“Dediler ki; yaz biter, gün solar, ışık söner
Açılır kapıları öteler ötesinin
Her can günün birinde mutlaka geri döner
İzi kalmaz, ‘âh’ diye yankılanan sesinin”
“Dediler ki; yaz biter, gün solar, ışık söner
Açılır kapıları öteler ötesinin
Her can günün birinde mutlaka geri döner
İzi kalmaz, ‘âh’ diye yankılanan sesinin”
Necip Fazıl Kısakürek’in Babaıâli isimli kitabı şu cümlelerle bitiyor:
“İşte geldik gidiyoruız, şen olasın Halep şehri.”
-Haleb’e geldik, alış-verişimizi yaptık, göreceğimiz dostları gördük, kaldığımız günler süresinde ayakta kalacak kadar gıda aldık, gereken ziyaretleri yaptık, dostlarla ahbaplık ettik, güldük şakalaştık, eh biraz da terledik, yorulduk.
İsterseniz bu başlığı “Bu kadar cehalet ancak ilimle olur” diye okuyunuz, farketmez.
Bazı insanlar öylesine yanlışlar yaparlar ki şaşırır kalırsınız. Bir adamın haline, ünvanına, tahsiline, makamına bakarsınız; bir de yaptıklarına... İkisini bağdaştıramazsınız.
Türkiye’de üniversitelerde –bazılarına göre- sanal yasağı kaldıran, özgürlükleri genişleten, öğrenim hakkını garanti altına alan anayasa değişikliğe etrafında söylenenlere ve yazılananlara baktıkça şaşmamak mümkün değil.
Bu ne kin ve ne ğayz, bu ne düşmanlık, bu ne ceberrutluk...
Gerçekten inanılmaz. Gerçekten akıl almaz.
Kimilerinin kafasında kendine göre bir entegrasyon fikri var. Kendi aklına göre ölçüp biçiyor, sonra da feryadı basıyor: “İslâm Avrupa’daki entegrasyon çalışmalarına engeldir.”
Gerçekte İslâm entegrasyona engel midir?
Ya da İslâm hangi entegrasyona evet demez?
Nüfusu planlama düşüncesi yeni bir şey değil. Eski çağlarda bile insanlar az çocukları olmasını istemişler, bunun için de günün bilinen tedbirlerine başvurmuşlar.
Düşünce olarak nüfusun planlanması fikri kimilerine cazip gelebilir. Çünkü mantıklı gerekçeleri var bu işin. Bu gün eldeki imkanlar ile, bu imkanları kullanma durumunda olan insanlar arasında doğru bir orantı yok deniliyor.