Takva üzerine Hüseyin K. Ece ile sohbet

Konuşan: Ribat (Konya)

2009

Sorular:

Ribat: Takvayı kazanabilmenin önündeki engeller nelerdir?

Hüseyin K. Ece: Bunları bir kaç maddede özetlemek mümkün.

1- Gaflet: Takva şuurunun önündeki en büyük engel gaflettir/unutmaktır. Bu da şeytanın insana bir oyunudur. Bir kimse herhangi bir çalışmanın sonunda bir şey elde etmeyeceğinden eminse onu yapmaz.

Ama bilirse ki, bunu yapıyorum ama az veya çok faydası olacak, az çok kazanç elde edeceğim; o zaman o işi yapmaya çalışır. Yaptığı şeylerin karşılığını görmeyeceğine inanan bir kimse ibadet etmez, İslam’ın haram dediği şeyleri zevk alarak yapar. Kur’an insanı unutma konusunda, şeytanın ve dünya hayatının insanı gaflete düşürmesi konusunda uyarıyor.(Haşr, 59/19; İsrâ, 17/64; Fatır, 34/5)

2- Ciddiyetsizlik: Hayatı ciddiye almamak, ölümü ciddiye almamak, ölümden sonrasını ciddiye almamak, Gafletlerin, yanılgıların, ahmaklığın en büyüğüdür. Âlimler Müslümanlara; “Dininizi ciddiye alın” diye tavsiye ederler. Kur’an kendisi için: “Şüphesiz o bir şaka değildir.”(Târık, 86/14) buyurur. Kur’an ve onun uyarıları sıradan bir söz, bir hikâye, bir ninni değildir.

Bir bilgin bir olay anlatıyor. Karşısındaki ise buna gülüyor. O zaman o bilgin şu çarpıcı cevabı veriyor: “Ne gülüyorsun? Anlattıklarım senin hikâyen.”

Ciddiyetsizler hayatı da, ondan sonrasını da, uyarıları da ciddiye almazlar. Bu anlatılanlar eskilerin masalları diye alay ederler. Hâlbuki her hastalık bizzat insanın kendi hastalığıdır, her ihtiyarlık herkesin kendi ihtiyarlık aynasıdır. Herkes bir cenaze ile birlikte ölür. Her cenaze aslında defnedicilere; “yanılmayın, aslında kendinizi gömüyorsunuz” der.  Bunları ciddiye alanlar uyanık olurlar, sorumluluklarını bilirler, gelecek için hazırlık yaparlar.  

3- Aşırı umutsuzluk veya aşırı kurtuluş umudu: Kimileri “zaten ben batmışım” tarzında umutsuzluğa düşerler. İstese de kimileri gibi ibadet edemeyeceğini zanneder. Bir anlamda hatalarına ve günahlarına bakarak kendileri için af yolunun kapalı olduğunu düşünür. Hâlbuki samimi olduktan sonra Allah herkesi affedebilir. İman eden bir kimse Allah’ın rahmetinden ümit kesmez. (Zümer, 39/53) Kimileri de “ne yaparsam yapayım, Allah affedicidir, nasıl olsa beni affeder” deyip ameli ve Allah’tan yardım istemeyi terk eder. Kur’an bu durumu şeytanın ayartması olarak niteliyor ve mü’minleri buna karşı uyarıyor. (Lokman, 31/33)

4- Dünya hayatına aşırı bağlılık, meşguliyet: Kimileri ahirete iman ettiği halde dünya işlerine öylesine dalar ki, onlarla öylesine meşgul olur ki, insanlık görevlerini yerine getirmeye zaman kalmaz. Bir de bakar ki gençlik gitti, olgunluk yaşı geçti, ihtiyarlık gelip çattı. O hâlâ biriktirmenin, daha çok kazanmanın, şu veya bu işi tamamlamanın, bu yatırımı kâra çevirmenin derdinde. Bu tutku insanı aldatır ve onu Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile davranmaktan alıkoyar. Hâlbuki dünya hayatı, bir oyun, bir oyalanma, mal ve çocuk artırma yarışından başka bir şey değildir. Ama asıl kalıcı olan Allah’ın yanında değerli olandır. (En’am, 6/32)

