Mevlid Gecesi münasebetiyle Peygamber'e nasihat, ona karşı samimi olma hakkında bir sohbet

Hüseyin K. Ece

07.10.2022 - 11 Rabiu’l-evvel 1444

Zaandam-Ayasofya Cami

 

 

DİN NASİHATTİR, PEYGAMBER İÇİN DE...

Her ne kadar Rasûlüllah’ın doğum tarihi ve onunla ilgili kutlamalar, yapılanlar tartışmalı olsa da, (Bkz: Özel, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 29/474-479) Mevlid Gecesi adı verilen gece onu anmaya, davasını ve bir Elçi olarak misyonunu, davetini ve cihadını, örnekliğini ve ahlâkını, rehberliğini ve insanlık için anlamını, İslâm adına ortaya koyduğu pratikleri tezekkür etmeye (hatırlamaya) bir vesiledir.

Buna Rasûlüllah hakkında yıllık buluşma da diyebiliriz. (Çoğu insan çeşitli şekillerde buluşmalar yaparlar. Mü’minler de her yıl Rebiu’l-evvel ayının 11. gecesi Nebi’yi gündeme, hayata taşımak için -ibadet saymaksızın- biraraya gelsinler.)

Biz bu derste içinde “Rasûlü için nasihat” geçen hadisten hareketle Peygamberimize karşı ‘nasihat’ görevlerimizi hatırlamak istiyoruz.

Önce nasihat kelimesini ve türevlerini anlatalım

-Sözlükte nasihat

Nasihat kelimesi çok anlamlı bir kelime olup onu bir kaç mana ile açıklamak zordur.[1]

‘Nasihat’, ‘ne-sa-ha’ kökünden türemiştir. Bu da sözlükte “bir şey saf, halis olmak, kötülük ve bozukluktan uzak bulunmak, iyi niyet sahibi olmak ve başkasının iyiliğini istemek” demektir.

‘Ne-sa-ha’ fiilinde iki anlam öne çıkmaktadır: Birisi hâlis ve saf olmak, halis yapma. “Ona karşı sevgimi halis (saf) samimi yaptım” şeklinde söylenilir.

Diğeri de söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarıp düzeltmek anlamı.[2]

Bu iki anlam arasında bir ilişki kurularak kendisine nasihat edilen kimsenin hayrını ve iyiliğini yürekten istemek manasına ulaşılmıştır.

Aynı kökten gelen ve onun özne (fail) ismi olan ‘nâsih’ diken (dikici), nasihat eden, başkasının iyiliğini isteyen demektir.

‘Nasûh’ ise; bu fiilin ya ihlaslı olmak ve halis yapmak manasından, ya da muhkem (sağlam) kılmak anlamından gelir.[3] 

Kur’an’da da içten, ihlaslı ve samimi olan tevbeye ‘tevbe-i nasûh’ denmiştir.

İçinde aldatma duygusu olmayan, kalbi hâlis/temiz kimselere nâsih veya nasûh denmiştir. Bu kelime balın ve başka şeylerin halis, saf oluşunu da anlatır

Aynı kökten gelen ‘nush’, bir kimsenin düzelmesine yarayacak sözü veya fiili araştırmak, bir şeyi saflaştırmak, samimi olmak anlamlarına gelir.

‘Nush’, insanları iyiye ve güzele sevketmek için yapılan güzel konuşma, akıl verme, yol gösterme, va’az, öğüt, tavsiye, ihtar ve ibret verici ders ifadeler demektir.

Türkçe’ye de sadece bu anlamı geçmiştir.[4]  

Kavram olarak nasihat; genel olarak; başkasının hata ve kusurunu gidermek için gösterilen çaba; iyiliği teşvik, kötülükten sakındırmak üzere verilen öğüt; başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret mânalarında kullanılmaktadır.[5]

Kısaca ‘nasihat’ içinde iyilik bulunan şeye çağırma, içinde bozukluk bulunan şeyi de yasaklamadır.[6]

Aynı zamanda iyi ve faydalı olana bir çağrı, kötü ve zararlı olandan arındırmaya bir teşviktir.

Nasihat yapılan/verilen öğüdün ismidir. Bunun da iyi niyetle olması gerekir. Buradan hareketle nasihata samimi, ihlaslı olmak anlamı da verilmiş.

Din nasihattır (en-dinu’n-nasiha)

Nasihat kelimesinin bu anlamını özellikle bir hadiste buluyoruz. 

