-İrâde

‘İrâde’, Türkçe sözlükte isteme, dileme, bir şeyi yapmak veya yapmamak konusunda karar verebilme ve bu kararı yürüebilme kudreti demektir. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 799)

İrade aslında “nefsin yapılması gerektiğine hükmettiği bir işi, bir amacı gerçekleştirmeyi istemesi, ona yönelmesidir”,

Ya da “bir zorunluluk söz konusu olmaksızın -yapılması veya yapılmaması- mümkün olan bir hususta iki taraftan birini tercih etmeyi gerektiren şeydir”. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/380)

Bunun aslı olan ‘râde-ravede’ fiili, bir nesneyi isterken veya ararken rıfk ile, yumuşaklıkla gidip gelmek, bir şeyi isterken veya ararken çaba gösterdmek çabalamak, emek vermek demektir. Arapça’da “falanca kişi şunu isterken veya ararken yumuşaklıkla nezaketle gidip-geldi (râde) ” denir.

Bu bir fayda elde etme inancının ardından doğan eğilimdir. Buna göre irâde temelde, iştah, ihtiyaç, emel, umut veya beklentiden meydana gelen bir manevi kuvvettir.

Başka bir deyişle nefsin bir şeye arzu, özlem duyup bununla birlikte onun hakkında  “yapılması gerekir veya yapılmayacaktır” hükmünü vermesidir.

İrâde bazen eyleme yönelme sürecinin başlangıç, bazen da bitiş noktasını ifade eder.

Başlangıç noktasında irâde nefsin bir işi yapmayı arzulaması, bitiş noktasında ise o işin yapılmasına veya yapılmamasına hükmetmesidir.

Bu ifade Allah hakkında sadece ikinci anlamda kullanılabilir. Çünkü Allah arzudan münezzehtir, yalnızca hükmeder. (Azab 33/17) (el-İsfahânî, R. el-Müfredât, s: 300)

Kur’an’da irâde ile bazen emir anlamı kasdedilir. “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.” (Bekara 2/185)

İrâde ile bazen, kasdetme, yönelme , yönünü çevirme, ya da amaçlama anlamı kasdedilir. “İşte ahiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.” (Kasas 28/83)  Yani öyleleri kibre yönelmezler, onu amaçlamazlar.

Filozoflar, bir fiilin yapılmasında tamamen veya büyük ölçüde fayda bulunduğuna dair bizde bir kanaat uyandığında içimizde onu elde etme yönünde bir eğilim hâsıl olacağını, bu eğilime irâde denildiğini belirtmişler.

İrâde kişiyi fiile yönlendirmekte, fiil de iradeye bağlı olması bakımından gerçekleşme imkânı bulmaktadır. İrâde, sadece insandaki psikolojik bir işlev ya da meleke (yetenek) olmayıp aynı zamanda bilinçli bir seçme gücü, bundan dolayı da kişiyi davranışlarının sonuçlarından sorumlu hâle getiren ahlâkî bir ilkedir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/380)

Kur’ân’da irade kavramı hem Allah’a hem de insana nisbet edilerek 139 yerde geçiyor. Bu âyetlerin bir kısmında Allah’ın iradesinin mutlak, özgür ve önüne geçilemez olduğu, dolayısıyla kulun iradesini sınırladığı söyleniyor. (bkz: Bekara 2/253. Ra‘d 13/11. Ahzâb 33/17)

Hayır veya şer olarak olup biten her şey Allah’ın irâdesi göre gerçekleşir. (Bkz: En‘âm 6/125. İsrâ 17/16. Cin 72/10);

Ancak O’nun irâdesi mutlaka amaçlı, anlamlı, hikmetli ve âdildir. Allah (st) kulları için asla zulmü, kötülüğü ve zorluğu murat etmez. (Bkz: Bekara 2/26, 185. Âl-i İmrân 3/108. Mü’min 40/31)

İnsan iradesinden söz eden âyetlerin bir kısmı onun pratik hayatında bildiğimiz sıradan istemesine, dilemesine, ahlâktan bahseden âyetlerde ise insanın iradesinde serbest olduğuna işaret ediliyor. (Bkz: Âl-i İmrân 3/145. İsrâ 17/18-19. Ahzâb 33/28-29)

Buna göre insan iyi şeyleri de kötü şeyleri de isteyebilir. (Enfâl 8/62, 71. Yûsuf 12/25. Hac 22/25) Ancak insanın iradesi Allah’ın iradesi tarafından sınırlandırılır. O ancak Allah izin verdiği ölçüde özgürdür, seçim yetisine sahiptir.

