-Sözü dinleyip en güzeline uymak

Kulak her sesi duyar, ama her sesi dinlemesi gerekmez.

Dinleme, duymanın bir sonraki aşamasıdır. Bir ses duyan, ona önce kulak verir, sonra dinler, sonra da anlamaya çalışır.

Anlamak burada bir anlamda kabul etmek, benimsemektir.

Öyleyse kişi bir şeyi kabul edip benimsemeden önce neyi duyduğuna dikkat etmelidir. Bunun için de iyi bir dinleme tavrı olmalıdır.

Dinlemek hem anlamayı, hem de sağlıklı iletişim sağlar, kiminle konuşursak konuşalım.

Dahası başkasını dinleyen, başkası tarafından da belki dinlenir. Bilinen bir gerçektir ki iletişim tek taraflı olmaz. Başkası tarafından dinlenmek isteyen, önce kendisi dinlemeyi, kulak vermeyi, anlamayı denemelidir.  

Şu âyet sözün gücünü, dinlemenin önemini ve düşünceye saygıyı ne güzel ifade ediyor.

وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِۙ ﴿17﴾ اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿18﴾

“Tağuta ibadet etmekten sakınıp Allah’a dönenlere; işte onlara müjde vardır. O halde kullarıma müjde ver.

O kullarım ki, onlar sözü dinlerler,sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zümer 39/17-18)

Onlar kendi hür iradeleri ile sözün en güzelini tercih ettikleri için, bu iyi niyetlerine karşılık Allah (cc) onlara doğru yola iletir. Ya da doğru yolu bulmaları için yetenek ve imkan verir. Doğru yolun önünü onlar için açar veya kolaylaştırır.

“Sözün güzeli kişiyi Hakka irşad eden ve insanı samimiyete götürendir. İnsan güzel olanı sever veya ona meyleder. Bir şeyde güzellik arttıkça ona olan meyil de artar.

Burada sözün güzeline tabi olmak, hak ve doğru olanı isteme iradesidir. Ki olay hak ile bâtıl, doğru yol ile sapıklık arasında döner durur.

Kişi güzel olanı tercih yeteneği ile hakkı tercih eder, bâtılı bırakır. Kişinin amacı hak ve doğru olanı seçmek ise; o sözü dinler ve hatta doğru olanların arasında daha doğru olanı seçmeye çalışır. Yanlış olanı seçmekten de korkar.”  (Tabatâbâî, M. Hüseyin, el-Mizan, 17/265)

İbni Abbas’a göre sözün en güzeline uymak; kötü sözü de, güzel sözü de işitip, güzel sözü konuşmak, çirkin sözden yüz çevirmek demektir.

Bir başka açıklamaya ya göre bu; başka sözleri de dinleyip Kur’an’a tabi olmaktır.

Bazılarına göre bu; azimet ve ruhsat olan emirleri işitip, azimet olanları zorluğuna rağmen uygulamaktır. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmu’l-Kur’an, Zümer 18. âyetin tefsiri)

Âyette özellikleri anlatılan samimi kimselerin dinledikleri söz, öncelikle Allah kelâmı, Hz. Peygamber’in sözleri veya selefin görüşleri olarak da yorumlanmıştır. Sözlerin en güzeli ve doğrusu da kuşkusuz Kur’andır. (İnne esdaka’l-hadîsi kitabullah, inne ahsene’l-hedyi hedyü Muhammed...)

Kişi her duyduğunu hemen alıp kabul etmeyecek. Duyacak, dinleyecek, ölçecek, biçecek, muhakeme edecek; ikna olduktan sonra kabul edecek. Böylece en doğruya, en güzele ulaşmaya; ya da en güzele tabi olmaya çalışacak.

İnsan kendisine çağrı yapan gel gel diyen pek çok davet alabilir. Bu çağrı nefisten, şeytandan, diğer din mensuplarından, günahlardan gelebilir.

Sağ duyu sahibi, akletme yeteği sağlam olanlar bu çağrıları duyarlar, ama en doğrusuna, en güzeline, en isabetlisine, en faydalısına uyarlar.

Ya da Kur’an’ın sözü zaten güzel, daveti haktır. Bunu bilen akıl sahipleri; Kur’an’ı dinlerler ve ona tabi olurlar. Böylece doğru yola iletilirler.  Zira onlar bunu hak etmişlerdir.

Burada karşımıza ‘dinleme ahlâkı’ çıkıyor. Neye kulak vermeli, nasıl vermeli,  duyulanlara karşı nasıl davranmalı?  

