlarınıza binmiş olun” dedi.

Bunun üzerine Ebû Ubeyde ibni Cerrah: -“Ey Ömer, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” demiş. Hz. Ömer: -“Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde!” dedi. Zira Ömer Ebû Ubeyde’ye muhalefet etmek istemezdi.

Ve sözüne şöyle devam etti. “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?”

O esnada bir takım ihtiyaçların karşılamaz için bir yere giden Abdurrahman ibni Avf (ra) geldi ve: “Bu konuda bende bilgi var, Rasûlullah’ın (sav): ‘Bir yerde veba (taûn-bulaşıcı hastalık) olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veba ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız” buyururken işittim” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer Allah’a hamd etti ve oradan ayrılıp yoluna devam etti. (Buhârî, Tıbb/30 no: 5729, Tıbb30 no: 5730, Hayl/13 no: 6973. Müslim, Selâm/32(98) no: 5784)

Görevi gereği Şam'a dönen vali Ebû Ubeyde de bu büyük salgın sırasında vefat etmiştir. (TDV İslâm Ansiklopedisi 10/249-250)

Hz. Ömer; “hastalık Allah’ın kaderi (yasası) ise, tadbir almak da Allah’ın kaderidir” demiş oldu.

Hüseyin K. Ece

30.07.2020

Zaandam