Dua, davet-dua ilişkisi, duanın önemi, ibadet olarak duanı mahiyeti, duada aracı, vesile ve duanın gücü (duanın kabul şartları) hakkında bir seminer (konuşma).

Hüseyin K. Ece

04 Şubat 2024

Saat 15.00

Beytü’s-selâm-Duisburg

-Giriş

إِيَّاكَ نَعۡبُدُ وَإِيَّاكَ نَسۡتَعِينُ ٥

“Sadece sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz” (Fâtiha 1/5)

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱسۡتَعِينُواْ بِٱلصَّبۡرِ وَٱلصَّلَوٰةِۚ إِنَّ ٱللَّهَ مَعَ ٱلصَّٰبِرِينَ ١٥٣

“Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle betaberdi.” (Bekara 2/153. Bir benzeri: Bekara 2/45)

-Dua Nedir?

 ‘Dua, davet-da’va’, aynı kökten, sözlükte; çağırmak, seslenmek, yakarmak, yardım isteğinde bulunmak, isimlendirmek, sığınmak ve ilgi kurmak gibi anlamlara gelir. (el-Isfahânî, R. el-Müfredât, s: 244)

‘Dua’; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, âciz olandan güçlü olana doğru bir istekte bulunmayı anlatır.

Küçüğün büyükten olan ricası, söz, fiil ve davranış olarak yalvarmak, samimi istek ve içtenlikle olur.

-Kavram olarak ‘dua’,

kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim duygularıyla  lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder.

‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arzetmesi (sunması) olduğuna göre, bu, kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir.

Bu ilişkide kul acizliğini, güçsüzlüğünü, hatalarını ve eksikliklerini dile getirir; bunun karşısında o Yüce Makam’dan yardım, bağış, af ve merhamet, güç ve destek ister.

-Dua ve davet

‘Davet’ ve ‘dua’ kelimeleri Kur’an’da bazen farklı anlamlarda, bazen de birbirlerinin yerine kullanılmaktadır.

Bazı âyetlerde ‘davet’; çağrı,  nida, seslenme manasında geçtiği gibi, fiil ve isim olarak ‘dua-yakarış, yardım isteği anlamında geçiyor.

وَمَنۡ أَحۡسَنُ قَوۡلٗا مِّمَّن دَعَآ إِلَى ٱللَّهِ وَعَمِلَ صَٰلِحٗا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ ٱلۡمُسۡلِمِينَ ٣٣

“(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (41-Fussilet/33

 ٱدۡعُ إِلَىٰ سَبِيلِ رَبِّكَ بِٱلۡحِكۡمَةِ وَٱلۡمَوۡعِظَةِ ٱلۡحَسَنَةِۖ وَجَٰدِلۡهُم بِٱلَّتِي هِيَ أَحۡسَنُۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعۡلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ وَهُوَ أَعۡلَمُ بِٱلۡمُهۡتَدِينَ ١٢٥

“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”  (16-Nahl/125)

قُلۡ هَٰذِهِۦ سَبِيلِيٓ أَدۡعُوٓاْ إِلَى ٱللَّهِۚ عَلَىٰ بَصِيرَةٍ أَنَا۠ وَمَنِ ٱتَّبَعَنِيۖ وَسُبۡحَٰنَ ٱللَّهِ وَمَآ أَنَا۠ مِنَ ٱلۡمُشۡرِكِينَ ١٠٨

“De ki: «İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan)  tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.» (12-Yûsuf/108. Ayrıca bkz: 72-Cin/20. 19-Meryem/48. 13-Ra’d/36 v.d.)

‘Davet; aynı zamanda isimlendirme diyebileceğimiz bir şekilde de geçmektedir. Müşrikler, kendi elleriyle yaptıkları putları  ilâhımız diye çağırır, sonra da onlardan yardım isterler.

وَٱلَّذِينَ تَدۡعُونَ مِن دُونِهِۦ لَا يَسۡتَطِيعُونَ نَصۡرَكُمۡ وَلَآ أَنفُسَهُمۡ يَنصُرُونَ ١٩٧

 “O’ndan başka davet (dua) ettikleriniz ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.” (A’raf 7/197. Ayrıca bkz: Hacc 22/73)

Burada putlardan (çakma tanrılardan) bir şey isteme aynı kelime ile ifade edilmektedir. 

Biz ‘davet’ kelimesini sözlük anlamıyla,

‘dua’yı ise bir ibadet, bir kulluk eylemi, bir sığınma ve yardım isteği olarak almak istiyoruz.

Buna göre çağrı Allah’tan insana doğru olursa ‘da’vet’, kuldan Allah’a doğru olursa ‘dua’ dememiz uygun olacaktır.

