-      Abdest almakla;

Abdest ibadeti başlı başına bir zikirdir.

Müslüman ister namaz kılmak için, ister Kur’an okumak için, isterse sevap için abdest alsın; hepsinde amacı Allah rıazsıdır. Niçin abdest aldığının farkındadır ve abdestini alırken rabbini hatırlar. Abdestle birlikte dua eder, Rabbini ve O’nunla ilgili şeyleri düşünür.

 

Ebu Hureyre (ra): "Resulullah (sav) buyurdu ki:
         "Allah’ın hataları silmeye ve dereceleri yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri size söylemiyeyim mi?''
         "Evet ey Allah'ın Resûlü, söyleyin!'' dediler. Bunun üzerine şöyle dedi:
         "Zahmetine rağmen abdesti tam almak. Mescide çok adım atmak. (Bir namazdan sonra diğer) namazı beklemek. İşte bu ribattır. İşte bu ribattır. İşte bu ribattır."
(Müslim, Tahâret/41, (251). Muvatta, Sefer/55, (1,161). Tirmizî, Tahâret/39, (52). Nesâî, Tahâret/106)

Ribatın anlamlarından birisinin de imanı, kalbin kapısına nöbetçi olarak dikmek olduğunu hatırlayalım.

Müslüman kalp kal’asını, yürek ülkesini düşmanlar ele geçirmesin diye sürekli bekler, korur, gözetler. İmanını ve takvasını sürekli uyanık tutar, nefis, şeytan, ilhad, gaflet, şehvet, dünayaya tapma, öfke ve gadap, vesvese ve kötü niyet gibi düşmanlarına karşı devamlı tetikte olur. Kalbin kapısındaki bu titiz nöbetçi kalbe zararlı ve yabancı maddeleri koymaz.

Bu da ancak Allah’ı hatırlamakla olabilir.

Bir hadiste geçtiğine göre müslüman abdest aldığı zaman abdest suyu ile birlikte küçük günahlarının dökülür. (Müslim, Tahâret/32, no: 244. Muvatta, Tahâret/31. Tirmizî, Tahâret/2, no: 2)

Kısaca, müslüman abdestli olduğu sürece zikrediyor, Rabbini hatırlıyor demektir.

-      Namaz kılmakla;

Allah’ı zikretmek üzere namaz kılmak emrediliyor.

Rabbimiz buyuruyor ki:

“Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (Tâhâ 20/14)

Çünkü namaz hem dinin direði, hem de zikrin ve kulluğun bütün unsurlarını bünyesinde  taşımaktadır. Namaz; hazırlığından tutunuz da sonundaki selâma kadar her bir rüknü, her bir unsuru birer zikirdir. Kıyam, kıraat, Sübhâneke, Fatiha Sûresi, rukû’, secdeler, tesbihler, salavatlar, dualar  ve diğerleri, zikirden başka bir şey değildir.

Öyleyse en büyük zikir namazdır. Ancak namaz zikr’in bir şekli, bir bölümüdür. Zikir, namazı da içine alan daha geniş bir ibadettir.

“Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür.” (Ankebût 29/45)

 

-      Sünneti yaşamakla;

İnsanlar içerisinde Allah’ı en güzel ve mükemmel zikreden elbette Peygamberimiz (sav) di. O’nun bütün sözleri birer zikirdi. O’nun emirleri ve yasakları, Allah’ın adlarından ve sıfatlarından bahsetmesi, Allah’ın hükümlerinden ve fiillerinden söz etmesi, O’nun va’ad ve va’idinden (müjde ve korkutmalarından) haber vermesi, O’na hamdetmesi, O’nu tesbih etmesi, O’ndan dua ile bir şey istemesi, hep Allah’a rağbet etmesi, O’ndan korkup- çekinmesi, O’na tevekkül etmesi, hepsi de O’nun zikirlerindendi.

Peygamberimizin susması bile kalbinin bir zikri idi.

Allah’ın Rasûlü her durumda ve her an Rabbini zikrederdi.

Öyleyse onun gibi yapmak, İslâmı onun gibi, şuurlu bir şekilde yaşamak zikir hali üzere olmak demektir.

