Toplum insanlardan meydana geldiğine ve insanlar toplum halinde yaşadıklarına göre, orada herkesin hak sorumlulukları vardır. Fertler haklarına ancak belli sorumlulukları yerine getirdikten, ödevlerini yaptıktan sonra elde ederler.

 

Bir başka deyişle hak ve ödevler arasında bir denge vardır. İkisi birlikte yürür. Her hak bir bedel karşılığıdır.

Toplumda yani sosyal hayatta iyi şeylerle karşılaşmak isteyen, toplum hayatının imkanlarından yararlanmak isteyen, başkaları tarafından rahatsız edilmek istenmeyen, bu sonucu sağlayacak görevlere katılmalı, kendi üzerine düşeni yapmalı. Mesela ticaret yapmak isteyen birisi, çarşı pazarın, ticaretin kurallarına uyması gerekir. Trafikte güven içinde araba kullanmak isteyen kişi, öncelikle kendisi trafik kurallarına uymalı, kafasına göre takılmamalı. Huzur ve güven için hayatına devam etmek isteyen kişi, başkasını rahatsız etmememeli, başkalarının emniyetini tehlikeye atmamalı.

Bu gibi sorumluluklara sosyal ahlâk diyebiliriz. Sosyal ahlâkın iki yönü var. Birisi topluma zarar vermemek, diğeri topluma katkıda bulunmak. Bu da emir ve nehiy (engelleme) dengesidir. Yani ödev ve sorumluluk. Toplumda hak iddia eden herkes ödevini bilmeli ve sorumluluklarını yerine getirmelidir.

Bir denge dini olan İslâm hem kişisel dengenin, hem de toplumsal dengenin (ahengin) kurulabilmesi için herkese, gücü nisbetinde toplumsal sorumluluklar de öngörmüştür. Bunların bir kısmı onların yapmaması gereken şeyler, bir kısmı da yerine getirmeleri gereken müekellefiyetlerdir.

 

a-Nehiy (yasaklama/engelleme olan) sosyal ahlâka örnekler

1-Kötü ahlâkın toplum içinde yayılmasına sebep olmamak:

“İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da Âhirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nûr 24/19)

Toplum içinde ahlâksızlık sayılan şeylerin yaygınlaştırmak, bunların yaygınlaşmasına yardımcı olmak kötü olduğu gibi, bu kötü şeylerin dedi-kodusunu yapmak, normal davranış gibi konuşulması da kötüdür. Zira kötülükler tepki gösterilmezse zaman içerisinde yaygınlaşır ve yerleşir. İnsanlar arasında güzel davranışlar sergilemek herkesin görevi olduğu gibi, ahlâklıksızlığın yaygınlaşmasına sebep olmamak da sosyal bir sorumluluktur.

2-Müfsit (bozucu-bozguncu) olmamak.

‘Müfsid’, sözlükte, ifsad eden, bozan, geçersiz kılan kimse veya şeylere denir. Bunun kökü olan ‘ifsad’; bozmak, kokuşmak, dengeden ayırmak anlamlarına gelir.  Müfsid, ifsad edendir yani bozandır, doğru ve barış üzere olanı saptırandır. Kur’an bunu, çeşitli âyetlerde genel olarak ‘yeryüzünde fitneyi uyandırıp, insanların durumunu bozup, onları doğruluktan saptıran kimseler anlamında kullanmaktadır.

Aynı kökten gelen ‘fesad’ kavramı da bununla ilgilidir ve bozulma, kokuşma, dengenin bozulması demektir. Adalet ve huzur düzenine aykırı bütün kötülükler fesattır. Bu bağlamda hırsızlık (Yusuf 12/70-73), ölçüde ve tartıda hile yapmak (Hûd 11/85), kamu düzenini bozma, ekini (ticaret ve iktisat hayatını) nesilleri mahvetme (Bakara 2/205), hak ve adalet sınırını aşarak azmak (tuğyan etmek) (Fecr 89/9-14), bozgunculuk yapmak, ya da buna sebep olmak (A’raf 7/127. Kehf 18/93-94. Neml 27/48),  insanları zayıflatmak için gruplara ayırmak (Kasas 28/3-4), zalimlerin ve servet sahiplerinin iktidar tutkunluğu (Neml 27/34. Kasas 28/77), her türlü aşırılığa sapmak (Şuarâ 26/151-152), Lût kavminin işlediği çirkin davranış (Ankebût 29/28-30), insanların haklarına zarar veren, toplumsal barışı azaltan sosyal ahlâka aykırı fesat türlerindendir.