Allah’ın iradesi mutlaktır, sınırsızdır ve karşı konulmazdır. O’nun cömertliği, rızık, mülk ve çocuk vermesi, affetmesi, insana bilmediğini öğretmesi, yardımı, yaratması, rahmeti, arındırması, imana ve hidâyet vermesi vb. gibi kullarına yönelik fiilleri hep O’nun meşîetine-dilemesine bağlanıyor.

 

-Meşîet

Kur’an iradeyi bir de ‘şâe-mesîet’ fiili ile açıklıyor.

Kelâmcıların çoğuna göre meşiet tıpkı irade gibidir. Bazılarına göre ise meşiet her ne kadar örfte irade yerine kullanılırsa da onun asıl anlamı bir şeyi icat etmek ve onu elde etmektir. Buna göre meşiet Allah’a nisbet edilirse ‘”icat etmek”, “o şeyin meydana gelmesini gerektirmek”,  kullara nisbet edilirse “elde etmek” anlamına gelir.

“Allah’ın dilediği (meşîet ettiği) olur, dilemediği olmaz” denilmiş.

İrâde Allah için kullanıldığında o şeyin kaçınılmaz olarak meydana gelmesini gerektirmez. Mesela; “Allah sizin için kolaylık diler, güçlük istemez” (Bekara 2/185) gibi.

Bazen Allah’ın irâdesi henüz ortaya çıkmadan insanın iradesi ortaya çıkar. Mesela, insan bazen ölmemeyi ister, fakat Allah bunu kabul etmez. Bu durumda insanın istemesi Allah’ın dilemesinden sonra gerçekleşir. Bu bir ayette şöyle ifade ediliyor. “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (İnsan 76/30)

Bazı âyetlerde insanın irade ve eylemlerinin Allah’ın meşiyyetiyle (dilemesiyle) sınırlı olduğu söyleniyor ama şu âyetler ve benzerleri insanın iradesinin (meşietinin)  olduğunu, insanın dilemesinde serbest olduğunu haber veriyor.

“Rabbinizden hak gelmiştir, artık isteyen iman etsin isteyen inkâr etsin; fakat biz hakka karşı çıkanlara öyle bir ateş hazırladık ki ...” (Kehf 18/29)

İstediğinizi yapın; ancak bilin ki Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Fussilet 41/40)

Meşîet fiili, çift yönlü bir anlam taşır. “Allah dileyen için  diler“ gibi bir manası var. Mesela:

Allah, esenlik yurduna (dâru’s-selâma) çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.” (Yûnus 10/25)

Yani doğru isteyeni sırat-ı müstakime iletir. Hidâyete gelmek istemeyeni zorlamaz, isteyene de bunu yasaklamaz, engel olmaz.

Tarihte veya günümüzde insan irâdesini yok sayan anlayışlar Kur’an’ın genel mesajıyla bağdaşmaz. Böyle bir iddia cahiliyyeden kalma cebriyecilik takıntısıdır.

İnsanın tercih, seçim hakkı, kendi isteği ile bir şeyi yapmaya izni, yetkisi olmasa, o nasıl sorumlu olur, o nasıl sınava, denemeye tabi tutulabilir? Denemenin tabiatında farklı olanlar arasında bir tercih yapmak vardır. Dünyaya deneme için gelen insanın da olgular ve eylemler arasında tercih izni söz konusudur.

-İhtiyar

İslâm kaynaklarında ihtiyar, meşiyyet (meşîet), şevk, istah (şehvet), kasd, azim gibi kelimeler de iradeye yakın anlamda geçmektedir.

Fakat bunlar arasında az çok anlam farkları bulunmaktadır. İrâde kısaca harekete geçme gücü ve yeteneğidir, herhangi bir eylemin (fiilin)  gerçekleştirilmesinde belirleyicidir.

Bu seçme gücüne daha çok ihtiyar denilmektedir.

İhtiyar ‘hayr’ kökünden gelir. Hayr sözlükte “iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, üstün kılmak” gibi anlamlara gelen hayr kökünden masdar-isim olup ‘iyi’ yahut ‘iyilik’ mânasında ve şerrin karşıtı olarak kullanılır (İbni Manzur, Lisânü’l-ʿArab, 5/186)

Hayır; “akıl, adalet, fazilet ve faydalı nesne gibi herkesin arzuladığı şey” diye de açıklanır. (Râgıb el-İsfahânî,  el-Müfredât, s: 231)

Hayr ve bu kökten gelen kelimeler Kur’an’da 196 yerde geçmektedir.