وَٱللَّهُ يَدۡعُوٓاْ إِلَىٰ دَارِ ٱلسَّلَٰمِ وَيَهۡدِي مَن يَشَآءُ إِلَىٰ صِرَٰطٖ مُّسۡتَقِيمٖ ٢٥

Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.” (Yûnus 10/25)

Rabbimiz kendi yarattığı varlıklardan bir şey istemez, zira O âlemlerden müstağnidir (hiç bir şeye muhtaç değildir).

O’nun katına kul olarak sunabileceğimiz tek şey eksik-gedik kulluğumuz ve samimi dualarımızdır.

Öyleyse Kur’an’da geçen ‘davet’ (Allah’ın duası) kullarını hidâyete ya bir çağrıdır, ya bir uyarıdır, ya da bir teşviktir.  

Kulların Allah’tan bir şey istemesi de elbette diğer insanlardan istemesi gibi olmaz. 

Hatta mü’minler Rasûlüllah’a bile kendi aralarında seslendikleri gibi seslenmezler, onu sıradan bir insan gibi çağırmazlar. (Hucurât 49/1-2)

-Duanın önemi

Her konuda Rabbine muhtaç, aciz ve güçsüz olan kula düşen görev, güçsüzlüğünü bilerek Rabbine dua etmesi, O’ndan istemesi, Allah’ın hakimi mutlak olduğunu bilmesidir.

Rabbe yakışan da kulunun içten yaptığı duayı dilerse kabul etmesidir, -haşa- görevidir demiyoruz.

Alla (cc) mü’minlere kendisine dua etmelerini emrediyor:

وَقَالَ رَبُّكُمُ ٱدۡعُونِيٓ أَسۡتَجِبۡ لَكُمۡۚ إِنَّ ٱلَّذِينَ يَسۡتَكۡبِرُونَ عَنۡ عِبَادَتِي سَيَدۡخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ ٦٠

 “Rabbiniz dedi ki : ‘Bana dua edin, size icabet edeyim (karşılığını vereyim). Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenenler (müstekbirler) boyun bükmüş olarak Cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min 40/60)

Âyette, dua ile ibadet kavramları beraber anılıyor. Buna göre dua, ibadetin bir parçasıdır ve birbirlerini bütünlerler.

Rabbimiz (cc) kullarına yakın olduğunu, dua edenlerin dualarına karşılık vereceğini, insanların O’nun çağrısına uymaları gerektiğini haber veriyor. (Bakara 2/186)

Kur’an’ın bir çok âyetinde Peygamberimize sorulan sorulara ‘söyle ki, de ki’ sözüyle başlayan cevaplar verilmektedir. Ancak bu âyette, “kullarım sana benden sorarlarsa ben onlara yakınım” buyurmaktadır. Diğer âyetlerde olduğu gibi ‘de ki’ sözü kullanılmadı.

Buradaki yakınlık ‘dua’ ile açıklanmıştır ki, bu da dua’nın arada bir aracı olmaksızın Allah’a yapılması gerektiğine bir işarettir.

Allah (cc) kendisine ibadet ve dua eden kullarına yakınlığı  mecazi olup, Allah’ın kulun ibadet ve duasına önem verdiğini, bunları boşa çıkarmayacağını, aynı zamanda dua ve ibadette bulunan kulun değerini ifade eder.

Allah (cc), dua eden, kendisine başvuran, acizliğini ve eksikliğini idrak eden, bağışlanma dileyen kulunu sever.

Rasûlüllah (sav) “Dua ibadetin kendisidir” diyerek Mü’min Sûresi 60. âyeti okudu. (Ebû Dâvûd, Salat/ no: 1479. İbni Mâce, Dua/1 no: 3828. Ahmed b. Hanbel, 4/267, 271, 276. Tirmizî, Tefsir/42 no: 3247)

İslâmda dua’nın önemine ve ibadet olarak faziletine ait çok hadis vardır. Bu hadislerde duanın ne zaman nasıl ve hangi yöntemlerle olacağı, kimlerin duasının kabul olunacağı, hangi kelimelerle dua etmenin daha iyi olacağı, dua şuurunu, sekineyi-itminanı, Allah’tan istemeyi bulabiliriz.

-Duanın mahiyeti

1-Dua etmek imandır, imanın gereğidir. Zira dua ederek mü’min Allah’ın rabliğini ve duanın melcei olduğunun bilincindedir.

2-Dua kulun Allah’a bir bağlılığı, bir teslimiyetidir. Dua sözden ibaret değildir, tercihtir, eylemdir ve hayat biçimidir. Dua bilinci mü’minin hayatını kuşatır.