5- İmandaki zaaf: İnsan zayıf yaratılmıştır (Nisa, 4/28)  ve zaafları vardır. (Rûm, 30/54) Eşyaya ve dünyalıklara karşı aşırı sevgisi ve tutkusu bulunmaktadır. (Âli İmran, 3/14) Nefsi İslam’ın günah saydığı amellerden tad alır. (Yusuf, 12/53) Anlık zevklerden, hoşa giden lezzetlerden, gurur veren övünmelerden hoşlanır. (Lokman, 31/33. Fatır, 34/5; İnfitar, 82/6)

Takva bilinci, kişinin zayıf tarafını kuvvetlendirir. Hayatına denge getirir.  Ölümü hatırlatır. Yapacağı işleri şuurla yapmasını sağlar. Aşırılıktan, gaflete düşmekten, ölümü unutmaktan, hata yapmaktan insanı korur.

6- Ölümden ibret almamak: İnsan unutkan olduğu için ölümü çoğunlukla hatırlamaz.(Secde, 32/14) Dünya hayatında çok uzun zaman kalacağı hayaliyle yaşar. Dünya işlerine öylesine dalar ki ömrünün bittiğinin farkına bile varmayabilir.

Müslümanlar ahirete iman ettiklerini iddia ediyorlar. Ancak pratikte sanki ahiret yokmuş gibi yaşıyorlarsa, bu ahirete iman değildir. Herkes ölüsünü kendi eliyle gömdüğü halde, kendi öleceği aklına gelmiyorsa, aklını başına alıp da salih amel işlemeye, takvalı yaşamaya dönmüyorsa ahiret inancı zayıf demektir. Şairin dediği gibi galiba kimse ölüme inanmıyor: “Minarede "ölü var!" diye bir acı salâ./Er kişi niyetine saf saf namaz./Ne alâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!/Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan.” (N. F. Kısakürek)

7- Kur’an’dan uzak yaşamak: Kim Allah’ın zikrinden yüz çevirirse onun hakkı dünyada dar, sıkıntılı, telaşlı bir geçim, ahirette ise kör olmaktır. (Tâhâ, 20/124) Böylelerinin arkadaşı şeytan olur. (Zuhruf, 43/36) Şeytanın musallat olduğu kimse ne kulluk görevlerini bilir, ne ölümden sonrasını düşünür. Bu dünyalık yaşar, haz aldığı şeylerin peşinde bir ömür tüketir.

8- Düşüncesizlik: İslam tefekküre değer verir. Tefekkür Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmek, anlamaya çalışmak ve içsellestirmektir. Allah’ın ayetleri âfâkta (bütün âlemde) ve enfüstedir (insan bünyesindedir). (Fussilet, 41/53) İnsana inzal edilen Kur’an ayetleri de insan benliğine sunulan ayetlerdendir.

Allah’ın tabiattaki ayetlerini/eserlerini gözüyle okumayan, ondaki izleri, işaretleri, mesajları, uyarıları göremez. Âlemdeki harika oluşumlara tabiat olayı, hatta sıradan şeyler gibi bakar. Onların karşısında kılını kıpırdatmaz. O yüzden Kur’an kevnî ayet dediğimiz, yerdeki ve gökteki olağanüstü oluşumlara dikkat çekiyor ve insanların bunlar üzerinde düşünmelerini istiyor.

9- Başıboş olduğunu zannetmek: Bazıları dünyaya tesadüfen geldiğini ve başıboş, avare, sorumsuz olduğunu zannederler. Bunların işi yeme içme, zevklenme ve dünyadan haz almaya çalışmaktır.

Halbuki insan ne boşu boşuna yaratılmış, ne de başıboştur. (Mü’minûn, 23/115; Zariyât, 52/56) O (c.c.) insanla beraberdir. (Hadid, 57/4) O (cc) göğüslerin gizlemekte olduğu şeyleri de bilir, açığa vurulan şeyleri de. (Hûd, 11/5; Bakara, 2/230; A’raf 7/7; Yunus, 10/6; Mülk, 67/13)

10- İstikbar duygusu: İnsanı Allah’a ibadetten uzaklaştıran en önemli yanlışlardan biri budur: Kibir. Kendini büyük sanmak… Kur’an’ın deyişi ile “kendini müstağni görmek” (Alak, 96/6-7)Yani kendini yeterli, zengin zannederek Allah’a muhtaç olmadığını düşünmek.