“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab 33/21)

Burada şu önemli noktanın altı da çiziliyor: Allah’ı ancak çok çok zikredenler Hz. Muhammed’i örnek alabilirler. Ya da Peygamber’e gerçek anlamda tabi olabilmek için Allah’ı çok çok anmak gerekir. Allah (cc) kendisini çokça zikredenlere Peygamberi daha çok sevdirir.

 

-      Esmaullahi’l-Hüsnâ ile;

Allah’ın en güzel isimleri okumak, anlamaya çalışmak, insan ve varlık üzerindeki tecellilerini müşahede etmek, onlardan ibret almak birer zikirdir.

Müslüman Allah’ın isimlerini öğrenir, üzerinde düşünür, onların hayata yansımalarını takip eder, hatırlar ve onlarla meşgul olursa zikir üzeredir.

“Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün birbirini izlemesinde derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır,

Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı anar, [ve] göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler:

“Ey Rabbimiz! Sen bunları[n hiç birini] anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!” (Âli İmran 3/190-191)

Müslüman Allah’tan bazı isteklerini esmau’l-hüsnâ ile ister. Duasına onları aracı eder. Ya da haceti, ihtiyacı, eksiği ne ise, onunla ilgili İsmi söyler ve böylece dua eder.

Bütün bunlar da Allah’ı anmak, zikretmektir.

 

-      Dua etmekle;

Dua etmek, başlı başına bir zikirdir. Her dua Allah’ı anmaktır.

Nitekim bu konuyla ilgili yazılan kitapların veya kitapların bazi bölümleri ‘Dualar ve zikirler’ şeklindedir. Mesela Rasûlüllah’ın dualarını ve zikirlerini bir araya toplayan İmam Nevevî  kitabına el-Ezkâr/Zikirler ismini verdi.

Dua ve zikir birbirinden ayrılmaz iki kardeştir.

Müslüman kimden nasıl isteyeceğinin farkındadır. O Allah’tan ister her ne isteyecekse. Halini O’na arzeder, O’ndan yardım bekler, O’na sığınır. Bu da Allah’ı zikirdir, hatırlamadır, O’nu hiç unutmamaktır.

“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bekara, 2/186)

Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.”  (A’raf, 7/55)

En güzel isimler (el-esmaü'l-hüsna) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (A’raf, 7/180)

“Onların oradaki duası: "Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise "selam" dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.” (Yunus, 10/10)

Allah’ı bol bol zikretmek isteyenler, tıpkı Peygamber (sav) gibi günün her saatinde, her işle ilgili olarak, her fırsatta dua etmeyi denesinler. Böylece hem zikretmiş olurlar, hem de Allah’ı yardıma çağırırlar.

 

-      Tesbih etmekle;

‘Tesbih’, ‘sebh’ fiilinden türemiş bir kelimedir. Kavram olarak ‘tesbih’;  Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden tenzih etmek (uzak tutmak)tır.

         ‘Tesbih’ bir anlamda Allah’ı büyük tanıma, O’na noksan sıfatları yakıştırmama, hızlı bir şekilde ‘sübhanellah’ demek ve O’na ibadet etmektir. Bu bir çeşit Allah’ı zikirdir. 

         ‘Tesbih’;  Allah’ı, kutsal yüceliğine layık olmayan kusur  ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan gerek inanç, gerekse söz ve kalp ile tenzih etmektir.

         Allah (cc), ‘Sübhan’dır.

         “Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmiıti. Arşın sahibi Allah-Sübhan’dır, onların nitelendirdikleri şeyden uzaktır.” (Enbiya 21/22. Ayrıca bak. Saffat 37/180.  Yusuf 12/108. İsra 17/1, 93, 108. Neml 27/8. Kasas 28/68. Zuhruf 43/13. Kalem 68/29)

         Canlı veya cansız varlıklar Allah’ı tesbih ederler.

         “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz de onların tesbihlerini anlayamazsınız. O Halim’dir, bağışlayandır.” (İsra 17/44)

Arşın etrafını çevirmiş melekler Allah’ı sürekli tesbih ederler. (Zümer 39/75). Bir kısmı da Allah’ı tesbih eder ve bununla beraber yeryüzünde olanlar için istiğfar ederler. (Şûra 42/5) Allah’ın yanında bulunanlar da Allah’ı tesbih ederler. (Fussilet 41/38. A’raf 7/206)

Yerde ve gökde olan bütün yaratıklar Allah’a tesbihte bulunurlar.  (Hadid 57/1. Haşr 59/1, 24.  Saff 61/1. Nûr 24/41. Cuma 62/1. v.d.)

