Yüce Yaratıcı, Kur’an’da ‘habis/çirkin işler’ yapan Lût kavminden ve kötü olan, kötülük yapan Nuh kavminden bahsediyor.

Aşağıdaki âyetlerde hem çirkin eylem yapan toplulukların karşılaştıkları kötü sonucu, hem de onların sapıklıklarını önlemeye çalışan Lût ve Nûh gibi salih insanların elde ettikleri ilâhî lütfu görüyoruz.

Kur’an bu örneği verirken, özellikle kötü insanlarda değişmez bir tavra işaret ediyor. Bu tavır, her zaman sürekli bir şekilde ilâhî ölçülerde kötü/zararlı/pis kabul edilen şeylerden zevklenme. Bunları yapmada bir beis görmeme. Ya da bunları men’ edenlere karşı gösterilen olumsuz tepki.

Şüphesiz âyet herkesin kendi zamanına biraz da bu açıdan bakmasını  öneriyor. 

“Lût’a gelince, ona da hüküm (hâkimlik, hükümdarlık) ve ilim verdik. Onu çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Zira onlar (o memleket halkı) gerçekten fena işler yapan bir kavimdi.

Onu, (Lût’u) rahmetimize kabul ettik; çünkü o, salihlerdendi.

Daha önce de Nuh dua etmiş, biz onun duasını kabul etmiştik. Böylece , kendisini ve (iman eden) yakınlarını büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.

Onu, âyetlerimizi inkâr eden kavimden koruduk. Gerçekten onlar, fena bir kavim idi; bu yüzden topunu birden (suya) gömdük.” (21 Enbiya/73-77)

Neydi bu adamların çirkin işleri?

Kur’an buna şöyle ilaret ediyor:

“Siz (kadınları bırakıp) erkeklere gidiyorsunuz, yol kesiyorsunuz ve toplantılarınızda edepsizce şeyler yapıyorsunuz ha? “Kavminin cevabı sadece; “Doğrulardan isen, haydi Allah’ın azabını getir!” demeleri oldu.” (29 Ankebût/29)

Nesefi diyor ki Lût kavmi’nin çirkin işleri, livata, herkesin içinde yellenme ve yoldan geçenleri çakıl taşı atarak rahatsız etmek idi. (Nesefî Tefsiri, 2/413)

Kur’an onların piş işlerinden üç örnek verdiği gibi burada genel bir ifade kullanıyor: “Habis işler.” 

Evet, Lût kavmi Kur’an’ın deyimiyle ‘hâbis işler’ yapıyordu. Yani her türlü pis, günah, ayıp ve sapık fiiller...

 ‘Habis işler’... Çirkin, abes, haksız, berbat, rezil, utanılacak, rüsvay edici, şeref ve haysiyet kırıcı, insan onuruna yakışmayan, fıtrata aykırı, yüz kızartıcı, gaddarca, sinsice, ceza  gerektiren, menfûr, alçakça işler...

“..Zira onlar (o memleket halkı) gerçekten fena işler yapan bir kavimdi.”

Onlar, insanlığı bilmiyorlardı. Onlar iyi olan şeyleri tanımıyorlardı. Hatta doğru olanın, güzel olanın, hak olanın düşmanı idiler. Nitekim, Lût (as) onlara; “Bu yaptıklarınız yanlıştır, vazgeçin bundan” dediği zaman ona düşman olmuşlar, onu ülkesinden sürgün etmekle tehdit etmişlerdi. (bak. 7 A’raf/82)

Sanki o zihniyet değişti mi? Bu fenalık yapan kavim sadece Lût kavmi miydi?

Heyhat, ne yazık ki tarih boyunca nice topluluklar, nice zalimler Lût kavmi gibi fenalık yapmaya devam ettiler. Devam etmekle kalmadılar; fenalıklarını savundular. Kötülüklerini amansız bir biçimde müdafaa ettiler. Rezilliklerinin arkasında durdular. Asker donattılar, ordular hazırladılar, savaş çıkardılar. Kendi değersiz değerlerini, kendi çılgın hatalarını, kendi batıllarını  korumak için ellerinden gelen çabayı gösterdiler.

Kendilerine gelen uyarılara ve uyarıcılara kulak asmadılar. Onları dinleyip öğüt almayı bırakın; kimisiyle alay ettiler, kimisine hakaret ettiler, kimisine işkence ettiler, kimisini öldürdüler, kimisini sürgüne gönderdiler.