Mü’minler, öncelikli olarak kendileri ıslah olmak ve fesat işlerden uzak durmak zorundadırlar. Sonra da birbirlerine destek olarak fitne ve fesada karşı mücadele etmeliler. Onlar, fesada ve fitneye yol açacak davranışlara fırsat vermezler.  Müfsitlerin (bozguncuların) peşlerinden gitmezler, onlara ve onların sistemlerine, fikirlerine, eylemlerine hiç bir şekilde destek olmazlar. (A’raf 7/142. Ra’d 13/22)  

Fesada sebep olmamak, mevcut fesadın azaltılması ve ortadan kaldırılması için çalışmak da topluma karşı sosyal bir görevdir.

3-Fitneye sebep ve destek olmamak:

‘Fitne’, deneme ve imtihana tabi tutmak, sınamak, maddi ve manevi sıkıntı, üzüntü, belâ ve felaketle imtihan etme (Ankebût 29/2-3), küfr, azgınlık, sapıklık, günah, ayrılık, iç ihtilaf ve kargaşa, kavga, delilik, azap, musibet, aklını çelmek, gönlünü çalmak, kandırma (iğva), kışkırtma, nifak, baştan, birbirine düşme, çekişme, zulüm, baskı, karışıklık demektir.

Yaygın manasıyla fitne ortalığı karıştırmak, insanları birbirine düşürmek, birbirine karşı kışkırtmak, aralarını açmak, kuşku uyandırmak, kargaşaya ve anlaşmazlıklara sebep olmak  gibi anlamlara da gelir. Türkçede yaygın olarak bu manalarda kullanılır.

Fitneye sebep ve fitneye alet olmamak, fitne olan yerden ve olaydan uzaklaşmak, fitne yangınını söndürmek için elinden geleni yapmak bir sosyal ahlâktır ve kişinin içinde yaşadığı topluma karşı bir görevidir.

4-Zulmetmemek:

İnsanlar arasındaki normal ilişkileri ve toplumsal barışı bozan faktörlerin başında zulüm gelir. Zulüm yapan zalimlerin kötülükleri sebebiyle pek çok insan huzursuz, mağdur ve mazlum olur, en tabii haklarından bile mahrum kalır. Zalimlerin sebep olduğu fitne ve fesadın olduğu yerlerde karışıklık, emniyetsizlik, hak ihlâlleri, eziyet ve işkence, baskı ve yıldırma, korku ve dehşet, şiddet ve terör olur. Zulmün olduğu yerde haklar kaybolur barış olmaz.

‘Zulüm’, sözlük anlamı olarak, bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymaktır. Zulmün aslı cevr ve haddi tecavüzdür.  Kim başkasının hakkını kısarsa veya hak ettiğinden fazla verirse bu zulümdür.  

Zulüm, yaratılış ve toplum düzenindeki bozukluğun sebebidir. Yaratılış düzenini, tabiatı ve toplum bünyesindeki dengeyi, adaleti ve barışı hep zalimler bozarlar. İnsan hakları ihlâlleri, tabiatın acımasızca tahribi, canlıların, ormanların, yeşil alanların ve yeraltı zenginliklerinin yağmalanması birer zulümdür. Kişinin mahkemede, iş yerinde, başka yerlerde hakkını alamaması zulümdür. Başkalarının hakkına engel olmak, rüşvet, torpil veya benzeri yollarla başkalarına ait bir hakkı almak, görevi kötüye kullanmak, emanete ihanet etmek, bütün işkence şekilleri, inançları yaşamanın önündeki engeller, ırk ve bölge ayrımcılığı, sınıf kavgaları, dilleri ve kültürleri yasaklamak, farklı unsurları yükseklik veya aşağılık sebebi saymalar birer zulümdür. Adam öldürmek, hırsızlık yapmak, gasp, soygun, baskı ve şiddet; zulümden başka bir şey değildir.