Böyle bir fikir, azmanın, saygısızlığın, dik kafalılığın zirvesidir. Böyleleri ne Allah’tan korkarlar, ne kullarından utanırlar, ne de ahireti hesaba katarlar. (Bakara, 2/206)

11- Laûbâlilik: Din, Allah’ın şiarlarına (sembollerine) ta’zim etme (saygı gösterme) esası üzerine bina edilir. (Hacc, 22/32) Bu hürmet duygusu mü’minde takva olup olmadığının göstergelerinden biridir. Onun için mü’minim diyen kimsede Din’in kutsal tanıdığı şeylere karşı laûbâlilik, pervasızlık ve saygısızlık olmaz. İman bir anlamda Din’in kutsallarına saygıdır. 

Ribat: Takvayı kazanmak mı daha kolaydır, koruyabilmek mi? Takvayı koruyabilmenin yolları nelerdir?

Hüseyin K. Ece: Halk arasında hacca gidenler hakkında söylenilen “hacılığı koruyup koruyamama” gibi bir şey takva için geçerli değildir. Takva bilinci ne bir ibadete aittir, ne de bir zamana mahsustur. Mü’minin ölünceye kadar göstermesi gereken bir titizlik, bir dikkatliliktir.

İnanmış bir insana Kur’an’ın ölçülerine göre hareket etme, Allah’ın hükümlerine uygun yaşama titizliğini takva bilinci kazandırır. Bundan dolayı Kur’an “Allah’tan hakkıyla korkup çekinin, O’ndan ittika edin” diye hatırlatıyor. Cennet de “Görmediği halde Rahman’a karşı ‘içi titreyerek korku duyan (ittika eden)’ ve ‘içten Allah’a yönelmiş’ bir kalp ile gelen içindir.” (Kâf, 50/31-33) 

Takvayı kazanabilme yolları aynı zamanda onu koruyabilme yollarıdır. Kişi takva ile hareket ede ede yürüyen iman haline gelir. (Tıpkı doğruluğu ahlak haline getirenin sonunda sıddîklardan (özü sözü doğrulardan) yazılması gibi. (Buharî, “Edeb”,69; Müslim, “Birr”, 102-103  (2006, 2607) Ebu Davud, “Edeb”, 88 (4989); Tirmizî, “Birr”, 46 (1972)  Allah onu sevmeye başlar. Allah bir kimseyi sevince de o insan Allah adıyla yürür, Allah adıyla görür, Allah adıyla işitir. Allah onun yürüyen ayağı, akleden kalbi, tutan eli olur. (Buhari, “Rikak”, 38) Allah ile yürüyen insan, sapıtır mı? Allah ile tutan el harama uzanır mı, başkasının hakkını yer mi? Allah adıyla konuşan ağız yalan söyler mi?

Takvayı kazanmak zor olduğu gibi koruması da zordur. Zira nefis ve şeytan mü’mini bundan çevirmek üzere ölene kadar mücadele ederler. (A’raf, 7/14-17; Sad, 38/77-83; Hicr, 15/36-40; Yusuf, 12/53; Şems, 91/7-10) Ancak “ihsan ahlâkı” ile hareket edenler takvalarını kaybetmezler. Bilakis güçlendirirler.

İman ve takva arasında birbirini tamamlayan bir bağ vardır. İman bir açıdan insana takvayı kazandırır, ancak iman gücünü takvadan, takva bilincinden alır. Yani her ikisi birbirini tamamlar ve artırır. Mü’minin imanı kuvvetlendikçe takva şuuru artar, takvalı davrandıkça imanı güçlenir.