Ne var ki hadisteki nasihat bir anlamıyla ön plana çıkartılmış, dinin dörtte birine denk olduğu kabul edilen hadisin yanlış anlaşılmasına yol açmıştır.[7]

Bazı rivâyetlere göre Peygamber (sav) bunun önemini vurgulamak için üç defa tekrar ederek; “Din nasihattır” dedi. Sahabeler; “Kime (yahut kim için) diye sordular. O da “Allah’a, Kitabına, Rasûlüne, müslümanların (meşru) idarecilerine ve bütün müslümanlara” dedi.”[8]

Ebû Hâtim el-Büstî, “Din nasihattir” hadisini zikrettikten sonra, Peygamber’in (sav) müslümanlarla biatlaşırken namaz kılıp zekât vermeleri yanında müslümanlara karşı dürüst ve samimi davranmaları hususunda onlardan söz aldığına[9] dikkat çekmiş,

herkesin insanlara iyi niyetle yaklaşmasının bir görev olduğunu belirtmiş,

bu anlamda nasihati bir dostluk şartı olarak değerlendirmiştir.”[10]

Cerir b. Abdillah şöyle demiştir: “Rasûllah’a vardım ve sana İslâm üzere biat etmeye geldim dedim. O da benim ellerimi tuttu ve her müslüman için nasihat sözü aldı. Ve sonra her kim insanlara merhamet etmezse Allah da ona merhamet etmez dedi.”[11]

Peygamber’in (sav) Cerir’den aldığı söz Müslümanlara öğüt verme sözü değil, saflarına katıldığı Müslümanlara karşı samimi olup, ikiyüzlü bir nifak içinde olmama sözüdür.

Bir hadiste müslümanın müslüman üzerinde hakları sayılırken bunların arasında gıyabında ona karşı samimiyeti elden bırakmamak olduğu söyleniyor.[12]

Makil b. Yesar şu hadisi naklediyor  “Allah herhangi bir kulunu bir topluma idareci yapar da o idareci halkını samimiyetle kuşatmazsa cennetin kokusunu bile duyamayacaktır.[13]

Buna benzer pek çok hadiste nasihat/nush samimiyet, ihlaslı olmak, bağlılık ve sadâkat gibi manalarda kullanılıyor.

Dikkat edilirse bu hadislerde nasihat/nush kelimesinin doğrudan öğüt ve tavsiye ile bir ilgisi yoktur.[14]

İslâm bilginleri bu hadisteki ‘nasihat’ın şu anlamlara gelebileceğini söylemişlerdir:

a-Allah için nasihat: O’na inanmak (dini ona halis kılmak), O’na şirk koşmamak, bütün üstün (kemâl) sıfatların O’na ait olduğunu kabul etmek, noksan sıfatlardan O’nu tenzih/tesbih etmek, O’na her konuda itaat etmek, O’nun nimetlerine şükretmek, şehâdet sözüne sâdık olmak, imanda ve ibadette ihlaslı ve samimi olmak.

b-Rasûlüllah için nasihat: Aşağıda.

c-Kitab için nasihat: Onun ilâhî kitap olduğunu kabul etmek, ona yaklaşımda samimi olmak, onu anlayarak okumak, hükümleriyle amel etmek, onu başkalarına ulaştırmak, insanları onun ahlâkına davet etmek.

d-Müslüman yöneticiler için nasihat: Onlara karşı gelmemek, hak olan işlerde onlara yardım etmek, yanlışlarını güzel bir yolla düzeltmeye çalışmak.

e-Müslümanlar için nasihat: Din ve dünya işlerinde onlara yol göstermek, onların hakkını korumak, ayıplarını örtmek, yardımda bulunmak, onlara karşı dürüst ve samimi olmaktır.

b-Rasûlüllah için nasihat

Rasûlüllah için nasihat’a dönelim. Bu bir anlamda Peygamber’e karşı görevlerimizdir.

O’nun peygamberliğini doğrulamak, getirdiği şeylere iman etmek, ona sadâkatle bağlı olmak, emir ve yasaklarına uymak, Sünnetini izlemek, O’nun davetini yaymak, onun ahlâkıyla ahlâklanmak ve bütün bu konularda samimi olmak.

