İbadet, amel, salih amel ve ibadetin gerekçeleri hakkında bir seminer.

Hüseyin K. Ece

25 Ekim 2009

Selam-Dortmund

 

-İtaatın yerine getirilmesi: İbadet

İmanın gereği iman edilen Allah’a ve O’nun emirlerine itaat, yasaklarını çiğnememektir.

İtaatın diğer adı ibadettir.

Ya da müslüman Allah’a, Allah’ın koyduğu ölçülere itaat ettiği, O’nun çizdiği sınırlara dikkat ettiği zaman, bu davranışı ibadet olur.

 

-İbadet Nedir?

Sözlük anlamı; itaat etmek veya boyun eğmek demektir. Şsyan etmeksizin, karşı gelmeksizin birinin emrine girmek.

Istilah olarak ibadet; niyete bağlı olarak yapılması sevap olan, özel bir şekilde yapılan itaat ve fiillerden meydana gelir.

İnsanı yaratan ve ona her türlü nimeti veren Allah’a karşı bir ta’zim (O’nu büyük görme)dir.

İbadet, kendini kul olarak kabul eden insanın Rabbine karşı teslim oluşu ve Rabbine itaat edişidir.

İbadet, Yüce Yaratıcı karşısında kişinin benliğinin derinliğinden gelen bir saygı ile boyun eğmesidir.

İbadet, Allah’a karşı duyulan saygı ve azamet duygularının en yücesidir. Kul bu duyguyu, Allah’ın emirlerine uyarak, yasaklarından kaçınarak yerine getirir.

Kur’an-ı Kerim’de ibadet kulluk ve itaat anlamında kullanılıyor: (2 Bekara/21, 172. 36 Yâsîn/60. 46 Ahkaf/5. 10 Yûnus/18)

Daha bir çok âyette ibadet, Allah’a ve O’nun dışında ilâh (tanrı) zannedilen şeylere yapılan itaat, kulluk ve tazim gibi şeyler anlamında kullanılmaktadır.

Bizim üzerinde durmaya çalıştığımız da bu anlamdır

 

-İbadet gerçeği;

İnsan ya Allah’a, ya da onun dışında kendi uydurduğu bir ilahe kulluk eder. Üçüncü bir yol yoktur.

Zira Allah (cc) insanı böyle yaratmıştır. Yemeğe, içmeye ve benzeri şeylere muhtaç olan insan, ibadet etmeye de muhtaçtır.

Eskiden kölelere de ‘abd’ denirdi. Onlar, sahiplerine karşı gelmeksizin itaat ederlerdi. Çünkü onlar efendilerinin malı sayılırlardı.

İnsanın Allah karşısındaki durumu, kölenin efendisi karşısındaki durumu gibi değildir. İnsanlar Allah’ın köleleri değildirler. Ancak insanlar mutlak itaatı, boyun eğmeği ve en yüksek tazimi Allah’a yapmak zorundadırlar. Bunun adı kulluktur, yani ibadettir.

İbadet, kişinin benliğini inkâr etmesi, kendini bir hiç yerine koyması değil, Allah’ın yüceliği yani azameti karşısında duyulan saygıdan dolayı bir ürperiş, bir teslimiyet, bir sığınma, bir söz dinlemedir.

Yaratanla yaratılan arasındaki diyaloğ, karşılıklı ilişki; Allah’tan insana vahy şeklinde, insandan Allah’a doğru ‘dua ve ibadet’ şeklinde gerçekleşir.

İbadet, aynı zamanda nimetleri veren makama karşı bir şükür işaretidir. İnsana verilen en üstün nimet herhalde hayat nimetidir. Öyleyse ibadet hayatı var eden, bütün yaratılmışların hayatını elinde tutan Allah’a yapılır.

İslamdaki ibadet anlayışı, batıl dinlerde olduğu gibi bir tapınma değil, Allah’a karşı olan sevginin, saygının, azametine teslim oluşun, O’nun Rabliğini tasdik edişin dua, itaat ve belli hareketlerle ortaya konmasıdır.

İbadetin ilk basamağı inanmak ve imanın gereklerini yapmaktır.

Bu manada ibadet gizli olmaz. İnsan hayatı gizli değildir ki, hayatı Allah rızası için yaşamak, yani ibadet te gizli olsun.