3-Dua etmek, bir anlamda Rabbe itaat ve boyun eğmek, O’nun hakim-i mutlak oluşuna iman, O’nun her şeye gücünün yettiğini itiraf etmek, O’na tevekkül etmek, güvenip dayanmaktır.

4-Allah’ı Rabb bilip O’nun önünde secdeye kapananlar, ihtiyaçlarını Allah’a bildirirler ve O’ndan yardım dilerler.

5-Hakk dini yalanlayan kimseler dua etmekten de kaçınırlar, kendilerini müstağni görürler. Yani Allah’a ve O’na dua etmeye muhtaç olmadıklarını düşünürler. Onlar kibirli kimselerdir (müstekbirlerdir). 

Dua etmeyen kullarına karşı Allah’ın sitemi şöyledir:

قُلۡ مَا يَعۡبَؤُاْ بِكُمۡ رَبِّي لَوۡلَا دُعَآؤُكُمۡۖ فَقَدۡ كَذَّبۡتُمۡ فَسَوۡفَ يَكُونُ لِزَامَۢا ٧٧

“De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi?

Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı) kaçınılmaz olacaktır.” (Furkan 25/77)

6-Dua etmeyi önemsemeyenler, ibadeti de önemsemeyenlerdir. 

7-Dua etmek de bu ibadet etmenin bir parçasıdır dedik. İnsanlar kime neye kulluk ediyorlarsa ona dua ederler,  sığınılacak kucak ve yardım istenecek bir Kudret ararlar.

8-Esasen insan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Sıkıştığı zaman birilerinden yardım ister. Ancak insanın öyle ihtiyaçları olur ki, başkalarının onu karşılaması mümkün değildir.

Böyle bir durumda inkârcılar ve müşrikler bile ortak koştukları tanrılarını bir tarafa atar ve Allah’tan yardım isterler:

وَإِذَا مَسَّ ٱلۡإِنسَٰنَ ٱلضُّرُّ دَعَانَا لِجَنۢبِهِۦٓ أَوۡ قَاعِدًا أَوۡ قَآئِمٗا فَلَمَّا كَشَفۡنَا عَنۡهُ ضُرَّهُۥ مَرَّ كَأَن لَّمۡ يَدۡعُنَآ إِلَىٰ ضُرّٖ مَّسَّهُۥۚ كَذَٰلِكَ زُيِّنَ لِلۡمُسۡرِفِينَ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ١٢

“İnsana bir zarar dokundumu, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder: zararı üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarar için Bize dua etmemiş gibi döner-gider…” (Yûnus 10/12. Zümer 39/49)

9-Duanın belli bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi, gecenin son üçte birinde, farz namazların sonunda, savaş esnasında, ezan ile kaamet arasında, yağmur yağarken, secdede iken, seher vakitlerinde (Âli İmran 3/17), Cuma saatinde, oruçlunun orucunu açtığı zamanda, Kurban bayramı arefesinde, Kadr Gecesinde, tenhalarda yapılacak dualar daha makbûldür ve kabul edilme ihtimalleri daha fazladır.

Gece vakitleri (ânâe’l-leyl) dua etmek:

أَمَّنۡ هُوَ قَٰنِتٌ ءَانَآءَ ٱلَّيۡلِ سَاجِدٗا وَقَآئِمٗا يَحۡذَرُ ٱلۡأٓخِرَةَ وَيَرۡجُواْ رَحۡمَةَ رَبِّهِۦۗ قُلۡ هَلۡ يَسۡتَوِي ٱلَّذِينَ يَعۡلَمُونَ وَٱلَّذِينَ لَا يَعۡلَمُونَۗ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُواْ ٱلۡأَلۡبَٰبِ ٩

“Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir?

De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer 39/9)

10-Kur’an’daki dua âyetleriyle, -ki Kur’an’da çok dua var. O aynı zamanda dua kitabı gibidir-, Peygamberimizin dualarıyla (En güzeli ve güvenilir olanı Nevevî’nin el-Ezkâr’ıdır), ya da büyüklerden bize ulaşan (me’sur) dualarla dua etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi dua etmemiz de mümkündür.

Kendi hâlimizi ve isteklerimizi en iyi yine kendimiz dile getirebiliriz.

Dua dilinin Arapça olması da şart değildir.

11-Hadislere göre bazı kimselerin duaları kolay kabul edileceği umulur. Bunlar; mazlumlar, misafirler, sâim’in (oruçlunun) iftar esnasında ve çocuğuna dua eden babalardır. (Ebû Dâvûd, Salat/ no:1536. İbni Mâce, Dua/11 no: 3862. Tirmizî, Birr/7 no: 1905)

12-Dua iman olduğu gibi bir çaba ve uyanıştır. Allah hakkındaki bilinci diri tutmaktır, kusurlu, hatalı, eksik olduğunu anlamaktır.