Dinleme olayını genel olarak şu başlıklarda toplamak mümkündür:

a-Dinlemek, sorumluluktur

b-Dinlemek, sabır ve tahammüldür

c-Dinlemek, ciddiye almaktır

d-Dinlemek, aklını kullanmayı sağlar

e-Dinlemek, farkında olmaktır

f-Dinlemek, anlamaya ve iletişim kurmaya kapı açar

 

a-Dinlemek, sorumluluktur

İnsanın değerli oluşunun bir sebebi de nukt-söz” sahibi oluşudur. Âyette geçen ‘sözü dinlemek ve en güzeline tabi olmak’; yani onu anlamak ve o sözün Allah’tan geldiğini bilmektir. Sonra da ona sımsıkı yapışmaktır. Tıpkı şu âyetteki çağrı gibi:

فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاۜ سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ ﴿145﴾

“... (Ey Musa) Onlara (Levhalara) kuvvetle sarıl; halkına da emret: onlar da en güzel (bir şekilde) sarılsınlar...” (A’raf 7/145) (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/216)

Kur’an’a göre gerçek kurtuluşun şartı Allah’ın ve O’na davet eden Peygamberin çağrısına “işittik ve itaat ettik” diyebilmektir.

      اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿51﴾

“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nûr 24/51. Bir benzeri: Mâide 5/7. Bekara 2/285)

Yarın Allah (cc) ölüleri diriltecek. Bugün duymayan kulaklar yarın gerçeği duyarlar ve bugün görmeyen gözler yarın aynel-yakîn görürler.

Burada “işittik ve itaat ettik” ifadesi, ilâhi davet karşışısında sorumluluk almayı kabul etmektir.

 

b-Dinlemek, sabır ve tahammüldür

Sabir bilinen bir şey. Hayatta farklı alanlarda, farklı olaylar, farklı pozisyonlar  karşısında sabır gerekir. Dinleme ve işitme olayında da sabır söz konusudur.

Bir sesi, bir daveti, bir konuşmayı, bir muhatabı dinlemek, dahası uzun süre dinlemek için sabır gerekir. Sözün güzelini bulabilmek, söz hakkında karar vermek veya tepki vermek için acele etmemek gerekir.

 Hele bir de işiniz insanların dertlerini ve şikayetlerini dinlemek, aralarını sulhetmek, anlaşmazlıkları halletmek, sorunlara çözüm önermek, ya da davalarda hükmetmek ise, muhatabı veya tarafları sabır ve tahammülle dinlemek şarttır.

Öyleyse; dinlemek, sabır ve tahammüldür diyebiliriz.

Müslüman, sabır gücünün Allah’ın yardımı ile olacağına inanır (Nahl 16/127) ve Allah’tan sabır ve namazla yardım ister. (Bekara 2/153)

وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿115﴾

“Ey Muhammed sabırlı ol. Allah muhsinlerin mükâfatını zayi etmez.” (Hûd 11/115. Ayrıca bkz: Meâric 70/5. Mü’min 40/77. Meryem 19/65)

Farklı konularda delil olarak kullanılabilecek bir hadis var: “Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşalar helak olur.” (Müslim, İlim/7) Konumuz açısından bu hadisi şöyle anlamak mümkün: Konuşmada veya dinlemede acele edip, sözün sonunu dinlemeden anladım zannetmek, karar veya hüküm vermek, başkasına da bu sözü eksik aktarmak zarardır.   

 

c-Dinlemek, dinlenilen şeyi ciddiye almaktır

Ölü gibi duygusu olmayan, işitmek istemiyenler, Allah'ın bu kadar açık âyetlerini hiçe sayarlar. Halbuki yerde ve gökteki âyetler işitme yetisi olanlar ve aklını kullananlar içindir.

هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ ﴿67﴾

“O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için ibretler vardır.” (Yûnus 10/67.  Bir benzeri: Nahl 16/65. Rûm 30/23. Secde 33/26)

Burada bu gerçekleri haber veren Kur’an’ın davetine kulak verme, dinleme ve anlamaya dikkat çekiliyor, bütün bunların ciddiye alınması gerektiğinin altı çiziliyor.

İnsan bir şeyi, bir kimseyi dikkatlice, can kulağı ile dinliyorsa, onu ciddiye alıyor demektir. Dinlenilen şeyi ciddiye almak, onunla ilgilenmeyi gerektirir.

Kur’an’ı işitmek veya dinlemek; ona bütün bir yürekle kulak vermek, onu ve içindekilerini ciddiye almaktır. Daha doğrusu gereğini yapmaktır.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْـًٔا لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُۜ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ ﴿73﴾

“Ey insanlar! Bir örnek veriliyor, şimdi onu dinleyin: Allah’ın dışında yalvarıp yakardıklarınız o varlıkların hiç biri, asla bir sinek bile yaratamazlar; bu iş için hepsi bir araya toplansa dahi...” (Hacc 22/73)

Zaten onun çağrılarına ancak onu can kulağı ile dinleyenler, onun çağrısını ciddiye alanlar, onun davetinin arkasında yatan gerçeği kavrayanlar cevap verebilirler.

اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ﴿36﴾

“Unutma ki, yalnızca (bütün kalpleriyle) kulak verenler, bir çağrıya cevap verebilirler; (kalben) ölmüş olanlara gelince, (yalnız) Allah onları diriltebilir, sonra da hepsi O'na döneceklerdir.”  (En’am 6/36)

وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ ﴿22﴾

“ve ne de yaşayan ile (kalben) ölmüş bulunan. Şüphen olmasın ki (ey Muhammed), Allah dilediğine işittirir, halbuki sen mezarlardaki (ölüler gibi kalben ölmüş)lere işittiremezsin:” (Fatır 35/22)

Kur’an, ilâhi çağrıya kulak asmayıp sonra da işittik demekten sakındırıyor.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ ﴿20﴾ وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿21﴾ اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿22﴾ وَلَوْ عَلِمَ اللّٰهُ ف۪يهِمْ خَيْرًا لَاَسْمَعَهُمْۜ وَلَوْ اَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ ﴿23﴾

“(Bunun içindir ki) ey iman edenler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne karşı duyarlık, bağlılık gösterin; ve artık (O'nun mesajını) işitmiş bulunduğunuz halde O'ndan yüz çevirmeyin.

Ve (böylece) dinleyip kulak asmadıkları halde, “İşittik” diyenler gibi olmayın.

İyi bilin ki Allah katında canlıların en zararlısı aklını kullanmayan (gerçek) sağırlar ve dilsizlerdir.

Çünkü, Allah eğer onlarda iyi bir hal görseydi onların mutlaka duyup işitmelerini sağlardı; kaldı ki, onların (hakkı) duyup işitmelerini sağlasaydı, onlar o dikbaşlı tavırları içinde kuşkusuz yine yüz çevirirlerdi.” (Enfal 8/20-23)

İşitmedikleri halde “işittik” diyenler işittiklerini ciddiye almayanlardır.

Âyetteki uyarının her devirde, Kur’an’ın daveti karşısında duyarsız olanları, işittikleri halde kulak asmayanları, vahyi duyup gereğini yapmayanları kapsadığını söylemeliyiz.

 

 d-Dinlemek, aklını kullanmayı sağlar

Hayati öneme sahip bir haberi veya uyarıyı dinlememek, ciddiye almamak aklı kulanmamaktır. Kişi bir tehlikeyi sezer, ona karşı tedbir alır. Bir faydayı sezer ve ondan yararlanmak için gereken çalışmayı yapar.  

Kur’an, kendi davetine karşı duyarsız kalanları “kör ve sağır” diye niteliyor. Onlar, maddi sesleri duymayanlar gibi, ilâhi daveti  işitmeye ve gereğini yapmaya yanaşmazlar. 

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ ﴿18﴾

“(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar (Hakk'a) dönmezler.” (Bekara 2/18, 171)

Peygamber bütün insanları Allah’ın gönderdiği vahiyle uyarıp müjdeliyor. Ancak sağır olanlar bu davete aldırmazlar. (Enbiyâ 21/45)

Demek oluyor ki bu gibi insanlar aklıllarını kullanmıyorlar. Basiretleri bağlı,  düşünceleri kıt, kulakları asıl işlevini yapmıyor.

“Zira kulak oldur ki Hakk’ı duya ve ve dinlediğini anlaya...”

Çevresinde olup biteni anlamak hem akıl işidir, hem yürek işidir.

اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ ﴿46﴾

“Peki, yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, orada olup biteni kalpleri kavrasın ve kulakları işitsin?  Ne var ki, onlarda kör olan gözler değil; kör olan, göğüslerdeki kalpler!” (Hac 22/46)

Bunlar akıllarını kullansalardı; olup biteni kavrayacak kalpleri, işitecek kulakları, teslim olacak iradeleri olurdu.

 

e-Dinlemek, farkında olmaktır

Anlamak ve öğrenmek için dikkatlice dinlemek, kendini duyulan şeye tümüyle vererek dinlemek gerekir.

Böyle yapan birisi ne dinlediğini, dinlediğinin ne olduğunu farkeder. Bu elbette muhataba, bulunulan ortama ve kişinin kendi durumuna göre değişir.

Kur’an, Allah’ın varlığının belgelerinden örnekler veriyor. Bunlar duyanlar için birer ibret kaynağı ve hidâyet vesilesidir.

Bu da işitilen şeyin farkında olmak, sesin, davetin nereden ve kimden geldiğini anlamaktır. 

هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ

“O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunda dinleyip (ders almak) isteyen bir toplum için ibretler vardır.”  (Yûnus 10/67. Bir benzeri Nahl 16/65. Rûm 30/23)

Kur’an hak daveti duymayanların durumunu dört ayaklı mahlûklara benzetiyor. Onlar da bir takım sesler işitirler ama ne o sesi algılarlar, ne de gereğini yaparlar.

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf 7/179, 195. Bir benzeri, Furkan 25/44)

Hak daveti duymayan ve aldırmayanlar da manen sağırlar gibidir. Kendilerini kimin davet ettiğini duymadıkları gibi, neye davet edildiklerini de anlamazlar.

Buna göre asıl sağır, kulaklarında özür olanlar, ağır işiten değil; hak sese karşı kapalı olan, onu duymamazlıktan gelen, duysa da aldırmayan kimsedir.

اِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ ﴿80﴾

“Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da dâveti duyuramazsın.”  (Neml 27/80. Rum 30/52)

Zaten kimileri de Kur’an’ın duyulmaması, etkisinde kalınmaması için gürültü yaparlar, yaygara koparırlar.

Zira Kur’an’a kulak verip de etkilenmemek mümkün değildir.  

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ ﴿26﴾

“İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.” (Fussilet 41/26)

Kur’an’a karşı gürültü yapanlarla ilgili ilginç bir örnek.

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ﴿6﴾ وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا وَلّٰى مُسْتَكْبِرًا كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ وَقْرًاۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿7﴾

“İnsanlardan öyleleri vardır ki,  bilgisizce (insanları)  Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için ‘eğlence-boş ve amaçsız-lehve’l-hadis’ (türünden) sözleri satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azab vardır.

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver!”  (Lukman 31/6-7)

Kaynaklar bu âyetlerin iniş (nüzûl) sebebiyle ilgili şöyle anlatılıyor:

İbni Hişâm’ın İbni İshak’tan rivâyet ettiğine göre, Peygamberimizin tebliğinin etkisini azaltmak için çeşitli yollara başvurulur ama başarılı olunamaz. Bunun üzerine, Mekkeli zengin müşriklerden Nadr b. Haris, ‘siz, aranızda emin olarak bilinen birine ‘mecnun, sihirbâz’ diyerek ona olan ilgiyi azaltmaya çalışıyorsunuz. Buna kimse inanmaz. Bakın ben onunla nasıl baş edeceğim’ demiş.

Bu adam bazen ticaret için Irak taraflarına giderdi. O bu yolculuklarında acemlerin, Hire halkının masallarını ve onların aralarında dolaşan rivâyetleri derlemeyi başarıp geri dönerdi. (el-Ferrâî, İ. b. Ziyad, Meâni’l-Kur’an, 2/326) Sonra da onları Kur’an’ı dinlemeye gidenlerin yolları üzerine oturur, onlara bu masal ve efsaneleri anlatır, dikkatlerini anlattığı şeylere çekerek onları uyutmaya ve Kur’an’a yönelmelerinin önüne geçmeye çalışırdı. 

Bu masalları Kureyşlilere anlatırken şöyle dermiş: “Muhammed size Âd kavminin, Semûd kavminin hikâyelerini anlatıyor, ben ise size Rüstem’in, İsfendiyar’ın hikâyelerini anlatıyorum. Ben O’ndan daha iyi bir hikâye anlatıcıyım. Benim anlattıklarım, Muhammed’in sizi davet ettiği şeyden daha hayırlıdır.”

Böylece kimileri onun bu anlattıklarına kulak kabartıyor ve Kur’an dinlemeyi terkediyorlardı. (İbni Hişam, Siyer, 1/299-300. en-Nisabûrî, Ahmed el-Vahidî, Esbabü’n- Nüzûl, s: 259-260. Abdülfettah el-Kâdi, Esbabü’n Nüzûl, s: 305; İbni Kesir, Muh. Tefsir, 3/62) 

 

f-Dinlemek, anlamaya ve iletişim kurmaya kapı açar

1-Kur’an’da kalp, kulak ve gözün konumu

İnsanın kalp, kulak ve göz gibi organlara sahip olması Allah’ın en büyük lütfudur. Bütün bunlar olmazsa hayat olmaz, yani insan olmaz.

Kur’an, hem bunların birer büyük nimet olduklarını hatırlatıyor hem de onların doğru kullanılmasına işaret ediyor. Bu organlar doğru, ya da yaratılış amacında, yani fıtrata uygun kullanılmazsa olabilecek zarar konusunda aklı başındaki insanları uyarıyor.

وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿78﴾

“Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl 16/78)

Ancak Allah’tan gâfil olanlar, kendi iradeleriyle kulak, göz ve kalplerini fıtratları doğrultusunda kullanmadıkları için Allah, onların kulak ve kalplerini mühürlemiş ve gözlerine perde çekmiştir.  Çünkü onlar bunu hak etmişlerdir.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ ﴿108﴾

“İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridir.” (Nahl 16/108. Bakara 2/7)

Kulak, göz ve kalplerini gereği gibi kullanıp Allah'a teslim olamayanlar, in­sanlıklarını kaybederler; hayvandan daha aşağı derekeye düşerler. (A’râf 7/179)

Göz ve kalp, yaptıklarından (ve yapmak zorunda olup da yapmadıkla­rından), kulak duyduklarından sorumludur. (İsrâ 17/36)

Kafadaki kulağın görevi kendisine ulaşan sesleri ayırt edip sahibine bildirmek ise, manevi kulağın görevi de hak daveti duymak, anlamak ve kabul etmektir.

Ama ne yazık ki fıtrat üzere görevini icra etmeyen kulak duymaz, göz görmez.

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ﴿198﴾

“Onları doğru yola çağırmış olsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler.” (A’raf 7/198)

Bu kulaklara sahip olan inatçı inkârcıların kulaklarında hakkı duymalarına engel şeyler vardır.

وَقَالُوا قُلُوبُنَا ف۪ٓي اَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ وَف۪ٓي اٰذَانِنَا وَقْرٌ وَمِنْ بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ اِنَّنَا عَامِلُونَ

“Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!” (Fussilet 41/5)

Onlar Vahy’e karşı kesin bir tavır aldıkları ve bir daha hidâyete dönmelerinde ümit kalmadığı için böylelerinin kalplerinin üzerine perde çekilir, kulaklarına ağırlık konulur. (bkz: En’an 6/25. İsrâ 17/46. Kehf 18/57. Fussilet 41/44)

 

2-İşittik ve itaat ettik diyebilmek

Kur’an’a göre gerçek kurtuluşun şartı ilâhî davet karşısında “işittik ve itaat ettik” diyebilmektir.

اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿51﴾

“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nûr 24/51)

Kur’an mü’minlere şöyle sesleniyor:

اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿51﴾

“Allah'ın size olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle davranın. Şüphesiz Allah, kalblerin içindekini bilmektedir.” (Mâide 5/7)

Başta peygamber olmak üzere iman edenler hak davete böyle karşılık verirler.  “... İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.” (Bekara 2/285)

Bazıları ise Peygamberlerine meydan okuyarak; “senin Allah’tan getirdiğini iddia ettiğin mesajları işittik, ama karşı geliyoruz” dediler.

وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿93﴾

“Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler....” (Bekara 2/93. Bir benzeri: Nisâ 3/46)

 

3-Her sesi duymamak

Her sesi duymak, her sese kulağı açmak gerekmez. Kulağa yük olacak sesleri duymak,  işitme kabiliyetine yazık etmektir.

Kulağı kirletmemek, kulağın sağlığını korumak bir görevdir. İşitme kabiliyetini yanlış yerde kullanmamak nimetin değerini bilmektir.

Dedikodu,  gıybet, mâlâya’ni, yalan dolan, nemime, seviyesiz güldürüler, içi boş iddialar, küfür ve sövmeler, bâtıl sözler, abes ve boş lakırdılar, mühtehcen ve mübtezel konuşmalar, gevezelikler, sulu şakalar vb. sözler onları duymak isteyenlerin kulaklarını kirletir.

Kulağı kirli olan da sesler arasından en güzelini, mesajlar arasından en doğrusunu, kelimeler arasından en hoş olanını, iddialar arasından en hak olanını seçemez.

Bu konuda Kur’an mü’minleri uyarıyor.

وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ ﴿3﴾

“O kimseler (mü’minler) ki boş söz ve işlerden (lağv’den) yüz çevirirler.” (Mü’minûn  23/3)

“Lağv”; hesaba katılmayan, düşünmeden, ölçüp biçilmeden söylenen veya her türlü çirkin söz. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 682)

وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا ﴿72﴾

“Onlar (tevbe edip sâlih emel işleyenler), yalana şâhitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle (lağv ile) karşılaştıkları zaman, vakar ile geçip gidenlerdir.” (Furkan 25/72)

Burada iki vurgu var: Her türlü yalana şahitlik etmemek, kabullenmemek, kulak vermemek. Diğeri de lağv ile karşıya karşya gelince dinlememek, müşteri olmamak, vakar ile lağv olan yeri, kişi, ortamı terektmek.

Peygamber (sav) de “Mâlâya’niyi terketmesi kişinin olgun müslüman oluşundandır” (Tirmizî, Zühd/11) buyurdu.

Bir de “lehve’l-hadis var”; saptırıcı, şaşırtıcı, içi boş ama oyalayıcı söz.

