Kur’anda ‘sünnetullah’ diye, “Allah’a ait değişmez prensipleri, kişi ve toplum bünyesindeki, ya da sosyal hayatla ilgili ilâhî yasaları” ifade eden bir kalıp kavram var.

Kelime olarak sünnet; yol, gidişat, âdet, yasa, prensip demektir.

“Allah’ın öncekiler  için geçerli olan uygulaması budur; ve sen Allah’ın sünnetinde hiç bir değişiklik bulamazsın.” (Ahzab 33/62)

Sünnet kelimesinde orijinallik, süreklilik, düzenlilik ve standartlık vardır. Demek ki sünnet, orijinal, sürekli ve düzenli bir hâlde belli standartlara uygun olarak ortaya çıkan davranış biçimidir.

Kur’an, peygamberlerin ve ilâhi kitapların ilâhi yasaları, sınırları, ölçüleri açıklamak için gönderildiğini haber veriyor. Bu yasalara uymayan ve ceza alan kavimlerden örnekler vererek son muhatapları uyarıyor. Özellikle vurgu şu: Allah’ın koyduğu yasalara veya ölçülere uyanlar iki dünyada da mutluluğa erer, uymayanlar ise iki dünyada da zarara uğrar, bedbaht olur. 

Kur’an bu ilâhi yasaların, yani sünnetullahın baskı niteliğinde olmadığını bildirmek için onu bazan insana, bazan Allah’a nisbetle, şartlı önermeler şeklinde anlatıyor. Sünnetullah daha çok Allah’ın geçmiş toplumlar üzerindeki uygulaması hakkındadır. (bkz: Enfâl, 8/38. İsrâ 17/76-77. Fâtır 35/42-43)

İslâm kültüründe bir de ‘âdetullah’ kavramı var. Evrende gözlenen düzenli işleyiş, etki-tepki mekanizması içinde kendi kendine bir süreklilik ve tekrarlanış gibi görünür. Gerçekte düzeni kuran ve işletenin Allah olduğu inancının sonucu olarak evrenle ilgili ilâhî yasalara âlimler ‘âdetullah’ dediler. (Özvarlı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/181)

Bazılarına göre sünnetullah ile âdetullah aynı anlamdadır. Sünnetullah kişisel ve sosyal hayatla ilgili olsa da tabiatın bir parçası olan insan ve toplumlarla ilgili yasa anlamında sünnetullah ifadesi yerine tabiat yasaları hakkında âdetullah kavramını kullanmak mümkündür. (Oksar, Y. ÇÜİFD, 2016, cilt:16, 1/277-303)

Bazılarına göre ise ‘sünnetullah’ Kur’an’da sekiz defa yer almasına rağmen âdetullah yer almamaktadır. Âdetullah, daha sonradan, özellikle tabiat olaylarını açıklamak, “tabiat kendi kendine var oluyor” diyenlere karşı, onu da Allah’ın yarattığını, yürüttüğünü, bunu bir takım prensiplerle/kanunlarla yaptığını anlatmak üzere âlimler tarafından geliştirilen bir kavramdır.

Bu görüşe göre ‘sünnetullah’ ‘âdetullah’ olmadığı için, onun tabiat kanunları hakkında kullanılması yanlıştır. (Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 36)

İster sünnetullah, ister âdetullah, ister fitrat diyelim; insan hayatı ve varlık için biyolojik yasalar olduğu gibi toplumların yaşaması icin de sosyal yasalar vardır. Hatta toplumların cezalandırılması da belli şartlara bağlıdır. Allah (st) durup duruken bir kavmin durumu değiştirmez (Ra‘d 13/11), onlara hak etmedikleri cezayı veya ödülü vermez.

Allah (cc) bir âyette şöyle buyuruyor: “O (Rabbin) ki, (her seyi) yaratti ve duzene koydu. Yine O, takdir etti ve yol gosterdi.” (A’la 87/2-3) Allah (cc) yarattığı her şeye bir fıtrat da verdi. Fıtrat –canlı cansız- her varlığın yapısıdır, özelliğidir. Neyin, naıil, ne kadar, ne zaman olması  gerektiğini belirleyen, her şeye ölçü, yasa koyan O’dur. Âyette geçen yol gösterme (hidâyet), her varlığın görevini, işlevini fıtratına koymasıdır. Her varlık kendisi için belirlenen alanda işlevini yerine getirir. Bunu varlıklar zorunlu olarak yaparlar. İnsan ise serbest seçimiyle eylem yapar, hareket eder. Bundan dolayı sorumludur. 

Kur’an, tabiat yasaları ile sosyal yasalar arasında bağ kurarak sosyal yasalara uyulmaması hâlinde tabiat kanunlarının devreye girip ceza olduğuna da işaret ediyor. Mesela tûfan, deprem, kasırga ve denizde boğulma gibi. Söz gelimi; denizde batmamanın yasası ya yüzme bilmek, ya da gemi, sandal gibi bir araca binmektir. Bir kişi yüzme bilmediği hâlde öylesine denize dalarsa boğulur.  

Bu şekilde boğulan bir kimse hakkında “adamın eceli geldi, öldü, Allah’ın takdiri böyle idi” denilebilir mi? Denilebilir de, yanlış denilmiş olur. Bu kişinin ölümüne Allah’ın önceden yazdığı takdiri değil, O’nun suya, denize, denizde yolculuk yapmaya koyduğu yasalara uymaması sebep olmuştur. Her şeyi bilen Allah, bu kişinin hatasını onun eceli olarak belirlemiştir.

Şimdi dünyanın uğraştığı virüsün durumu da aynıdır. İster labaratuvarda üretilsin, isterse insanların hatası sonucu çıksın, ister Allah tarafından deneme için yaratılsın; onun da bir fıtratı var. Bulaşıcı, hasta edici, hatta öldürüvü olması. Ona karşı tedbir almak, korunmak veya tedavi olmak da ilâhi yasanın gereğidir. Koronadan hasta olan veya ölen biri icin, “ne yapalım, takdir-i ilâhi -alınyazısı” demek takdir-i ilâhiyi yanlış anlamaktır. Takdir-i ilâhi, varlıktaki yasaları keşfedip ona göre davranmaktır. Zararlı olandan sakınmaya, faydalı olanı elde etmeye çalışmaktır. Burada “tedbir kuldan, takdir Allah’tan” deyimini hatırlamalı...

Drs. Hüseyin K. Ece

23.12.2021

Zaandam