İslâmda zulmün her çeşidi büyük günahtır ve şiddetle yasaktır. İslâm müslümanlara zalim olmayı yasakladığı gibi; zalimlere yanaşmayı, onlara dost olmayı, onlara maddi ve manevi yardımda bulunmayı da yasaklamaktır.  (Hûd 11/113)

Zulümle mücadele yalnızca mazlumların görevi değildir. İnsanlık onuru taşıyan, insan haklarının değerini bilen herkes zulümle ve zulmün uygulayıcısı zalimlerle mücadele etmelidir.  Zalim olmamak, zulme ve zalime destek olmamak, zulme karşı onurluca mücadele etmek topluma yönelik bir sosyal görevdir.

6-İsraf etmemek:

‘İsraf’ kavramı, herhangi bir işte normal olan sınırı aşmak, aşırı olmak, savurganlık demektir. İsraf yapanlara ‘müsrif’ denir. Her türlü haddi (sınırı) aşmak, insanın ve onun içinde yaşadığı toplumun dengesini bozar onları huzursuzluğa götürür. İster harcamalarda aşırılık olsun, isterse davranışlarda aşırılık olsun sonuç aynıdır.

Kur’an bu kavramı iki anlamda kullanmaktadır. Birincisi; ‘haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmaktır. Kimileri davranışlarında normal sınırı gözetmezler ve konulan ölçünün ötesine geçerler, aşırıya giderler. (26/Şuara, 149-151)

İsrafın ikinci anlamı savurganlıktır. Dünya ni’metlerini insanlar ve canlılar içindir. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hem hakkıdır, hem de şükrünün bir gereğidir.  

Savurganlık anlamındaki ‘israf yasağı’ çok güzel bir ‘ekonomik denge’dir. İsraf, bu dengeyi bozar. Birisi çok harcarsa, diğerinin hakkına el atmış olur. Herkes gücüne, çalışmasına ve şartlarına göre ni’metlerden yararlanır. Ancak israf edenler bu ni’met dengesini bozarlar. Kur’an, hem aşırı harcamayı hem aşırı kısmayı (cimriliği) hoş görmüyor. İkisi arasında orta bir tutum tavsiye ediyor. (İsra 17/29)

İster kişinin kendinde olsun, ister tabiatta olsun; nimetleri ve insanlığın ortak zenginliklerini, ya da kamu mallarını israf etmemek bir sosyal ahlâktır, insanlığa karşı bir sorumluluktur.

6-Dedi kodu-gıybet yapmamak, iftira atmamak, kötü lakap takmamak:

Kur’an başkası hakkında delilsiz kötü zannı ve gıybeti, başkalarıyla alay etmeyi, insanları kötü/çirkin lakaplarla anmayı yasaklamakta ve bu kötü davranışlardan vazgeçmeyenlere zalim demektedir. (Hucurât 49/11-12)

Kur’an’ın bu yasaklarına uymak da bir sosyal ahlâktır, iman edenler için toplumsal görevdir. Zira bu gibi kötü davranışların topluma zararları çoktur.

7-İnsan haklarını ihlâl etmemek:

Hak; sabit, gerçek, ortada ve başkasına ait olan değerdir. Hak gerçekliği ifade ettiği gibi, her yaratığa ait değerleri de ifade eder. Hayvan olsun, insan olsun; her mahlûkun (yaratılmışın) öyle veya böyle hakkı vardır.

İslâm insanların haklarına ‘kul hakkı’ diyor ve bunun üzerinde titizlikle duruyor. Müslümanın bir görevi de mahlûkatın haklarına saygıdır. Bu saygı da yaratılmışlara merhamet etmek, âdil davranmak, kimsenin hakkını yememektir. Allah’a saygı duyan O’nunla ilgili her şeye de saygılı davranır. Böyleleri yaratılanların Allah’la olan ilişkisini bilirler.  Yaratılanı Yaratandan’dan dolayı sevmek/hoş görmek bu olsa gerek.