13-Dua en güzel zikirlerdendir. Zikir Allah’ı anmak, hatırlamak ise mü’min dua ile, üstelik bunu sık sık, her durumda yaparsa sürekli Allah’ı anıyor, zikrediyor demektir. Zikri belli zamanlara, belli sözlere ve sayılara, belli ve acaip hareketlere indirgeyenler, şüphesiz zikri yanlış anlamış, ya da zikre yazık etmiş olurlar.

14-Alexis Carrel’ın dediği gibi; “Dua yoksulluk (Allah’a muhtaç olma) ve aşktır (sevgidir).” Dua aynı zamanda ma’rifet, teslimiyet, cehd’dir (yoğun çabadır) ve lütuftur.

-Duanın gücü

1-İlk insandan günümüze kadar bütün insanların hayatında ibadet ve dua olayı gündemdedir. İnsan hak veya bâtıl mutlaka bir dine inanır. Mü’minler Allah’a, inkârcılar ve müşrikler ise ilâh diye inandığı bir şeylere ibadet eder, onlara sığınır, onlardan yardım ister, ya da onlardan korkarlar.

2-İslâmda duanın ibadet olarak önemli bir yeri vardır. Ama o bazılarının zannettiği gibi işleri görünmeyen bir ilâh’a havâle etmek, Allah’a emir vermek değildir:

“Çalış! dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun
Onun hesabına birçok hurâfe uydurdun.
Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı emret oturduğun yerden,
Çalışma, öyle ya Mevlâ ecir-i hâsın iken
Bütün o işleri Rabbin görür, vazifesidir.
Yükün hafifledi, sen şimdi doğru kahveye gir..
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak,
Huda, vekil-i umurun değil mi? Keyfine bak!
Onun hazine-i in'âmı kendi veznendir..
Havale et, ne kadar masrafın olursa verir!.
Silâhını kullanan Allah, hududu bekleyen
O; Levazımın bitivermiş değil mi, ekleyen O!
-Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesabına kâfirleri berbâd edecek!
Başın sıkıldı mı, kâfi, senin o nazlı sesin:
-Yetiş! de, kendisi gelsin, ya Hızır'ı göndersin!
Şifa hâzinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki her şeyin Allah, yanaşman, ırgadın
O, Vekil-i harcın O, kâhyan, müdir-i veznen O;
Alış seninse de mes'ul olan verişten O.
Denizde cenk olacakmış: gemin O, kaptanın O.
Ya ordu lâzım imiş: askerin, kumandanın O.
Köyün yasakçısı, şehrin de baş muhassılı O;
Aile doktoru, eczacı, hepsi hâsılı O.
Ya sen nesin? MÜTEVEKKİL! Yutulmaz artık bu?
Hûda'yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda.
Utanmadan da "tevekkül" diyor bu cür'ete ha?”

MEHMET AKİF

3-Dua, kimi dinlerde olduğu gibi kızgınlığından (gazabından) ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilâhlara el açmak değildir.

4-Dua, Allah’ın makamından sürekli bir istemedir. Bu isteme mü’min için bir itikat, bir şiar (müslüman olmanın işareti), bir ulvi  hedeftir.

Mü’min özlediği İslâmî hayata dua ederek kapı açmaya çalışır. O, Allah’ın bitmez- tükenmez hazinelerini, iyi bir mü’min olma uğruna ister, onların yeryüzüne inmesini niyaz eder.

5-Dua mü’min için, yüce idealleri, dünya ve içindekilerden daha değerli şeyleri bulabilmenin, onlara ulaşmak için çaba göstermenin aracıdır. Dua sekülerleşmenin ve dünyevileşmenin  ilacıdır.

6-Dua, mü’mini ayrılığın yalnızlığından kurtarır. Dua, mü’minin, aşkının, muhabbetinin ve saygısının eyleme dönüşmüş şeklidir.

7-Dua zırhtır. Sorunlarımızın yüreğimiz kuşatmasından, şeytani tuzaklardan, nefsin hevasına kapılmaktan korur.

8-İstiğfar en güzel dualardandır.

Mü’min, dinde haram veya mekruh edilen eylemleri işlediği, ya da emredilen bir şeyi yerine getirmediği zaman, önce bunun bir hata ve Allah’a karşı saygısızlık olduğunu, yani Allah’ın emrine aykırı hareket etmenin Din dilinde günâh olduğunu anlamalı...