Yukarıdaki ayeti tekrar hatırlayalım:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ﴿6﴾

“İnsanlardan öyleleri vardır ki,  bilgisizce (insanları)  Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için ‘eğlence-boş ve amaçsız-lehve’l-hadis’ (türünden) sözleri satın alır...” (Lukman 31/6)

Müminler, çevrelerindeki her türlü lehve’l-hadise dikkat ederler. Zira bunu tercih edenlerin amacı insanları eğlendirmek, boş şeylerle oyalıp; akletmelerini engellemek, onları Kur’an’ın davetinden, Allah’a kulluktan uzaklaştırmaktır.

Nitekim bu ayetlerin nüzûl sebebine baktığımız zaman bunun ipuçlarını görebilirz.

 

4-Kirlenen ve yorulan kulağı abdestle yıkamak ve dinlendirmek

Sağ kulağa ezan sol kulağa kaamet okumak, çocukların kulakları manen kirlenmesin diyedir. Bu bir nevi kulakları yalana ve batıla, kötü ve çirkin sözlere karşı sigorta etmektir.

Bunun bilincinde olanlar âkil baliğ olduğu zaman kulaklarını manevi kirlerden korurlar.

Kulak kirini ya tevbe, ya da abdest ve abdestle yerine getirilen ameller temizler.

Abdestte kulakları meshetmek, hem bu anlamda kulağı temizlemeye, hem de bundan sonra işe yarar şeyleri duymaya söz vermeyi işaret eder.

 

5-Seslerin arasından en güzelini seçmek ve almak

Konumuza esas aldığımız âyete tekrar dönelim:

وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِۙ ﴿17﴾ اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿18﴾

 “O kullarım ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zümer 39/17-18)

Bu sâlih, muttaki, râşid ve akıllı kulların tavrıdır. Onlar işittikleri her ne ise, o konuda akıllarını kullanırlar, eleştirel gözle bakarlar, duydukları ile mantıksal sonuçlara ulaşırlar.

 

6-Sözü olanı dinlemek

Münafıklar Peygamberi dinleme/kulağı olma konusunda incitmek istediler. Şöyle ki:

وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿61﴾

“(Yine o münafıklardan:) O (Peygamber, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek peygamberi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a inanır, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resûlüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır.” (Tevbe 9/61)

Araplar, “casusa” mecâzen “göz” dedikleri gibi, “her söyleneni dinleyip kanan kimselere” de “kulak” derlermiş. (Taberî, İbni Cerir. Camiu’l-Beyan, 6/405)  Münafıklar da bunu, o duyduğu bir takım sesleri vahiy zanneden“saf adam” şeklinde ona itham ederek kullanmaya kalktılar. Halbuki Peygamber muhatabını sabırla dinleyen bir kimse idi. Sözü olanın kelâmını dinlemek erdem, her duyula inanmak elbette zaaftır.

Âyetin devamı Peygamberin bu davranışını reddetmek yerine, bunun mü’minlere güvenden kaynaklanan bir meziyet olduğunu vurguluyor. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/344)

Enes (ra şöyle anlatıyor: “Peygamber (sav) bir adama rastladığı zaman onunla konuşur, muhatabı ayrılmadıkça o da ondan yüzünü çevirmezdi. Muhatabıyla musafaha yapsa elini muhatabın elinden çekmezdi. Dizlerinin yanında oturan arkadaşının dizlerinden ileri çıktığı görülmemiştir.” (İbni Mâce, no: 3716)

 “Bu âyet bazı münâfıklar, özellikle Cülâs b. Süveyd’in: “biz istediğimiz her şeyi söyleriz sonra ona varır, söylediklerimizi inkâr ederiz. O da hemen bizi tasdik eder. Çünkü Muhammed, her söze kulak veren safın biridir.” demesi üzerine indirildiği söylendi. (Vâhidî, A. b. Ahmed. Esbâbu’n-Nüzûl, s: 186) 

Önceki âyete göre sözü olanın sözünü dinlemek ahlâki meziyettir. (Zümer 39/18) Öyleyse muhatabın sözü varsa o dinlenir. Ya da dinlediğimiz kişinin sözü var mı yok mu, bakılır. Sonra sözün (kelâmın) güzeli, doğrusu, hak olanı, hakka götüreni, irşad edeni, yüreğe inşirah vereni, müjde olanı, hikmet taşıyanı alınır.

Bu Kur’an’i tavsiye yazı hakkında da, iletişim hakkında da geçerlidir.

 

7-Seste de hikmeti aramak

Hiç bir insan diğerine tıpatıp aynen benzemediği gibi, parmak izleri ve sesleri de benzemez. İnsan sayısı kadar ses. Bunu yapan Usta için; “Fe tebârakellahu ahsenu’l-hâlikîn-Yaratıcıların en güzel olan Allah ne yücedir” (Mü’minûn 23/14) demeliyiz.

Bunda da aklını kullananlar için ibretler vardır. Bu da Allah’ın  ayetlerindendir.