Bir kimseyi rahatsız etmek, haksız yere dövmek, öldürmek, malına ve şerefine zarar vermek, gıybetini yapmak, ihanet etmek, çalıştırdığı kimsenin veya aldığı malın ücretini  ödememek, işini sahte yapmak, birilerinin sırtından haksız kazanç sağlamak, aldatmak, hırsızlık yapmak, sömürmek, sövmek, hakaret etmek, asağılamak, kötü lakapla anmak, sahte evrakla çıkar sağlamak, kamu malını sahtekârlıkla zimmetine geçirmek, haramı helâl diye pazarlamak, hayır için toplananları veya vakıf mallarını kendi menfeati için kullanmak, işkence etmek, namus ve şerefe el-dil uzatmak, çarşı-pazar kurallarına uymamak, ölçüde ve tartıda hile yapmak, hileli ve bozuk mal satmak, trafik kurallarına uymamak ve kazalara sebep olmak, içki, uyuşturucu ve sigara içerek başkalarını rahatsız etmek ve benzeri davranışlar sosyal ahlâka aykırıdır.  Çevreyi kirletmek de insan hakları ihlalidir. “…Islah edildikten sonra yeryüzünde ifsat çıkarmayın” (A’raf 7/56, 88) Allah (c.c.) yeryüzünü insanların yaşayabileği biçimde düzeltmişken maddi ve manevi tahribat yaparak bu dünyayı yaşanmaz hale getirmek fesattır.

İslâm müslümana bunları yapmamasını emrediyor. Kul hakkı açısından müslüman gayr-i muslim farketmez. İnsan/kul haklarına riayet etmek bir açıdan kulluk görevi, başkalarıyla alakalı olduğu için de bir sosyal görevdir.

8-Toplumsal barışı bozmamak:

Kur’an, insanların hatalarının sonucunu şöyle haber veriyor: “İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesad (bozulma) meydan geldi…” (Rûm 30/41. Bir benzeri: Ra’d 13/25. Bekara 2/27)

Az veya çok mevcut otorite tarafından sağlanan barış ortamını, çeşitli fitne ve fesat davranışlarla, kriminel faaliyetlerle, yıkım ve yağmalarla bozmak sosyal ahlâka aykırıdır. Halbuki olgun müslümana düşen sosyal barışa katkı sağlamak, huzur ve güven ortamının kurulmasına yardımcı olmaktır.

 

b-Emir olan sosyal ahlâka örnekler

1-Toplum hayatından esenlik yurdunu kurmak:

“(Bilin ki) Allah, (insanı) huzur ve güvenlik ortamına (daru’s-selâm’a) çağırmakta ve dileyeni dosdoğru bir yola yöneltmektedir. (Yunus 10/25)

Burada geçen ‘dâru’s-selâm’ genellikle ‘cennet’ olarak anlaşılsa da müslümanın imanından aldığı şuuru ve ölçülerle kendisiyle ve çevresiyle kuracağın esenlik ortamını da ifade eder. Allah (cc) İslâmı insanlar bu kurtuluşa, esenliğe ve güvene kavuşsunlar diye gönderdi. Bu “dâru’s-selâm’ın-esenlik yurdu’nun da müslümanın hayatında üç alanda gerçekleşmesi mümkündür: Kişisel hayatında, Aile hayatında ve toplum hayatında.

Yani müslüman kendi hayatını Vahiyle esenliğe kavuşturması gerektiği gibi, ailesini de esenlik yurdu yapmak ödevindedir. Ailesini esenlik yuvası yapan mü’min yaşadığı toplumun da „esenlik yurdu-daru’l-selâm/İslâm“ olsun diye çaba göstermeli. Bu, vahiyle inşa edilmiş bir hayatın sosyal alandaki mutlu sonucudur.

2-Emr-i bi’l-ma’ruf emri:

‘Ma’ruf’, iyiliği ve güzelliği bilinen, tecrübe edilen, faydası görülen, din ve akıllı tarafından hoş görülen söz, davranışların tümüdür. İyi düşünen akıl sahipleri, iyi ve güzel davranışları tanırlar ve onları yaşatırlar.