Kul, günâhından dolayı af talebi için dört merhaleyi takip etmelidir:

a-Önce nedâmet (pişmanlık) duymalı... Günahtan duyulan pişmanlık tevbe gibidir (Ahmed b. Hanbel, 1/376, 423, 433) ya da tevbenin ilk basamağıdır.

b-Sonra günahından tevbe etmeli, yani günahı terketmeli...

c-Sonra bağışlanma isteği ile inâbe yapmalı (Rabbine yönelmeli)...

d-Peşinden istiğfar etmeli (bağışlanma talep etmeli)...

İstiğfar; mü’minin hatasını, günahı affetme yetkisinin sadece O’na ait olduğunu anlaması demektir... (Âli İmran  3/135)

İstiğfar bir bağışlanma talebidir. Kimden? Günah kime karşı yapılmışsa O’ndan... (Bkz: Nûh 71/10. Hûd 11/90)

Bu da insanlardan özür dilemeye banzemez...

Kulun istiğfar etmesi hem yaptığı hatadan dönmesi, hem de Allah’ın büyüklüğüne bağışlanma için yeniden teslim olmasıdır.

Kişi, bir hatayı yaptığı hâlde umursamaz, aldırmaz, hatta yaptığı hatanın iyi bir şey olduğunu düşünür de, affedilmesi için Allah’a yönelmezse; bu tavır Allah’a karşı bir kibirdir. Böyle bir ahlâk da ancak inkârcıların davranışıdır.

Günahların bağışlanması istenirken yapılacak iş bütün bir benlikle, yürekten, Allah’tan korkarak ve O’ndan umarak, samimiyetle O’na yönelmedir. Bu da inâbedir.

İstiğfar nedâmeti, tevbeyi ve inâbeyi kapsar. Bir açıdan da tevbeyi tamamlayan duadır.

Tevbe, günahtan vazgeçme, onları terk, istiğfar ise onların affını istemektir.

Tevbe ve istiğfar kalbin Allah’a yönelişidir.

İstiğfar tevbe ile birlikte yapıldığı gibi, bir günaha bağlı olmadan da yapılabilir. Zira böyle bir istiğfar Allah’a saygı, O’nu anmak ve insan olarak kendi kusurunu, eksikliğini ve acizliğini bilmektir.

Hadislerde geçtiği gibi hiç bir kul Allah’ın kendisini övdüğü gibi övemez (Müslim, 1/352), hiç bir kul Allah’a O’nun layık olduğu kadar ibadet edemez. Bunun farkında olan mü’min her zaman istiğfar eder.

Nitekim Peygamber (sav) günahsız olduğu hâlde her gün defalarca istiğfar ederdi.

“Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş bu kadar istiğfar ederim.” (Müslim, Zikir /12 no: 2702. Ebû Dâvûd, Salat/İstiğfar no: 1515. İbni Mâce, Edeb/57 no: 3816-3817)

İnsanların günâhlarını temamen gören ve bilen yalnızca Allah’tır. (Furkan 25/58) Öyleyse mü’minler günâhlarını sadece Allah’a itiraf ederler ve yalnızca O’ndan bağışlanma dilerler, yalnızca O’nun huzurunda tevbe ederler.

Müslüman, insan olması dolayısıyla yanılıp hata edebilir, günâha düşebilir. Önemli olan günâhta israr etmemek ve Allah’a istiğfar etmektir. Böyle yapmak imanın gereğidir.

Allah’ın isimlerinden biri de “el-Ğafûr veya el-Ğâfir’,  el-Ğaffâr”dır, yani, istiğfar edenleri, bağışlanma isteyenleri çok çok, devamlı bağışlayandır. (Bkz: Mü’min 40/3, 42. Bekara 2/173, 182, 218. Âli İmran 3/31, 155. Enfal 8/70. Fatır 35/53. Tâhâ 20/82. Sâd 38/66. Zümer 39/5. Nûh 71/10. vd.)

İstiğfar kökünden gelen “mağfiret” Allah’a nisbet edildiğinde kulunun günahını örtüp hiç günah işlememiş muamelesi yapması ve kusurunu bağışlaması” anlamına gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/64)

9-Dua olarak istiğfar konusunda tavrı böyle olan mü’minin Allah tasavvuru sahih demektir.

10-Allah (cc) ve Rasûlü nasıl dua etmemizi öğrettiler. Me’sur dualar elbette önemli. Üstelik Allah’ın Rasulü hangi pozisyanda, hangi ihtiyaç için, hangi musibet için, amellerin kabulleri için, hangi günah affı için, kimden/neden nasıl sığınacağımızı öğretti.

11-Duanın sözleri önemli birlikte hangisi olursa olsun dua’nın ta’zim,  ihlas, samimiyet, alçak gönüllü ve boynu bükük bir hâlde olmalıdır.

