Bazıları âhirette şefâat konusunda tereddütü olanları selefî/vahhabî olmakla suçluyorlar. Şefâatin mutlaka olacağına da Ayete’l-Kürsî’yi delil getiriyorlar. Diyor ki “bakın ey vahhabîler, siz şefâat yok diyorsunuz ama Allah (st) bu âyette şefaate izin vereceğini söylüyor.”

Âyete’l-Kürsî’yi şefâate delil gösterenler hemen ondan önceki âyete (254. âyete) tekrar baksınlar, iki âyeti birlikte okusunlar, bunların neden peşpeşe geldiğini ve ne demek istediğini tefekkür etsinler.

Şefâat konusunda farklı görüşleri olanları suçlamanın haklılığı, haksızlığı, şefaat konusundaki sonuçsuz tartışmalar bir tarafa; bu konuyla ilgili âyetlerin hepsine bakmak gerekir.

Kur’an’da 15 âyette açıkça başkalarının şefaat edemeyecekleri, şefâat yok şekilde söyleniyor. 6 âyeti de Allah (cc) bazı kimselere şafaat için izin verecek şeklinde anlamaya müsait. (Bunlar: Necm 53/24-26. Meryem 19/87. Tâhâ 20/109. Yûnus 10/3. Enbiyâ 21/28. Zuhruf 43/86) Âyetler arasında görünen çelişki nasıl izah edilir bilemem.

Ehl-i sünnete mensup müfessirler/âlimler, özellikle Bakara 255’i göz önüne alarak, Allah’ın iznine bağlı olmak üzere, peygamberler ve diğer bazılarının şefâat etmesinin caiz olduğunu düşünmüşler.” (Heyet, Kur’an Yolu, 2/325)

Bu âyetteki ilgili cümleye bakalım:  

  • مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ

         “... İzni olmaksızın O’nun katında şefâatte bulunacak (yeşfeu) kimdir?...” Bunu “O’nun izni olmadan katında hiç bir kimse şefaat edemez” şeklinde de çevirmek mümkün.  

Klasik tefsirlerin büyük bir bölümü –en azından bizim baktıklarımız- “illâ bi-iznih”i açıklarken “iznin” geçtiği diğer âyetlerle ve şafâatle ilgili hadislerle birlikte Allah’ın âhirette bazı kimselere şefâat için izin vereceği sonucuna varmışlar.

Bu âyet, Allah’ın kullarından herhangi birinin şefâat etmeye gücü olduğunu, ya da onun şefâatinin onlara faydalı olacağını zanneden birinin iddiasını soru ile olumsuzlayan bir ifadedir. Ya da böyle düşünenleri kınayan, serzenişte bulunan bir ifadedir, fazlası değil. Âyet adeta şefâat inancını iddia edenlerin yüzüne çarpıyor, göğüslerdekini reddediyor, buna kimsenin gücü olmadığını haykırıyor. (Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 208)

İbn Kesir, “Aslında bu ifade Allah’ın büyüklüğünü ve azametini ifade etmektedir.  Hiç kimse O’nun izni olmadan şefâat yapmaya cesaret edemez şeklinde. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 1/230)

Zamahşerî, âyetin bu cümlesinin “şefâate izin verileceği hükmünü değil, Allah’ın hakimiyetini ve büyüklüğünü beyan ettiği görüşündedir.  Bu tıpkı “Âhirette O’nun izni olmadan kimsenin konuşamayacağı” (Nebe’ 78/38) hükmüne benzer” diyor. (Zamahşerî,  M. b. O. el-Keşşâf, 1/296)

“men zellezi yeşfeu ındehu illa bi-iznih” cümlesine “illâ” ve “izin” kelimelerinden yola çıkarak, âyetin genel dokusuna uymayan anlam verilmesi isabetli değildir. Türkçe mealler cümlenin devamına “ancak Allah’ın şefâat izni/yetkisi verdiği kimseler hariç” cümlesi yerleştiriyorlar.

Halbuki ‘illâ’ edatı Kur’an’da her zaman istisna anlamı ifade etmemekte, en az dört manada kullanılmakta. Birincisi; bildiğimiz istisna anlamı. İkincisi; istisnaya benzemekle beraber birlikte, yeni bir sözün başlamasını ifade eder. Üçüncüsü; herhangi bir şeyi haber için kullanılır. Dördüncüsü; başka, gayri manasında. Mesela; “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka (illâ) ilahlar olsaydı, yer gök fesada uğrardı” (Enbiyâ 21/22) âyetinde “illâ” istisna değil, başka (gayrı) anlamındadır.

“Lâ ilâhe illallah” sözünde ki ‘illâ’ da böyledir ve “lâ ilâhe gayrullah-Allah’tan başka ilâh yoktur” demektir. 

“Madem ki siz onlardan ve onların Allah’tan başka taptıklarından ayrıştınız...” (Kehf 18/16) âyetindeki “illâ” da gayı (başka) anlamında kullanılmıştır.

Âyete’l-Kürsî’de “illâ bi-iznihi”deki ‘illâ’yı da ‘gayrı’, ‘...den başka’, ‘izninin dışında’, ‘izni olmaksızın’ manasında anlamak mümkündür. İllâ’yı istisna kabul edip, sonra da bazı kimselere şefâat izni verileceğini söylemek Âyete’l-Kürsî’yi eksik anlamak olur.

Soru cümlesini düz cümle haline getirdiğimizde aslında Allah’ın katında “kimin şefâatçı olacağının” sorulmadığını görürüz. Bu cümle Allah’ın büyüklüğü açıklamaktadır. Soru halinde “hangi nefis (kimmiş)” anlamında bir soru edatıdır.

Bu edat “kim benimle gelmek ister?” sorusundaki gibi değil de, “kimmiş benimle yarışmak isteyen?” sözündeki gibi bir meydan okuma anlamı içermektedir. “Kimmiş o”, kim buna cür’et edebilir?”, “kimmiş o şefaate yeltenen?” tarzında.   (Durmuş, M. Kur’an’a Göre Şefaat, s: 86-87)

Dolaysıyla Allah (st) bazılarının şefâat etmesine izin verecek diyenler, Âyete’l-Kürsî’deki bu ifadeyi değil, zikrettiğimiz 6 âyeti ve şefaat konusundaki pek çok hadisi ileri sürseler, daha kuvvetli delile sahip olmuş olurlar.

 

Hüseyin K. Ece

07.04.2020

Zaandam