Evet, fenalıkları işleyenler tarihte kalmadı. Habis işleri yapanlar sadece Kur’an’da örneği verilen bir topluluk, bir kaç kişi değil ki...

Kötülük odakları, kendi yanlışlarını nesillerine, toplumlarına, yandaşlarına öğrettiler. Ya da sonradan gelen kötüler, öncekilerin izini takip ettiler. Atalarından devraldıkları kötülük mirasına sahip çıktılar. Bu durum nesilden nesile, kuşaktan kuşağa sürüp gitti.

Şimdilerde uygarlık çağı. Teknoloji ve bilim çağı. İnsan hakları ve demokrasi zamanı. İnsanî değerlerin yüceldiği, iletişimin ve kalkınmanın zirveye ulaştığı bir devir...

Bunlar güzel iddilar. Bunlar belki de insanlığın tarih içindeki yürüyüşünün son meyveleri. Bir kısmı insanlığın ideali gibiydi...

Fakat gerçek farklı. Zamanın uygarlık çağı oluşu ‘habis işler’in sonunu  getirmiyor. Devrin ilim ve teknoloji çağı olması ‘habis işler’den vazgeçmek anlamına gelmiyor.

Daha doğrusu yanlış, çarpık, sakat zihniyet değişmiyor ki.

Çevremize baktığımız Kur’an’ın ‘çirkin işler’ dediği  şeyler toplumsal değer olmuş, gelenek ve görenek olmuş, hatta maalesef siyasi sistem haline gelmişler.

Günümüzde ‘habis işler’ kitle halde işleniyor. Toplumsal ve siyasi destek görüyor. Güçlüler hep bu habis işlerin arkasında. Eldeki teknolojik imkanlar rafahı ve saadeti herkese ulaştırma gayesi için kullanılma yerine, maalesef  ‘habis işleri’ yaygınlaştırma, kötülerin saltanatını koruma, üstünlüklerini başkalarına dayatma uğruna kullanılıyor.

Şimdilerde Kur’an’ın ‘hasene/güzel’ dediği işler ayıplanıyor, mahkûm ediliyor, dışlanıyor, çağ dışı yaftasıyla yaftalanıyor. Bu değerleri savunanlar, yaşamak isteyenler, gündeme getirenler; damgalanıyor, kendilerine yüz verilmiyor. Üzerlerine hücum ediliyor. Çağdaş eziyetlere, ayrımcılıklara, cezalara, kınamalara, hatta sürgünlere maruz kalıyorlar.

11 Eylûl sonrası bir Hollandalı bir camiiye gönderdiği mektupta, bildik hakaretleri ettikten sonra; ‘siz  müslümanlar, livatayı (homoseksüelliği) hoş görmedikçe sizi asla kabul etmeyeceğiz, sizi buralarda istemiyoruz’ diye ekliyordu. Hollanda’da livataya hastalık diyen Faslı bir imam neredeyse linç edilecekti.

İlginç değil mi?

Bütün Avrupa’da başlayan başörtü tartışması yalnızca bir kaç başı örtülü kadına belli alanlarda sınırlama getirmek isteyişi midir? Yine pek çok ülkede sürekli gündemde tutulan entegrasyon feryatlarının arkasında ne var acaba? Niçin müslümanların ibadet yerlerinden, kurban bayramı kutlamalarından, kurban kesmelerinden, tesettürlü oluşlarından, kendileriyle birlikte barlara bira içmeye gitmediklerinden vs. rahatsızlar? (Hoş kendileri gibi olan, barlarda birlikte bira içtikleri yabancıları da dışlıyorlar ya, neyse...)

‘Habis işleri’ yapanlar, temiz işlerden hoşlanmazlar. Rahatsız olurlar güzelliklerden. Yarasanın ışıktan rahatsız olması kadar. Hoşlarına gitmez ‘hasene/iyi’ dediğimiz faaliyetler. Zira bunlar gübrelikte neşvü-nema bulurlar. Çünkü bunlar tabakhanede deri tabaklayan işçi gibi, burunları ordaki kokuya alışmıştır. Misk kokusu onları rahatsız eder.

 Allah (cc) Lût’u ve ona inananları rezil işler yapan, haksızlıkta bulunan, haddi aşan ülkeden kurtardı:

“Onu çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Zira onlar (o memleket halkı) gerçekten fena işler yapan bir kavimdi.