Kur’an, ‘ma’ruf’un emredilmesini istemektedir. “Sizden, hayra çağıran, ma’rufu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âli İmran 3/104 Benzerleri: Âli İmran 3/110. Tevbe 9/71)  

Ma’rufu emretmek başkalarına bir şeyi emretmek, başkalarına karışmak ve akıl öğretmek değil; uygun bir ortamda, uygun bir yöntemle, en güzel bir şekilde insanlara iyi, güzel ve faydalı şeyleri ulaştırma çabasıdır. Toplumda iyi adetlerin, güzel ahlâkın, akla ve dine uygun aktivitelerin yaygınlaşması için çalışmaktır. Bu konularda yapılan çalışmalara destek olmaktır. Bu açıdan “mr-i bi’l ma’ruf” bir müslüman için bir sosyal görevdir.

3-Nehy-i ani’l-münker:

‘Münker’, tanınmayan, inkâr edilen, çirkin, akla uymayan, reddedilen şeyler. ‘Ma’ruf’, nasıl ki, sağlam aklın (akl-ı selim’in) ve şeriatın (İslâmın) güzel saydığı şeyler ise, ‘münker’ de tam bunun zıddıdır.

Münkerle mücadele İslâmın önemli emirlerinden birisidir. Mü’min olan kimseler devamlı iyiliği (ma’rufu) emreder, kötülükten (münkerden) sakındırırlar. (Âli İmran 3/104,110,114. Tevbe 9/71. Hacc 22/41)

Her hutbenin sonunda okunan şu ayeti hatırlamak gerekir:  “Şüphe yok ki Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara infak etmeyi emreder, fahşadan (çirkin utanmazlıklardan), münker ve zorbalıktan sizi sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (16/Nahl, 90)

Münkerden alıkoymak, toplumda İslâmî ahlâkın kökleşmesi, insanların güzelliklere kavuşması ve çirkinlikleri terketmesi, kötülüklerin azalması için son derece önemlidir.  Bu görev de önce müslümanın kendisinde başlar. O öncelikle münker işlerden uzak durmalı, ma’ruf işlerle meşgul olmalı. Sonra da münkerle meşgul olanları uygun ortamlarda, uygun bir dil ve üslupla uyarmalı. Münkerle mücadele edenlere, bunun için kurulmuş olan birlikteliklere destek olmalı. Şüphesiz bu da müslümanın içinde yaşadığı topluma karşı sosyal vazifesidir.

4-Islah emri: aktif iyi olmak:

‘Islah’sözlükte layık olmak, onarmak,  iyi olmak, düzeltmek, kişilerin aralarını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak anlamlarına gelir. Sâlih; kendisi doğru olan, -kendini düzelten, eğiten, fesad içinde olmayan, faydalı ve yarayışlı; muslih ise; kendisi doğru olmakla birlikte, başkalarını da ıslah eden düzelten, onların yararına olacak şeyleri yapan ve yapmalarını sağlayan demektir. (Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 25)

Muslih, müfsidin zıddıdır. Müfsid ne kadar olumsuz, yıkıcı, bozucu aktivetelerin yapısıcı ise, muslih de tam tersi, yapıcı, onarıcı, ıslah edici, düzeltici ve barış gönüllüsüdür.

Toplum içinde muslihler olduğu sürece helak olmaz. (Hûd 11/117) Toplumda sâlih olmak yetmez. Muslih de olmak gerekir. Sâlih kendisi için iyi, ama muslih hem kendisi iyidir, hem de başkalarının iyi olması, onların da ıslah olup sâlih insan olmaları için çaba gösternedir.  

Sâlih iyi insan ve müslüman, muslih ise daha iyi insan ve daha iyi müslümandır. Sâlih pasif iyi, muslih aktif iyidir. Muslih, içine kapalı bir kimse değil; dışa açık, dışa doğru faaliyet gösteren, kendi taddığı güzellikleri başkasına da taşıyan, kendi ne ile ıslah olmuşsa, onlarla başkasını da ıslah etmeye çalışan kişidir. Islah olmak kendisine ne kazandırmışsa başkalarının da aynı şeyleri kazanması için faaliyet gösterendir.