Aklı ve iradesi olmayan bütün varlıklar Allah’ı tesbih ettiğine göre, aklı olan ve kâinatın efendisi kılınan insanın da bunu yapması gerekir. O bunu yaparsa varlığı anlamış, varlıkla barışmış, varlıktaki ahenkli koroya katılmış olur.

Buna göre ister namazda rukû’da veya secdede, ister namazın sonunda, isterse başka bir şekilde söylenen her tesbih sözü bir zikirdir. Ki müslüman bunları sabahtan akşama, hatta yatağına girinceye kadar aklına geldikçe söyleyebilir, Rabbini tesbih ederbilir, zikredebilir.

Peygamberden nakledilmiş pek çok tesbih sözleri vardır ki her biri başlı başına hem bir iman tazeleme, hem zikir, hem de manevi bir kuvvettir.

İşte bir kaç örnek:

“Sübhânellah,

Sübhâne’llahi ve hamdüli’llahi,

Sübhânellahi ve bi-hamdihi,

Sühâne’llahi’l-azîm,

Sübhânallahi ve bi–izzetihi,

Sübhâne Rabbî ve bi-hamdihi-Sübhâne Rabbî ve bi-hamdihi

Sübhânellahi ve bihamdihi adede halkıhı ve mi’dâde kelimâtihi, ve ziynete arşihi ve rıda nefsihi,

Sübhâne Rabbiye’l azîm,

Sübhâne Rabbiye’l-âla,

Sühânellahi adede ma haleka fi’s-semâî, Sühânellahi adede ma haleka fi’l-arz, Sühânellahi adede ma beyne zâlike, Sühânellahi adede ma hüve hâlikûn.

Sübhâne Rabbike Rabbi’l izzeti amma yesıfûn veselâmun alel-murselîn ve’l-hamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn,

Sübhâneke allahümme ve bi-hamdike ve tebâreke’smüke ve teâlâ ceddûke ve celle senâüke ve lâilâhe ğayruk.

Sübhâne lâ ilme lenâ illâ ma allemtenâ, inneke allâmu’l-ğuyûb

Sübhâne lâ fehme lenâ illâ ma fehhemtenâ, inneke alîmun-Hakîm”

Ve diğerleri.

 

-      Tevbe/istiğfar etmekle;

Yaptığı hatanın farkına varıp, yalnızca Allah’a karşı duyduğu saygıden (haşyette( ve korkudan (takvadan) dolayı pişman olup, hatasından vazgeçip Allah’tan bağışlnma isteyen mü’min, Allah’ı zikrediyor demektir.

Kur’an müslümanların sürekli tevbe etmeleri ve Allah’tan bağışlanma dilemelerini emrediyor.

Öyleyse kim Rabbine yönelirse, bağışlanma dilerse, af ve mağfiret dileğinde bulunuyorsa, Rabbini anıyor/hatırlıyor demektir.

“Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever.” (Hûd, 11/90)

“Rabbimiz, biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru’  diyenleri, sabredenleri, doğru olanları, huzurunda boyun büküp divan duranları, Allah için (mallarını) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri görmektedir.” (Âli İmran 3/16-17)  

 “Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (Âli İmran, 3/135)

“Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (En’am, 6/54)

“(Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rüku edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!” (Tevbe, 9/112)

Her bir tevbe, her bir istiğfar sözü, her bir af isteği zikirdir.

Peygamber (sav) bile günde defalarca Rabbinden istiğfarda bulunurdu, yani af isterdi. (Buharî, Deavât/3, no: 6307. Tirmizî, Tefsir/48, no: 3259)

O, insanlara şöyle sesleniyor:

“Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.” (Müslim, Zikir ve Dua/12, no: 2702. İbni Mace, Edeb/57, no: 3816-3817)

Yine buyuruyor ki:

“Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.” (Müslim, aynı yer, Ebu Davud, Salat/İstiğfar, no: 1515)

Başka bir hadiste şöyle buyuruluyor:

“(Amel) defterinin sayfasında çokça istiğfar bulana ne mutlu…” (İbnu Mace, Edeb/57, no: 3818)

Allah’a istiğfar etmiş bir kimse, istiğfarından önce günah işlemiş te olsa affedileceği umulur. (Tirmizî, Deavât/107, no: 3559)

İstiğfarın yalnızca dil ile yapılması yetmez. Bunun hem dil hem kalp ile yapılması gerekir. Her ibadette olduğu gibi niyet çok önemlidir. İhlaslı bir şekilde bağışlanma isteyip te günahtan vaz geçeni Allah affedebilir.