Onu, (Lût’u) rahmetimize kabul ettik; çünkü o, salihlerdendi.” (21 Enbiya/74-75)

“Onu (Musa’yı) ve Lût’u da âlemler için bereketli kıldığımız bir yere kurtardık.” (21 Enbiya/71)

Çünkü o salihlerdendi... Evet o salih bir insandı. ‘Habis işlerle’ uğraşmıyordu. Salih amel işliyordu. Yani temiz, yani güzel, yani iyi, yani sakat ve suç olmayan eylemlerin sahibi idi. Kendine faydalı, ailesine faydalı, topluma faydalı işlerle meşgul oluyordu. Kendi fıtratıyla çarpışmıyordu. Temiz yaratışını çirkinliklerle kirletmiyordu.

Onun yaptıklarından Yüce Yaratıcı razı idi. Çünkü o salih bir insan idi.

Rabbi onu habis işler yapan bir kavimden kurtardı ve yeryüzünde bereketli kılınan bir yere yerleştirdi.

Habis işler yapanları ise toptan cezalandırdı. Onlar kendi elleriyle kazandıklarını gördüler. Yani hak etttiklerini...

Şahit ol Yarabbi!

Bizler ‘habis işler’den insanların bulunduğu bir zamandayız. Çirkin fiileri normal gören insanların bulunduğu ülkelerde  yaşıyoruz. Senin çirkin dediğin bütün eylemler pek çok insanın karaketeri, pek çok toplumun örfü haline geldi!

Ne fazilet kaldı, ne de insanî değerler. Ama insanî değerleri savunanlarla mücadele hiç eskimedi, hiç bayatlamadı, hiç gündemden düşmedi. Hâlâ devam ediyor.

Acaba günümüzde insanları bu ‘habis işleri’ işleyenelerin elinden ve sisteminden nasıl kurturacak? Ki bunların elleri ve ellerinin ucundaki vahşi tırnakları insanların evine (yani harim-i ismetine), ta yüreklere kadar sokuluyor. Bunların sistemleri, kurumları, silahları ve bağlantıları çok güçlü.

Şair öyle diyor:

“...Ebu Leheb öldü diyorlar;

Ebu Leheb ölmedi, yâ Muhammed!

Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor...”

Doğru. Ne ebu cehiller öldü, ne de onun cehalet mantığı... Ne ebu leheb öldü, ne de onun hakka karşı o haşin kin ve öfkesi. Ebu cehil mantığı kıtalar dolaşıyor. Ebu cehil mantığı faziletlere ve hakka karşı savaşını sürdürüyor. Devir ebu cehil kafa yapısının devri...

“...Beşiğin, yurdun, yuvan

Mekke’de bunalırsan

Medine’ye göçedersin.

Biz bu dünyada nereye

Göç edelim, yâ Muhammed?...”

Muhammed (sav) hicret edeceği bir Medinesi vardı. Ya da o, göç edeceği Medinesini maharetli bir usta gibi, ne yaptığını bilen akıl sahibi bir plânlamacı gibi, ileri görüşlü bir siyasetçi gibi oluşturdu. Medine’yi kendi davetine hazırladı. Günü gelince de oraya muhacir oldu. Medine Onu ‘Vedâ Tepesinin üzerinden üzerimize dolunay doğdu’ şarkılaryla karşıladı.

Bizim Medinemiz nerede? Bizi karşılayacak, bağrına basacak, yani bizi günümüzdeki habislerden/ahbeslerden kurtaracak Ensar nerede yaşıyor? Yeryüzünde Medine olmaya aday bir belde var mı? Biz medinemizi kurmak için çalışıyor muyuz? Ya da ne zaman medinemizi kurmaya başlayacağız ki, ebu cehillerin beldesinden göç edebilelim?

Biz nereye göç edelim ey Allahın temiz kulları! Oraya muhacir olalım da  temiz bir beldede, temiz bir hayat yaşayalım?

Biz hangi diyara hicret edelim ki ‘ahbesler’ orada saltanatta olmasın?

Biz hangi dağı mesken tutalım ki oraya güzellik düşmanları ayak basmasın?

Acaba Lût’u bağrına basan bereketli/temiz beldeler dünyanın neresinde?

İsterseniz kendi kendimize şöyle soralım:

GÜNÜMÜZ İNSANINI/YANİ BİZİ, HABİS İŞLER’DEN, HABİS ADAMLARDAN, HABİS SİSTEMLERDEN KİM KURTARACAK?

YA DA NASIL KURTULACAĞIZ?

BİR BİLEN VAR MI?

Hüseyin K. Ece

24.2.2004 Zaandam