“Güleriz ağlanacak halimize” deniyor bir atasözünda.

Öyle değil mi, bazen öyle şeyler olur ki insanı ağlatacak kadar esef vericidir. Ama tutar böyle bir şeye güleriz.

İnsanların başına öyle işler gelir ki hüzünlenmemiz gerekirken, güler geçeriz.

Yanımızda birisinin ayağı kayıp da düşse… Ah vah etse… Çektiği acı yüzünden okunsa… Nasıl bir tepki veririz? Eminim ki bazıları o kişiyi düşerken gördüklerinde kahkahalarla gülebilirler. Belki bazıları acıyabilir.

Bu şüphesiz kültürden kültüre, insandan insana değişebilir. Bazılarını güldüren olaylar, başkalarını üzebilir. Bir kimse için komik olan bir şey başkası için incinme sebebi olabilir.

Yıllar önce Kadisiye Savaşı ile ilgili filmde şöyle bir sahne görmüştüm: Müslümanların elçisi Kisra´ya barış teklifi ile geldiği zaman Kisra ona yüz vermediği gibi, ona hakarette bulunuyor. Sonra da bir askerine emrediyor. Asker gidip bir sepet toprak alıp geliyor. Kisra sırf hakaret olsun diye bunu müslüman elçinin sırtına yüklemesini söylüyor. Müslüman elçi de o bir sepet toprağı omuzuna alıp gidiyor. O giderken sepetteki toprağın bir kısmı omuzundan aşağı dökülüyordu. Bu manzara da Kisra´yı kahkahalarla güldürüyordu.

Bir müddet sonra ordu komutanı Rüstem Kisra´nın yanına gelir ve durumu öğrenir. Kisra olayı gülünç bir şekilde anlatırken;

-´Rüstem görmeliydin, topraklar nasıl da elçinin omuzundan aşağı dökülüyordu. Çok gülünçtü´diyordu.

Komutan Rüstem ise hem şaşkın, hem de son derece üzgün bir şekilde ona :

-´Eyvah, sen İran toprağını kendi elinle müslümanlara teslim ettin´ diyordu.

Evet, birini kahkahalara boğan bir olay, diğerine felaketin haberini veriyor. Ona en büyük üzüntü kaynağı olabiliyor.

Dünya hayatı geçici müslümanlara göre. Bu hayatın bir de ötesi var. Bu hayatın ötede hesabı görülecek ve insan hak ettiğine kavuşacak. Bu işin dönüşü yok, telefisi yok, kazası yok.

Kur’an bu olayı o kadar kesin ifadelerle anlatır ki, te’kid üstüne te’kid kullanıyor. ‘Altını çiziyor, üstüne basa basa söylüyor’ mu diyelim, işte o şekilde.

Kıyamet ve ahiretten bahseden âyetlerde genellikle geçmiş zaman kipi kullanılıyor. Bu, dilde bir anlatım tarzıdır. Eğer siz mutlak bir gerçekten bahsediyorsanız, onu geçmiş zaman kipiyle anlatabilirsiniz. Kur’an da bu metodu çok kullanır. Ki insanlar anlatılan şeyin gerçek olduğundan şüphe duymasınlar.

Evet, ölümdan sonraki hayat müslümanlara göre mutlak bir gerçekliktir. Yok oluşa değil, başka bir hayata doğru bir yolculuktur.

Kur’an burada insanları uyarıyor ve akıllarını başlarına almaları için onları ikaz ediyor. Bu dünya hayatını öyle yaşayın ki yarın pişman olmayasınız. Yarın size zarar verecek davranışları yapmayın, size ceza kazandıracak suçları işlemeyin.

Bugün kaçış mümkün, ama yarın kimse kaçamayacak. Bugün inkâr mümkün, ama yarın kimse inkâr edemeyecek. Bugün saklama mümkün, ama yarın hiç kimse hiç bir şeyi saklayamayacak. Bu dünyada borcunu bir şekilde ödeyebilirsin, ama yarın ödeme imkanları ortadan kalkacak.

Ama ne yazık ki tarihten beri insanların bir kısmı, kendilerine elçi olarak gelenlere inanmamakta direndiler. Yol göstermek üzere indirilen kitaplara dönüp bakmadılar. Onlardan yüz çevirdiler. Hatta alay ettiler, güldüler, gırgır geçtiler. Ancak ne yazık ki, herkes için gerçek olan onların da başına geldi. Ölüp gittiler o inanmadıkları hayata.

Kur’an etkileyici bir üslûpla bu gibilere tekre tekrar sesleniyor : Bu işin şakası yok diyor. Görmüyor musunuz, herkes ölüyor. Ölüyor ve öteki hayata kavuşuyor.

Siz görmeseniz de bu böyledir. O günün dehşetini hatırlayın. Orada kimse kimseye yardımcı olmaz, orada kimsenin gücü bir şeye yetmez. Orada pişmanlık bile fayda vermez.

Böyle bir zamanda hayıflanmaktansa, şimdi aklınızı kullanın. Yalnızca Âlemlerin Rabbine kulluk edin. Onun sizin için çizdiği sınırlara tecavüz etmeyin.