Kişi takvasını şunlarla daha iyi korur:

- farz olan ibadetleri titizlikle yerine getirerek,

- haramlardan kaçınarak, (Bakara, 2/187, 229; Nisa, 4/13; Tevbe 10/112)

- az ama devamlı salih amel işleyerek, (Çünkü Allah’ın en sevdiği ibadet/amel az ama devamlı yapılanıdır. Buhârî, “İman”, 33; Ebû Davud, “İman”, 38)

- dili Allah’ın emrettiği Peygamber’in öğrettiği gibi zikir ve tesbihat ile sürekli ıslak tutarak, (Birisi Peygambere; "Yâ Rasûlallah İslamî hükümler çoğaldı. Bana sımsıkı sarılacağım bir şey haber ver!" dedi. Buyurdu ki: "Dilin, Allah'ın zikriyle devamlı ıslak bulunsun." (İbni Mace, (3793); Tirmizi, (3597)

- ölümü bir an bile aklından çıkarmayarak, “hemen şimdi hayatım sona erebilir” diye teyakkuz halinde bulunarak. "Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Ağızların tadını kaçıran (lezzetleri yıkan) ölümü, çokça hatırlayın!" (Tirmizî, (2307)

- mezarlıklardaki dirileri ziyaret ederek,  (Peygamber (sav): Kabirleri ziyaret ediniz, bu size ahireti hatırlatır” buyurdu. (İbn Mâce, “Cenâiz”, 47)

- her işe besmele ile başlayarak,

- her bir ameli hayır amacıyla yaparak,

- Kur’an’la dostluğunu en üst düzeyde tutarak,

- gönlü mescitlere bağlayarak, (Buharî, “Ezan”, 36)

- nafile ibadetleri elinden geldiği kadar yaparak, (Buharî, “Rikak”, 38)

- abdestli gezmeye dikkat ederek,

- nefsini kin, nefret, haset, gaflet, gıybet, hırs ve tamaha, cimrilik ve egoistlikten arındırarak,(Nâziât, 79/40)

- iyilerden örnek, kötülerden ibret alarak,

- bazen Allah korkusundan ağlayarak… Zira ağlamak yiğitlik ister ve kalbi yumuşatır.

- hayırlı çalışmalarda sürekli aktif rol alarak,

- ilim meclislerine devam ederek, âlimlerin yanında bulunarak.

Ribat: Takvanın dereceleri var mıdır? Takva Müslümanın hayatını nasıl etkiler?

Hüseyin K. Ece: Kur’an’da “takva”nın  üç aşamada gerçekleştiğini söyleyebiliriz:

a- İman edip şirkten ve küfürden kurtulmak, böylece ebedi olarak cehenneme gitmekten korunmak. (Meryem, 19/97)

Allah (cc) temiz ile murdar olanın birbirinden ayırılacağını söyledikten sonra Müslümanlara imanı ve takvayı emrediyor. (Âli İmran, 3/179; Fetih, 48/26; Zümer, 39/27-28)

b- İslam’ın emir ve yasaklarını yerine getirerek ibadet etmek. Büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten kaçınmak, farzları dikkatli bir şekilde yerine getirmek ve böylece kendini azaptan korumaya çalışmak. “Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.”(Maide, 5/35; Muhammed, 47/36; A’raf, 7/91, 96; Bakara, 2/21; En’am, 6/153)

Hadiste geçtiği gibi helâl de bellidir haram da. Kim bunlara titizlikle uyar, sonra da şüpheli konularda Allah’tan ittika ederse, böyle bir kimse dinini ve ırzını korur. 

c- Takvanın en üstün mertebesi, Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirdikten sonra, bütün benliği ile Allah’a dönmek ve insanı Allah’tan uzaklaştıracak ve meşgul edecek her şeyden sakınmaktır.

Kur’an’ın mü’minlere, “Allah’tan hakkıyla ittika edin” (Âli İmran, 3/102) emri güç nisbetinde dinin emirlerini yerine getirmek ve haramlarından kaçınmak demektir. İbni Mes’ud (ra) bunu, “Allah’a itaat edip, O’na asi olmamak, şükredici olup nankörlük yapmamak, sürekli zikretmek ve O’nu unutmamaktır” şeklinde açıklıyor. (Beydavî, 1/173)

Takva, Allah’a yönelmek manasında saf dindarlığı ve O’nun karşısında huşuyu (saygıyı) ifade eder. Müslüman önce şirkten kaçınır ve imanını sağlamlaştırır. Sonra günahlardan sakınarak manevi olarak yücelir ve kalbini Allah’tan meşgul edecek şeylerden uzaklaştrır. Onu yalnızca Allah sevgisine ve korkusuna tahsis eder. Böylelikle tam bir huzura ve güvene kavuşur.

Maide 93. ayette iman edenler ve Allah’tan ittika edenler üç defa arka arkaya sayılıyor. Bunun takvanın üç derecesine işaret ettiği söylenebilir.