1.Seçmek. “Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti...” (A’raf, 7/155. Ayrıca bkz: Tâhâ 20/13. Duhan 44/32. Kasas 28/68. Vâkıa 56/20. Kalem 68/38)

2.Bu kökten gelen ‘ahyâr’ seçkinler demektir. (Bkz: Sad 38/47, 48)

3.Hıreyeh tercih anlamında. Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.” (Kasas 28/68. Ahzab 33/36)

4.(Turkcedeki anlamiyla) hayır, iyi. (Bkz: Tevbe 9/41.  Bekara 2/106, 221. A’raf 7/155. Bekara 2/105) Daha iyi, daha hayırlı.

5.Mal (Âdiyât 100/11)

Sunlar da hayr kelimesinin türevleri:

Hâre: Bir şeyi diğer şeylere tercih etmek. Bir şeyi seçip ayırmak.

Hayırlı olmak. Hayırda birine üstün gelmek. 

Hayyera: İki şey arasından seçmek.  Muhayyer kılmak.  Birini diğerlerine tercih etmek.

Hâyera: Biriyle ilimde vb. hangisi hayırlı diye yarışmak.

İstihâre: Hayır ve iyilik istemek. Bir şey hakkında hayırlı olanı talep etmek.

el-Hıyâr: iki şeyden en hayırlısı. Hayır. Daha iyi. Hayrı çok olan. Rağbet edilen şey.

Muhtar: Seçilmiş, seçkin.

İhtera (masdarı ihtiyâr): Seçmek, bir şeyi diğerlerine tercih etmek. Birden çok davranış şekilleri arasından en hayırlısını, en faydalısını seçme, ayırt etme irâdesi ve kararıdır.

Ya da ihtiyar; bir dış zorlama olmadan kişinin kendi inanç ve kararına göre en uygun, en iyi ve doğru bulduğu şeyi seçip ona yönelmektir.

Görüldüğü gibi hayr kökünden türeyen farklı kalıplardaki kelimelerin çoğunda seçme, hayırlı olanı talep etme anlamları var.

İrâde de çoğunlukla bu anlamda ihtiyar karşılığında kullanılmakla birlikte aralarında bir genellik-özellik farkı bulunduğu belirtilmektedir.

Bazılarına göre irâde ihtiyardan daha geniş ve onu da kapsayan bir kavramdır. Çünkü insan mümkün olanların yanında mümkün olmayanları da ister, halbuki sadece mümkün olanı seçer.

Şu hâlde her ihtiyar irâdedir, fakat her irâde ihtiyar değildir.

“İhtiyar, insanın idrak etmekte -dolayısıyla karar vermekte- tereddüde düştüğü bir konuda aklın yol göstermesi sayesinde doğan özel bir irâdedir” denmiş ...

İhtiyarî fiil sıradan bir yöneliş olmayıp ahlâkî bir şuurla davranışta bulunmadır, bu anlamıyla da irâdeden daha özeldir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/380)

-Değerlendirme

İnsanın seçim hakkına (yeteneğine) irâde, ihtiyar, ya da meşîet diyelim, farketmez. Bu kelimlerin farklı nüansları olsa da farklı açılardan insan irâdesine vurgu yapıyorlar. Allah (cc) hiç bir varlığa vermediği bu yeteneği insana verdi ve onu sorumlu tuttu.

Kelâm ilmi buna irâde-i cüz’iyye der. Biz “serbest seçim veya tercih kabiliyeti” de diyebiliriz.

Bilinen bir şey; insan bir şeyi mecburen yapıyorsa ondan sorumlu olmaz ki... Bir kimse uyuduğu için suçlanabilir mi? Zira uyumak bedenin ihtiyacıdır ve kişinin elinde değildir. Ama az veya çok, hangi vakitte uyumak insana bırakıldı.

Kişi yemek yeme zaafından dolayı hatalı değildir. Ama neyi yediğinden sorumludur. Zira ne ve nasıl yediğini kendisi seçmektedir.

Kişi nefsi olduğu için suçlu/hatalı değildir. Kimse onun “senin neden nefsin var, nefsin neden şunları şunlari istiyor?” suçlanmaz. Ama nefsin isteklerini gerçekleştirmek, ona uymak veya ona uymamak insanın kendi tercihidir. Ya meşru, ya gayr-i meşru.

Bunun gibi pek çok örnek verilebilir. Burada altı çizilmesi gereken şey, insan dilemeyi, irâdeyi kendisi bir yerden kazanmıyor. Bunu da ona Yüce Allah (st) veriyor. İrâde edilen şeyi yapmak için gerekli aklı, düşünmeyi, beden gücünü insana veren de O.