-Sâlih ameli tamamlayan şartlar

a-Niyet

b-İhlas

c-Takva

d-İhsan

 

-Kelime anlamıyla ibadet      

İbadet ve ubudiyyet, ‘abd’ fiiliinden gelir. Bu da, itaat etmek, alçak gönüllülük (tevazu) göstermektir.

Daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye isyan etmeksizin, ondan yüz çevirmeksizin, karşılık vermeksizin itaat etmesi ve boyun eğmesi, kendi özgürlüğünü terkedip tam bir bağlılıkla onun emrine girmesi demektir.

 

-Istılah olarak ibadet

İbadet, niyete bağlı olarak yapılması sevap olan, özel bir şekilde yapılan, iman, itaat ve fiillerden meydana gelir.

Evet iman da öncelikle bir ibadettir. Değil mi insan Rabbinden gelen ölçülere uyuyor, kabul ediyor, o hükümlere boyun eğiyor. 

İbadet, kendini kul olarak kabul eden insanın Rabbine karşı teslim oluşu, Rabbine itaat edişi, benliğinin derinliğinden gelen bir saygı ile boyun eğmesidir. Kul bu görevi, Allah’ın emirlerine uyarak, yasaklarından kaçınarak yerine getirir.

Allah’ın razı olduğu bütün ameller ibadet kapsamına girer. Allah, insanlardan güzel davranışlar ve kendi hükümlerine uyma istemektedir. Yani Allah’a itaat manası taşıyan her hareket ibadettir.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿21﴾

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki takvaya erersiniz.” (2 Bekara/21)

İbadet, aynı zamanda nimetleri veren makama karşı şükrün yerine getirilmesidir. İnsana verilen en üstün nimet herhalde hayat nimetidir. Öyleyse ibadet hayatı var eden Allah’a yapılır.

İslâmdaki ibadet anlayışı, batıl dinlerde olduğu gibi bir tapınma değil, Allah’a karşı olan sevginin, saygının, azametine teslim oluşun, O’nun Rabliğini tasdik edişin dua, itaat ve belli hareketlerle ortaya konmasıdır.

Allah (cc) insanı ‘abd-kul’ olarak yaratmıştır. Dolaysıyla insana düşen bu kulluğun şuurunda olmaktır. Abd, efendisinin emrine itiraz etmeksizin, karşı gelmeksizin uyar. Verilen emri yerine getirir, istenen hizmeti görür. Çünkü efendisi onun sahibidir, ona nimet vermektedir, ona sayısız iyilikte bulunmaktadır. 

Gerçek Efendi’ye (Mevlâ’ya) kulluğu unutanlar, başka yalancı mevlâlar (efendiler) bulurlar.

İbadette, itaat edenin yalnızca boyun eğip söz dinlemesi yeterli değildir. İtaat eden kul (abd), aynı zamanda önünde boyun eğdiği efendisinin yaptığı iyilikleri de bilmelidir. Verdiği nimetlere teşekkür etmelidir.

İslâm, bu şekilde bir boyun eğmenin, kayıtsız şartsız itaatin ve bu yüceltmenin ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı yapılabileceğini  ortaya koymuştur.

İman eden kimse, bir anlamda bütün kölelikleri, bütün yanlış

kul ve kulluk anlayışlarını reddettiğini ilân etmiş olur.

O, imanıyla der ki, ‘ben âlemlerin Rabbini ilâh olarak kabul ediyorum, ben O’nun kuluyum. Dolaysıyla mutlak itaati, mutlak hizmeti ve ibadeti yalnızca O’na yapacağım. O benim sahibimdir, ben O’na aitim, O’ndan geldim ve yine O’na döneceğim.’

 

-Niçin İbadet?

Burada niçin ibadet etmeliyiz sorunun cevabını, ya da ibadet görevinin gerekçelerini sıralamaya çalışalım.

İbadetin amacı, Allah’ın rızasına ulaşmak,

bir anlamda takva sahibi olmak,

bununla dünya hayatını düzene koymak,

iyi bir insan olabilmek

ve öldükten sonra da Cenneti kazanmaktır.

İbadet, yaratılıştan gelen bir ihtiyaçtır. İnsanlar Yüce Allah’a ibadet için yaratılmışlardır. (51 Zariyât/56)

Allah’ı unutanlar ise tarihte ve günümüzde ibadet edecek ilâhlar bulmuşlardır. İşin doğrusu yeryüzünde ibadetsiz insan olmaz.

