Kur'an'da, dünyada tehlike ve sıkıntılardan, ahirette hesabın zorluğundan kurtulma, asıl kurtarıcının Allah olduğu, kurtulma imkanları hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

25.12.2023 –  12 Cemâziye’l-âhir 1445

Zaandam

 

7.KUR’AN’DA NECAT (KURTULMA) GERÇEĞİ

 

Kur’an’da kurtuluş ile ilgili kavramlar

Kur’an kurtuluş, başarı, zafer, umduğuna kavuşmayı, muradına ermeyi ve selâmeti ifade eden on temel kavram kullanıyor:

Felah, necat, fevz, inkâz, icâra, ğına, selâm, temlik, berat ve zuhzih (uzaklaştırma).

Bunlardan necat’ı bu derste anlatmaya çalışalım.

-Necat

Necat’ın kökü olan ‘ne-ce-ye, necâ’ fiili bir şeyden kurtulmak (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 14/204), bir şeyden ayrılmak demektir.

Buradan hareketle bir şeyden veya ölümden kurtulma hakkında kulanılmaya başlanmış. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 736)

Bu ayrılmada olumlu bir taraf vardır ki o da olumsuz bir durumdan veya şeyden uzaklaşma, kurtulma şeklindedir.

Necâ’, aynı zamanda birine fısıldamak, sözü sır olarak söylemek anlamına da gelir.

Bunun if’al (geçişli) kalıbı ‘incâ’; yüksek yere çıkmak, (tehlikeden) kurtarmak, bir şeyi açmak demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 736)

Tef’îl (geçişli) kalıbı ‘neccâ’; yüksek yerde bırakmak, ıssız yerde terketmek, kurtulmak, Allah’ın birini kurtarması anlamlarına gelir. (Kur’an’da en fazla bu iki kalıp kullanılıyor.)   

Fâale (ortaklık) kalıbı ‘nâcâ; birine fısıldamak, birini sırdaş seçmek,

Tefâale (ortaklık) kalıbı ‘tenâcâ’; biriyle fısıldaşmak demektir.

‘Necat veya necvet’; yükesekliğiyle çevresinden ayrılan tepe demektir. Kişiyi olabilecek selden kurtardığı için böyle adlandırılmış. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 736)

Türkçe’de necat: Kurtulmak hâli, kurtuluş, selâmet. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 1237)

Ülkemizde Necat, Necati, Naci, Naciye isimlerinin olduğunu hatırlayalım.

-Nâci-nâciye

 ‘Necâ’ fiilinin fâil (özne) ismi ‘nâci-kurtulan, necat bulan, firar eden’ demektir. Nâci Kur’an’da bir yerde geçmektedir.

وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ۟

 “Yûsuf, onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye, “Efendinin yanında beni an”, dedi. Fakat şeytan onu efendisine hatırlatmayı unutturdu da bu yüzden o, birkaç yıl daha zindanda kaldı.” (Yûsuf 12/42)

Aynı kökten gelen bir diğer fâil (özne) ismi ‘müneccû’ kurtarıcı demektir. İki âyette Lut’tan (as) bahseden pasajda yer almaktadır.

وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ 

اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ

 “Elçilerimiz Lût'a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve (onları korumak için) ne yapacağını bilemedi. Ona: Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler.” (Ankebût 29/33)

Bir âyette Allah (cc) kendisinin Lût ve onun mü’minleri için kurtarıcı olduğunu söylüyor:

اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 “Ancak Lût’un hanımı hariç, onların hepsini kurtaracağız.” (Hıcr 15/59)

-Fısıldaşmak anlamıyla necâ

Necâ’ fısıldaşmak, gizli/gizemli konuşmak anlamıyla iki âyette geçiyor.

وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا

 “Ona, Tûr dağının sağ tarafından seslendik ve kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık.” (Meryem 19/52) 

فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّاۜ 

 “Böylece, ondan ümitlerini kesince, (aralarında konuyu) görüşmek üzere bir kenara çekildiler...” (Yûsuf 12/80)

Bunun masdarı olan ‘necvâ’; fısıldama, fısıltı, fısıl fısıl konuşma demektir. Kur’an’da onbir âyette kullanılıyor. Mesela;

نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا

 “Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zalimlerin: "Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!" dediklerini çok iyi biliriz.” (İsrâ 17/47)

فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى

 “Bunun üzerine onlar (sihirbazlar), durumlarını aralarında tartıştılar; gizli gizli fısıldaştılar.” (Tâhâ 20/62. Ayrıca bkz: Enbiyâ 21/3. Mücâdile 58/7, 8, 10, 12-13. Nisâ 4/114. Tevbe 9/78. Zuhruf 43/80)

-Kur’an’da necat

‘Necat’ kavramı Kur’an’da altmışyedi yerde fiil, diğerleri isim ve masdar olmak üzere seksenaltı yerde geçmektedir.