Peygamberimiz buyuruyor ki:

Kim yatağına girince üç defa: ‘Estağfirullahe’l azím ellizi lâ ilâhe illa hüve’l Hayyu’l Kayyûm (Kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan, diri ve her an yaratıkları gözetip duran yüce Allah’tan bağışlanma dilerim)’ derse, Allah onu savaştan kaçmış olsa da bağışlar.” (Ebu Davud, Salat/no: 1517. Tirmizî, Deavât/118, no: 3578)

 

-      İlim öğrenmekle;

Besmele ile, Allah rızasını gözeterek ilim öğrenmek, yapılan ilmi toplantılar, ilmi faaliyetler de birer zikir sayılmalı. Sonuçta Allah adıyla ve Allah rızası için yapılan her şey Allah’ı hatırlamaktır.

Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdu ki: "İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır." (Tirmizi, İlim/2, no: 2649. İbnu Mace, Mukaddime/17, no: 227)

Ebu'd-Derda (ra) anlatıyor: "Resûlullah'ın (sav) şöyle dediğini işittim: "Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir..." (Ebu Davud, İlm/1 no: 3641. Tirmizî, İlm/19 no: 2683. İbnu Mace, Mukaddime/17, no: 223)

 

-      Allah yolunda cihad etmekle;

Cihad ibadeti, Allah yolunda yapılan her çabayı, her çalışmayı, her faaliyeti kapsar.

Öyleyse kim Allah için bir adım atarsa, Allah’ın dini uğruna bir çalışma yaparsa, kim Allah rızası için bir harcamada bulunursa, imkanlarını ve emeklerini fi-sebilillah harcarsa, o Allah’ı zikretmiş olur. Değil mi ki amacı Allah rızasıdır, Allah’ın vereceği karşılığı beklemektir.

Zaten cihad etmenin bir amacı da Allah’ı sık sık zikretmektir. (Enfal 8/45)

 

  • Zikirde zamanı iyi kullanmak

Müslüman Rabbini hayatının her anında zikreder, yani hiç unutmaz. Onu hatırlamak için de ibadet eder, dua eder, tesbihatta bulunur, her işine besmele ile başlar, abdestli olmaya çalışır, Kur’an’ı çok okur, üzerinde çok tefekkür eder, ölümü ver sonrasını hatırlar, Allah’tan umar, O’ndan bekler, O’na tevekkül eder, O’nun rızasına uygun amel işler, O’nun kendisini murakabe ettiğinin farkındadır.

Müslüman bunlarla birlikte bazı zamanlara daha fazla dikkat eder. Bazı anlar vardır ki değerlendirilmesi gerekir.

Gece namazı (teheccüd) vakitleri.

Sabahın erken saatleri.

Cuma saati. (Buharî, Deavât/61, no: 6400 )

Ezanla ikamet arası,

Bayramlar ve bayram namazlarından önceki anlar,

Ramazan ve özellikle Kadir gecesi,

Mirac, Berat ve Regaib geceleri,

Zilhiccenin ilk on günü,

Hac zamanı, vakfe, sa’y ve tavaf zamanları

Müslüman bu zamanları iyi değerlendirir, fırsatı kaçırmaz.

O bilir ki aslında ömür bir emanettir, geçicidir ve bir fırsatır. Geçen zamanı geri getirmek mümkün değil. Önümüzde ne kadar zamanımız kaldığını da bilmeyiz. Önemli olan bugün elde olan zamanı iyi değerlendirmek, Rabbe hakkıyla ibadet etmek, her an, her dakika zikir hali üzere yaşamak, hayatı zikre dönüştürmektir.

Evet, mü’mine düşen hayatı zikre dönüştürmektir.

 

  • Zikrin sonucu:

Zikir şuuru, “Ya Rabbi farkındayım” demektir.