 

-İbadet Allah’a yaklaşmak için yapılır

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {35}

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/35)

أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً {57}

“Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.” (İsrâ 17/57)

İnsan Allah’a üç vesile ile yaklaşabilir:

-Dua ile

-Esmâu’l- hüsnâ ile

-Sâlih amel ile

-Cihad (yoğun çaba) ile.

Bunlardan sâlih amele kısaca değinelim:

 

-Sâlih amel-İbadetin İcrası

İnsanın görevi Rabbine itaat etmesi, yani yalnızca O’na kulluk yapmasıdır.

Ancak ibadetin yerine getirilmesi nasıl olacaktır?

Kur’an’ın üzerinde durduğu en önemli iki konu iman ve sâlih ameldir.

        

-Amel nedir?

‘Amel’ sözlükte, iş, davranış, hareket, aksiyon, faaliyet ve faydalı eylem anlamlarına gelir.

‘Amel’, aslında niyetli davranış, bir maksada bağlı olarak yapılan fiildir. Bütün canlılar bir takım fiiller yapabilirler. Ancak onların yaptıkları bu fiillere ‘amel’ denilmez.

İyi veya kötü nitelemesi de bir niyetle yapılan ameller hakkında geçerlidir. Buna göre insan, ister iyi bir şey yapsın, isterse kötü bir şey yapsın; yaptığı işi bir niyetle yapıyorsa, o işi yapmakta bir maksadı varsa, o iş bir ameldir.

İslâm sıradan amelin değil salih amelin üzerinde duruyor.  Kur’an, pek çok âyette Allah’a imandan sonra hemen amel işlemeye dikkat çekiyor.

İnsanın kurtuluşu iman ve onun gereği olan salih amelle mümkündür.

Esasen insan ve ona ait hayat ile ölümün yaratılmasının amacı, nasıl bir amel işleyeceğini denemek içindir. (67 Mülk/2)

Müslümanın inancının gereği olarak yerine getirdiği bütün ibadetler birer ameldir.

 

-Amelin çeşitleri:

Amelleri sonuçlarına göre üç kısma ayırmak mümkündür:

-Sâlih amel: Faydalı, maksada uygun, zararlı ve ifsat edici (bozucu) olmayan davranışlar. İslâmın yapılmasını emrettiği, ya da tavsiye ettiği bütün hayırlı işler. Bununla insan ya kendine, ya çevresine, ya da insanlara faydalı olur. Allah (cc) katında sevap ve O’nun rızasını kazanır. (Bunun üzerinde aşağıda ayrıca duracağız.)

-Fâsid (bâtıl)/suî amel: Zararlı, maksada uygun olmayan, ifsat edici, Allah katında geçersiz her türlü faaliyetin genel adı. Bunlar İslâmın yapılmasını yasak ettiği, ya da yapılmamasını uygun gördüğü işlerdir.  Bu gibi amelleri işleyenler günah kazanır.

-Mübah (caiz) amel: Yapılıp yapılmaması kişinin kendisine ait olan işlerdir.  Bunları yapanlar günah veya sevap kazanmadıkları gibi, kimseye de zarar veya fayda vermezler. 

 

-Amelin Değeri:

Bir işin (amelin) iyi mi, kötü mü? (salih mi fasit mi?) olduğunun ölçüsü insan kafasına ( hevasına) göre belli olmaz. Farklı kişilere göre farklı ölçüler olabilir. 

Allah’ın rızasına uyan işler iyidir, O’nun rızasına uymayan davranışlar kötüdür.

Kişi kendi iradesiyle iyi veya kötü amellerden birini seçer, o amelin dünyadaki veya ahiretteki sonucuna razı olur.

Allah (cc), insanın kötü amel işlemesini sevmemektedir. Ancak insan dünyada serbesttir  

Âhiret hayatı, insanın dünyada işlediği amellerin hesabının yapılacağı ve bu amellerin karşılığını alacağı gündür. (3 Âli İmran/30. l6 Nahl/111. v.d)

İnsanların işlediği bütün ameller bir ‘kitab’a (amel defterine) kaydolunmaktadır. Âhiret günü bu ‘kitab’ ortaya konacak ve insana hak ettiği karşılık bu amel defterine göre verilecek. (45 Câsiye/28-29. 17 İsrâ/13-14. 18 Kehf/47-49. 82 İnfitar/10-11)

İnsan tarafından ortaya konulmuş olan bütün ameller mutlaka değerlendirilir. İnsanlar tarafından bu amellerin gizlenmesi veya üzerinin örtülmeye çalışılması sonucu değiştirmez. Kim zerre  kadar hayır veya şer işlerse  karşılığını görecektir. (99 Zilzâl/7-8)

 

-Sâlih amel nedir?