O dehşet gün önünüzde durduğu halde, ibret almıyorsunuz. Başına korkunç işler geleceği uyarısı yapıldığı halde ürpermiyorsunuz. Kendinize çeki düzen vermiyorsunuz. Oynamaya, eğlenmeye, gülmeye devam ediyorsunuz. Gerçekten gaflet içindesiniz. Nefsiniz ve içinde bulunduğunuz şartlar sizi iyice şaşırtmış. Uyarılara kulak asmıyorsunuz. Böyle bir günün geleceğinden emin olamıyorsunuz. Gülmeye, bu gibi haberlerle alay etmeye devam ediyorsunuz…   

Kur’an bunlarla ilgili şöyle diyor:

“Şimdi siz bu söze (Kur’an’a) mı şaşırıyorsunuz?

Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz.

Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız.” (Necm, 53/59-61)

Zira onlar, Kur’an’ın gelişini hem kabullenmiyorlar, hem de anlamıyorlar. Kendilerini Kur’an karşısında sorumlu düşünmüyorlar. Kazara birisi onlara Kur’an’ın dediklerini yazılı veya sözlü hatırlatsa, alay edip gülüyorlar.

İşte bu, gafletin ta kendisidir.

İşte bu, aymazlığın ta kendisidir.

Hatta bu, bir anlamda ahmaklıktır.

Gün gelecek, eyvah denecek. Gün gelecek ağlanacak. Gün gelecek pişman olunacak. Sonuç görüldüğü zaman, keşkeler başlayacak ama hiç bir fayda vermeyecek.

Böyle bir akıbet karşısında aklı olan hem tedbir alır, hem de ürperir. Korkar, hazırlıklı olmaya çalışır.

Ya aklını kullanmayanlar; gülmeye devam ederler de ağlamayı düşünmezler. Vakti saati gelince keşke demeye koyulurlar. Çok ağlarlar ama bu sonucu değiştirmez.

Bunların bir kısmı dünyada iken mü’minlerle alay ederlerdi. Onların imanlarıyla, ibadetleriyle, değerleriyle dalge geçerlerdi. Onların pek çok şeyini alaya alır, bir şekilde gülerler.

Kur’an onların bu durumunu şöyle anlatıyor:

“Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülerlerdi.

Onlarla karşılaştıklarında kaş göz hareketleriyle alay ederlerdi.

Ailelerinde döndüklerinde, (alaylarından dolayı) keyiflenerek dönerlerdi.

Mü’minleri gördükleri zaman: ‘Şüphesiz bunlar sapıtmış’ derlerdi.

Halbuki onlar, mü’minleri denetleyici olarak gönderilmediler.

İşte o gün (ahirette) de iman edenler kâfirlere gülerler.”  (Mutaffifîn, 83/29-34)

İşte böyle; Onlar, asıl günahkârlar (mücrimler) müslümanlara gülerler. Çeşitli şekillerde alay ederler. Bundan farklı bir zevk alırlar. Müslümanları ağalayıcı ve karalayıcı pek çok sıfat kullanırlar. Onlara göre müslümanlar şaşırmış kimselerdir.

Fakat… Ahirette ise müslümanlar onların haline gülecekler.

Hani bu gerçek değildi…

Hani ahiret olmayacaktı, bu gün gelmeyecekti…

Hani sizler iyi idiniz, hani bizler şaşırmış kimselerdik sizlerin gözünde…

Aslında bu sonuç, inkârcıları derin derin düşündürmesi gerekirken, hiç aldırmıyorlar. Hiç ağlamıyorlar hatalarına, cürümlerine ve zulümlerine. Dünyada tad aldıkları, zevk duydukları, sahip oldukları bazı şeyleri devâsa kazanç gibi sayıyorlar. Bunlarla tamin oluyorlar.

Ne yazık ki gaflet onları işgal etmiş. Ne yazık ki hiç bir şeyden ibret almıyorlar. Ne hazin ki kafalarını kullanmıyorlar.

Ağlanacaklar hallerine gülüyorlar.

Şüphesiz başlarına gelecek olanları bilseler, az güler çok ağlarlardı. Ya da hep ağlarlardı. Ölümden sonra neleri kaybettiklerini anlasalar, çok ağlarlardı ama hiç gülmeye zamanları olmazdı.

Öte tarafindan dehşetini tahmin eden ürpermez mi?

Orada olanların bir kısmını dünya ile kıyas eden korkmaz mı?

O, kimsenin kimseyi tanımadığı günü, buradaki yalnızlıklarla, çaresizliklerle karşılaştıran dehşete kapılmaz mı?

Orada bilmediğimiz bir son var.

Orada yardımsız, kimsesiz, desteksiz, imkansız bir gün var.

Ve orada herkes kendi başının çaresine bakacak.

Bu hal insanı şaşırtmaz mı, korkutmaz mı, ağlatmaz mı?

Ürpertir, ama düşünenleri…

Korkutur, ama iman edenleri…

Dehşete düşürür, ama aklını kullananları…

Endişelendirir, ama azıcık ilmi olanları…

Peygamber der ki:

“Benim bildiklerimi bilseydiniz; şüphesiz çok ağlar az gülerdiniz!”

Hüseyin K. Ece

2.6.2006

Rotterdam