“Ya Rabbi farkındayım” diyen bir mü’min de bir şey yapmadan önce Allah’ın ne diyeceğini, nasıl muamele edeceğini hesaba katar. “Ya Rabbi farkındayım” diyen insan yapacağı işten Allah’ın razı olup olmadığını düşünerek yapar. Yani her işinin, her sözünün, her ahlâkının İslâma uygun olup olmadığına dikkat eder.

Zikrin tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar. İşte bu Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır. 

         Rabbimiz buyuruyor ki:

         “Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (20 Tâhâ/14)

         “Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür.” (29 Ankebût /45) 

         “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33 Ahzab /41-42) buyuruyor.

Görüldüğü gibi zikir ibadeti, hayatla birlikte iç içedir. Hayatın her anında kalple, dille ve badenle yerine getirilir. Yani müslümanın bütün bir hayatı zikre bürünür, zikir anlayışı ile geçer.

(Tekrar edelim: Müslüman yürüyen zâkirdir.)

Bunun için zikrin, bir kenara çekilip belli sözleri her gün belli sayıda, bir üstadın gözetiminde yapılacağını sanmak, zikrin sadece bu olduğunu kabul etmek,   doğru değildir. Böyle bir zikir anlayışı Kur’an’ın bize öğrettiği, ya da emrettiği zikir ibadeti değildir.

Zira Peygamber (sav) böyle yapmadığı gibi, kimseye de böyle yapın demedi. İslâmın ilk neslinde de böyle bir ibadet anlayışı, böyle bir zikir usulü görülmemiştir.

Maamafih, Allah’ın adının geçtiği her söz, Allah’ı hatırlatan her ifade, her ibadet, her amel elbette zikirdir. Ancak zikri sadece belli zamanlarda belli sözleri belli sayıda tekrar etmek diye alırsak zikrin geniş manasını ve etki alanını daraltmış oluruz.

Ya da zikri hayatın belli saatlerine hasretmiş, diğer zamanlarda sanki Allah’tan bağımsız yaşanırmış gibi zannedilmiş olur. Bu zihinlere yerleşmiş gizli bir laisizmdir.

Denilebilir ki bazı ibadetler için belli zamanlar vardır. Zikir için niçin olmasın?

Doğrudur belli ibadetler için belli zamanlar vardır. Zaten biz de bunu diyoruz. İşte bu ibadetlerle zikir yapıyoruz ya. Bu ibadetlerle Rabbimizi anıyoruz ya. Bu ibadetlerle Rabbimizi unutmamaya çalışıyoruz ya. Gafletten uzaklaşmanın, Allah’ı her an akılda, zihinde ve gönülde tutmanın yolu her an O’nun kulu olduğumuzun farkında olmak değil midir? O’nun murakabesini her an hissetmek değil midir?

Öyleyse takva ve ihsan bilinciyle, yani O her zaman bizi görüyor, her an bizi murakabe ediyor, O’ndan gizli bir an ve mekan yoktur şuuru ile yapılan her amel zikirdir.

Zikir cümleleri dediğimiz ve çoğu Peygamber’den rivâyet edilen ifadeler de, tesbihler de aynı amaca yöneliktir. Rabbimizi unutmamak, hatırlamak ve ona göre davranmak...

İşte zikir şuuru ya zikir ahlâkı budur.

Bu şuuru, bu murakabe anlayışını, bu takva ve ihsan bilincini günün veya haftanın belli saatlerine hasretmek, belli zikir cümlelerini sesli veya gizli, ferden veya topluca tekrar etmek, zikir ibadeti için yeterli midir?

Biz Rabbimizi günde, haftada veya arada sırada mı anacağız?  

Rabbimizi Peygamberin öğrettiği gibi değil de böyle anmakla mı mükellefiz?

“Allah’ı çokça zikredin “, “Siz beni anın ben de sizi anayım” emrinin asıl maksadı nedir? Tekrar tekrar bakmak gerekmez mi?

Sözün özü;

Dikkat edin, kalpler ancak Allahıın zikriyle tatmin olur (doyar).” (13 Ra’d 28)

 “Sür çıkar ağyârı dıl’den tâ tecelli ede Hak,

Padişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan”

 

Ve hatırlayan hatırlanır.

 

Hüseyin K. Ece

15.1.2011

Zaandam - Hollanda