10-Gendime pilavı
Gendime mi, nedir ki o, bilelim
Sahâne bir yer ise biz de gidelim
Bir kumaş cinsi mi, ya da eyer mi?
Çok merak etmeye bilmem değer mi
Elbise mi, mutfak için bir şey mi
Ağa mı, efendi, yoksa bir bey mi
Bir ülke adı mi hiç görülmemiş
Yeni bir bahçe mi hiç sürülmemiş
Gelin cehizi mi, inci mercan mı
Piyasaya çıkan yeni fincan mı
Kahve takımı mı, bir çay seti mi
Dost sadâkati, düşman ihaneti mi
Hayır hayır dostlar, hiç biri değil
Elmas, altın, takı ve iri değil
Hint kumaşı, hayır hiç ilgisi yok
Köyde olur, onun bir vergisi yok
Gendime bilinen yarmadır dostlar
Buğdaydan dövülüp olmadır dostlar
Bilin ki fazladan özelliği yok
Yarma işte, başka güzelliği yok
Yarma çorba değil pilav olursa
Siyah tencerede bir yer bulursa
Söhreti değişir, gendime olur
O da sofralarda bir mekan bulur
Ve pişince bazen süzülür suyu
Bulgur pilavına benziyor huyu
Gendime pilavı, eh fena değil
Vallahi yenilir, tadıdır kefil
Hele bir de tereyağlı olursa
Güvecin dibinde biraz kalırsa
Daha ne istersin be adam, yiğit
Yemezsen; bildiğin yere kadar git
Beğenmezsen eğer ak gendimeyi
O zaman isteme başka yemeği
Git dayı evine acım deyiver
Bulursan kavurma, suçuk yeyiver
Biz hiç karışmayız bu ziyafete
Belki kavuşursun orda lezzete
Gendime pilavı, tane tane aş
Çorbanın yanına güzel arkadaş
Gendimede varsa bir kaç parça et
Şimdilere ona keşkek demek, şart
Eskiden köylerde güç bu kadardı
Yine de orda her mevsim bahardı
11-Golva (mısır) çorbası
Bildin mi dost golva ne demektir
O da köylerde bir başka yemektir
Adı üstündedir: Golva çorbası
İşte bu; köylünün yoğun çabası
Golvanın maddesi mısır yarması
İsteyen yapardı, biber dolması
Mısır öncelikle dibeğe gider
Dövülür orada kepeği gider
Yarma gibi olur, az dövülünce
Yeni bir renk alır, sarı ve ince
El değirmeninde elle çekilir
Ya küplere, ya da tasa dökülür
Mısır yarması bir yemek olacak
Bununla açların karnı doyacak
Mızıkçılar der ki, duy da inanma
Golva çorbasına sakın ha kanma
Hiç üç beş mısırla karın doyar mı
Kalsın desem, annem beni duyar mı
Kim ne derse desin, mısır aş olur
Günün birinde arkadaş olur
Güveçte pişmeli golva çorbası
Kıvamını bilir işin ustası
Fasülye mi, bir kaç tane olmalı
İkisi birlikte tasa gelmeli
Babam derdi ki, bak oğul şu ateş
Dört asıldan biri; su, toprak, Güneş
Çorbayı pişiren ateşe selâm
Dünyayı ısıtan Güneşe selâm
Golva çorbasına süt da katılır
Kararınca elbet tuz da atılır
Hele ki yeşillik, değme keyfine
Hoş olur, sonradan istenir yine
Soğuk veya sıcak içilebilir
Lezzeti bir hoştur, içenler bilir
Bilirim kalmadı ondan bir eser
Ne mısır yarması, ne eski değer
Her şey değişiyor, başkalaşıyor
Gözlere farklı renk (mi) bulaşıyor
O eski havayı kimse bulamaz
Arzu etse de o tadı alamaz
Bazı şeyler mazi olur savrulur
Bazı şeyler yalnız hatıra olur
Kaybolmaya mahkûm golva çorbası
Tıpkı ona benzer dede urbası
Müzede görürsen bir parça kumaş
Haykırırsın birden, hem de canhıraş
İşte, işte orda dedenin izi
Hatıralar var, hem de dizi dizi
Bazı şeyler kaldı mazide, heyhat
Neylersin böyledir, bu fani hayat
*Hamsili tava
Tava nedir, herkes bilir sanırım
Dersin; onu nerde görsem tanırım
Ama bizim köyde başka tava var
O nedir, pırlanta, ya da kehribar?