Kur’an necat kavramını, daha çok dünyadaki kötü durumlardan kurtarma şeklinde sözlük anlamıyla kullanıyor.

Fiil halinde kullanımların çoğunda geçmiş zaman kipi kullanılıyor ve kurtarma işi Allah’a nisbet ediliyor. Mesela;

Allah (cc) azabı hak etmiş toplumlardan peygamberleri ve beraberindeki mü’minleri kurtarmayı (Hûd 11/58. Yunus 10/103. Hûd 11/66, Hûd 11/94. Yûsuf 12/110. Enbiyâ 21/9. Fussilet 41/18),

Hz. Lût’u ve iman edenleri sapık bir kavimden kurtarmayı (Kamer 54/34. Şuarâ 26/170. Ankebût 29/32, 33. A’raf 7/83. Neml 27/57),

Hz. Musa’yı tasadan/üzüntüden kurtarmayı (Tâhâ 20/40. Saffat 37/115),

Hz. Musa’yı ve beraberinde olanları Firavun’un ve yandaşlarını boğulduğu denizden kurtarmayı (Yûnus 10/73. İbrahim 14/6. Şuarâ 26/65. Bekara 2/49-50. A’raf 7/141. Tâhâ 20/80),

İsrailoğullarını Firavun ve kavminin zulmünden kurtarmayı (Bekara 2/49),

Firavun’un cesedinin yok olmaktan kurtarmayı (Yûnus 10/92),

Hz. İbrahim’i ateşten ve Lût’u azgın kavimden kurtarıp bereketli topraklara ulaştırmayı (Enbiyâ 21/71, 74. Saffât 37/134. Ankebût 29/24),

Nûh ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmayı (Saffât 37/76. A’raf 7/64, 72. Şuarâ 26/119. Ankebût 29/15),

Hûd peygamberi ve yanında olan iman edenleri kurtarmayı (A’raf 7/72),

takva sahiplerini veya iman edenleri zalim kavimlerden kurtarmayı (Meryem 19/72. İbrahim 14/6. Fussilet 41/18),

kötülüklerden sakındıranları (nehy-i ani’l-münker yapanları) kurtarmayı (A’raf 7/165),

hak din göndererek kulları yanlış din anlayışından kurtarmayı (A’raf 7/89),

fesadı önlemeye çalışanları kurtarmayı (Hûd 11/116),

insanları denizde veya karada karşılaşılan musibetlerden kurtarmayı (İsrâ 17/67. Ankebût 29/65. Lukman 31/32. En’am 6/63, 64. Yûnus 10/23); Allah (cc) kendisine nisbet ediyor.

Bütün bu âyetlerde kurtarma fiilinin faili bizzat Allah’tır. Mesela;

فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

واَنْجَيْنَاَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ

 “İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.

İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık.” (Neml 27/52-53)

-Necat duası

Kur’an bazı peygamberlerin, kavim ve kişilerin kendilerini kurtarması için Allah’a dua ettiklerini haber veriyor.

Nûh (as) uzun yıllar uğraşmasına rağmen kavminin iman etmemesi ve kendisini yalanlamaları üzerine şöyle dua etti:

فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

 “(Yarabbi) Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.” (Şuarâ 26/118)

Lût (as) kavmi onca uyarıya rağmen işlemekte oldukları çirkin fiilden vazgeçmeyice şöyle dua etti:

رَبِّ نَجِّن۪ي وَاَهْل۪ي مِمَّا يَعْمَلُونَ

 “(Lût ) “Ey Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları çirkin işten kurtar.” (Şuarâ 26/169)

Musa (as) Mısır’dan çıkmak zorunda kalınca;

فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُۘ قَالَ رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟

 “...korku içinde etrafı gözetleyerek şehirden çıktı ve “Ey Rabbim! Beni bu zalim kavimden kurtar” dedi.” (Kasas 28/21) şeklinde dua etti.