ٱدۡعُواْ رَبَّكُمۡ تَضَرُّعٗا وَخُفۡيَةًۚ إِنَّهُۥ لَا يُحِبُّ ٱلۡمُعۡتَدِينَ ٥٥

“Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf 7/55. Ayrıca bkz: A’râf 7/205)

Bu da dua sözlerini sözlerini nasıl ve hangi durumda terennmüm etmemize bağlıdır. (Birinden kaba bir şekilde “şunu ver, versene” demekle “verir misin, lutfeder misin” arasında çok fark vardır.

12-İhlasla yapılan  bütün dualar kabul edilebilir. Ancak kimsenin bir garantisi yoktur. Hiç kimse duasının nasıl kabul edildiğini, nasıl karşılık verildiğini bilemez.

Kur’an dua edenlere Allah’ın karşılık vereceğini müjdeliyor.  

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌۖ أُجِيبُ دَعۡوَةَ ٱلدَّاعِ إِذَا دَعَانِۖ فَلۡيَسۡتَجِيبُواْ لِي وَلۡيُؤۡمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمۡ يَرۡشُدُونَ ١٨٦

“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bekara 2/186. Ayrıca Bkz: Mü’min 40/60)

Kur’an şöyle emrediyor:

وَلَا تُفۡسِدُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ بَعۡدَ إِصۡلَٰحِهَا وَٱدۡعُوهُ خَوۡفٗا وَطَمَعًاۚ إِنَّ رَحۡمَتَ ٱللَّهِ قَرِيبٞ مِّنَ ٱلۡمُحۡسِنِينَ ٥٦

“Düzene konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (A’raf 7/56)

13-Mü’min ihlasla yaptığı duaların kabul edileceğini ümit edebilir. Ancak nasıl kabul edildiği kimse bilemez. Duanın matematiksel veya fiziki bir sonucu, belgesi olmaz.

Allah (cc) kulunun ya duada istediğini verir, ya başka bir şey verir, zira belki o daha hayırlıdır, ya günahlarına keffâret sayar, ya da ecir verir, sevabını artırır.

Dolaysıyla dua ettim, ediyorum ama kabul edilmedi, edilmiyor iddiaları yanlıştır. Duasının kabul edilmediğini sanan duasını gözden geçirmeli...

13-Fâtiha Sûresinde

إِيَّاكَ نَعۡبُدُ وَإِيَّاكَ نَسۡتَعِينُ ٥

“Sadece sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz” (Fâtiha 1/5) deriz ve böyle iman ederiz.

Demek ki Allah’tan istenebilecek şeyler O’nun dışında ölü veya diriden, eşyadan veya hayâli güçlerden istenmez.

Allah’ın dışındaki şeylerden ilâhi yardım isteme putperestlerin inancıdır... Allah’tan başkasından, hareketsiz nesnelerden, varlıklardan veya topraktaki kemiklerden, O’ndan istenebilecek şeyleri istemek sapıklıktır.

وَمَنۡ أَضَلُّ مِمَّن يَدۡعُواْ مِن دُونِ ٱللَّهِ مَن لَّا يَسۡتَجِيبُ لَهُۥٓ إِلَىٰ يَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِ وَهُمۡ عَن دُعَآئِهِمۡ غَٰفِلُونَ ٥

“Allah'ı bırakıp da, kıyâmet gününe kadar cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kimdir? Çünkü, yalvardıkları şeyler yalvarışlarından habersizdirler.” (Ahkaf 46/5)

14-Namazla birlikte duanın (yardım istemenin) olması Rabbimizin emridir.

قَالَ مُوسَىٰ لِقَوۡمِهِ ٱسۡتَعِينُواْ بِٱللَّهِ وَٱصۡبِرُوٓاْۖ إِنَّ ٱلۡأَرۡضَ لِلَّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَآءُ مِنۡ عِبَادِهِۦۖ وَٱلۡعَٰقِبَةُ لِلۡمُتَّقِينَ ١٢٨

“Musa kavmine dedi ki: «Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç (Allah'tan korkup günahtan) sakınanlarındır.” (7-A’râf/128)

15-Duada Allah ile kul arasında –ibadette olduğu gibi- hiç bir aracı, vesile yoktur. Falancanın vesilesiyle Allah’a yakın olma iddiaları temelsizdir.

Tevhide uymayan hiç bir dua makbul ve meşru’ değildir.

16-Dua da üç şeyi vesile kılmak caizdir.

Birincisi; Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla vesile aramak…

Allah’ın güzel isimleriyle (esmau’l-hüsnâ) ile dua etmek Kur’an’ın emridir ve duayı güçlü kılar.