‘Sâlih amel’, elverişli, faydalı, sağlam, fesat unsuru taşımayan iş, eylem ve aksiyon demektir.

‘Sâlih’ kelimesi, doğru yolda olan, fesat içinde olmayan, faydalı  demektir.

Ameller, yani insanların yaptıkları işler maslahat ve mefsedet çizgisinde değerlendirilir. Maslahat unsuru taşıyan bütün ameller güzel görülür. Mefsedet özelliği taşıyan bütün ameller ise mü’minlere yasaklamaktadır.

Kur’an, mü’minlerin yaptığı doğru, faydalı ve düzgün işlere ‘sâlih amel’ adı vermekte ve doksan yerde iman ve sâlih ameli söz konusu etmektedir. Bu olguya iki açıdan bakmamız mümkündür:

a-Birinci olarak; iman gerçeği ancak salih amelle bütünleşir. İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran ve koruyan salih ameldir.

b-İkinci olarak; imanın gereği sâlih amel işlemektir. Çünkü iman etmek aynı zamanda, iyiyi, doğruyu, faydalıyı, düzgün olanı anlamak ve kabul etmektir.

İman olgusunu tanıyan ve bunu kalbine yerleştiren mü’min, bu imanının bir sonucu olarak sâlih amel işler. İmanı onu sâlih amel işlemeye zorlar. 

        

-Hangi hareketler ibadettir?

Allah’ın razı olduğu bütün ameller ibadet kapsamına girer.

Bir diğer deyişler sâlih (doğru ve güzel) kabul edilen bütün ameller (fiiller)in yapılması ibadettir.

Çünkü Allah, insanlardan güzel davranışlar ve kendi hükümlerine uyma istemektedir.

Yani Allah’a itaat manası taşıyan her hareket ibadettir.

İbadet sayılan davranışların din dilindeki diğer anlamı sâlih ameldir.

 

-Bir amelin ibadet olabilmesinin şartları :

-Şâri’nin emretmesi gerekiyor

İbadetler ya Kur’anla ya da sahih sünnetle emredilmeli.

-Peygamber tarafından uygulanmış/öğretilmiş olması,

Peygamber ibadetlerin nasıl yerine getirip ümmetine öğretmiştir. Onun öğretmesinin dışında emredilen ibadet yoktur.

-İhlasla/Allah rızası niyetiyle yapılmış olması

İbadetler Allah rızası için yapılır.

Amellerin sâlih olup olmaması mü’minin Allah katındaki derecesini belirler. Bütün ameller de niyete göre deðer kazanır. Kişi bir ameli hangi niyete göre yaparsa, amelinin sonucu ona göre değerlenir. (Müslim, İmâre/155, no: 1907. Ebu Dâvud, Talak/11, no: 2201.  Buhârî, B. Vahy/1, 1/2. Tirmizî, F. Cihad/16. no: 1647. Nesâî, Tahâret/60)

 

-İbadetin gayesi:

*Şükretmek için

*Allah'ı hatırlamak için

*Emâneti taşıma görevi için

*Hayatın düzeni (mizan-dengesi) için

*Allah’ın rızasını kazanmak için

*Cenneti kazanmak için

*Cehennemdem kurtulmak için

*Güzel ahlâk kazanmak ve bununla dünyada saadet içinde yaşamak için

 

-İbadet aynı zamanda şükretmektir

İbadet şükretmeyi, şükür bereketi artırır.

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿7﴾

“Rabbiniz şöyle buyurmuştur: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size (ni’metimi, mükâfatımı) artırırım ve andolsun eğer küfrederseniz, şüphesiz benim azabım pek şiddetlidir.” (14 İbrahim/7)

Mü’minler bilirler ki Allah âlemlerden müstağnidir. İbadet kulun ihtiyacıdır. Nimet veren O’dur. İyilik edene teşekkür edilir.