“O dilemezse siz dilemeyezsiniz” demek, O size hayat vermezse, size seçme hakkı vermezse, size güç ve kuvvet, istediğiniz bir eylemi yapmaya izin vermezse, akıl ve beden gücünüz kalmazsa, sizi hayattan çekip alırsa, nasıl irâde edip bir şey yapabilirsiniz?

Demek ki bizin irâdemiz Allah’ın irâdesine bağlı. O ne dilerse, hakkımızda o gerçekleşir. O dilemezse biz dileyemeyiz.

İnsanda iki boyut vardır: Birinci boyutta insanın hiç bir dahli, gücü, irâdesi söz konusu değildir. Dünyaya ne zaman geleceğinden tutun, kimden nerede doğacağına, boyuna bosuna, tipine, yeteneklerine, cinsiyetine, rengine ve ne olacağına kadar bir dünya olgu irâde dışıdır.

İkincisi; irâdenin işlevsel olduğu boyut. Bu boyutta insan diler ve Allah’ın verdiği izin ve güçle, imkan ve fırsatla bir takım eylemler yapar. Eylemlerini (amellerini) kendi tercihi ile yaptığı için de onlardan sorumlu tutulur.

Bu boyut için şöyle demek mümkün: Sonucuna katlanmak şartıyla kişi tercihlerinde, yapıp etmelerinde serbesttir.

İrâde, ihtiyar, meşîet derken bu iki boyutu her zaman hesaba katmak gerekir.

Allah (cc) dilemeyi dilemeseydi insanın dilemesine izin vermezdi. İnsanın dışında diğer varlıklar hakkında irâdeden bahsetmek söz konusu değildir. İnsan ve cinlerin dışında yaptıklarından sorumlu tutulan varlık yoktur. Varlık âleminde her ne varsa hepsi Allah’ın bıraktığı yerde durur, verdiği görevi yapar.

İnsanın değeri ve farklılığı da akıl ve irâde sahibi olmasındandır. Akıl ve irâde de sorumluluk gerektirir.  

Yüce Allah (st) irâdenin doğru seçimle, hayırlı işlerde, kişiye dünyada ve Âhirette faydalı olacak işlerde kullanması için ona akıl fehm, idrak ve yürek verdi, kitaplar ve elçilerle yol gösterdi, önüne ibret alacağı sayısız âyetleri serdi. Bu O’nun Rab oluşunun ve rahmetinin gereğidir.

Şunu da eklemek gerekir: İnsanın akıl ve irâde (dileme) yetenekleriyle donatılması; onun kendi hür irâdesiyle doğru en güzel olanı seçmesi için teşviktir. Bu maksatla yapılan her teşebbüs kıymetlidir.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzâb 33/36)

Bir konuda, meseleda veya iman, ibadet ve ahlâk alanında Allah’ın Kur’an’da, Rasûlüllah’ın Sünnetinde bir hükmü varsa, artık o alanda mü’minlerin bunlara ters görüş belirtmelerine, hüküm vermelerine gerek ve imkan yoktur. Bu konu isterse onların şahsî işleri olsun.

Ama herhangi bir konuda, eylemde, alanda ilâhi hüküm veya Sünnette açık emir ve yasak yoksa, o alan mübah (helâl) alandır. Mü’min o alanda imanına uyan bir ahlâkla ve  bilinçle ve serbestçe hareket eder.

Câhiliyye insanları insanları şahsî erdemlerine göre değil soylarına göre değerlendiriyorlardı. O toplumda kölelik vardı ve kölelere de pek değer vermezlerdi. Evlatlıklarını da öz evladı sayıyorlardı. Bu üç yanlış geleneği somut bir örnek üzerinden kaldırıldı. O da Zeyd b. Hârise ile Zeynep b. Cahş'ın evliliği idi. Rasûlüllah (sav) bu evliliği yaptırarak ilk iki âdeti kaldırdı. Allah (st) Rasûlüllah’ın Zeynep b. Cahş ile (r. anhâ) ile evlenmesini emrederek de üçüncü yanlış uygulamayı kaldırdı. Yani evlatlıklar öz çocuk olamaz, onlar dinde kardeştir.

İşte bunun gibi, bir konuda Allah’ın ve Rasûlünün beyanı, hükmü, kararı varsa, müslümana düşen alıp kabul etmek, uygulamaktır. Yoksa "benim de irâdem var, benim de aklım var, bana kimse karışamaz" deyip karşı görüş üretmek değildir.

Hüseyin K. Ece

29.03.2023

Zaandam