“Anlatıldığına göre eski zamanlarda ülkenin birinde iyi bir yönetici varmış. Buna kral mı, padişah mı, melik mi, reis mi, halife mi, başkan mı diyelim?

Farketmez, yönetici işte...  Halkın yönetiminin kendisine emânet edildiği yetkili, ama soumlu kişi. Bu yönetici o makama nasıl gelmiş... Onu da bilmiyoruz. Bu da önemli değil. Bu yönetici çok çalışkan, gayretli, adaletli, merhametli, yardımsever ve vicdanlı imiş. Aynı zamanda akıllı, becerikli ve basiretli imiş. Ayrıca akıllı, dürüst ve becerikli kişileri danışman yaparmış, böylelerine görev verirmiş.

Bu yönetici hem kendi hânesinde (görkemli sarayı yokmuş), hem görevlilerin mekânlarında, hem de uzak kasabalarda halkın şikayet ve isteklerini dinleyen görevliler tayin edermiş. Bu da yetmezmiş durumu ve gelişmeleri gözetlemek için müfettişler görevlendirirmiş. Onlar halkın dertlerini dinler ya da tesbit edip yöneticiye bildirirlermiş. O da danışmlarıyla bunlara çözüm ararmış.

Bundan dolayı yönetime geldikten kısa süre sonra ülkenin durumu hepten değişmiş. Sıkıntılar azalmış, halkın refah seviyesi yükselmiş. Şikayetler,  sorunlar ve suçlar en asgariye inmiş. Polisler, mahkemeler neredeyse işsiz kalmışlar. Zira karşılarına olay ve dava neredeyse gelmiyormuş.

Bu âdil yönetici bir gün bir rü’ya görmüş, herkes gibi. Rü’yasında bir horoz bir tavuğun ve civcivilerin yemini gasbettiğini, tavuğun da ağladığını görmüş. Sabah erkenden görevlileri çağırmış. Onlara “her ne kadar rü’ya ile amel edilmezse de, bu rü’ya sanki bana mesaj veriyor” deyip rü’yasını anlatmış. “Bir yerlerde aksaklık, bir sorun olmalı, gidip bakın, derdi olan biri mi var?” demiş. Görevliler ülkenin her tarafına dağılmışlar. Sonunda bir görevli şöyle bir haber getirmiş: “Bir köyde çocuklarıyla geçim çok zor durumda olan dul bir kadın bulundu. Hemen gereken yardım yapıldı.” Kralın içinin rahat etmesi gerektiğini  söylemişler.

Kral bu duyunca çok memnun ve mutlu olmuş. Zira o halkının mutlu olmasından mutlu oluyormuş. Başka bir şeyden değil.”

Hikâye böyle. Gerçek hayatta da böyle değil mi? Hani “kişiyi en fazla hangi şey mutlu eder?” diye sorulsa, herkes kendine göre bir şey der. Ama “başkasını mutlu etmek” cevabı herhalde en başta gelir.

Bir baba ve anne evine bağlı olur, çocuklarının ihtiyacını normal ölçülerde karşılar, onları mutlu etmeye çalışırsa, iyi yetiştirirse, mürüvvetlerini görürse mutlu olur. Bir koca hanımın hakkını gözetir, hoş tutar, onun hoş geçinirse, yani onun mutlu olması için geldiği kadar çaba gösterirse, kendisi de mutlu olur. Hanım da öyle.

Çocuklar, ana-babalarına zorluk çıkarmazlarsa, onları üzecek işleri yapmazlarsa, onları hayata hazırlama çabalarını boşa çıkarmazlarsa, saygılı davranırlarsa, yaşlanınca yardımcı olurlarsa, gerekirse bakarlarsa ana-baba mutlu olur. Evli çocukların kendi evlerinde huzurlu hayatları, mutlu olmaları onlar için mutluluk sebebidir.  

Ana-babayı, akrabaları, eşi dostu –uzakta iseler- zaman zaman ziyaret etmek, telefon edip hâl hatır sormak onları mutlu eder. Bir hastayı evinde veya hastahânede ziyaret de öyledir.

Yakında veya uzakta olan bir yoksulun, bir yetimin, bir yalnızın ihtiyacını ve yalnızlığını karşılamak, kederli birisini teselli etmek, acısını olanın yarasını sarmak, birinin işini –gücü yetiyorsa- görmek, hep mutluluk verici şeylerdir. Elden geldiği kadar ikram ve ihsan etmek, paylaşmak, ihtiyaç gidermek yapanın gönlüne genişlik ve mutluluk verir. Zira karşı taraf bunlarla mutlu olmuştur.

Bayram dolaysıyla cemaate katılmak, bayramlaşmak, hediyeleşmek, bayram ziyaretinde bulunmak ne güzeldir. Komşularla, tanıdıklarla, iş arkadaşlarıyla, yani bulunduğu yerdekilerle iyi geçinmek de öyle. 

Düşünün ki siz basit bir şey veriyorsunuz, ya da tatlı-güzel bir söz söylüyorsunuz, ama karşı taraf memnun  ve mutlu oluyor. Bu, insana mutluluk vermez mi?

Birinin mutlu olmasına sebep olanın kendisi de mutluluğu tadar. Başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmak hayâldir. Başkalarını  mutsuz edenler asla mutlu olamazlar.

Peygamber (sav) bir sözünde herkes gücü yettiği kadar Allah yolunda sadaka vermeli (ihsan etmeli) dedi. Verecek bir şeyi olmayan ne yapmalı sorusuna; -“Kötülük yapmaktan uzak durur. Bu da onun için sadakadır” buyurdu. (Buhârî, Zekât/30 no: 1445, Edeb/33 no: 6022. Müslim, Zekât/55 no: 2333)

Bunu biz, hiç olmazsa başkasının mutsuzluğuna sebep olmamalı diye anlayabiliriz.

Hüseyin K. Ece

22.04.2021

Zaandam