Salihât salih ameller, bir başka deyişle ıslah edici iyilikler demektir. Hasenât tıpkı sâlih olmak gibi kişinin kendisine dönük olan iyilikler, salihât ise sonuçları başkasına dönük iyiliklerdir. Salihât öznesiyle birlikte başkalarını da kuşatan ve onu iyi yapan iyiliklerdir. Toplumsal bir ıslah çabası, çabanın sahibiyle birlikte topluma yarar. “Bana hasenat yeter” deyip salihâtı işlemeyen yani ıslah çabasında bulunmayan müslüman yine de iyidir. Ama pasif iyidir. Mü’min daha iyi olmak ve kalıcı olan sonucu elde etmek istiyorsa, aktif iyi olmalı. (İslâmoğlu, M. Pasif İyiden Aktif İyiye, s: 34-37). Görüldüğü gibi ıslah ibadeti aynı zamanda bir sosyal ahlâktır.  Yani müslüman topluma karşı bir görevdir.

5-Kardeşliğin gereğini yapmak

Kur’an m’minlerin kardeş olduğunu söylüyor: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.”(Hucurât, 49/10) İslâm ümmetinin her bir ferdi, nerede olursa olursa olsun, kim olursa olsun akide açısından kardeştir.  Aynı toplumu paylaşan, birbirine yakın olan müslümanlar arasındaki bu kardeşlik daha sıkıdır. Kardeşler birbirine güzel davranılar. Mü’min din kardeşine de kendi öz kardeşine güzel davrandığı gibi davranır. Yani ona kardeşce muamele eder.  İslâm toplumunda müslümana kardeşce davranan, bir sosyal ahlâkı yerine getirmiş olur.

6-Veli olmanın gereğini yapmak:

Kur’an mü’minlerin aynı zamanda birbirlerinin velisi olduğunu söylüyor. (Tevbe 9/71) ‘Veli’ dost, seven, yaran, ahbab, arkadaş, yardımcı manasına geldiği gibi müttefik ve destek olan anlamına da gelir. Buna göre mü’minler karşılıklı olarak dinde birbirlerinin hem kardeşi, hem dostu, hem yardımcısı hem de müttefikidirler.

Mü’minler toplumsal hayatta tıpkı kardeşliğin gereği, veli olmanın gereğini de yaparlar. Diğer kardeşlerini dinde dost ve yakın bilirler. İhtiyaç sahiplerininin ihtiyacına yardımcı olurlar. Zorluklara, musibetlere, düşmanlara ve zalimlere karşı onun müttefiki olurlar ve üzerlerine düşeni yaparlar. Bu da bir açıdan bir sosyal ahlâktır. Zira İslâm toplumunda herkes birbirine kardeşlik ve velilik anlayışı ile davransa ne kavga olur, ne savaş olur, ne de hak ihlâleri.

7-Kendi ihtiyaç içinde iken başkasını düşünmek:

Başkasını kendine tercih etme anlayışına ‘îsar’ ahlâkı denir. Kur’an îsar ahlâkına sahip olan Medineli Ensar’ı şöyle övüyor: “...Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler…” (Haşr 59/9. Bir benzeri: İnsan 76/8)   Dünyalıkları sevmesine rağmen onu başkasına infak etmeyi, başkasını kendisine tercih etmeyi birr (iyiliğin en genişi) olarak sayıyor. (Bekara 2/177)

İşte bu anlayışa sahip olan kişilerin fazla olduğu toplumlarda aç ve açık kimse kalmaz. Kimse haksızlığa ve yoksulluğa mahkum olmaz. Kimse mazlum ve mağdur olmaz. Ya da bunlara en aza iner.  Bu anlayış sosyal ahlâkın bir başka yönüdür. Bu demektir ki toplumda herkes başkasını da hesaba katarak yaşamalı. Hatta gerekirse başkalarını kendi nefsine tercih etmeli. Bu da gösteriyor ki, toplumdaki diğer insanları düşünmek, hesaba katmak, onların iyiliğini istemek, bencil ve çıkarcı olmamak, başkalarını kendine tercih etmek, iyilikte onları öne çıkarmak Kur’an’ın tavsiye ettiği bir sosyal ahlâktır.