 وَلِلَّهِ ٱلۡأَسۡمَآءُ ٱلۡحُسۡنَىٰ فَٱدۡعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُواْ ٱلَّذِينَ يُلۡحِدُونَ فِيٓ أَسۡمَٰٓئِهِۦۚ سَيُجۡزَوۡنَ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ١٨٠

En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (A’raf 7/180)

“Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, v.b. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum” gibi dualar meşrudur.

Kulun haceti ne ise onunla ilgili isim ile dua edebilir.

İkincisi; dua edenin işlediği sâlih bir amelle tevessülde bulunması...

Bu da Kur’an’da mü’minlerin dualarından örnekler verilerek teşvik edildiği için meşru sayılmıştır.

رَّبَّنَآ إِنَّنَا سَمِعۡنَا مُنَادِيٗا يُنَادِي لِلۡإِيمَٰنِ أَنۡ ءَامِنُواْ بِرَبِّكُمۡ فَـَٔامَنَّاۚ رَبَّنَا فَٱغۡفِرۡ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرۡ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ ٱلۡأَبۡرَارِ ١٩٣

“Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.” (Âli İmran 3/193. Ayrıca bkz: Âli İmran 3/16. ve 53, 191)

Bir hadiste geçtiği gibi, bir mağarada, mağaranın ağzını kapatan bir kaya sebebiyle mahsur kalan üç kişi işledikleri sâlih amelleri anlatarak Allah’tan yardım istediler ve mağaradan kurtuldular. (Müslim, Zikir ve Dua/27(100-2743) no: 6949. Buhârî, Nesâî’den nak. N. el-Bâni, Tevessül-Çeşitleri Hükümleri, s: 53)

Üçüncüsü; sâlih insanların duasıyla tevessülde bulunmak...

Peygamberin ümmetine, ümmetin de birbirlerine dua etmelerini tavsiye eden âyetler dikkate alınarak bunun meşru olduğu kabul edilmiştir.

فَٱعۡلَمۡ أَنَّهُۥ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّهُ وَٱسۡتَغۡفِرۡ لِذَنۢبِكَ وَلِلۡمُؤۡمِنِينَ وَٱلۡمُؤۡمِنَٰتِۗ وَٱللَّهُ يَعۡلَمُ مُتَقَلَّبَكُمۡ وَمَثۡوَىٰكُمۡ ١٩

“Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir. (Muhammed 17/19. Ayrıca bkz: Nisâ 4/64. Yûsuf 12/97-98)

وَمِنۡهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَآ ءَاتِنَا فِي ٱلدُّنۡيَا حَسَنَةٗ وَفِي ٱلۡأٓخِرَةِ حَسَنَةٗ وَقِنَا عَذَابَ ٱلنَّارِ ٢٠١

“Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.” (Bekara 2/201)

Rasûlüllah’ın duasıyla ‘tevessül’de bulunmak, yani onun dualarıyla dua etmek elbette caizdir, hatta en güzel dualar Kur’an dualarından sonra onun dualarıdır.

17-Bazı kesimlerin şu gün, şu dua veya sözler, şu kadar sayıda söylenirse kabul edilir, şu karşılık verilir”, ”şöyle şöyle şeyler olur”, “şu şu şeylere kavuşulur” iddialarının –sahih hadislerde kaynağı yoksa- bir temeli yoktur.

Bunları iddia edenler iyi niyetli iseler dua ibadetini yanlış ya anlamışlar, ya câhilce söz söylüyorlar, ya da duayı sihir zannediyorlar demektir.

Sanki Allah bunların memuru, bunlar emredecekler Allah da hemen emri yerine getirecekler. Haşa...

17-Şu ifadeler Allah’a duayı değil, dua sözlerinde tılsım, olağanüstü güç olduğu kanaatini ön plana çıkaran sözlerdir.

Halbuki dua sözleri ister kitapta ve dilde olsun, ister muskada, ister levhada olsun; kul onu yürekten söyleyip Rabbinden istemezse, kağıdın ve sözün bir gücü yoktur. Bakınız:

Denenmiş Tılsımlı Dualar – Mucize Dualar! 

Güçlü tılsımlı dualar,

Her Derdin Çaresi Tılsımlı Dualar,

Çok Büyük Tılsımlı Sırlı Kuvvetli dualar,

Aşkı Canlandıran Tılsımlı Dualar,

Hikmetli Ve Tılsımlı Dualar, 

Şahmeran Duası. En Tesirli Dualar (medyum diyormuş, büyü çeşitlerini anlatan sayfada)

Olmazı Olduran Mucize Dualar,

Mucize Olması İçin Dua,

Olağanüstü Sırlı Dualar,

Bilinmeyen Sırlı Dualar,

Kuran’ı Kerim’de En Tesirli Dualar.