Bu da hz. Musa’ya iman edip onunla birlikte yola düşenlerin duası:

فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ

وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ

 “Onlar da dediler ki: "Allah'a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!

Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!" (Yûnus 10/85-86)

Firavunun müslüman olan hanımını da şöyle yakarmıştı rabbine:

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتًا فِي

 الْجَنَّةِ وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ ا

 “... “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!...” (Tahrim 66/11)

Bütün bu dualarda necat kavramının istek kipinin kullanıldığını görüyoruz.

-Sıkıntılardan necat

Bazı âyetlerde necat’ın dünyalık sıkıntılardan, zalimlerin zulümlerinden, sapıklıktan kurtulma manasında kullanılıyor.

Şuayb (as), iman edenleri ülkelerinden sürüp çıkarmakla tehdit eden kavmin ileri gelenlerine;

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَا

“Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra yine ona dönersek, doğrusu Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz...” (A’raf 7/89)

Şuayb Mısır’adan ayrılıp kendi beldesine gelen hz. Musa’ya:

... قَالَ لَا تَخَفْ۠ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 “...Korkmaartık! zalim kavimden kurtuldun...” dedi. (Kasas 28/25)

Allah (cc) Nuh’a (as) şöyle vahyetti:

فَاِذَا اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ

 الظَّالِم۪ينَ

 “Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun" de.” (Mü’minûn 23/28)

Allah (cc) hem Yûnus’u (as) içine düştüğü keder ve zorluktan kurtardığını söyleyip mü’minleri de böyle kederlerden kurataracağına söz veriyor.

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ 

اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ

 “Zünnûn'u da (Yûnus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti. 

Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ 21/87-88)

İnkârcılardan bir kısmı dara düşünce Allah’a teslim olurlar, “bizi kuratr” diye yalvarırlar. Ancak içinde bulundukları sıkıntıdan veya zor durumdan kurutulunca da yan çizerler, kendilerini kurtarana, ya da kurtuluş imkânlarını yaratanı unuturlar.

“Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgarla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah'a halis kılarak: "Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan (enceytenâ) mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah'a yalvarırlar.

Fakat Allah onları kurtarınca (fe-lammâ encâhum) bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar.

Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fâni dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.” (Yûnus 10/22-23)

Firavun kavminden hz. Musa’ya iman etmiş biri kurtuluşu ‘necat’ kelimesi ile anlatıyor;

وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ

 “Ey kavmim, nasıl olur da ben sizi necat’a (kurtuluşa) çağırdığım halde siz beni ateşe çağırırsınız?” (Mü’min 40/41)

Buradaki necat şirkten, sapıklıktan, kafirlikten kurtulma anlamında kullanılmış olabilir (Allahu a’lem)

 

-Âhirette necat

Kur’an’da ‘necat’ kavramı ‘âhiretteki kurtuluş’ diyebileceğimiz terim anlamıyla bir kaç yerde geçiyor.

Mücrimler (korkusuzca günah işleyenler) âhiretin azabından kendisi kurtarmak için çocuklarını, arkadaşını ve kardeşini, hatta herkesi fidye olarak vermek ister. Fakat bu mümkün olmaz.

وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ

 “Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini

ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.” (Meâric 70/11-15)

Burada necat kelimesinin fiilinin kullanıldığını görüyoruz.

Bir insan için nihâi ve arzulanan kurtuluş (necat-fevz-felâh) samimi iman ve bu imana uygun davranışla mümkündür.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ

تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ

 “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak (tüncîkum-sizi necat ettirecek) ticareti size göstereyim mi?

Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda yoğun çaba gösterirsiniz (cihad edersiniz). Eğer bilirseniz bu, şüphesiz sizin için daha hayırlıdır.” (Saf 61/10-11)

Bu iman ve Allah yolunda yoğun çaba, gerekirse saldırgan düşmana karşı koyma mü’minlere dünyalık başarı, zafer ve üstünlük sağladığı gibi; öldüktan sonra altlarından ırmaklar akan cennetler, Adn Cennetlerinde güzel meskenler kazandırır.

Nitekim takip eden âyette ve başka başka âyetlerde peygamberleri içtenlikte destekleyen, Allah’ın dinine yardım eden samimi mü’minlere fetih, zafer ve başarı verildiği, bu yüzden düşmanlara üstün geldikleri haber veriliyor.