8-İnsanların en hayırlısı olmak:

Peygamber (sav) müslümanlara insanların en hayırlısı olmalarını tavsiye ediyor. İnsanların en hayırlısı kimdir? Cevabı yine Peygamber (sav) versin: “İnsanların en

hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Buhârî, Meğâzi/35 no: 4141. Feyzu’l-Kadîr 3/481)

Bunu tersinden düşünecek olursak “İnsanların en hayırsızı/kötüsü kimdir?” sorusuna;

“İnsanlara bir şekilde zarar verendir” diyebiliriz.

Muhammed (sav) iyi müslümanı da şöyle tarif ediyor: “Müslüman, elinden ve dilinden başkasının emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir.” (Buhârî, İman/4-5 no: 9-10, Rikak/26 6484. Müslim, İman/64, 65 no: 161-162. Ebu Dâvûd, Cihad/2 no:2481. Tirmizî, Kıyâmet/52 no: 2502, İman/12 no: 2627. Nesâî, İman/8-9,11 no: 4998-4999, 5002)

Bir kimse insanlara faydalı olmıyorsa hiç olmazsa onlara zarar vermemesi de sadakadır. (Buhârî, Zekât/30 no:1445, Edeb/33 no: 6022)

İnsanların hayırlısı olmaya çalışmak, böylece başkalarına da hayırlı olmak iman edenlerin topluma karşı bir görevidir.

9-İnfak ibadetini yerine getirmek:

            İslam; toplumda muhtaçların ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda çok farklı yardım çeşitleri öngörmektedir. Bunların bir kısmı vacip (farz) bir kısmı nafile ibadettir. (Geniş bilgi için bakınız: Kur’an’da Yardımlaşmanın Boyutları adlı makalemiz) Bunlarınn hepsi infak ibadetidir. İnfak da tümüyle kişinin kendi dışındaki şahıslara yönelik, yani sosyal bir ibadettir.  

İnfak; Allah yolunda harcama yapma, Allah’ın verdiği nimetlerden, Allah’ın kullarını istifade ettirmektir.  Kur’an infakı emrettiği gibi (Bekara 2/195, 254, 267.   Münafikun 63/10. Teğâbun 64/16), onları övüyor (Bekara 2/3, 261, 262, 265. Âli İmran 3/134. Enfal 8/3. Hac 22/35)

İnsanlardan bazıları çeşitli şartlar sebebiyle zengin, orta halli veya fakir (muhtaç) olabilirler. Malı insana nasip eden Allah (cc), bu maldan muhtaçlara ve elimizin altındakilere de vermemizi emrediyor.

İslâmın, insanlar arasındaki dayanışmaya getirdiği en önemli tedbir ‘infak ahlâkı’dır. Onunla insanlar mal denilen emanetin ne olup olmadığını anlarlar, muhtaçlara ulaşırlar, imanlarını kuvvetlendirirler, sevgi bağları kurarlar, onunla toplumsal dengeyi sağlarlar,  kıskançlığı, düşmanlığı ve bir anlamda başkasının elindekine göz koymayı önlerler, hırsızlığı, rüşveti, haksızlığı azaltmaya çalışırlar.  

Müslüman aileleri ve müslüman toplumları ayakta tutan en önemli bağlardan biri infaktır ve önemli sosyal ahlâktır. Zira tümüyle başkalarına, topluma yöneliktir.