Duaların en hızlı en seri şekilde kabulü için sırlı DUA

Her dilek için dualar

Kitap: Velilerden Esrarlı Dualar. Sırrul Esrar Dualar.

Duaların Esrarı, her duanın sonunda sayılarla garanti,  sonuçlar va’dediyor.

-Dua adabı

1-Dua iki boyutludur: Fiilî dua ve kavlî dua. Birincisi tevekkülle beraber daha makbuldur. Yine birincisi olmadan ikincisi caizdir ama eksiktir...

2-Mü’min, dua etmeden önce duaya hazırlanır. Yani o önce fiilî duada bulunur. İbadetini noksansız yapmaya çalışır. Varacağı hedef için gerekli çalışmaları yapar. Tehlikelere karşı yeteri kadar tedbir alır. Emredileni yapar, yasaklanandan kaçar.

Bundan sonra da amelin kabulü için dua eder, gücünü aşan konularda Allah’tan yardım diler, eksikliğinin tamamlanması, hatasının affı için Allah’a sığınır, tevbe eder. Allah’a bağlılığını ve sevgisini dua ile ortaya koyar.

3-Duaya hazır olma noktasında Peygamberimizin tavrı örnektir. O, her konuda yılmadan, usanmadan, kınayanların kınamasından korkmadan israrlı bir şekilde çalıştı, mücadele için lazım olan şartları yerine getirdi.

Hatta ayakları şişinceye kadar ibadete gece gündüz devam etti. Rabbinin rızası dışında hiç bir iş yapmamaya özen gösterdi.

Peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirdi ve sonra da ellerini açıp her an Rabbine dua etti. 

4-Mü’min, her konuda üzerine düşen görevi yaptıktan sonra duaya da başvuracaktır.

Kısaca ‘dua etmeye yüzü olacaktır’.

Hiç bir şey yapmadan, çalışmadan, tehliklere karşı tedbir almadan, toplumun ve nefsin ıslahı için bir şey yapmadan, günahlardan korunmadan; ‘Rabbim, şunu yap, bunu hallediver, istersen affet, düşmanı kahret, ortalığı düzelt, ihtiyaçlarımızı gider’ demek sanırım dua için yeterli değildir.

5-Dua eden kulun kalbi Allah’tan başka bir şeyle meşgul olursa, duası amacına ulaşmaz. Nefsin istekleri, Allah’ın dışındaki sevgiler ve amaçlar, duayı hedefinden uzaklaştırır.

Kişi, kendi arzularına esir olduğu müddetçe Allah’a bu anlamda yaklaşamaz, arzular sürekli engel olurlar.

-Duanın amacı

Müslümanın duasında kısaca üç önemli amaç olabilir:

1-Günahlarının affını isteme. Mü’min, elinden geldiği kadar günahlardan kaçınır. Ancak yine de hatalı olduğunu düşünerek sürekli affını ister.

2-Ümit ve arzu. Mü’min, hakkıyla ibadet edebilme, hidâyette olabilme ve Allah’ın yardımına ulaşabilme arzusunda olur.

3-Allah’tan yardım, izzet, lütuf, rahmet, başarı isteklerinde bulunma.  

Ya da şu beş şey yapılmış olur:

1-İmanı güçlendirmek

2.Zikir ve tesbih,

3.Hamd ve şükür,

4.İstiâne ve istiâze,

5.İstiğfar

دَعۡوَىٰهُمۡ فِيهَا سُبۡحَٰنَكَ ٱللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمۡ فِيهَا سَلَٰمٞۚ وَءَاخِرُ دَعۡوَىٰهُمۡ أَنِ ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ رَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ١٠

“Onların oradaki duaları, "Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah'ım!", aralarındaki esenlik dilekleri, "selam"; dualarının sonu ise, "Hamd alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" sözleridir.” (Yûnus 10/10)

رَبِّ ٱجۡعَلۡنِي مُقِيمَ ٱلصَّلَوٰةِ وَمِن ذُرِّيَّتِيۚ رَبَّنَا وَتَقَبَّلۡ دُعَآءِ ٤٠

رَبَّنَا ٱغۡفِرۡ لِي وَلِوَٰلِدَيَّ وَلِلۡمُؤۡمِنِينَ يَوۡمَ يَقُومُ ٱلۡحِسَابُ ٤١

“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; rabbimiz, duamı kabul et.

Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.” (İbrahim 14/40-41)

 

Sübhâneke’llahümme ve bi-hamdike. Eşhedü en lâ ilâhe illallahu, estağfirullah ve etûbu ileyke...