Antika bir şey mi, yahut gümüş mü?
Daha önce bunu herkes görmüş mü?
Dedelerden kalma gümüş sahan mı?
Kılıç mı, kama mı, deri kalkan mı?
Bunların hiç biri değil bu tava
Varsa, çocuklara olur bedeva
Bir çesit ekmektir, yahut kızartma
Tavada yapılır, yenilir ama
Cins mısır unundan yapılır bu aş
Tavada kızarır ve yavaş yavaş
Mısır unu soğuk suyla yoğrulur
Güzel hamur olur, kıvamı bulur
Artık bundan ister ekmek yap, ister
tava, ya da bişi, böylece pişer
Bu una hamsi, soğan, pancar katılır
Pancarın kurusu tercih edilir
Unutmadan bir şey daha diyeyim
Yemlikli tavayı da ekleyeyim
Çocuklar getirir on-yirmi yemlik
Anne bundan yemek yapsın, ivedik
İşte bu yemlikten hem pilav yapar,
hem yemlikli tava, güzel analar
Yemlikli tava ve hamsili tava
Pancarlı tava ve sağlam muhteva
Taze soğan varsa, ondan da olur
Farklı bir lezzete dönüşür hamur
O zamanlar hamsi çok çok gelirdi
Trabzon yakındı, şurda denirdi
Kasa kasa hamsi, kış aylarında
Temizlenirdi bir su kenarında
Bir kısmı tavada kızartılırdı
Bir kısmı hamura az katılırdı
Dahası var; hamsi salamurası
Yaza doğru onun gelir sırası
Harika bir lezzet, sormayın gitsin
Küsmüsler isterse bundan yemesin
Tava bazen işte bundan yapılır
İnanılmaz bir tad, bir lezzet kalır
Hamsinin kılçığı alınır önce
Belli ki sevinir unu görünce
Salamura ise, zaten hazırdır
Tavaya tad veren sanırım, budur
Yoğrulur hamsiler mısır unuyla
Ölçüsü bilinir, bir göz ucuyla
Tavaya kaşıkla hamur konulur
Yiyen, ne üşenir ne de yorulur
Tavada bazlama gibi yayılır
Kokusunu komşu duysa bayılır
Tavada az zeytin yağı olmalı
Biraz kızarmalı, kıvam bulmalı
Tavamız çevrilir altı pişince
Ekmek gibi, fakat; kırmızı, ince
Azıcık kızarır, altına benzer
Tepsiye alınır, kenarda bekler
Kalın değil, orta boyda, yuvarlak
Elmas değil, lâkin ondan da parlak
Bişi’ye benzerdi ama hamsili
Sanki bakır tasın ipek mendili
Köylüler hamsili tava derlerdi
Daha çok baharda kışta yerlerdi
Bu ne? hamsili tava, tamam mı?
Yemenin sırası; yarın akşam mı?
Sıcacık yemeli hamsi tavayı
Sonra dolaşmalı dağı ovayı
Bayılırdı buna, hele çocuklar
Zira yeyince mutlu olacaklar
Mısır unu, bu kadar lezzetli
olur mu; oluyor hem sehâdetli
Ah şimdi ne mısır unu, ne hamsi
Tarihe karıştı ve gitti, hepsi
Ne o köy kaldı, ne köy yemekleri
Zaman böyle bir şey, eskiden beri
13-Haşıl
Vererek bir müddet söze fâsıla
Sıra geldi bizim garip haşıla
Yıllar önce köyde biricik yemek
“Haşıl olsa yemem” demek ne demek
Bir değeri yoktur kimine göre
Kimine göre de iyi bir töre
Haşıl yapmak, haşıl yemek olağan
Köylüye sorarsan dillere destan
“Şakası var, ne o haşılı yerim
Ne de o gemleri bugün sürerim”
Bazıları der ki var mı bir eşi
Başka yerde belki lapa kardeşi
Çeşit çeşit: kavut, bulgur, un ve den
Kim tanıyabilir ki onu görmeden
Demem o ki haşıl tek çeşit değil
Biri diğerine tam eşit değil
Bazıları onu undan yaparlar
Ona inanılmaz bir tad katarlar
Kimine malzeme bir avuç kavut
O zaman köylüler bilmezdi nohut
-Un haşılı
Un haşılı ya sütle ya da katıkla
yenir. Duyan gelir yorgan yastıkla
Onu da kaynamış suyla yaparlar
Azalınca biraz daha katarlar
Kıvama gelince lezzetle yenir
Buna da tabi un haşılı denir
Un haşılı öyle yenir bilesin
Çağırın dostları, hepsi de gelsin