Hikmet yüklü sözleri arayıp onlara daha fazla kulak vermek yapılabilecek en güzel işlerden biridir. Bu aynı zamanda; “bari siz hikmetli söz sarfedin anlamına gelir.”

 “Allah’a ve âhiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya sussun” hadisi de galiba buna işaret ediyor. (Buhârî, Edeb/31, 85. Müslim, Îmân/74, 75)

 

8- Sözün gücüne inanmak

Ya da güçlünün sözünü dinlemeye değer bulmamak.

Sözün savaş ve baş kestirdiğini, hatta en zehirli aşı bal gibi yapabildiğini, yılanı deliğinden çıkardığını, gönüller yaptığını ve yıktığını, sahibini rezil  veya vezir  yapabildiğini unutmamak gerekir.

Söz hem güçlüdür, hem de söze dönüşen düşünce değerlidir. Sözün insana kazandırılması başlı başına bir ihsan ve nimettir. İnsanın bu yetenekle donatılması, onun kendi hür iradesiyle doğru en güzel olanı seçmesi için teşviktir.

وَاقْصِدْ ف۪ي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَۜ اِنَّ اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَم۪يرِ۟ ﴿19﴾

“Hayat yürüyüşünde dengel ol ve sesini yükseltme. Unutma ki seslerin en çirkini (sesi yükseldikçe çirkinleşen) eşeğin sesidir.” (Lukman 31/19)

Sesini yükseltenler herhalde zorbalığa yeltenenlerdir. Böyleleri güçlü söz söyleyemedikleri için, var güçlerini seslerine verirler. Halbuki sözün gücüne inananlar, sözünü yükseltmeyi değil, sözün kalitesini yükseltmeyi tercih ederler. (İslâmoğlu, M. Sözün Gücü mü Gücün Sözü mü, s: 10)

Hele söz “cevâmiu’l-kelim” ise değeri, okkası, tesiri daha çok olur, daha kalıcı olur. Tıpkı Peygamberin hadisleri gibi. (Buhârî, Cihad/121, Ta’bir/22, İ’tisam/1. Müslim, Mesâcid/6-8. Nesâî, Cihad/1)

Hele söz kaynağını haktan, hakikatten alıyorsa, zikre kapı açıyorsa (Tirmizi, Zühd/62); daha etkilidir, daha faydalıdır.

Hele söz Kur’an’ın emrettiği gibi takva bilinciyle söylenmişse, sedid (doğru, yerinde, tatlı) (Ahzab 33/70) ise, tadına doyum olmaz. Kur’an şöyle diyor:

وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ

“(Ey Peygamber!) Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler.” (İsrâ 17/53)

Her ne kadar günümüzde güçlünün sesi ve sözü daha yüksek perdeden çıksa da, mü’minler hangi sese değer ve kulak vereceklerini bilirler.

 

9-Sözün/sesin kaynağını iyi seçmek

Dinlediğimiz şeyin/sesin hikmet olup olmaması, bize fayda verip vermemesi, dinlemeye değer olup olmaması sesin kaynağına bağlıdır.

İnanan bir insan Allah’ın âyetlerini dinlerken gösterdiği titizliliği, kezzaplardan ve şeytanın iki ayaklı yardımcılarından gelen seslere tersinden gösterir. Yani onları dinlememekle gösterir. 

Konuşmacı kim ve ne konuşuyor?

Konuşulan şeylerin hakikat açısından değeri nedir? Söyleneni duymaya değer mi?

Bu demektir ki bâtıla ve sapıklığa davet eden, mâlâya’ni, yalan dolan ve çirkin ve ayıp şeylerlerle meşgul olanı dinlemek gerekmez.

Ama bilgi, hikmet, öğüt, hayra davet eden, lâtif, müjdeleyici, hatta en azından günah olmayan ve insanı oyalamayan günlük konuşmalar dinlenebilir.

 

10- Sözün sahibini veya muhatabı ciddiye almak

Söz değerini hakikatten aldığı gibi, sözün sahibinden de alır. Sözünü aldığımız kaynak bizim açımızdan demek ki değerlidir. Sözü dinlenmeye, alınmaya, uygulanmaya değer. Biz onu ve sözünü ciddiye alıyoruz demektir.

Karşımızdaki kim olursa olsun; ders, konuşma, sohbet, müzakere, hal hatır sorma, bayramlaşma, soru-cevap, muhâvere, fikir alış-verişi olan konuşmalarda muhatabımızı ciddiye almak; saygıdır, dikkatlice dinlemek güzel ahlâktır.  

Tersi muhatabı küçük görme ve iletişim bozukluğuna yol açar.

İnsanlar arasındaki sağlıklı iletişim birbirini daha iyi anlamayı sağlar.