1-Allah’ın Rasûlü sevmek

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿31﴾

"(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayan ve merhamet edenidir." (Âl-i İmrân 3/31)

"De ki: 'Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akarabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler (evler, konaklar, köşkler) size Allah'tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez." (Tevbe 9/24)

Hz. Enes, Resulullah’ın (asm) şöyle buyurduğunu anlatıyor;

“Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar; Allah ve Resulünü bu ikisi dışında kalan her şeyden ve herkesten daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah, imansızlıktan kurtarıp İslam'ı nasip ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak.” (Buhari, Buhârî, İman/9, 14, İkrah/1, Edep/42)

Peygamberimiz (sav), Hz. Ömer’e; “Ya Ömer beni ne kadar seviyorsun?” deyince Ömer (ra): “Ya Resûllallah nefsimden sonra en çok seni seviyorum” dedi. Peygamber (asm) “Sizden herhangi biriniz beni nefsinden ve ailesinden çok sevmedikçe kâmil iman etmiş olamaz.” buyurdu. Bunun üzerine Ömer: “Ya Resûlallah seni, anamdan, babamdan, ailemden ve canımdan çok seviyorum” dedi. Peygamber (sav): "Ya Ömer işte şimdi imanın kemâle erdi” ded. (Buhârî, Eymen/3. Ahmed b. Hanbel, 4/233, 336)

 

2-Peygamber’e itaat etmek

Kur’an’da ondokuz âyette Allah’a ve Peygamber’e (sav) itaat birlikte geçiyor.

Bunlardan beş tanesi; “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse”,

beş tanesi; “Allah’a itaat edin ve Elçisine de itaat edin”,

sekiz tanesi; “Allah’a ve Elçisine itaat edin”,

bir tanesi de “Şayet Allah ve Peygamberine itaat ederseniz” şeklinde geliyor.

-Peygamberler itaat edilmek için gönderildiler.

"Biz her peygamberi, ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik.." (Nisâ 4/64-65)

-Peygambere itaat Allah’a itaattir

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ ﴿80﴾

"Kim Rasûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik." (Nisâ 4/80)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ ﴿20﴾

"Ey iman edenler! Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüzçevirmeyin. İşitmedikleri halde 'işittik' diyenler gibi olmayın."  (Enfâl 8/20)

"De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüzçevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, hidâyeti/doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik belâğ/tebliğdir, duyurmaktır." (Nûr 24/54) 

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine (müslüman idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten iman ediyorsanız- onu Allah'a ve Rasûl'e götürün (onların tâlimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir." (Nisâ 4/59)

"Allah'a itaat edin. Rasûl'e de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz, bilin ki Rasûlümüzün vazifesi belâğdır/tebliğdir (apaçık duyurmak ve bildirmektir)." (Mâide 5/92)

-Allah’ın rahmeti Rasûle itaatle gelir

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ ﴿132﴾

"Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin ki size merhamet edilsin." (Âl-i İmrân 3/132)

-Kurtuluş Allah ve Rasûlüne itaat ile gerçekleşir

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ ﴿70﴾ يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا ﴿71﴾

 “Ey inananlar! Allah'tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah işlerinizi kendinize yararlı kılsın ve günahlarınızı size bağışlasın. Kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab 33/70-71)

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿13﴾ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟ ﴿14﴾

"Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberi'ne itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.

Kim Allah'a ve Peygamberi'ne karşı isyan eder ve hudûdunu/sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır." (Nisâ 4/13-14)

-Rasûle itaatsizlik çekişme getirir

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ ﴿46﴾

"Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da devletiniz (gücünüz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfâl 8/46)

-Rasûle itaatsizlik nifaka ve inkara götürebilir

"Onlara: 'Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Rasûl'e gelin (onlara başvuralım)' denildiği zaman, münâfıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün." (Nisâ 4/61. Ayrıca bkz: Nûr 24/47-52)

"De ki: Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i İmrân 3/32)

-Peygamber’i incitenler azabı hak ederler

"...Allah'ın Rasûlüne eziyet edenler için acıklı bir azap vardır." (Tevbe 9/61)

"Allah ve Rasûlünü incitenlere Allah, dünyada ve âhirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır." (Ahzâb 33/57)

-Rasûle itaat etmemek cehennemlik ameldir

"(Hâlâ) Bilmediler mi ki; Kim Allah ve Rasûlü'ne karşı koyarsa elbette onun için, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu, büyük rezillik/rüsvaylıktır." (evbe 9/63. Ayrıca bkz: Mücâdele 58/5. Cin, 72/23. Nisâ 4/42)

"Kendisi için hidâyet/doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız; o, ne kötü bir yerdir." (Nisâ 4/115)

-Rasûle itaat edenler nebilerle arkadaş olurlar

وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ ﴿69﴾

"Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!" (Nisâ 4/69)

-Rasûle karşı gelenler değerlerini yitirirler

"Allah'a ve Rasûlü'ne düşman olanlar, işte onlar en alçaklar, en bayağılar arasındadırlar." (Mücâdele 58/20)

-Peygamber yerine azgın liderlere uymak sapıklıktır

"(Kâfirlerin) Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, 'eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik!' derler.

'Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar' derler. 'Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov, lânetle' (derler)." (Ahzâb 33/66-68) 

"O gün, zâlim kimse, ellerini ısırıp şöyle der: 'Keşke o Peygamber'le birlikte bir yol tutsaydım! Yazık bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim! Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan, insanı (uçuruma sürükleyip, sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmakta." (Furkan 25/27-29)

-Peygamberle birlikte olanlar izzet kazanırlar

Onlar, “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır” diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.” (Münafikûn 63/8)

3-Gerçek dost (veli) Allah ve Rasûlü’nü bilmek

اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ﴿55﴾ وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟ ﴿56﴾

"Sizin velîniz/dostunuz ancak Allah'tır, Rasûlü'dür, Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan ve zekâtı veren mü'minlerdir.

Kim Allah'ı, Rasûlü'nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki;) üstün gelecek olanlar şüphesiz hizbullahtır/Allah'ın tarafını tutanlardır." (Mâide 5/55-56)

 

4-Peygamber’i kendine en yakın bilmek

اَلنَّبِيُّ اَوْلٰى بِالْمُؤْمِن۪ينَ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَاَزْوَاجُهُٓ اُمَّهَاتُهُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ اِلَّٓا اَنْ تَفْعَلُٓوا اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِكُمْ مَعْرُوفًاۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا ﴿6﴾

"Peygamber, mü'minlere kendi canlarından daha üstündür. Eşleri, onların analarıdır..." (Ahzâb 33/6)

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿128﴾

"Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Çünkü o, size çok düşkün, mü'minlere karşı raûf/çok şefkatli, rahîmdir/merhametlidir." (Tevbe 9/128)

“Sizden biriniz beni annesinden, babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İman/7)

 

5-Peygambere sıradan insan gibi hitap etmemek

لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿63﴾

"(Ey mü'minler!) peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden,, birini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isâbet etmesinden sakınsınlar." (Nûr 24/63. Ayrıca bkz: Hucurât 49/1-3)

Peygamber’den bahsederken sadece ismini değil, Peygamber, Nebî, Rasûl, Rasûlullah, Rasûl-i Ekrem, Peygamber Efendimiz, Habîbullah gibi şeklinde söyelemek ona karşı samimiyettir.

 

6-Adı anıldığı zaman Rasûle salat etmek

اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿56﴾

"Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salât ederler. (Onun şerefini gözetmeye, şânını yüceltmeye özen gösterirler.) Ey mü'minler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin." (Ahzâb 33/56)

Allah'ın salâtı, rahmet etmek ve kulunun şânını yüceltmektir.

Meleklerin salâtı, Peygamber'in şânını yüceltmek, mü'minlere bağış dilemek anlamındadır.

Mü'minlerin salâtı ise, duâ ve destek anlamına gelmektedir.

Sadece adı anıldığı zaman değil, her zaman her durumda yolunu sünnetini izleyerek onun davasına destek olmak.

Bu âyetten sadece salavât getirme emrini alıp alıp, sonra şu kadar salavâta şu kadar ödül va’detmek, bu âyeti eksik anlamaktır.

Asıl salavât onun davasını, yani İslâmı onun gibi, anlamak, onun gibi uygulamak, şehâdeti ve hayatıyla onun miras bıraktığı dine desteklemektir, her devrin imkanlarıyla savunmaktır.

Üstelik Peygamber’e yardım edenler yardım görürler, Allah’ın desteği onlarladır. (Muhammed 47/7)

هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يمًا ﴿43﴾

“O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için bağışlanma dileyendir. Allah, mü’minlere çok merhamet edendir.” (Ahzab 33/43)

 

8-Onun davetini hayat, diriliş bilmek

 يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿24﴾

"Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü'ne (onların çağrılarına) uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve (siz) mutlaka O'nun huzurunda toplanacaksınız." (Enfâl 8/24)

 

9-Onu örnek almak

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴿21﴾

“Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...” (Ahzâb 33/21)

İslamı onun anladığı gibi anlamak, dinini ondan öğrenmek ve onun gibi yaşamaya çalışmaktır. Onun dış görünüşünü, fiziki yapısını değil, onun ahlâkını ahlâk edinmektir

İşte bu sayılan konularda samimi olmak Peygamber’e karşı nasihattır.