Birlikte yiyelim, şükür edelim
Sonra işimize doğru gidelim
Ne olsun, bunu da verene şükür
İyilik edene değer teşekkür
Mısır onundan da yapılır haşıl
Son defa yemiştik hem de geçen yıl
-Den haşılı
Bir de den haşılı var ki ilginçtir
Bizlerde tâneye hayret ‘den’ denir
O bilinen yarma, ya da göcedir
Pek çok şeyin adı ki yörecedir
Köylü den’i tanır, tâneyi bilmez
Reyhan ismi verir, nâneyi bilmez
Den haşılı ekser çok zaman ister
Yavaş yavaş, hafif ateşte pişer
Güveçte pişmesi tercih edilir
Bazen de tencere emre verilir
Zamanı gelince döner ocaktan
Kokusu hoş gelir bunun uzaktan
Buna lâzım değil et ve baharat
Bak yedikten sonra edersin rahat
Malzemesi olur den haşılının
Ya umudu olur her sevdalının
İşte böyle dostlar haşıl aşının
Gözü aydın olsun karındaşının
-Katık haşılı
Katık haşılı var bilir misiniz?
Yemeye bizimle gelir misiniz
O da bildiğimiz undan yapılır
Ama su yerine katık katılır
Katık nedir diye sormayın dostlar
Beni de boşuna yormayın dostlar
Yoğurt çalkalanır; kalanı katık
Bundan uzun yıllar kurutlar yaptık
Sonra kurutları yine ıslattık
Ezdik ezdik, yaptık yeniden katık
Sonra onu döktük ziron tasına
Katık pek uygundur aşın hasına
Kurut yaptığımız yayık ayranı
Onun da bir vakit gelir zamanı
14-Herle
Bir tür un çorbası bu bizim herle
Şöyle bir şakası var: “ye de terle”
O da kaliteli undan yapılır
Nasibi olanlar ondan da alır
Yufka tencerede, ya da tavada
Herle (mi) yenecek bugün yuvada
Sıradan ve kolay, basit bir çorba
Hazırlamak için gerekmez çaba
Bir avuç un yeter bir aileye
Başı sokmaz fazla bir gaileye
Alçak ateşte un pekçe kavrulur
Rengi değişir ve kırmızı olur
Yavaş yavaş sıcak sudan eklenir
Karıştırılır ve biraz beklenir
Tekrar su eklenir karıştırılır
Un giderek çorba rengini alır
Kuş başı olmasın diye bu herle
Kıvamında olsun diye nevâle
Baharat, yeşillik katılmaz buna
İhtiyaç yoktur bir yığın oduna
Çalı çırpı bile yeter ocağa
Kokusu taşmalı evden sokağa
Bu evde herle mi pişecek dostlar
Bize de bir pay mı düşecek dostlar
Sana da bir pay var, afiyet olsun
Bu herleden yiyen yitiğin bulsun
Komşuya, konuğa ikram edelim
Bir tas herle ile akşam edelim
Bir kaç kaşık, sıcak çay gibi olsun
Aç olan yavrular herleyle doysun
Et istemez, salça istemez bu aş
Anne der: Yakıyor, iç yavaş yavaş
Biraz tereyağı olsa, yakışır
Bu hâliyle herle sütle yarışır
Unutmamak gerek, kıt imkanları
İbretle anmalı o zamanları
An olurdu ki herle bir lezzetli aş
Yanında bir parka, olursa lavaş
Biraz buğday unu kurtarır hayat
Uçan halıdır, ya da iki kanat
Umut verir, ışık tutardı eve
Ucuzdu, değildi at ile deve
Unmacın bir eşi bu basit çorba
Nuş etsin cocuklar, anne ve baba
Adını duyanlar o nedir derse
Sanırım sevinir bir kaşık yerse
Eskinin imkanı bu idi dostlar
Sofranın konuğu bu idi dostlar
Bunu da verene şükürler olsun
Herle yok, bu şiir hatıra kalsın
15-Hoşaf
Köyün meyveleri; kayısı, armut,
elma, erik, ahlat, vişne ve dut
Bunlardan bir kısmı kurutulurdu
Kış için kenarda hazır olurdu
Elmayı, eriği, kaysıyı, bir de
armudu, dört, altı dilim hâlinde
keserlerdi, sonra yaz güneşine
sererlerdi, bir kaç gün peşine
düşüp göz ve kulak kesilirlerdi,
Kurumuş meyveye hoşaf derlerdi
Elmanın kabuğu olmazsa eğer
Soymacayadı diğer şöhreti meğer