 

11-Can kulağı ile dinlemek

Sesi/sözü/mesajı anlamanın bir yolu da onu can kulağı ile, ya da yürek kulağı ile dinlemektir.

Üstünkörü, eli işte gözü oynaşta, baştan savma tarzı dinlemeler, dinliyor gibi yapmalar anlamanın, iletişimin önünde engeldir.

Kur’an, Nûh kavminin peygamberi dinlememek için parmak uçlarıyla kulaklarını kapadıklarından, başlarını elbiseleriyle kapattıklarından bahseder. (Nûh 71/7)

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا وَلّٰى مُسْتَكْبِرًا كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ وَقْرًاۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿7﴾

Böyle birine mesajlarımız aktarıldığında, sanki kulaklarında bir sağırlık varmış da onları hiç duymamış gibi, küstahça yüz çevirir: işte ona (öteki dünyada) acıklı azabı haber ver!” (Lukman 31/7)

Bazıları da davetçi ile adeta alay edercesine;

وَقَالُوا قُلُوبُنَا ف۪ٓي اَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ وَف۪ٓي اٰذَانِنَا وَقْرٌ وَمِنْ بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ اِنَّنَا عَامِلُونَ ﴿5﴾

“... Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!” (Fussilet 41/5) derler.

Böylelerinin hak sesi duymak, can kulağı ile dinlemek gibi bir dertleri yoktur.

Kur’an şöyle diyor.

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذًا اَبَدًا ﴿57﴾

“Rabbinin mesajları kendisine ulaştırıldığı halde, kendi eliyle işlediği bütün (kötü) işleri de unutup, onlara yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Bakın, Biz böylelerinin kalplerine, hakkı kavramalarına engel olan bir örtü ve kulaklarına da bir ağırlık yerleştirmişizdir; dolayısıyla, onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola girecek değillerdir.” (Kehf 18/57. Bir benzeri; İsrâ 17/46. En’am 6/25)

Burada hem hak sese kulak verme anlayışını, hem de muhtabaımızı dinlerken

can kulağı ile dinlemeye işaretler bulabiliriz.

Nitekim muhatabı can kulağı ile dinlemenin önemini bilen inkârcılar Kur’an’la ilgili şöyle derler.

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ ﴿26﴾

“...Bu Kur’an'ı dinlemeyin, ve onun hakkında saçma, anlamsız şeyler uydurun ki onu(n gücünü) bastırasınız!” (Fussilet 41/26)

Eğer insanlar Kur’an’ı can kulağı ile, dikkatlice dinlerlerse, etkilenmemeleri mümkün değildir. Bundan dolayı insanlar ile Kur’an arasına her zaman engel kurmaya çalışılır, ona karşı her zaman gürültü koparılır. Ki Kur’an’ın sesi onlara ulaşmasın.

Bunun gibi kişi bir sözü anlamak istiyorsa onu dikkatlice dinlemeli. Yürek kulağını da dinlediği şeye açmalı.

Sözü can kulağı ile dinlemenin adaplarından biri de vücut dilidir. İster ayakta, ister oturarak vücudun duruşu ne kadar dinlediğini ortaya koyar.

 

12- Sözün bitmesini beklemek

Dinlemenin adaplarından biri de muhatabın sözünün bitmesini beklemek, ikidebir sözün arasına girmemek, sözü lüzumsuz yere kesmemektir.

Sözün tamamı dinlenilmezse anlaşılmaz.

Ya karşımızdaki sözü gereğinden fazla uzatırsa, dinleyenleri sıkarsa, yanlış şeyler konuşuluyorsa, hakka ve hakikate hakaret ediliyorsa diye sorulabilir. Bu ayrı bir konudur.

Burada yerine göre davranmak olgun kimsenin tavrıdır.

Söz yerinde ve gerektiği kadar olursa bir işe yarar. Kavgaya ve gürültüye sebep olacak sözler ve iddalar hakkı temsil edemezler. Mesajı yerine ulaştırmazlar.

 

13-Neyi ne kadar dinlediğini bilmek

Her şeyin bir sınırı olduğu gibi dinlemenin de biri sınırı vardır. Bu da hem insanın kapasitesiyle, hem de ihtiyacıyla ilgilidir.

Her konuşulanın hepsini dinlemek gerekmez, zira bu dinlemenin sınırlarını zorlayabilir.

Akıllı kimseler, televizyon dinleme saatlerini, müzik dinleme vakitlerini, hitabetlerdeki ziyaretlerdeki uzun konuşmaları gözden geçirmeliler.

*

“Sözü dinleyip en güzeline tabi olanlara”, gereğini yapanlara, kendi sözünü bu anlamda güzelleştirenlere müjdeler olsun.

 

Drs.Hüseyin K. Ece

19.01.2019

Zaandam-Hollanda