Takvanın ilk derecesi kişi ile kendi vicdanı arasında; ikinci derecesi, kişi ile diğer insanlar arasında; üçüncü derecesi de insanın kendisi ile Allah arasında uygulama alanı bulur.

Takvanın üçüncü derecesi “ihsan” diye nitelendirilir. (Elmalı, 3/1807) Nitekim ‘ihsan veya Cibril’ hadisinde buna işaret ediliyor.

Burada, Allah’a ulaşacak takva ile ihsan sahibi muhsinlerin davranışları arasındaki bağ dikkat çekmektedir.  “İhsan ederek (iyilik üreterek) kendini Allah’a teslim eden ve hanif (tevhidî) olan İbrahim dinine uyandan daha güzel dinli kimdir?...” (Nisâ, 4/125; Bakara, 2/112)

 

Ribat: İslam “Takvasız bir Müslümanlık”a nasıl bakar?

Hüseyin K. Ece: Takvasız Müslümanlık olmaz ki. Zira insan kul olarak Rabbine karşı sorumludur.

Müslüman dinini “takva bilinci” ile yaşar.

İnsan Allah’ın kuludur. Âlemlerin Rabbinin “şehadet kelimesi” ile “ilâh” olarak kabul eden bir kimse O’nun kendisini gördüğünü, her an murakabe ettiğini, O’na karşı görevlerinin olduğunu, O’na şükretmesi gerektiğini, yaptığı her işin kaydedildiğini, günün birinde yaptıklarının hesabını mutlaka vereceğini bilir. Bu konudaki dikkatliliği onun dindarlığıdır. O kulluk görevlerini Allah’ın kendisini gördüğü bilinciyle yapar. Onun hayatı Allah için yaşamadaki titizliği, dikkati ve sorumluluk duygusu onun takvasıdır.

Muttaki (takva sahibi) olmak, Allah’ın kullarından istediği bir seviyedir. Bu seviye de İslamın amacı ve Kur’an’ın terbiyesidir.

Kur’an, genel olarak insanları (Bakara, 2/21), özelde mü’minleri takva’ya, yani Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile davranmaya davet ediyor. (Âli İmran, 3/102; Ahzâb, 33/70; Teğâbûn 64/16) İnsan ya gafletinden, ya nefsinin engellemesinden, ya da başka sebeplerden dolayı kulluk gorevlerini yerine getirmede gevşeklik gösterebilir. Ya da ihmal edebilir. Bundan dolayı Kur’an müslümanları bir kez daha uyarıyor ve  onları Rablerinin emirlerini yerine getirmede takvaya davet ediyor.

Kur’an, dünya hayatının süslerinin bir deneme aracı olduğunu söyledikten sonra, bazı insanların ellerindeki dünyalıklara imrenilmemesini emrediyor. Şüphesiz Allah’ın rızası ve O’nun vereceği mükâfat gibi rızıklar hem daha hayırlı, ham daha kalıcıdır. Sonuçta kazanacak olanlar da takva sahipleridir. (Tâhâ, 20/131-132)

“Dünyanın metaı (faydalanılan şeyleri) pek azdır. Ahiret ise takva sahipleri için daha hayırlıdır.” (Nisa, 4/77; Bir benzeri: En’am, 6/32)

Kur’an müttakilerin gerçek kurtuluşa ereceklerini farklı ayetlerde müjdeliyor. (Nebe’, 78/31;  Âli İmran, 3/130-132; Dûhan, 44/51; Nahl, 16/30-32; Nûr, 24/52 ve diğerleri) Allah’ın rahmet ve bağışına kavuşan, gerçek anlamda kurtulmuş demektir. Allah’ın bağışına ve affına uğrayan, esas olan kurtuluşa, yani cehennem azabından kurtuluşa ermiş demektir. Bunun için Kur’an,“Allah’tan ittika edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz (kurtulmayı umabilesiniz)”demektedir. (Bakara, 2/189; Âli İmran, 3/130, 200; Mâide, 5/35, 100)

 İnsana düşen aklını başına alarak ‘fâcirlerden’ değil, muttakilerden olmak, yani Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir.

Hüseyin K. Ece

Zaandam-Hollanda