Ben doğru düşünüyorum” diyenlerin delili ne?

“Benim yaptıklarım doğrudur”, “ne varmış ki benim yaptığımda. Falancayı görseniz; onun yanında benim yaptıklarımın sözü mü olur?” diyenler ne derece haklıdırlar?

Ya da böyle bir iddianın pratikte ne anlamı olabilir?

Kimileri kendi fikirlerinin, değerlerinin ve kültürlerinin en doğru, en çağdaş, en ileri, insana en uygun olduğunu iddia ederler. Herkesin bu değerleri ve kültürü benimsemesini isterler. Benimsemeyenlere geri, üçüncü dünya, yabancı, yetersiz damgasını vururlar. Bu düşüncelerini ciddi ciddi savunurlar.

Herkes kendi yaptığını savunur. Herkes kendi fikrini beğenir. Kendi düşündüğünün isabetli olduğunu kabul eder. Herkes inandığı şeyin arkasındadır.

İyi de kimin doğru yaptığına, doğru düşündüğüne kim karar verecek?

Onlar böyle iddia ediyorlar da, neye göre? Hem neden hep böyleleri haklı, üstün, ileri vs.?

Kim iddia ediyor bunu? Kendileri. Neden? Çünkü öyle efendim, kendileri öyle olduğunu söylüyor. Söylüyorlar da bizim de aynen kabul etmemizi istiyorlar. Eğer karşı gelirseniz onların bu iddialarına, damgalanmaya da hazır olun.

Doğru oluşun, isabetli düşünüşün, gerçeğe ulaşmışlığın ölçüsü ne?

Kime göre, neye göre, ne kadar?

Kur’an, geçmişte elindeki değerlerle, ya da dünyevî imkanlarla şımarıp büyüklük taslayanları örnek veriyor. Ama olumsuz olarak. Ki onlar zamanında üstün olduklarını, haklı olduklarını, doğru yolda olduklarını sanıyorlardı. Hatta kendilerine gelen ilâhi görevli elçilere bile amansızca karşı çıkıyorlardı. Üzerinde bulundukları yolun (inancın) hak olduğundan emindiler. Zulüm de yapsalar, haksızlıkta da bulunsalar, sapık da olsalar; yaptıklarını savunuyorlardı, doğru yaptıklarının hayali içinde idiler. Kendilerince bir din uydurmuşlardı, o dine göre ibadet de ediyorlardı. Bu ibadetlerinden belki dünyada, belki ahiret için sonuçlar bekliyorlardı.

Ancak Kur’an onların bu iddialarının temelsiz, bu hayallerinin boş, bu beklentilerinin aldanma olduğunu haber veriyor.

“İnkâr edenler(e gelince): Onların amelleri, düz arazideki serap gibidir. Susayan onu su sanır, fakat yanına gelince hiç bir şey olmadığını anlar ve yanında Allah’ı bulur; Allah onun hesabını tam görür, O, hesabı çabuk görendir.

Yahut (onların amelleri) engin denizdeki karanlıklar gibidir: (Bir deniz ki) üstünü bir dalga örtüyor, onun üstünden bir dalga onun üstünden de bir bulut. Birbiri üstüne yığılmış karanlıklar. İçinde bulunan kimse, elini çıkarsa neredeyse onu göremez. Allah bir kimseye nûr vermedikten sonra onun nûru olmaz.” (24 Nûr/39-40)

İşte nefis bir benzetme... Umutsuz bir aldnaış ancak bu kadar güzel tasvir edilebilir... Yaptıklarıyla övünmenin ne kadar aldatıcı olduğu ancak bu kadar net  anlatılabilir...

Sen kendine göre çok mu doğru yapıyorsun? Sana göre doğru yoldasın... İlâhî ölçüleri takmıyorsun, beğenmiyorsun, yanına yaklaştırmıyorsun... Sana göre aklının ortaya koydukları, keyfine uyanlar, canının istediği şeyler güzel, doğru, isabetli. Kendi kültürünün öğrettikleri, kendi toplumunun uydurduğu değerler en iyisi... Öyle mi? Sen bu şekilde mi inanıyorsun?

İşte âyetler bu aldanışı sana ve hepimize haber veriyor.