Hoşaf çereziydi köyün o zaman
Hele dut kurusu, aman da aman
Nasıl anlatayım ondaki tadı
Hükmünü o versin, varsa bir kadı
Ya kuru kayısı, tatlı ve mayhoş
Eriğin kurusu ise başka hoş
Erikler, kaysılar tam ortasından
yarılıp cecime serilirdi, can
Bir evin varsa bir kaç meyvesi
Olurdu yüzlerde gülümsemesi
Biraz çereziniz varsa sepette
Gözünüz olmazdı kebapta, ette
İşte kurutulmuş bu meyvelerden
Alınır bir miktar soğuk kilerden
Pişirilir biraz, kıvama gelir
Köyde buna hoşaf adı verilir
Komposta bilmezdi köylü o zaman
Hoşafın kurusu, pişmisi falan
Köy hayatında çok kıymetli idi
Cepte biraz çerez, çok tatlı idi
Anneler sadece elmadan veya
sadece armuttan, katarlar suya
ikisi birlikte olabilirdi
Keyveniler onu iyi bilirdi
Orta tencerede güzelce pişer
Pilavın yanına çok uygun düşer
Katılırsa acı armut kurusu
Tadına doyulmaz işte doğrusu
Kuru kaysı, kuru erik de olur
Hem misafire, hem eve sunulur
İşte bu hoşaf bal şerbeti gibi
Mest eder konuğu, acı, garibi
Meyvelerin ortak lezzeti hoşaf
Meyvelerin pişmiş özeti hoşaf
Kışın hoşaf varsa köşede, tasta
İsterse aylarca gelmesin posta
Evde hoşaf, yarma, bulgur ve un var
Köylüler bu kışı bunlarla savar
Bir nimete ermek isterse kişi
Ter dökmeli, uygun yapmalı işi
Allahın yasası asla değişmez
Kimsenin ağzına gökten aş düşmez
Çalışan kazanır demiş atalar
Neye yarar tembel ve keratalar
Hoşaf işarettir vahdete, derim
Farklı meyvalardan tek tad, tek isim
Ümmet böyle vahdet, birlik olmalı
İçlerinde düzen, dirlik olmalı
16-İşkembe/paça çorbası
Hepsi fayda, eti yenen hayvanın
Koyunun, keçinin, yahut dananın
Eti, işkembesi, yağı, derisi
Bu kadar faydalı olmaz kimisi
Boynuzu, kemiği, dili, kellesi
Ne kadar olsa da, az çok çilesi
Anneler kelleden ve işkembeden
Yemek yaparlardı, çok çok eskiden
İşkembe tertemiz yapılır önce
O da gevşer sıcak suyu görünce
Dört köşe, küçücük kesilir, olur
pul pul, sonra sıcak suya konulur
Tencerede veya güveçte, pişer
Bu basit aş, sonra sofraya düşer
Yeterli sarımsak ve acı biber
Al sana işkembe çorbası, yeter
Yedi baş horanta bol bol yesinler
İsterse “oh doyduk, anne”, desinler
Paça çorbası da var yârenler
Pişmanlık duymazlar onu yiyenler
Keçinin, koyunun dizden aşağı
alevli ateşte, kesik bacağı
tütsülenir, hafif hafif yakılır,
kıllar temizlenir, tüyler atılır
Güzelce yıkanır ve temizlenir
Hemen pişirilmez, biraz beklenir
Zamanı gelince konur ateşe
Sarımsağı, suyu, tuzu peşpeşe
ilâve edilir, ta ki tadlansın
Onu yiyenler de bir lezzet alsın
Her zaman olmazdı paça çorbası
Mübarek kurbanla vardı sırası
Sığır ayağından da paça vardı
Köylü onlardan hoş yemek yapardı
Kırılırdı ayak tencere boyu
Ateş ona göre; alevli, koyu
Bir güzel pişerdi derken ayaklar
Toplanırdı sofraya bizim uşaklar
Hadi canlar salın kaşık çorbaya
Bu güzel karşılık bunca çabaya
Kelleyi saymadım, o da bir çorba
Eğer kırıp hazır ederse baba
Kırılan büyük baş hayvan kellesi
Belki evin rızkı ve nevâlesi
Bazısı kelleyi bütün pişirir
Ondan lezzetli bir çorba devşirir
Derler, kemik suyu çok besleyici
Bu iddia yalan değil, sahici
Neden köy insanı yiğit olmasın
Yediği bereket olsun, yarasın
Pehlivan gibiydi köy kadınları
Paça çorbasının varmış yararı
Onlar olmasaydı bu kadar yiğit
Erkekler kimlere bağlardı ümit?