10-Hayırda ve takvada yarışmak:

Kur’ an müslümanları iyilik ve takva, yani sorumlu davranma ve iyilik etme konusunda işbirliğine çağırıyor. Düşmanlık yapma, kin ve nefret duyma, kavga etme, zarar verme, suç ve cinayet işleme, kötülük ve haksızlık yapma konularında işbirliğini, yardımlaşmayı yasaklıyor.  (Mâide 5/2)

Bu şu demektir: Ey iman müslüman olduğunu söyleyenler! Siz inandığınız Allah’ın emrine uyarak elinizden geldiği kadar iyilik yapın, insanlara iyi davranın, her yerde sorumluluğunuzun bilincinde olun, insan/kul oldugunuzu unutmayın. Başkalarıyla da iyilik etme, hayır üretme ve sorumlu davranma konularında yardımlaşın, bu konuda birbirinizi destekleyin. Dahası öncelikle kendiniz kimseye kötülük yapmayın, zarar vermeyin, düşmanlık  beslemeyin, kin ve nefrete duygularına kapılmayın, fitne ve fesada düşmeyin.  Sonra da kim olursa olsun -kardeşiniz bile olsa- böyle yapanlara destek olmayın, onlarla kötülük ve zulüm işlerinde yardımlaşmayın.”

Kur’an pek çok yerde olduğu gibi bu âyette de iman edenleri iyiliği, sorumlu davranmaya, olumlu adımlar atmaya yönlendiriyor, kötülük yapmaktan, kötülere destek olmaktan, kin ve düşmanlıktan sakındırıyor. Bu da mü’minlerin içinde yaşadıkları topluma karşı bir sosyal görevidir.

11-İhsan ahlâkını kuşanmak:

İslâm iman edenlerin muhsin olmalarını, ihsan ahlakına sahip olmalarını da emrediyor.  (Nahl 16/90)

Kişinin değeri/seviyesi/kalitesi bilip yaptıkları kadardır. Kişi bir şeyi doğru bilip yapar. Yaptığı şey sonuçta onun seviyesidir, onun kalitesidir.  Kur’an iyi ve kaliteli müslümanlara ‘muhsin’ diyor, onları müjdeliyor, onure ediyor, övüyor.  (Nisâ 4/125)

Muhsin, iyilik yapmayı ve güzel davranmayı ilke ve kişilik haline getirendir. Muhsinler, hayatlarının her alanında güzellik üretirler, iyilik yapmakta sebat ederler.

Müslüman yalnızca ibadetlerinde değil, bütün davranışlarında ‘ihsan ahlâkıyla’ davranır.  İhsan ahlâkına sahip olan bir müslüman hayatının her alanında güzel davranır, yaptığı işi güzel ve sağlam yapar, başkalarına iyilik yapar. Muhsinlerden kurulu bir toplum hem barış yurdu, hem de huzur ülkesidir.  Muhsin olmak bir açıdan toplumsal bir görevdir.

12-Kendin için istediğini başkaları için de istemek:

Hadis kaynaklarında farklı sözlerle yer alan bir haberde Peygamber (s.a.s.) özetle şöyle diyor: “Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizden biriniz kendisi için sevip istediğini, din kardeşi için de sevip istemedikçe tam iman etmiş sayılmaz.” (Buhârî, İman/7 no 13. Müslim, İman/71-72 no:170-171. Tirmizî, Kıyamet/59 no: 2515. Nesâî, İman/19 no: 5015. Darimî, Rikak/29 no: 2743. Ahmed b. Hanbel 3/176, 272)

Kişi herhalde kendisi için hep iyi şeyleri ister. Mesela; huzur, güvenlik, asgari ihtiyaçlarını karşılayabileceği insanca bir hayat, iyi komşuluk, iyi akraba ilişkisi, dostlar, ahbaplar, mutluluk ve benzerleri. Bunları kim istemez ki. İşte iman edenler bunları ve benzer iyi şeyleri, kendileri için istedikleri gibi başkaları için de istememeliler.

Görüldüğü gibi Peygamberin hadisinden kaynaklanan empati duygusu insanı başkasına kötülük yapmaktan, zarar vermekten, kin ve düşmanlık gütmekten, dedikodu ve gıybetten, aleyhine çalışmaktan alıkor. Zira hiç kimse bunları kendisi için beğenip istemez.

Böyle bir anlayış da bir sosyal ahlâk, kişinin topluma hem saygısı, hem de görevidir.

 

Hüseyin K. Ece

14.02.2016

Zaandam