“Yaptıklarının iyi olduğunu, kendilerinin yaptıkları işlerle çok mükâfatlara, yüksek derecelere ereceklerini sanan inkârcılar, dümdüz arazide uzaktan gördükleri serabı su zanneden, susamış insana benzer. Gördüğü serabı su zanneden, oraya gidince hiç bir şey bulamaz, gördüğünün bir aldanmadan ibaret olduğunu anlar. İşte inkârcı da öyle, uzaktan yaptığı işlerin kendisine mükâfat kazandıracağını zanneder. Ama öldüktan sonra işlerinin yanına varınca yararlı hiç bie şey bulamaz, Allah’ı bulur.

Yahut bu inkârcı, engin bir okyanus içinde dalgaların sardığı, üstünden karanlık bulutların kapladığı, birbiri üstüne yığılmış karanlıklar içinde kalan kimseye benzer. Öyle bir karanlık içindedir ki insan, kendisine en yakın olan ve her işini onun yardımıyla gördüğü elini dahi göremez. Nereye, nasıl gideceğini bilemez. Kendisini şaşırtanların peşine körü körüne sürüklenip gider.” (S. Ateş, Tefsir, 6/198-199)

İşte cehâlet karanlıkları içinde bocalayan inkârcının durumu budur. İşte Kur’an’ın getirdiği anlayıştan uzak olanların hali böyledir. İşte vahiyden nasibi olmayan heva ve heveslerin yön verdiği akıllar böyle zannederler. Böylelerine Allah nûr vermediği için karanlıktadırlar.

Bunlar Kur’an nûrundan faydalanmadıkları sürece, nereden aydınlık bulacaklar ki?

Günümüzde de bazı kişiler ve toplumlarda da aynı yanılgıyı, aynı hayali, aynı aldanmışlığı görmekteyiz. Yine insanlar kendi inandıklarının, düşündüklerinin, peşine gittiklerini doğruluğunu savunmakta, yaptıklarının yanlış olmadığına inanmaktadır. Bu böyle sürüp gidiyor. Bazı toplumlar, bazı ülkeler, bazı siyasi birliktelikler kendilerine ait olanın mutlak doğru olduğuna inanıyor, üzerinde oldukları düşünce ve değerlerin mutlak hakikat olduğuna kanaat getiriyorlar. Hatta bu toplumlar dünyanın gözünün içine baka baka haksızlık yaptıkları, zulmettikleri, sapıttıkları halde.

Örnek mi? Çevremiz dolu. Yaşadığımız çağ, içinde bulunduğumuz coğrafya, bize empoze edilmeye çalışılan kültür... durumu yeterince açıklıyor. Bu kibiri, gururu, kendini beğenmişliği içinde bulunduğumuz ortamda her an görebiliriz.

 Ama heyhat, insanlar değerleriyle ne kadar övünürlerse övünsünler, yaptıklarının doğru olduğunu ne kadar savunurlarsa savunsunlar; günün birinde şaşmaz bir adalet kararını verecektir.

O zaman hayalcilerin hayalleri bir bir yıkılacak, umutları sönecek, gururları yerle bir olacak. O an gerçek ortaya çıkacak, övünülen her şey ortadan silinecek. Kendilerine yarar sağlayacağı umulan her şey bir seraba dönecek. Burada her yaptığının doğru olduğunu zannedenler, çöl ortasında susamış kimsenin gördüğü serabı görecekler.

Ya da karanlıklar içinde yol yordam bilmez bir halde, korku ve dehşet içinde kalacaklardır. Yaptıkları ameller (işler) hayır getirmediği gibi, iyi zannedip de yaptıkları şer ameller (kötülükler) onlara ciddi zararlar verecektir.

Ama iş işden geçmiş olacak.

Şimdilerde maddi açıdan güçlü olduğunu düşünüp de biz doğru yoldayız, bizim inandıklarımız da doğru, yaptıklarımız da doğru diyenlere fazla kulak asmamak gerekir.

ZİRA İBLİS BİLE YAPTIKLARININ DOĞRU OLDUĞUNA İNANIR, İBLİSLİĞİ ÇOK ÇOK SAVUNUR.

“Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (43 Zuhruf/37)

            “(O) bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, şeytanları Allah'tan başka dostlar tuttular ve kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlar.” (7 A’raf/30,

Hüseyin K. Ece

9.11.2004

            Zaandam