Yeyin, ama nankör olmayın sakın
Dile, şükrü ziynet olarak takın
Kesmeyin komşudan, dosttan ikramı
Hak ediniz haktan gelen selâmı
17-Kabak
Edişe’de kabak da yetişirdi
Sırası gelince o da yenirdi
İki çeşit kabak vardı o zaman
Birisi kış için, büyük ve azman
Diğeri yaz günü, tadımlık sebze
Hemen devşirilir, yeşil ve taze
Ya da kurutmalık, kış nevâlesi
Kartol bostanının koca lâlesi
Kabak; ya patetes tunbundadır o
Ya da bir sekinin üstündedir o
Salar kendisini aşağılara
Sürgünü sarkıtır yüksek duvara
Metrelerce sürgün verir bu kabak
Nadide çiçeği, kocaman yaprak
Önce çiçek açar, minik ve sarı
Dersin, bu mu koca otun baharı
Salatalık gibi bazısı onun
Bazısı kocaman, sanırsın koyun
Küçük ot üstünde ne büyük ürün
Yaradan nasıl da yaratmış görün
Küçücük bir meyve koca ağaçta
Kocaman bir kabak çıplak yamaçta
Hayret edilir bu derin hikmete
Kabak da amâde bir hoş hizmete
Kimisi dilimler kabağı yazın
Derler ki, en iyi yemeğı lazın
Kurutulmuş kabak kışın kavrulur
Onun hatırına sofra kurulur
Zira böyle bir tad kolay bulunmaz
Kabak kavurması rızık, kış ve yaz
Hele soğanlıysa değme keyfine
Ağa; “yemiyorsun, cıvıtma yine
Paşa gönlün bilir, istersen yeme
Ama sonra sakın acıktım deme
Kupkuru ekmeğe muhtaç kalırsın
Kavurma yerine hava alırsın”
Gelelim kocaman kışlık kabağa
Ezilmiş büzülmüş gelir tabağa
O koca şey nasıl pişmiş güveçte
Sanki sert tarafı kalmış süzgeçte
Anneme sorardım menüde ne var
Derdi ki Allahın verdikleri var
Daha ne istersin ey başı kabak
Kolunu kapıyor mis gibi kabak
Ah anne, yine mi o koca kabak
Olsun benden fersah ve fersah uzak
Kimisine sorsan cennet yemeği
Kimisine sorsan buğday kepeği
Ne karın doyurur, ne memnun eder
Seninle birlikte tarlaya gider
Hele bir şekli var, yüz buruşturur
Tencerede sanki bir yaban durur
Kabak kış yemeği büyük olursa
Tencereye girer sıra gelirse
Anne kabuğunu soyar zorlukla
İçine atılır biraz da pakla
Güvece sığmaz o devasa kabak
Kesmez onu öyle her keskin bıçak
Bu dev kabak dilim dilim yapılır
Posası ayrılıp çöpe atılır
Bazen fasülyeyle, bazen öylece
Konur tencereye, siyah güvece
Tandırda, ocakta kendi kendine
Zaman sonra gelir imana dine
Yani kıvamını alır bu kabak
Ali, durma sen de ye bir kaç tabak
Kabağa fös demek doğru mu bilmem
Kabak, kebap olsa dönüp eğilmem
18-Kapuska (lahana)
Lahana dedin de aklıma geldi
Kokusu aniden mutfağa doldu
Kimisi der eğer yersen kapuska
Diyete gerek yok, olursun sıska
İşte o kapuska, yiğit yemeği
Onda da bulunur anne emeği
Lahana büyütmek hiç kolay değil
Sarfedilen emek hafta, ay değil
Aylarca nöbetçi olur başında
Sanırsın lahana iki yaşında
Önce küçük bostan çapalanacak
Fide ekilecek ve sulanacak
Sonra beklenecek başında her gün
Davarlar yemesin diye büsbütün
Dahası, bir de su nöbeti gerek
Su günü gelirse sulanır evlek
Yaz boyu böylece sürüp gidecek
Bekle ki lahana para edecek