‘Şükr’ sözlükte; hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasıdır. 

Din dilindeki ‘şükür’ de bunun gibidir. Yani ‘şükür’, Allah’ın ni’metinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘şahitlik ve muhabbet’ olarak, organlarında da ‘itaat etme ve boyun eğme’ olarak, dilde ‘zikir’ olarak ortaya çıkmasıdır.

‘Şükür’, kişinin kendine ulaşan ni’meti bilmesi ve ni’met sahibini bilip onu övmesi demektir. ‘Küfr’ ise, ni’met vereni inkâr edip onu gizlemektir.

        ....ْ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَآؤُوْاْ بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ذَلِكَ بِمَا عَصَواْ وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ {61}‏

“... Onların üzerine horluk ve yoksulluk damgası vuruldu ve Allah’tan bir gazaba uğradılar...” (2 Bekara/61)

Karınları doysa da yoksulluktan kurtulamadılar. Malları olsa da fakirlik duygunu içlerinden atamadılar. Sürekli bunun sıkıntısını duydular. Bütün bir ömürlerini dünyalık peşinde koşuşturmakla geçirdiler.

وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟ ﴿66﴾

“Ve eğer onlar, Tavrat’ı, İncil’i  ve kendilerine Rablerinden indirileni (Kur’an’ı) ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (sayısız nimetleri) yiyeceklerdi...” (5 Mâide/66)

Evet ölçü bu. Kur’an’ı hayatta ayakta tutmak, onu yaşanır hale getirmek... Onun ölçülerini kişi ve toplumda hayat yapmak... Bunun sonunda bereketler, rahatlıklar, mutluluklar ve ahirette sonsuz kurtuluş olacaktır.

Allah’ın indirdiği hükümlere inandıktan sonra Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile yaşayanlara işte Kur’an’ın müjdesi:

    وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ وَلَـكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ {96}    

“Eğer o ülkeler halkı iman etselerdi ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler)  açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri ile yakalayıverdik.” (7 A’raf/96)

Böyleleri az bir dünyalığa sahip olsalar da kazandıklarında bereketler olur. Helâlindan kazanırlar, helâla harcarlar. Kazançları bereketli olduğu için hiç tükenmez.

Muhtaçlara verdikleri için ellerindeki durmadan artar. İçlerinde geçim endişesi, ‘aç kalırım’ korkusu, ‘ya yarın yiyecek bir şey bulamazsam’ saplantısı olmaz.

Mal elde etme, kazanma, yeme ve içme sevdası onları deli divane etmez.

İçlerini burgu gibi oyan bu düşüncelerden kurtulurlar. Dünyalık yönünden rahat ve huzura kavuşurlar.

İşte bu Allah’ın, iman edip te sâlih amel işleyenlere (takva sahiplerine)  dünyalık bir ödülüdür. O, takva sahiplerine her türlü çıkış, kolaylık ve başarı  yollarını da gösterir:
          وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجاً {2}

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْراً {3}

“...Kim Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyarsa (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir.” (65 Talak/2)

وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مِنْ أَمْرِهِ يُسْراً {4}

“Kim Allah’tan korkup-çekinirse Allah ona işinde kolaylık yaratır.” (Talak 65/4)

“Şükrün başı Allah’ı bilmektir (ma’rifetullah’tır). Allah’ı Rab olarak bilen, O’nun nimet verdiğinin şuurunda olan bir kimse de O’nu sevmeye başlar. Allah’ı seven O’na ibadet eder, O’na hiç bir şeyi şirk koşmayarak O’nun nimet verici olduğunu itiraf eder. Kul bu şuurla kimin önünde kulluk yaptığının farkında olur. Bu nedenle Tevhid şükrün zirvesidir.

Şükür ahlâkının Hz. Muhammed’in hayatında nasıl somutlaştığını aşağıdaki örnekte görebiliriz.

“Rasûlüllah (sav) geceleri ayağa kalkıp ayakları kabarıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine; ‘Allah (cc) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)?’ denildi.”Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verdi. (Buhârî, Teheccüd/6, 2/63. Tefsir-Fetih/1, 6/169, Rikak/19, 8/124. Müslim, Sıfatü’l Munâfikîn/18, no: 2819, 4/2181. Tirmizî, Salat/304 no: 412.  Nesâí, Kıyâmu’l Leyl/17, 3/178)

Şükrün farkında olan bir mü’min kolay kolay kötülüğe düşmez.