Kur’an’a iman eden mü’minler de hz. Peygamber’e ve Son Saat’e kadar Allah’ın dinine yardım ederlerse Allah (cc) onlara da fetihler, zaferler, düşmanlarına karşı başarılar nasip eder.

Buna göre bu âyetler iman edip, onun gereğini yapanlara hem dünyalık  başarı ve zaferleri, hem de âhirette kurtuluşu müjdeliyor.

Kur’an bunu mü’minleri elim (acı) bir azaptan kurtaracak ticaret ve hayırlı bir amel olarak sunuyor. 

Allah (cc) hem peygamberleri, hem de mü’minleri kurtarır, zalim toplukları da helâk eder. Bu kurtarmak dünyadaki belâ, felaket, düşmanların zulmü olabileceği gibi, âhirette azaptan kurtuluş da olabilir. (el-Hâzin, Muhammed b. İ. Tefsir, 2/467. el-Zuhaylî, V. et-Tefsîru’l-Vecîz, s: 221)

Yani âhirettede ki azaptan, zafer vererek dünyadaki belâ ve zulümlerden. (Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 2/105)

فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ 

الْمُنْتَظِر۪ينَ

ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟

 “Şu durumda, kendilerinden öce gelip geçmiş kimselerin yaşadığı (felâket) günlerinin benzerini mi gözlüyorlar? De ki: “O halde gözleyin, şunu iyi bilin ki ben de sizinle birlikte gözleyenlerdenim.”

Sonuçta, elçilerimizi (ötekilerin başına gelecek her belâdan) kurtarırız (nüneccî).

Aynı şekilde iman eden kimseleri de (kurtarırız). İşin gerçeği, mü’minleri kurtarmak da (nünci) Bize düşer. (Yûnus 10/102-103)

Âyeti şöyle de anlamak mümkün: “Peygamberleri ve yanındaki iman edenleri dünyada sıkıntıdan ve zalimlerin zulmünden kurtardığımız gibi, hz.Muhammed ile birlikte iman edenleri de âhiretin kederlerinden, hesabın zorluğundan, helâk olmaktan ve Cehennem azabından da kurtarırız.”

Kıyâmette inkârcıların yüzleri korku, keder ve dünyadaki suçlarının sebep olduğu utançtan dolayı simsiyah olacak. Mü’minlerin yüzleri ise sevinç ve mutluluktan dolayı beyaz ve aydınlık olacak. (Âli İmran 3/106-107)

Ancak, kendisine karşı sorumluluk bilinciyle davranan mü’minleri Allah (cc) necat’a (kurtuluşa, felaha) erdirir, onları umduklarına kavuşturur.

وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ

وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

 “Kıyâmet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennem de değil midir? 

Allah, takva sahiplerini kurtuluşa erdirir (yünecci). Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar.” (Zümer 39/60-61)

Vahyin bu dünyada verdiği bu kurtarma (necat) müjdesinin âhirette gerçekleşeceği açıktır.

Ebû Hüreyre'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle dedi:

"Kıyâmet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar.

Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb'i: 'Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız?' der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır.

Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir." (Tirmizî, Mevâkît/188. Ayrıca bkz: Ebû Dâvûd, Salât/149. Nesâî, Salât/9. İbni Mâce, İkâmet/202)

Fırka-i nâciye-necat bulan grup konusunu hatırlayalım:

Allah Rasûlü (sav): "İsrailoğullarının başına gelen şey, ümmetimin de başına gelecektir. İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ay­rıldı; ümmetim de onlardan bir fazlasıyla yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır ve biri dışında diğerleri Cehenneme gidecektir. Dediler ki:

“Ey Allah'ın Rasûlü, ateşten kurtulacak bu fırka hangisidir?”

“O, benim ve ashabımın üzerinde bu­lunduğu şeydir" buyurdu. (Tirmizî, İman/18 no: 2640 (hasen-garip kaydıyla). İbni Mâce, Fiten/17 no: 3993. Bir benzeri: Ahmed b. Hanbel, 3/145)

Süleyman Çelebi’nin (ö. 825/1422) asıl adı “Vesîletü’n-necât-kurtuluş vesisi” olan ve mevlid diye bilinen meşhur eserini de analım.