Aylar sonra büyür ve göbeklenir
Aş olsun diye dört gözle beklenir
Göbeklenince bu beyaz kerata
Pişmeden de yenir, olur salata
Güz olur, eve gelir bizim lahana
Sonra yemek olur gelir sahana
Kimisi yanına biraz et ekler
İki günlük açlar yanında bekler
Patates de olur lahanaya eş
Ayrı lezzet olur, görürse ateş
Pişer güveçte, ya da tencerede
Buğusu görülür ön pencerede
Kokusu uzaktan elbet duyulur
Nerede pişiyor diye sorulur
Ah lahana seni görsem tanırım
Kokunu çok uzak yoldan alırım
Lahana dolması var, biliyorum
Onu da anlattım, ehline malum
Ah kapuska, tadın bambaşka olur
Tadmayan bilemez, bilenler bilir
Dumanı tütünce siyah ocağın
Ateşi yanınca bir sacayağın
Anlaşılır ki yemek pişecek şimdi
Gökten al alma düşecek şimdi
Durursan bulutun altında sen de
Alırsın gökten bir nasip düşen de
Bil nasibin odur evde ne varsa
Esef etme annen seni kovarsa
Annenin amacı sana öğretmek
Yemek için elbet gerekir emek
Öyle bedavadan geçinmek olmaz
Çalışmazsa insan anbarlar dolmaz
Bildim günümüzde anbar kalmadı
O zamana ait bahar kalmadı
İnsan hoş şeylere özlem duyuyor
Yeni şartlara der demez uyuyor
Duydun mu lahana çorbasını hiç
Anne der ki “ister ye istersen iç”
Lahanalar küçük küçük doğranır
Sonra da uygun bir kaba taşınır
Yani sıcak suya, biraz atılır
Tuzu, biberi ve yağı katılır
Eklenirse biraz yarma, savayit
Umarım beğenir Ahmed ve Seyit
Buna az patates katılır bazen
Ben duymadım, bunu yemekten bezen
Kara lahanadan olurdu ancak
Yaz aylarında kim bunu bulacak
Sonbahar veya kış yemeğidir bu
Çalışkan köylünün emeğidir bu
19-Kartol kavurması
Kartol kavurması unutulur mu?
Herkese âyandır onun durumu
Sofranın ağası, beyi, muradı
Bir kaşık kavurma dillerin tadı
Bir de ıspanaklı olursa, aman;
Derler ki yeme de yanında uzan
İster lokma lokma, ister kaşıkla
Yanına istemez piyaz ve bakla
Kartol önce suda iyi pişecek
Sonra soyulacak, vakit geçecek
Pişmiş kartol bazen elle ezilir
Püre gibi güzel şekil verilir
Sonra da azıcık soğan eklenir
Pişinceye kadar biraz beklenir
Yani kavurulur bizim kartollar
Yemek için şimdi açılır yollar
Ya da küçük küçük doğranabilir
İçine baharat eklenebilir
Buğusu üstünden şöyle yükselir
Sonra bu kavurma siniye gelir
Kokusu bile bir hoş, hem de cazip
Hepsini yemeye kalkar bir muzip
Hele dur arkadaş, yalnız değilsin
Ya gecesi gökte yıldız değilsin
Başkaları da var, bir bak çevrende
Kimse tek başına değil evrende
Unutma, diğergam olmak sevaptır
Bunu emreyleyen Yüce Kitaptır
Yani başkasını hesaba katmak
Düşünmek, gerekse bir şey uzatmak
Birlikte yiyelim, yürek bir olsun
Yüreğimize aynı heyecan dolsun
Bu kartollar bizim tarladan gelir
Lezzetini ancak yiyenler bilir
İşte kartol böyle, biricik rızık
Evde yemek, sanki yolcuya azık
Beş çuval patates varsa köşede
Ümitle girilir gelecek kışa da
Bir ses: Tedbirini al ey Edişe
Bu da gelir geçer etme endişe
Hüseyin K. Ece