 

-Allah'ı zikretmek, O'nu unutmadan hareket etmek kulluk bilincidir

Çok unutanlar çok hata yaparlar ve unutulurlar

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟ ﴿152﴾

“Siz beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, fakat asla nankörlük etmeyin.” (2 Bekara/152) 

Çünkü Allah’ın zikrini unutanların hakkı dar bir hayattır, zor bir geçimdir:      

وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى ﴿124﴾

“Kim de benim ‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu Kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz (mahşere getireceğiz)” (20 Tâhâ /124)

Bu âyetten bir önceki âyette, ilk insanın Cennetten çıkarılışı hatırlatılıp, Allah’ın gönderdiği hidayete uyanların dünya hayatında şaşırmayacakları haber veriliyor. Bu âyette geçen ‘Zikr’, insanı hidayete götüren vahy, vahyle gelen ilâhí kitaplar ve peygamberlere bildirilen şeyler veya son vahy olan Kur’an, ya da bizzat Allah’ı anmak anlamlarına gelebilir. (Muh. İbni Kesir, 2/497. Ebu’s Suud, Tefsir, 3/496)

Evet, Allah’ın Zikr’inden kim yüz çevirirse onun hakkı dar bir geçimdir, sıkıntılı ve mutsuz bir yaşantıdır.

İnsan, evrenin her köşesine yerleşmiş olan sayısız âyetleri bakmalı, onların üzerinde düşünmeli, sonra da onların Rabbini hatırlamalı.

Müslüman, Allah’a götürecek bir sebep gördüğü zaman, imanı artar, Allah’ın ve O’nun uluhiyyetini (ilâhlığını) tekrar aklına getirir.   

        اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ ﴿2﴾

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı (zikredildiği) zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri okunduğu zaman (bu onların) imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (8 Enfal /2, ayrıca bak. 22 Hacc /35)

Bir başka âyette, Allah’ın adı anıldığı zaman mü’minlerin secdeye kapandıkları haber veriliyor. (32Secde/15) 

Mü’minlere Allah’ın âyetleri zikredildiği zaman, onların kalbleri bu âyetlere karşı kör ve sağır olmaz. (25 Furkan /73)   

Alış-verişler ve ticaretler Allah’ı zikretmeyi unutturmamalı. ( 24 Nûr /36-37. 63 Münafikûn /9) 

Kur’an’ın uyarılarınıve Rabbinin âyetlerini idrak edenler Allah’ı zikretmenin gereğini yaparlar:

اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿191﴾

“Onlar, ayakta iken, oturuken, yan yatarken, Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı konusunu düşünürler (ve derler ki :) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru.”   (3 Âli İmran/191) 

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Allah’ı zikredenle zikretmeyen, diri ve ölü gibidirler.”  (Buhârí, Daavât/ 67) 

Öyleyse diri kalmak için sürekli Allah’ı hatırlamak gerekiyor.

Peygamberimiz (sav)’den şöyle rivayet olunmuştur:

“ Allah (cc) şöyle buyurmuştur: Ben kulumun Beni sandığı gibiyim ve Bana dua ettiği zaman onunlayım. Kim beni kendi nefsinde zikrederse (anarsa), ben de onu kendi nefsimde anarım. Kim beni kalabalıkta zikrederse, ben de onu, ondan daha hayırlı bir kalabalıkta zikrederim...”  (Müslim, Zikir/2-21, Hadis no: 2675. Buharî, nak. M. İbni Kesir, 1/142)

Zikrin tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar.

İşte bu Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır. 

Rabbimiz buyuruyor ki:

اِنَّن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي ﴿14﴾

“Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (20 Tâhâ/14)

       ﴾ اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿45﴾

“... Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür...” (29 Ankebût /45) 

Aslında zikir ibadetinin bir sonu yoktur. Kur’an;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ ﴿41﴾ وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا ﴿42﴾

“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33 Ahzab /41-42) buyuruyor.

Zikir de Allah’a itaattir. Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak zikirdir. 

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ ﴿36﴾

“Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere şeytan musallat olur. Şeytan ise insanın düşmanıdır. (43 Zuhruf/36)

 الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ {28}‏ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ طُوبَى لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ {29}

Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.