10-Ona ümmet olmak

‘Ümmet (çoğulu: ümem) ’sözlükte cemaat (topluluk) demektir.

Ümmet, kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, nesil, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder gibi anlamlara gelir.

Kendine has bir dine sahip olan kimse anlamından (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/156) hareketle ‘ümmet’i kavram olarak; kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak suretiyle bir arada yaşayan topluluk diye tanımlayabiliriz.

Bir çok müslüman bilgin, ‘ümmet’ kelimesiyle İslâma inanan topluluklar kasdedilmiştir, görüşündedirler.

İslâm âlimleri ümmeti iki mânada kullandılar.

Birincisi: Son Peygamber’in (sav) gelişinde ve onun davetinden haberdar olan bütün insanlar. Bunlara “ümmet-i da‘vet, ümmet-i belâğ” denilmiştir.

Bu anlayış Peygamber’in (sav) bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı (Sebe’ 34/28. A‘râf 7/158), âlemlere rahmet olarak (Enbiyâ 21/107) olarak gönderilmesi gerçeğine dayandırılır.

İkincisi: Muhammed’i (sav) son peygamber kabul edip ona uyan kitleler. Bunların özel adı; ümmet-i Muhammed’tir. Bu kitlelere de “ümmet-i icâbet” denilmiştir.

İmam ile ümmet ‘ümm’ kelimesinden gelir ve aralarında ilişki var.

İmam insanlara öncülük eden, kendi açtığı yola tabi olunan ve peşinden gelen bir ümmet (topluluk) olan önderdir.

‘Ümmet’, bir imamın (önderin) başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup, düzenli bir şekilde İslamı uygulayan ve diğer insanlara önderlik yapabilen bilinçli topluluktur. 

Kişilere göre ‘imam-önder’ hangi konumda ise, gruplara-topluluklara göre de ‘ümmet’ o konumdadır. O topluluğun fertleri inanç ve gaye yönünden bir köke, bir asıla (ümm’e/imama) bağlıdırlar.

İslâm kültüründe ‘ümmet’ kavramı daha çok İslâma gönül vermiş müslüman toplumu ifade eder. Dünyadaki bütün müslümanlar bu topluluğun gönüllü üyeleridir.

Onların imamı-önderi Hz. Muhammed (sav), kitapları Kur’an, ülkeleri İslâmı yaşayabildikleri, hayata hâkim kılabildikleri her yer, hedefleri ise İslâmın gerçek uygulayıcıları olarak diğer insanlar üzerine Hakk’ın şâhitleri olmak ve dünya imtihanını kazanmaktır.

‘İslâm ümmeti’ ana yürekli, hidâyette önder, ahlâk ve fazilette, hayırlı işlerde ve iyiliklerde örnek alınacak hayırlı toplumdur.

 

[1] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru ve Mektbetu’l-Hilâl, Beyrut thr. 2/268-269. Görmez, Prof. M. Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı, Diyanet Aylık Dergi, Şubat 2014, Sayı 278

[2] Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), Azim Dağ.İstanbul thr. 8/164

[3] Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s: 753

[4] Çağrıcı M. TDV İslam Ansiklopedisi, 32/408

[5] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, Dâru ve Mektebetü’l-Hilâl, Beyrut thr. 14/268. Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 32/408

[6] Cürcânî, M. ibnu Ali. et-Ta’rifât, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1421-2000, s: 237

[7] Görmez, Prof. M. Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı, Diyanet Aylık Dergi, şubat 2014, sayı 278

[8] Müslim, İman/95 no: 55. Ebu Dâvûd, Edeb/67 no: 4944. Darimî, Rikak/41 no: 2757. Buharî, İman/43. Nesâî, Bey’at/31

[9] Buhârî, Îmân/42 no: 57-58. Müslim, Îmân/97, 99 no: 199, 201

[10] Çağrıcı M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 32/408-409

[11] A. ibnu Hanbel, Müsned, 4/358. Bir benzeri: A. ibnu Hanbel, Müsned/IV, 360, 364, 365

[12] A. ibnu Hanbel, Müsned, 1/89. 2/32. Nesaî, Cenaiz/52 no: 1940

[13] Buhârî, Ahkam/8 no: 7150

[14] Görmez, Prof. M. Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Din Tanımı, Diyanet Aylık Dergi, Şubat 2014, sayı 278