İnanan ve sâlih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır. (13 Ra’d 28-29)

Allah’ı tesbih etme de ibadettir. Zikir ve tesbih, insanın yüreğini ve şuurunu diri tutar. Allah’ı hatırlatır, O’nun murakebesi altında olduğunu hissettirir.

Sürekli Allah’ı hatırlayan bir kimse, ölümü, âhireti, hesabı, cenneti ve cehennemi hatırlar. Bu da onu hatalardan koruyabilir.   

 

-İnsan emâneti taşıma görevindedir

Allah’a ibadetin bir başka gerekçesi insanın ‘emânet’ görevini yüklenmesidir. Bu bir anlamda ezelî sözleşmeye benzer.

Emânet’ kelimesinin aslı ‘emn’ köküdür. ‘Emn’ sözlükte, güvenmek, korku ve endiþeden emin olmak, ruhun sükûnet bulması anlamına gelir.

Aynı kökten gelen ‘iman’, inanma, Allah’ın gönderdiği inanç ilkelerinin doğru olduğundan emin olma, ‘mü’min’ ise, iman eden demektir. 

Istılah olarak ‘emânet’ insanın güvenilir olması, kendisine bir şeyin korkusuzca teslim edilebilir olması demektir.

Bunun anlamı şudur: Emânet, -maddi olsun  manevi olsun-, bir şeyi veya bir değeri gönül huzuru ve güvenle başkasına teslim etmek ve aynı gönül huzuru ve eminlikle geri almaktır.

‘Emânet’ ayrıca, güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak bırakılan şeydir. ‘Emânet’ kişinin bulunduğu yere, imkanlara, yetkilere göre bir anlamda sorumluluktur. 

Kur’an şöyle buyuruyor:

         اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿58﴾

“Hiç şüphe yok ki Allah (cc), size emânetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah (cc) size öğüt veriyor! Doğrusu Allah (cc) işitendir, görendir.” (4 Nisâ/58)

İnsanın yüklendiği emânet nedir ?

         اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ ﴿72﴾

“Gerçek şu ki, biz emâneti göklere, yere ve dağlara sunduk ta onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; insan onu yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok câhildir.” (33 Ahzab/72)

‘Emânet’ kelimesindeki karşılıklı eminlik özelliğinden hareketle denir ki, ‘emanet’i ancak şuurlu ve akıllı insan taşıyabilir. Akılsız, şuursuz, iradesiz varlıkların bu emâneti yüklenmeleri mümkün değildir.

İnsanın yüklendiği bu ‘emânet’, onun dünya hayatının sırrıdır, oluş sebebidir. Varlık, insanın emâneti taşıyıp taşımadığına göre bir anlam kazanmaktadır. İnsan, ‘emanet’in gereğini yapıp-yapmamakla denenmektedir.

İnsan önce Rabbine, sonra kendine, sonra da diğer insanlara karşı ‘emin-güvenilir’ olmak görevindedir. 

Emâneti ancak emin insanlar taşıyabilir. Emin olmak için de imanın terbiyesinden geçmeli, iman tarafından yönetilmeli, mü’min ahlâkı kuşanmalı.

Bir kimse emin sıfatı kazanırsa, ondan herkes razı our.

İşte bu sıfatı kazanmnak için ibadet gerekir.

 

-İbadeti hayatın düzenini (mizan-dengesini) sağlar

İbadet etmenin beşinci gerekçesi hayatın dengesini kurabilmek, kaostan düzene, bedbahtlıktan huzura, şekavetten saadete, ilkesizlikten nizama, gayesizlikten ulvi bir hedefe ulaşmak amacıdır.

وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ ﴿7﴾ اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ ﴿8﴾

“(O Allah) göğü yükseltti ve mizanı koydu. Tartıda taşkınlık edip dengeyi bozmayın.” (55 Rahman/7-8)

Buradaki dengeyi tabiattaki denge olarak anlamak mümkün olduğu gibi, hayatın her alanındaki denge olarak da anlamak mümkün. Adalet gözetmekten, ölçülü davranıp davranışşlarda dengeyi sağlamaya, haramlardan kaçınıp vücut dengesini sağlamaya, suçlardan uzak kalıp toplum dengesini korumaya kadar uzatabiliriz.